ALİ MERMER
-Varlık gerçeğimizi tanıyalım-
Konuya başlarken bazı prensipleri tespit etmeliyiz:
1.Bir eşyanın varlığa gelişi yönüyle baktığımızda onun varlık kaynağını tanımak için o eşya ile ilişkiye geçmek zorundayız. Yani, bir taraftan eşya ile ilişki kuruyoruz diğer taraftan o eşyanın Varlık Kaynağı ile tanışma teşebbüsünde bulunuyoruz. İnsan kendi varlığında bulduğu özelliklerin zorunlu sonucu olarak bu ikili ilişkiyi kurmak için bu âleme gönderilmiştir.
2.İnsan hayatı boyunca hep seçimler yaparak yaşar. Bir ânımız yoktur ki (uyku ve ^baygınlık hali dışında) bir tercih yapmadan hayatımızı sürdürebilelim. Bazı tercihlerimiz sürekli tekrardan dolayı otomatikleştiği için sanki bir tercihte bulunmadan yaşıyorum zannedebiliriz. Sürekli yürüdüğümüz evimizde yürürken seçim yapmıyormuşuz gibi yaşarız. Fakat yürümeyi oturmaya tercih eden biziz, yürürken aniden arkamızdan gelen bir çığlık duysak hemen dururuz ve döneriz. Yani bu yürümemiz bir tercihmiş ve şimdi yürümeyi durdurma tercihi yaptık demektir. Şu sonuca ulaşmak insanın gerçeğidir: İnsanda irade-i cüziye vardır, irade-i cüziye de insanın tercih yapma özelliğini ifade eder. İnsanın tercih yapabilmesi için iki alternatifin olması gerekir. Bu iki alternatifi birbiri ile kıyaslayarak bir tercih yaparız. “Ben bunu değil de diğerinin yaratılmasını istiyorum.” demektir tercihimiz. Sürekli A’yı değil de B’yi seçiyorum diyerek yaşıyoruz her ânımızda.
3.Bu tercihi yapabilmemiz için, kişi; insanın eşya ile kurduğu ilişkide, insanın kendine verilen duygular doğrultusunda bir değerlendirmeye tabi tutarak birini faydalı, diğerini ise daha az faydalı veya zararlı diye görür ve o kendisine göre faydalı olanı seçer. Fakat bu seçiş, insanın özgür iradesi ile yaptığı kendi tanımlamalarıyla bazı şeyleri daha “faydalı” ve diğerlerini daha az faydalı veya “zararlı” diye ulaştığı anlayışına dayanır. Yani insan merkezli bir karardır, gerçeği yansıtıp yansıtmaması bir başka aşama değerlendirmeyi gerektirir.
4.İnsanların genel olarak ihtiyacı gece karanlık, gündüz aydınlık olsun isterler. Aydınlığın yaratılması kötü mü, hayır, gündüz kullanılacak; karanlık içinde kalınacak şekildeki bir yaratılış kötü mü, hayır, gece kullanılacak. Gece çalışmak durumunda olan bir kişinin gece vaktinin karanlık olacak şekilde yaratılmasından kendisinin aydınlığa ihtiyacı olduğu için şikâyet etmeye hakkı var mı? Şikâyetçi olursa bu şikâyet ne anlama gelir? İnsan duygularında kendisinin beğenmediği bir şekilde yaratılış gerçekleşirse bu yaratılışın bizzat kendisinin iyi veya kötü olduğunu anlamamıza yardım edecek ölçümüz kendimiz mi olmalı, değilse başka bir ölçüye ihtiyacımız var mı, sorusunun cevabını araştırmalıyız.
5.Yaratılışın iyi veya kötü olduğuna karar verme yetkisi biz insanların mı olmalı, yoksa yaratılışı gerçekleştirenin mi olmalı? Veya bir başka ölçü olacak alternatifimiz var mı?
6.İnsan, eşya ile kurduğu ilişkide bilinçli tercihler yapabilme özelliğine sahip kılınmıştır. İnsan, eşyanın özelliklerini ancak zıttı ile anlayabilecek kapasitede yaratılmıştır. Eğer zıttı olmasaydı eşyanın özelliklerini anlayamazdık. Işığın yokluğunu anlamamıza yarayan karanlık olmasa ışığın varlığını anlayamayacağımız gibi.
7.Yaratılanların farklı olması onların insan tarafından tercih edilerek seçilmesine veya seçilmemesine imkân verir. Yani, onu mu bunu mu seçeceğim, hangisi bana göre daha iyidir diyeceğim ve kendi durumuma göre bir seçim yapacağım. Benim yapacağım tercihlere göre bir yaratılışın gerçekleşmesini garanti edebilir miyim? Değilse ben seçim yapmakla ne yapıyorum dersiniz? Mesela, bir çiftçi tohumu ekmekle bir seçim yapıyor, arpa tohumu değil de buğday tohumu seçiyor ve ekmeyip ambarda tutmak yerine toprağa ekiyor. Sonra ne yapıyor? Bekliyor ta ki buğday bitkisi büyüsün. Garantisi var mı? Yok. Buğday bitkisi büyürken, başak verirken, olgunlaşırken ne yapıyor? Bekliyor ki büyüsün. Demek ki seçim yapmak yaptığımız seçimin sonucunun varlık âlemine gelmesini garantilemek değilmiş. Bu gerçeği her anımızda yaşadığımızın bilincinde olmamız gerekir.
8.İnsan, yalnız halen var edilenler içinden bir tercih yapar. Eğer bir şey var edilmemişse, o şeyin varlığına karar veren bir konuma sahip olmadığı insanın gerçeği değil midir? Yani, insan var edilenler arasında seçim yapıp, yine kendisine tanınan alan içinde yaptığı seçimleri yeni bir kompozisyona sokabilecek tercihler de yapar. Fakat bu tercihlerin ancak yine yaratılıştaki düzen içerisinde gerçekleşmesi gerekir. Demek ki, Yaratan eğer izin vermiş ise ancak o takdirde insan yeni bir kompozisyon kurar. Yani iki veya daha fazla elementi birleştirir ve yaratılış düzeni içerisinde yeni bir sonucun yaratılmasını isteyebilir. Mesela bir badem çekirdeğini alır ya onu yer veya toprağa gömer. Yerse midesinde kendi iradesi olmadan hazmedilir ve bedenine besin olur. Eğer toprağa gömer ve yaratılış kurallarına uyarak bakımı yaparsa yine kendi iradesi karışmadan badem ağacı olur.
Demek ki biz ancak irademizle yaptığımız tercihlerden ibaret bir hayat yaşıyoruz ve bu hali sürekli deneyimliyoruz. Değilse insan badem ağacını var eden, ona varlık veren değil de, ancak o ağacın var edilmesini uyduğu düzeni kurarak evrenin tümünde geçerli olan düzeniyle birlikte Yaradana havale eder. Yani, insan yaratamıyorsa, evrenin bir parçası olan ve hiçbir özelliği kendinden kaynaklanmayan cansız, şuursuz maddenin varlık verme, yani yaratma özelliğinden bahsetmenin mantığı var mıdır? Düşünmek gerekir, insan dâhil herşey, hiçbir şey yaratamaz; ancak Yaratana müracaat ederler. Teknoloji ürünleri de böyle bir işlemler sonucudur. Yaratma değildir, ancak yaratılmasını evrene değişmeyen bir düzen içerisinde Varlık Verenden (Yaratandan) istemesidir, hatta yaratılması için yalvarmasıdır denmelidir, madem insan hiçbir şey yaratamıyorsa.
9.İnsanın yaptığı her tercih, ister Yaratıcıya inansın ister inanmadığını iddia etsin, bir insanın her yaptığı tercih bilincinde olsun olmasın, yalnızca Yaratıcının yaptığı tercihin sonucunu yaratması için bir yalvarıştan ibarettir. Bu nedenledir ki, yeni bir kompozisyon ile bir makina yapmak isteyen kişiler laboratuvarda yıllarca araştırma yapmak zorundadır. Araştırmaları sonucu yaratılış düzeninin Kurucusunun neyi nasıltercih ederse sonuçta ne yaratacağını vadetti diye öğrenmek için çalışırlar. Demek ki, her halükârda Yaratana müracaat eden varlıklarız biz. Bu gerçeğimizi kabul etmek veya etmemek tercihini yapmada serbestiz. Fakat yaptığımız tercihlerimize göre duygu dünyamız öyle yaratılmış ki aklımız, bilincimiz, duygularımız bu seçimin sonucundan etkilenecek şekilde yaratılmışız.
Bu etkileşimden kurtulmak için ancak aklımızı, bilincimizi ve duygularımı çalışmaz hale getirecek tercihler yapmak zorundayız. Bu da bize verilmiş bir tercih özelliğidir. Uyuşturucu alabiliriz, kendimizi böyle bir etkileşimi hissetmeyecek tercihler yaparak dikkatimizi başka alanlara çevirebiliriz. Bunların hepsi bize yaratılış düzeni içerisinde seçim hakkı tanınan alanlarda gerçekleşir. İşkolik olabiliriz; oyunlar, eğlenceler peşinde olabiliriz; bizi ilgilendirmeyen dedikodu mahiyetinde yapılan konuşmalara dalabiliriz; ta ki kendi gerçeğimizin etkisini dikkat dağıtımı ile geçici olarak azaltabilelim. Bütün bu çareler ancak geçici sonuçlar verir. Biz gerçeğimizi varlık düzeyinde değiştiremeyiz.
10.Eğer bir insan “Bana göre bu daha iyidir.” derse ve Yaratandan kendisinin arzularına uymasını beklerse sonuç ne olur? Eğer Yaratıcının yaratma düzenine koyduğu kurallara uygun bîr beklenti ise zaten yaratılacaktır. Yaratılışın düzenini onun Yaratıcısı kurmuştur. Yaratıcının benim arzumu gerçekleştirmesi için benim tek yapabileceğim tercih O’nun koyduğu düzene uygun tercih yapıp yaratılması için beklemektir. “Ben bunu beğenmiyorum o halde benim beğeneceğim şekilde bir yaratılış gerçekleştir.” demeye hakkı var mıdır? Bu önemli sorunun dikkatli bir şekilde analizinin yapılması gerekir.
11-Her insanın kendi şartlarına ve beklentilerine göre bir yaratılış gerçekleştirmesi için Yaratan’dan yaratmasını istediğini düşünelim. Evrenin yaratılması tamamen bir kaosa dönüşmez mi? Çünkü her insanın beklentisi bir diğerinden tamamen farklı olacaktır.
12.Bu konu daha incelikli düşünmeyi gerektirir. Eğer bir kişi her zaman kendi beklentilerine göre bir yaratılmayı istese ve bu isteği hemen gerçekleşseydi o takdirde bu kişi tercih yapmak durumunda olmazdı, zaten yaratılan herşey onun istediği şekliyle gerçekleşmiştir. Bu durum neyi gösterir? İsteği anında gerçekleşen kişinin tercih yapması söz konusu olmazdı. İsteğini anında gerçekleştiren bir Yaratıcı olmuş olurdu. O takdirde yarattığı herşey O’nun varlıklar arasından seçmek zorunda kalmadan istediği şekilde var olması demek olurdu. Bu da insanın gerçeğiyle doğrudan çelişir. Bu özellik ancak evrenin Yaratıcısına ait olabilir. Ne dilerse o var olur, O’nun dilediği O’nun kararıdır ve dolayısıyla O’nun seçimidir. Fakat O’nun seçimi mevcutlar arasından değil, var etmeyi var etmemeye tercih etme seçimidir.
Bu özelliği ile neyi yaratmaya karar verirse o kararın sonucunun sonsuz mükemmel bir seçim olduğuna, yaratmayı tercih ettiği şu evrendeki her bir varlık şahitlik etmektedir. Görüyoruz ki her bir varlık diğerinden farklı özelliklerle seçilerek yaratılmıştır. Her bir varlık kendi varlığında mükemmeldir. Demek ki O’nun Seçme özelliği sonsuz mükemmelliktedir sonucuna ulaşılır. Bu sonuç bizi O’nun tercihine tabi olmaya davet eder. Yoksa bizim arzumuza göre bir yaratma gerçekleştirmesini beklememiz, O’nun bize tabi olmasını beklememiz anlamına gelir. Herkesin arzusu farklı olacağına göre, evrenin düzenli yaratılışı anında kaosa dönüşür. Bizim böylesi bir dünyada yaşamadığımızı kabul edip O’nun tercihindeki mükemmelliği görme tercihi yapıp yaratılanların yaratılışındaki hikmeti düşünmemiz ve O’nun yarattığına razı olmamız gerekir. Bu durum insanlığa yakışan bir tercih olur. Değilse kendimizi boş yere yormaktan ve istediğim olmuyor diye şikâyetler ile yaşamak zorunda kalırız.
13.Her insan tercih yapma özelliğinden kurtulamayacak şekilde yaratılmıştır. Ancak tembelliği tercih eden kişi ilk bakışta rahat ediyor gibi zanneder fakat kendini kandırır. Neden?
Eğer insana verilen özellikler bir tercih yapmaz ise, mesela yediği yemeğin kendisinin isteğine göre yaratılmasını beklemesi için önünde seçeneklerden daha lezzetli olanın yaratılmasını isteyecektir. O takdir bu insanın elinde bir başka alternatifin yaratılmasını istemediği için tercih yapamaz, tercih yapamadığı için daha az lezzetlileri değil de, daha lezzetli olanının yaratılmasını istemesi diye bir durum vaki olmazdı. Yani, lezzetin ne olduğunu dahi bilemezdi. Dolayısıyle yediğinden lezzet de alamazdı. Böyle birçelişkiye düşmemek için kendi gerçeğimizi anlamamız gerekir: Önce insan bir tercih yapıyor ve sonra o tercihe göre bir yaratılış gerçekleşmesini istiyor. İşte bu aşamada insan yine bir tercihler yapan kişi olmaktan kendini kurtaramıyor. Demek ki böyle bir istek insanın kendisi ile çelişkiden ibarettir.
Sonuç olarak şunu söyleyebilir miyiz? İnşan, kendi yaratılış gerçeğini kabul etmeli, fantazi görüşlere kapılmamalı. İnsan bir yaratıktır, yaratıldığı şekil onun için en iyisidir. Yaratma kararı insana ait değil, onu en iyi şekilde yaradana aittir. İnsanın yaratılmaya muhtaç olduğu gerçeği, Yaratanın ise her şeyi ve dolayısıyla kendisini en iyi şekilde yarattığını itiraf etmek zorundadır. İnsana en uygun, akla en uygun, bilince en uygun, duygulara en uygun bir sonuç, insanın Yaratıcısını kendi emellerine hizmet etmeye çağırması veya beklentisi içine girmesi yerine; her şeyi en hikmetli, en uygun şekilde Yaratanın yaratılış kurallarına uymak ile ancak yaşantısından zevk alabileceğini bilmesi gerekir. Yani, O
Yaratıcının verdiği kararlan, yarattıklarındaki güzelliği görme tercih yaptığı takdirde varlık gerçeği ile örtüşen bir tercih olur ve hayatından mutluluk duyar. Yaratılana itiraz ettiği müddetçe kendisi ile çelişir, duygu âleminde sürekli anlamsızlık ve zevksizlik yaşar, ne kadar bu durumdan kurtulmak için yapay yollara başvursa da.
Bana verilen duygularımla çelişen bir yaratılış gerçekleşirse ne yapmalıyım?
Yukarıdan beri sayılan ve temel varlık gerçeğimizi sergileyen prensipler içerisinde düşünmek zorundayız, değilse kendimizle çelişmenin acılarından kurtulmamız mümkün olmayacak şekilde yaratıldığımızı konuştuk. Böyle bir acı çeken insan durumuna düşmemek için duygularımızın varlık kaynağını sorgulamalıyız.
Eğer biz var isek, bizim Varlık Kaynağımız duygularımızın da Varlık Kaynağı olmak zorundadır. İnsanın en önemli zafiyeti, kendisine verilen duyguları kendisine ait zannedip onları kendi merkezli kullanmasıdır. Yaratıcıdan kendi duygularına göre bir yaratılış gerçekleştirmesini istemesinin acılı sonuçlarını yukarıda sayılan temel prensiplerde tartışırdık. Eğer ben, bendeki duyguların beklentilerine göre bir yaratılış gerçekleşsin diyorsam temelde birçok hatalar yapıyorum demektir. Bu yanlışları şöyle özetleyebiliriz:
Kendi gerçeğim olan yaratılmışlığımı kabul etmiyorum. Bu takdirde kendimin varlığını nasıl izah edeceğim? Rastlantılar veya doğallık sonucu ise, beğenmediğim yaratılışlar da bir rastlantı ve doğallık sonucudur. Dolayısıyla rastlantıyı, doğayı şikâyet edemem, şansızmışım der geçerim. O takdirde ne “Allah”tan bahsetmeye ve ne de “Allah”tan şikâyet etmeye hakkım var. Zaten varlığım rastlantı; bir amacı yok, yani anlamı yok. Anlamı olmayan bir varlığın var olan eşyada da anlam araması anlamsızlık olur, çekilen acıların da bir anlamı olmaz. Böylece bir insan kendini acı çekmekten kurtaramaz. Acı çekmek üzere doğal olarak oluşmuş bir varlığın çektiği acılardan şikâyetçi olmasına hakkı yoktur. Bu sonuç ise insan gerçeği ile taban tabana çelişir. Çünkü insanda acı çekmekten kurtulmak isteyen bir duygu da vardır. Acı çekmemeyi tercih ede ede yaşıyoruz bu dünyada. Bu biz insanların varoluşsal bir gerçeğidir. Bundan kaçamayız.
Çare nedir? Varlığımızın gerçeğini dikkate alarak acılardan kurtulmanın yollarını aramamız gerekir. Varlığımız anlamlıdır, seçim özelliğimizi acı çekmemek üzere kullanmamız bize verilen bir özelliktir. Gerçeğimiz de budur, hep en iyisini, en mutluluk verecek olanı seçerek yaşayıp geliyoruz. Hayatımız bu seçeneklerle doludur; hastalık, uyku gibi özel durumlar dışında hiçbir seçeneksizlik hali yaşamıyoruz. Bu özelliğimiz ile bizi Yaratanı tanımak zorundayız. Eğer bizi Yaratan şu evrende neyi yaratıyorsa, bizi de o yarattıkları içinden en mutluluk verenleri seçecek duygular ile donatarak yaratıyor demektir. Yani bu duygularımızı da yaratan O’dur.
Bir duygumuz bir yaratılışı sevmiyorsa bu ne demektir?
Benim sevmediğim bir şeyin yaratılması bana beni o duygu ile yaratıp arkasından da o duygunun sevmeyeceği ve dolayısıyla tercih etmeyeceği bir yaratılış gerçekleşiyor demektir. Bu yüzeyde çelişkili olan iki tür yaratılış şeklini şu evreni kusursuz yaratan niçin böyle yaratıyor diye düşünmemiz gerekiyor. Bu noktada evrene dikkat etmemiz gerekir. Evrenin tabi tutulduğu yaratılış düzeninin evren çapında işleyişinde bir kusur, hata var mı? Düzen bazı yerlerde tutmuyor diye bir gözlemimiz oluyor mu? Evren çapında düşününce evren mükemmel çalışıyor fakat bazı yaradılışlar “bana göre” kusurlu görünüyor. Nedir onlar? Ölüm olmasın, hastalık olmasın, adaletsizlik olmasın, fakirlik olmasın, savaşlar olmasın, yer sarsıntısı, zelzele olmasın, hırsızlık olmasın, anlamsızlık olmasın… Ne olsun ya? Tam benim duygularımın sevdiği, istediği şeyler olsun. Çok doğru düşünüyoruz. Bu sonuca ulaşmak için böyle yaratıldığımızı anlıyoruz bütün bir insanlık olarak. Fakat dikkat! Bir noktayı kaçırıyoruz.
Hatırlayalım; Bizi yaratan kim ise bize bunların olmamasını isteyen duyguları da O’nun yaratmış olması zorunlu değil midir?
Ahh! Dikkat, bize bu duyguları veren bize bu duyguları vermek suretiyle bunlar olmasın diye istettiren değil midir? Yani, ne oldu şimdi? İşler kanştı gibi görünüyor, değil mi? Hayır, gerçeğimizin eteğinden yapışmaya başladık bu aşamada, fakat daha tam tanımadık gerçeğimizi.
Basit bir örnek ile yaklaşalım konuya. Bir çekirdek ölmeden filiz vermiyor. Bu ne demektir? Filizi ve sonunda ağacın yaratılışını gerçekleştiren çekirdek olamaz, çekirdeğin içindeki hücreler veya DNA olamaz. Çünkü DNA, yaratılacak olan ağacın bir planı gibidir; yaratanın “Ben ne yarattığımı ve ne yaratacağımı biliyor ve sana gösteriyorum ey insan!” diye bize güven veren bir ilanıdır. Eğer çekirdek ve çekirdek içindekiler çekirdeğin yaratıcısı değiller ise niçin çekirdeğin ölümüyle filizi çıkarıyor ya? Her yaratılış türü insan için bir örnektir, bu tür yaratılış da bir örnektir, bize önemli bir haber daha veriyor. Yaratıcım böyle bir yaratılış düzenini kurarak yaratmasıyla bana diyor ki, “sakın seni yarattığım kapasitene göre yanıltıcı bir sonuca ulaşmamalısın.” diye, çekirdeğin ağaç olmasının planını (DNA) içerecek şekilde o çekirdeği yaratıyorum, o plana bakıp da çekirdeği o yarattı zannediverme. Ben onu, Benim neyi yaratacağımı önceden bildiğimi, geleceği bildiğimi, her şeyi planlı yaratan olduğumu bildirmek için yerleştirdim o çekirdeğin içine. Beni iyi tanı, doğru tanı!”
Şimdi bu örneği kendi yaratılış biçimimize uygulayalım. Bize verilen duygular da bizim yaratılış planımızdır. Bizi Yaratanın bize bu duygularla birlikte seçim özgürlüğü verdiğini görüyoruz. “Bu duyguların ile sana sevdirtmediğim yaratılışları Ben sana sevdirt- miyorum. Bunu anlayabilecek şekilde yarattım seni, bu yaratılış ile ne kastettiğimi düşünüp anlamalısın ki bir amacım olmalı.” Nedir o? “Ölüm olmasın istetiyorum, hastalıklar, senin felaketler dediklerin, savaşlar, haksızlıklar, açlıklar olmasın diye istetiyorum sana verdiğim duygular ile” diye bizi Yaratan dikkatimizi çekiyor, düşünmemizi istiyor. O halde, anlamalıyız ki bu yaratılış türlerini şikâyet konusu yapmak yerine acaba ne kastediyor böyle görünüşte çelişkili bir yaratılış türü gerçekleştiriyor. Şimdi de bu görünüşteki çelişkinin anlamını çözmeye çalışalım.
Yaratılışta Görülen “Çelişkilerin” Yaratılışındaki Güzellik
Bir öğretmen, öğrencilerine çoktan seçmeli test yapıyor. Teste verilen diyelim 5 seçenekten bir tanesi doğru, diğerleri yanlış. Peki, öğretmen hata mı yapıyor bu yanlışları öğrencilere sunarak? Unutmayalım bu bir temsildir; öğrenci biziz, Öğretmen bizim ve dolayısıyla tüm evrenin Yaratıcısı. Tüm evren onu yaratan Öğretmenin öğrencilere ders anlatmasıdır. Öğrenciler ise bu dersleri (evrenin yaratılışını) dinleyecek ve öğrenerek kendilerine verilen yetenekleri geliştirecekler. Sanki çekirdeğin yaratılışındaki DNA gibi insanın yaratılışıyla kendisine verilen yetenekleri de filiz verecek, ağaç olacak, meyve verecek. Yaratılışta her ne var edilmiş ise insan için bir derstir, yani öğrenme, yeteneklerini geliştirme aracıdır.
Öğretmen nasıl ki dersi anlatır ve her öğrenci derse gelip gelmemekte, dersi dikkatli veya dikkatsiz dinlemekte, gerekli ödevlerini yapıp yapmamakta özgür yaratılmıştır. Evrenin Yaratıcısı da insana hem öğrenme yetenekleri vermiş ve hem de özgürlük vermiş. Ta ki, insan öğrenerek yeteneklerini geliştirsin, öğrensin, yaratılıştaki gerçekleşen varlıkların yaratılışlarıyla Yaratıcılarını tanısın. Fakat Yaratıcı insanı böylesi bir eğitime tabi tutarken bazen, ara sıra insanlara çoktan seçme test uygulaması yapıyor. Tecrübelerimiz gösteriyor ki bu dünya hayatında 100 doğru seçenek veriliyor bize, fakat 20 yılda bir Sınırlı bir bölgede 2 veya 3 dakika süren bir zelzele ile bize göre yanlış görünen, kaçınılması, tedbir alınması gereken, yanlış diye değerlendirdiğimiz ve fakat sevmediğimiz 1 seçenek ile eğitiliyoruz.
Diğer tüm zamanlarda çok rahat ettiğimiz ve güvendiğimiz bu yerküre üzerinde hayatımızı sürdürüp gidiyoruz. 20 yılda bir daracık bir bölgede yaratılan zelzele sayesinde ne kadar Hikmetli, Rahmetli yaratılmış bir mekâna yerleştirildiğimizi unutup sanki dünya “doğal” olarak böyle sabit olmuş gidiyor zannına kapılmamız çok mümkün olduğu da bir gerçektir. Nitekim herkes kendisinde bu hali tecrübe eder. Yerküreyi öyle yaratıyor kİ, “Dikkat edin, sizin zannettiğiniz gibi kendiliğinden böyle oluşmamış, onun bir Sahibi var, sizi rahat ettirip şükretsinler diye hizmetinize verdi, hatırlayın!” anlamında alışılmadığı için çeldirici gibi görülen ve fakat dikkatimizi çeken bir “soru” şeklinde ara sıra yerküreyi küçük bir alanda zelzele olacak şekilde yaratarak yine bizi Rahmeti gereği ikaz ediyor, eğitiyor.
Öğretmenlerin uyguladığı testlerde ise genellikle 4 yanlış ve 1 doğru seçenek vardır diye konuşmuştuk. Hepimiz biliriz ki “kötü öğretmen” (olmaması gerek fakat bazen oluyor, onlar da insan nitekim) seçenekleri yalnızca öğrencileri sınıfta bırakıp intikam almak için rastgele koyar ve birtanesi doğru olur. Fakat başarılı ve hikmetli öğretmenler yanlış seçenekleri de bir öğretim aracı olarak seçer. Dikkat edilmesi gereken incelikleri öğrencilere göstermek için, o incelikleri içerecek ve dolayısıyla öğrenci konuyu tam kavrayacak şekilde bir test uygulaması yapar. Dikkatli öğrenciler yanlış seçeneklerdeki incelikleri görür ve tebessüm eder, “Burada böyle bir hata var, ben bunu seçmemeliyim.” der ve o yanlış seçeneği seçmez. O yanlış gibi görünen seçeneğin öğrettiği doğruları daha detaylı bir şekilde öğrenmesini sağladığı için, böyle bir test veren öğretmenin maharetini takdir eder ve doğru olan inceliği fark edip pekiştirir.
Bu evren, bir okuldur. Biz insanlar öğrencileriz. Sonunu getiremediğimiz incelikleri içeren bir yaratılış gerçekleşmektedir. Atom altı dünyaya giriyoruz ve hala sonunu konunun uzmanları getiremediler ve getiremeyeceklerini de biliyorlar. Her bir bilim dalı evrenin bir parçasının yaratılışını inceliyor ve hiçbir departman artık bu bilimin sonuna ulaştık, daha öğrenilecek bir şey kalmadı diye kapanmıyor. Tam aksine daha alt bölümler açılarak, incelemelerin daha detaylı yapılabilmesine imkân veren bir tercih yapılıyor. Bir insan, hayatı boyunca bir atomu veya bir DNA’yı incelemesinin sonunu getiremez daha da çok öğrenmeye ihtiyaç vardır. Bütün bu çalışmalar, evrenin düzenli bir şekilde yaratılmasının sonucunda gerçekleşebiliyor. Eğer düzenli bir yaratılış olmasaydı biz insanlar hiçbir şey öğrenemez ve yeteneklerimizi geliştiremezdik. Bu durumda da bizim yaratılışımız, çelişkili olurdu. Yaratılıştaki inceliklerin sınırına ulaşmak mümkün değilse yeteneklerimizin sınırına ulaşmak da mümkün görünmüyor. Bu ne demektir?
Yaratıcı bize diyor ki: “Nasıl bu evren ile seni aynı niteliklerle donatarak yarattım, fakat senin niteliklerin evrenin niteliklerinin kapasitesini aşar. Sana öyle özellikler verdim ki, yaratılışta senin duygularına ters gelecek incelikli seçenekler sunarak seni eğitime tabi tutuyorum. Dikkat et, yeteneklerini israf etme, yani her biri içerisinde sınırsız bilgi taşıma kabiliyetinde olan DNAlarını anlamsız bir şekilde kullanma! Bazen bir seçenek vereceğim sana ve sen eğer dikkat edersen hemen anlayacaksın ki bu seçeneği senin seçmemen lazım. Çünkü senin duygularına ters düşüyor, seçersen yanlışı seçmiş olursun. Yeteneklerini geliştirmemiş ve dolayısıyla o yetenekleri israf ederek yaratılış maksadına ters düşersin. Dersine dikkat etmeyen öğrenci gibi sen de okul eğitimi sonunda sınıfta kalırsın. Okuldaki eğitim süresini doldurman senin bu dünya koşullarında yaratılışının sonu, yani ölümün demektir.”
Şimdi en başta sorduğumuz “Neden ara sıra da olsa çelişkili yaratılışlar gerçekleştiriliyor?” sorumuza dönelim ve bir örnek ile anlayalım:
Yaratılıştaki “Çelişkinin” Güzel ve Tatlı Meyveleri
Birinci Meyve: Bakıyoruz ki, insanlar kaprislere kapılıp dünyayı bölmüşler. Herkes, kendisini en güçlü gösterme çabasına girmiş. Kendilerinin yaratıldıkları bölgeleri “Bizim toprağımız, bizi vatanımız.” adı altında kendilerine ait görmüşler. Unutmuşlar ki onlar bu dünyaya gönderilmeden önce de o topraklar, o nehirler, göller, madenler vardı. Kendileri öldükten sonra da var olacak gibi görünüyor. Bu sahiplik ve güçlülük iddiasıyla birbirlerini öldürüyorlar, Senin duyguların da bu tabloyu görünce isyan ediyor: “Olmamalıydı! Neden oluyor?” diye çığlık atıyor. İşte yukarıda konu edindiğimiz incelikli öğretim aracı senin için yaratıldı. Bazı insanlar özgür seçim özelliklerini kullanarak kendilerine emanet edilen “Haksızlığa karşı çıkacaksın.” duygusunu kullanmıyorlar.
“Duygular benim” iddiasıyla şimdi de “Haksızlığa karşı çıkma duygusunu kullanmamayı seçtim, özgürüm.” diyebiliyor. Sen ise yaratılışın gerçeğini inkâr etmeyerek emanete ihanet etmemeyi seçtiğin için isyan eden duygularınla Yaratıcın sana: “Doğru seçim yapıyorsun, sen seçmeyeceksin, bunu öğretmek için bu çeldirici gibi görünen fakat eğitici olan seçeneği gösteriyorum. İnsanların yaratılışlarına ters düşmemeleri için, yaratılıştaki incelikleri öğretmek için hazırladığım çeldirici yaratılış ile insanları eğiticeğim bir okul kurdum. Bazı inceliklere dikkatini toplamak ve iyice anlamak için ara sıra da çeldirici gibi olan yaratılış ile sana tam mükemmel bir eğitim veriyorum. Sakın çeldiricilere bakıp da Beni merhametsiz, neyi niçin yaptığını bilmeyen bir Yaratıcı olarak tanıma. Sen sınıfını geçeceksin, fakat insanları öldürme özgürlüğünü yanlış yerde kullananlar sınıfta kalacaklar. Onlar sınıfta kalmanın acısını çekmeleri gerekir, değil mi? Sana verdiğim yeteneklerinle bunu anlarsın,” diyor. Bu kadar mı?
İkinci Meyve: Hayır, bu duygularla bizi Yaratan bizi eğitiyor: “Sana bu duyguları verdim ki sen de böyle yapma, öğreniyorsun, anlıyorsun ki bu insanlar yanlış seçim yaparak büyük haksızlıkların yaratılmasını seçiyorlar, yani yaratmamı istiyorlar. Ben de yaratılış kurallarımı değiştirmeyerek insanların eğitimlerini kendi seçenekleriyle gerçekleştirmelerine ve seçimlerinin sonuçlarının meyvelerini hak etmelerine imkân veriyorum. Ben onları da böylece eğitiyorum. O seçimleriyle duygularına ters düştükleri için bu dünyada iken bile duygusal olarak acı çeken özelliklerle donattım. O acıyı çekmek zorundalar her ne kadar uyuşturmaya çalışsalar bile ta ki yanlış yaptıklarını anlasınlar ve vazgeçsinler, özür dilesinler haksızlık yaptıkları kişilerden. Nasıl ki sen bu duygu ile yapılanlar karşısında kendin yapmadığın halde üzülüyorsun ve öğreniyorsun ki yapmamalısın, onlar da bu yarattığım üzüntü duygusu ile acı çekiyorlar, ta ki öğrenip vazgeçsinler. Vazgeçmek veya geçmemek de insana verilmiş bir özgürlüktür. Bu da Benim Rahmetimdir. Değilse, Benim Rahmetim bu insanları ihmal edip kendi hallerine bırakmaz, ölüm anına kadar vazgeçme imkânı veririm. Vazgeçerlerse affederim.”
Üçüncü Meyve: Demek ki, bu dünyada iken böylesi bir eğitime tabi tutularak kendimizin duygularımızı yanlış yönde kullanmamızı öğreniyoruz. Değilse, cezalandırıp intikam almak için değildir. Bilakis öğrenme ve yanlış seçimlerimizden vazgeçmemiz ve doğru seçim yaparak dünyadaki eğitimimizi daha da mükem- melleştirmemiz içindir.
Dördüncü Meyve: Kendi yaratılışlarına yerleştirilen duygulara ters düşüp yanlış seçim yapanları desteklememek, elimizden geldiği kadar engel olmaya çalışmak gerektiğini anlıyoruz. Eğer yetkimiz varsa bu dünyada cezalandırmanın adalet, hak olduğunu onaylıyoruz. Böylece de Yaratıcımızın neden bu dünyada zalimlerin vazgeçmeleri için peygamberleri aracılığı ile kurallar önerdiğini anlıyor ve takdir ediyoruz. İnsana adaleti sevdiren, haksızlıkları sevdirmeyen duyguların yanı sıra bu dünya şartlarında da adaletin gerçekleşmesini isteyen duygular ile gerekli cezalarının verilmesini öğreten Rabbimize de teşekkür ediyoruz. Bu cezaların önleyici ve caydırıcı, eğitici özelliklere sahip olması gerekir ki bunu da ancak bizi Yaratan bilir diye O’ndan bildirmesini istiyoruz. O da peygamberleri aracılığı ile bildiriyor.
Beşinci Meyve: Bu insanlar ölüp bu dünyadan ayrılıyorlar, acı duyarak neyin yanlış seçenek olduğunu anlayıp ve değerlendirip ona göre o yanlışı hayatında seçmeyenler de ölüp gidiyor. İlk bakışta yine bir çelişki var görünüyor. Okul kapandıktan sonra herkes aynı işleme tabi tutuluyor gibi görünüyor. Bu anlamsız sonucu görünce isyanları dile getiriyor bana verilen duygular. Peki, anlamıyor muyuz bu isyan eden duygumu bana veren o duygunun Yaratıcısı bana bir haber veriyor? Bu haber gereği bütün duygularım çığlık atıyor “O gün ne zaman gelecek?” diye. Demek ki, bu duygu ile beni var eden bana bir haber sunuyor. Nedir o?
Bu dünyaya sığmayan duygularımın karşılanması gerekmez mi? Mutlaka her şeyi çok güzel amaçlar güderek yaratan bana diyor ki, “Bu duyguları sende yaratarak böylesi zalimlerin hak ettiklerinin karşılığını vereceğimi sana haber veriyorum. Senin gibi bu kötülükler olmasın tercihini yapanlara da bu duygularını yerinde kullanmayı seçip zulümlere, haksızlıklara taraftar olmamayı öğretiyorum.”
Bütün bu uyarılara rağmen zulmü seçenler sınıfta kalacaklar, cezalarını kendi seçimleri nedeniyle, yani kendi elleriyle seçecekler. Bu zalimlerin yanlışlarından ders alıp onların yaptıkları yanlış seçimi seçmeyecekler ve böylece sınıflarını geçecekler ve hak ettikleri mükâfatı alacaklar. Özetlersek, çok meyveleri olan bir eğitim alanında yaratılıyoruz.
Bu meyvelerin sonucu ulaşacağımız hedefler:
Bu hedefleri maddeler halinde şöyle özetleyebiliriz:
1.Böylesi bir yaratılış türünden “Ne yaratılıyorsa mutlak hayırdır, güzeldir.” diye özetlenebilecek İslam dininin bize öğrettiği gerçeği onaylayabiliyoruz.
2.Yaratıcımız yalnızca yaratıcımız değil, Mutlak Hikmet Sahibi bir Öğretmenimizdir.
3.Yaratılışa dikkat ettiğimizde yaratılışın bizim isteklerimize göre gerçekleşmesi evrenin tamamen kaos, anlamsız bir şekil alması sonucunu verir. Bu ise evrenin yaratılmasını istememek anlamına gelir. Böylesi bir yaratılış bize hiçbir fayda sağlamaz. Demek ki biz, Yaratıcıyı kendimize tabi olmaya çağırmayacağız. Tam tersi O’nun yarattıklarına biz tabi olarak eğitimimizi tamamlayacağız.
4.Özellikle çeldirici görevi yapan seçeneği temsil eden yaratılış türü ile biz de yanlış seçeneği seçersek, anlıyoruz ki aynı kötülüğü biz kendimize yapmış oluruz. Seçmemeliyiz.
5.Yalnız seçmemekle kalmamalıyız, aynı zamanda seçenleri desteklememeliyiz, elimizden geldiği kadar engel olmaya çalışmalıyız.
6.Kendi duygularının şahitliği altına yanlış seçeneği seçmenin, insanı nasıl kendi yaratılışı ile çelişkili hale getirdiğini gösterip, onları vazgeçirmek için yardımcı olmalıyız. Yaptıkları seçimlerin sonuçlarını kendi duygularının şahitliği ile anlamaları için çalışmalıyız. Yani insanlara kendi gerçeklerinin gereğini yapmaları için kendilerini tanımalarına yardımcı olmalıyız.
7.Böyle çelişkili gibi görünen bir dünyayı yaratarak Yaratıcımız, bize sonsuz mutluluğu isteyen duygularımızı tatmin edeceği bir diğer yaratılışın mutlaka olması gerektiğine kalbimizi, aklımızı tatmin etmektedir. Biz de Yaratıcımıza güvenmekteyiz. Böyle bir seçim yaparak kendimizle çelişmeyip, ümit ve mutluluk içinde eğitimimizi tamamlayıp bu evren okulundan mezun olduğumuzda, sonsuz mutluluğu arzulayan duygularımızın sevdasını çektiği yepyeni bir yaratılışta kendimizi bulacağız.
8.Bu dünyada zulmü, adaletsizlikleri, haksızlıkları seçenlerin ise hak ettikleri sonucu yani cezalarını çekeceklerinden emin olduğumuz için kalbimiz huzur içerisinde Yaratıcımızın sonsuz Hikmetine ve Adaletine güvenerek yaşamımızı sürdüreceğiz mezun oluncaya kadar.
9.Yaratıcımız evreni yaratmada bizi değil de, kendi sonsuz Hikmetli ve Adaletli iradesini ölçü alıyor oluşuna kalbî ve aklî huzur ile razı olacağız.
10.Yaratıcımızın Merhametinden yardımcı olması için bize gönderdiği rehberlik Konuşması olan Kur’an ile verdiği haberlerin gerçekten doğru olduğunu anlayarak onaylayacağız. Bizimle yaptığı bu Konuşmanın (Kur’an’ın) içerisindeki diğer anlatılanları da kendimize rehber edinmek için Kur’an’ı daha detaylarına inerek inceleyeceğiz. Fark edeceğiz ki, O’nun yaratması olan evren ne kadar incelikli bir düzen içerisinde bize eğitim veriyor, Konuşması olan Kur’an da o kadar incelikli eğitim verdiğini görüp faydalanmak için onu daha çok çalışacağız, eğitimine gireceğiz.
11.O ne yaratırsa o yaratılıştaki hikmeti anlamaya çalışacağız. Bu eğitimi de Resulleri aracılığı ile bize bildirdiği “Din”i ile daha mükemmel bir şekilde yapacağız. O Resulleri kendimize rehber edineceğiz. Resullerin bizim irademize tabi olacak bir eğitim vermelerini beklemeyeceğiz.
“Şunu da bilin ki, aranızda Allah’ın Resulü vardır. Eğer işlerin birçoğunda o size uysaydı sıkıntıya düşerdiniz. Fakat Allah size imanı sevdirdi ve onu kalplerinizde süsledi; inkâri, günahı ve isyanı da size çirkin gösterdi. İşte doğru yolda olanlar bunlardır.” (Hucurat, 49:7)
12.Görünüşte de olsa bize sevdirtilmeyen yaratılışlara karşı takınacağımız tavrı, Kur’an ve Resul öğretilerinden anladığımıza göre duyarsızlık, ilgisizlik, “Yanlış seçenektir, beni ilgilendirmez ben gerekeni yaparım, o kadar.” deyip geçemeyiz. Madem üzülmek duygusu verilmiş bu duygumuzu inkâr etmeyeceğiz, onu bastırmaya çalışmayacağız, yaratılış gerçeğimiz ile birlikte olacağız. Bu demek değildir yaratılışa karşı olumsuz birtepki vereceğiz. Bilakis olumlu bir tepki vereceğiz ve üzülme, acıma duygumuzu teskin etmek için yine Yaratıcımızın Sonsuz Hikmet ve Adaletine sığınacağız. O’na teslim olacağız. Bu sükûnetin yolunu da yine Yaratıcımız gösterecek:
“Biz sizi biraz korku ve açlıkla, biraz mal, can ve ürün eksikliğiyle sınayarak (eğiteceğiz). Müjdele o sabredenleri! Onlar, bir musibete uğrayınca: Biz (ve bu eğitim için görünüşteki çeldiriciler)
Allah’a aitiz ve elbette O’na döneceğiz derler.’’ Bakara Suresi, 2: 155-156)
13.Ebedi cennet hayatı, doğru seçeneğin doğruluğunu ve yanlış seçeneğin de yanlışlığını anlayıp seçmemeyi tercih edenleri bekliyor. Ne mutlu o cennetin ümidiyle Rabbinin İradesine tabi olacak şekilde, kendi iradesini O’nun sonsuz Hikmetli İradesine teslim edenlere!
Ey Rabbim, bizi Senin İradene cüz’i iradesini teslim edebilen- lerden eyle! Senin genellikle doğrusuyla ve az da olsa görünüşte çeldiricileri içeren eğitimine ihtiyacımız her an var. Bu ihtiyacımızı hissedip ona göre Sana yönelenlerden eyle!
Yanlış seçeneklerin yaratılışına karşı takınılması gereken tavır:
“İnsanların işledikleri cinayetler, giriştikleri savaşlar sonucunda yaratılanlara karşı insanın yüreği sızlıyor ve dayanamayıp isyan ediyor: “Neden Merhametli Yaratıcı bu zavallı günahsız insanları bu zalimlerin elinden kurtarmıyor? Yavrular, çocuklar inanılmaz zulümlere uğruyor ve Merhameti her şeyi kapsadığını söyleyen Yaratıcı bunlar karşısında sessiz kalıyor, dilediklerini yaratıp sanki onları destekliyor gibi görünüyor? Bir türlü inanamıyorum Yaratıcı Allah’ın Merhametli ve Rahmetinin sonsuz oluşuna!”
Bu duyguyu ve bu sitemi yaşamayan insan yok gibi. Nedir bunun sırrı?
Evet, yaşanan bu tür hallere karşı insanın tepki veren duygularının galeyana gelmesinin doğru olduğunu ve bu doğru kullanılan duyguların niçin yaratıldığını ve ne maksatla kullanılması gerektiğini daha önce konuştuk, Fakat şimdi böyle yanlış seçimler yapan insanların yaptıkları seçimler neticesinde masum insanların çok zarar gördüğünü görüyoruz.
Sorulması kaçınılmaz olan bir soru: Allah böyle bir zulme neden müsade ediyor ve üstelik sonucunu da yaratıyor? Bu zulme izin vermek değil midir?
Daha önce açıklandığı gibi, insan iradesinin hürce seçim yapmasına izin veren bir eğitime tabi tutuluyoruz. Yaratıcımızın kötü seçimler yaptığımız zaman sonucunu yaratmamasını istemek irademizin olmamasını tercih etmek anlamına geldiği izah edildi. Dolayısıyla yaptığımız her türlü tercihin sonucunun yaratılması, bizim robot değil insan olmamızın zorunlu sonucudur. Hiçbirimiz bir hastalık neticesinde irademizi kaybetmemizi istemeyiz. Hapishaneye gönderilip irademizi bütünüyle olmasa da büyük oranda kullanamaz halde bulunmamızı istemeyiz. Yaratılışımız böyle bir tercihi yapmamak isteğiyle gerçekleştiriliyor ve biz bundan memnunuz.
Sorumuzun ikinci bölümünü oluşturan “Zulme müsaade eden Yaratıcı zulme izin vermiş mi oluyor?” sorusu üzerinde düşünmeyi gerektiriyor. Üniversite eğitimi düzeyine ulaşmış öğrencilerin öğrenme niyetinde olanları dersleri kaçırmaz ve ödevlerini zamanında yapar. Sonuçta öğrenmiş ve öğrendikleriyle kabiliyetlerini geliştirmiş bir şekilde hayatında başarılı olur. Diğer taraftan, öğrenmenin kıymetini anlayacak ve onun zevkini takdir edecek kapasitede yaratıldıkları halde, öğrenmeyi tercih etmeyen öğrenciler ise öğrenemeyecek, hayatta da mesleklerini başarı ile uygulayamayacaklardır.
Okul yöneticilerinin zorla bu öğrencileri de derse katılmaya, öğretmenlerini ciddi dinlemeye, ödevlerini zamanında yapmaya zorlarsa, böylece iradelerini öğrenme yönünde kullanmayı tercih etmeyenlerin iradelerini ellerinden almış olur. Böylece öğrenciler, yine iradesi olmayan robotlar haline dönüşür ki bu durumu hiç kimse kabul etmez. Nitekim okulda eğitim tamamlanınca da öğrenmemeyi seçen öğrencilere diploma verilmez. Bütün okul hayatını öğrenmeden geçirmenin cezasını görmüş olur bu öğrenciler. Demek ki, öğretim kurumu öğrenmemeyi tercih edenlerin bu halini onaylamıyor. Yani razı değil. Zaten ara sınavlarda da öğrenciye devamlı başarısız notu verilerek sürekli yaptığı tercihin yanlış olduğu kendisine uyarı olarak bildiriliyor idi.
Yaratılış öyle gerçekleştiriliyor ki öğrenmeyi isteyecek,sevecek, takdir edecek duygularla donatılıyor ve böylece de Yaratıcımız tarafından teşvik ediliyoruz. Cahilliği, başarısızlığı da sevmeyecek, hatta utanılacak bir hal olarak algılayan duygularla da donatılmışız. Başarı diploması alanların başarılarıyla iftihar etmelerine karşın, başaramayanların başarısızlıklarıyla iftihar etmek değil, utanarak konu bile edinmemeyi tercih etmeleri gösterir ki, bu duygular onları sürekli ikaz etmek için Rahmetli Yaratıcımız Hikmetiyle veriyor. Yanlışı, insan fıtratına aykırı davranışları ve özellikle başkalarının hakkına tecavüz edenlerin cezalandırılması gerektiğini tüm insanlık fıtratı kabul eder. Bir katilin veya hırsızın şu veya bu şekilde cezalandırılmamasını isteyen bir duygu bize verilmemiş. Mazlumların haklarının korunması gerektiğini de hepimiz onaylarız. Elimizden gelse biz korumak için teşebbüs ederiz. Yaratılışımızın gerçeği budur. Sonradan öğrenilen bir duygu değildir. Bütün insanlığın ortak özelliğidir bu.
Demek ki, insanlara iradelerini hürce kullanma imkânı vermek, onların yaptıkları ve yapacakları yanlış tercihlerinin sonucunu Allah’ın “Seçerseniz Ben Yaratırım.” diye insanlığa verdiği söze göre yaratması, onaylamak veya razı olmak demek değildir. Bilakis insanlara önceden haber veriyor ki insanlar özgür iradelerini kullanırken seçimlerinin sonucunun sorumluluğunu da bilsinler.
Dünyanın her yerinde hangi tür bir yönetim biçimi uygulanırsa uygulansın yanlış seçim yapan insanlar cezalandırılır. Onların yanlış yapmalarını engelleyecek tedbirler alınır. Bir insan uygulaması olan bu yönetimlerin adaletsizlikleri konumuz dışıdır. Fakat hala azınlıkta olan bir kısım insanlar bu tercihi yapabilirler diye onların iradelerini ellerinden almayı uygulayan hiçbir yönetim biçimi görmüyoruz. İnsanlığın bu ortak özelliği, hiçbir surette insanlık zulmü onaylıyor diye yorumlanamaz. Diktatörlükleri ancak onlardan faydalananlar onaylar. Böyle bir durum olmasaydı cevaplamaya çalıştığımız sorumuz da olmazdı,
Demek ki insan irade özgürlüğünü tanımak yanlış tercih yapanların tercihlerinin sonucunu onaylamak anlamına asla gelmez. Bilakis, yanlış tercihi yapan kişinin kendisinin duyguları dâhil herkesin yanlışa yanlış deme özelliği vardır. Fakat insanlar hürriyetlerini bu özelliklerine rağmen çok değişik bahanelere dayandırıp hala yanlışı, zulmü tercih edebiliyor. Fakat unutmamak lazımdır ki, zulmü tercih edenleri af da etmiyor. Bu dünyada ruhî üzüntüler, ızdıraplar ile mutlaka olması gerektiğini yukarıda izah ettiğimiz şekilde anladığımız gelecek bir yaratılışta hak ettikleri cezalarının verileceğini biliyoruz. Çünkü cezanın verilmesinin gerektiğini anlayacak duygularla yaratılmışız.
Bir konu var ki karıştı almamasına dikkat etmemiz zorunludur, insanların zulme karşı duyarsız veya razı olmaları tercih edilmez. Onun için “Zulme rıza zulümdür.” sözü insanlar arasında yaygındır. Fakat insan iradesinin özgürlüğü nedeniyle zulmü seçenlerin seçimlerinin sonucunu yaratmak bu seçime rıza göstermek demek olmadığını konuştuk. Bilakis Yaratıcımızın verdiği sözü tutması ve böylece de insan iradesinin hür olması gerektiğini, insan olmanın bu hürriyete sahip olmayı zorunlu kıldığını gösterdik. Değilse, zulmü seçenlerin seçimlerinin sonuçlarının yaratılma- masını istemek kâinat çapındaki düzenin bazı durumlarda beklenmedik bir şekilde değiştirilmesi anlamına gelirdi. Sonuçta yine insan iradesinin kaldırılmasını, insanların robot haline dönüştürülmesi istemek demek olur diye anlamıştık. Kâinatın değişmeyen düzeninin değiştirilmesi de kâinatın Yaratıcısının verdiği sözü tutmaması anlamına gelir ki, bu da Mutlak Mükemmelliğine ters düşer. Kâinat mükemmel olmayan bir Yaratıcı tarafından yaratılmış olamaz olduğunu bütün haliyle sergilemektedir.
Sonuç: Bir insanın zulme razı olması o insanın zulmü onaylaması anlamına gelir. Fakat zulmü tercih eden hür iradeli insanların yaptıkları tercihlerin sonuçlarını yaratmak, Yaratıcının verdiği sözü tutması ve Mutlak Mükemmel olduğunu bize bildirmesi anlamına gelir. Zulme razı olmadığını bize verdiği duygularla gösteren, peygamberlerine gönderdiği mesajla şiddetli bir lisan ile ifade eden,sonuçlarına katlanılması İmkânsız olan bir ikinci yaratılıştan, yani ahiret hayatından haber veren Şefkatli yaratıcı mutlaka ki yanlış seçimleri onaylamamaktadır. Her insanın özgürce yaptığı tercihin sonuçlarını mutlaka göreceği bir ikinci yaratılışın gerçekleşmesi gerektiği haberini de böylece anlıyoruz ve ruhumuzda da bu haberle huzur buluyoruz. Düşünelim ki zalim ile mazlum ölümleriyle eşitlendi, herkesin yaptığı yanında kaldı. “Bu bir adaletsizliktir” diye çığlık atmaz mıyız? Bu zulmün size yapıldığını düşünün, anlayacaksınız ki bir haksızlık karşısında niçin mahkemeye başvurduğumuzu ve zalimlerin cezalandırılmasını tercih ettiğimizi kendi hayatımızda zaten uyguluyoruz; böyle yaratılmışız. Bu insani sonucun hak olduğunu da Yaratıcımızın peygamberler aracılığı bize gönderdiği Rehberlik kitabı olan Kur’an’ı onaylıyor ve “Ahiret Hayatı”nın zorunlu gerekliliğinden emin oluyoruz.
Haksızlığa uğrayan mazlumların hakkı ödenmelidir ki adalet gerçekleşsin.
Zalimlerin zulmettiklerini ve sonucunda mutlaka bu dünyada ve aynı zamanda ahirette cezalarının şu veya bu şekilde verilmesinin zorunlu olduğunu anlıyoruz ve verileceğinden emin olduk. Fakat bu zulmün sonucunda mazlumların çektikleri ızdirabı nasıl anlayacağız? Neden Allah mazlumları zalimlerin zulmüne bırakıyor da haksız yere canlarını ve mallarını kaybediyorlar? Haksız yere öldürülen bir kişi zaten ölmüş, onu hayata döndürmek mümkün görünmüyor. Nasıl hakkı geri verilecek?
Mazlumların haklarının ellerinden alınmaması gerektiğini, alınırsa mutlaka haklarının iade edilmesini isteyen duygumuzun varlık kaynağını düşünelim. Bu duygu bize bedenimizin maddesinin ürettiği bir özellik olabilir mi? Bütün insanların insan olma özelliklerinde böyle bir duygunun bulunması, bu özelliğin sonradan çevrenin etkisiyle kazanılmış, aslı esası olmayan bir şey diyen varmı? Bazı kendini bilmez peşin hükümlü “bilim adamı” adıyla piyasaya kendini lanse eden bir avuç insan dışında böyle bir iddiayı kendisini şartlandırmamış bir kişi olarak onaylamak mümkün mü?
Bu insanların da eğer ellerinindeki malı mülkü bir başkası gasp etse, çalsa veya zarar verse bu iddiayı utanmadan savunan o kişi hakkının geri verilmesi ve çalanların cezalandırılmasını istememesi söz konusu olabilir mi? “Zaten bu duygu bana toplumun empoze ettiği bir duygudur, aslı esası yoktur, demek ki ben şanssızım malımı mülkümü kaybettim razı olayım.” der mi? Böyle iddialarda bulunup da hakkının geri alınması için polise, mahkemeye müracaat etmeden, devlet gücüne dayanmadan kaybettiği evinin dışında, rahatlıkla sokakta kalmaya razı olur mu? Değilse bağırır, çağırır, hatta eğer hakkı geri verilmezse isyan etmez mi, şikâyet etmez mi? Sosyal medyayı ayağa kaldırmaz mı? Aynı kişi nasıl olur da “Bu duygu toplumun tarihsel süreç içinde birbirlerini etkileyerek oluştu.” iddiası ile evrimleştik tezini savunan ve sonuçta Yaratıcıyı inkâr eden kişilerin saçmalığını anlamak hiç de zor değil.
Bu gerçeğimizi görerek, saplantılara kapılmadan yaratılışın nasıl gerçekleştirildiğine dikkat edip de kesinlikle bu geçici dünya hayatından sonra tam bir adaletin gerçekleştiği bir yaratılışın özlemini çekmeyen var mı?
[Bu arada hemen pratik bir konuya kısaca değiniverdim. Hatalı tercihlerimizden dolayı cezalandırılacağımızı bildiren duyguyu yanlış kullanıp ölümden korkmak ikinci bir yanlışa düşmenin başlangıcı olur. Cezalandırılmaktan korkma duygusunu doğru yerde kullanmalıyız. Ölümden korkmak yerine bu duyguyu hatalarımızdan vazgeçmek ve özür dilemek için kullanmalıyız. İtiraf (tövbe etme, vaz geçme, geri dönme) ve sonucunda istiğfar (özür dileyip affedilmeyi isteme) özelliğimizin bize böyle bir seçim yapmak için verilmiş olduğunu anlıyoruz.]
İkinci yaratılışın gerçekleşmesini beklemeyenler için bu sorunun cevabı yoktur. Bu nedenledir ki, bilinen insanlık tarihi boyunca Allah’a inanmayanlar ve, inandığı halde ahiretin zorunlu olarak yaratılması gerektiğini haber veren insani duygulara ve ayrıca peygamber mesajlarına dikkat etmeyen filozoflar ve bu filozofların düşünmeyen takipçileri “Şer Problemi” diye bir slogan geliştirmişler ve bu problemin çözülemeyeceği sonucuna ulaşmışlar. Hâlbuki “Şer Problemi” diye bir problem yoktur. Bu dünya bayatının bir eğitim, terbiye yeri olarak yaratıldığını, Yaratan’ın Hikmetinin sonsuzluğuna bütün yaratılan şeylerin tanıklık yaptığını görmeyip veya görmemezlikten gelip, sanki bu evrenin sahibi yokmuş veya varsa bile kendisiyle çelişen bir yaratıcı imiş gibi algılayanlar, kaçınılmaz olarak “Kendi yanlışlarını görmemenin problemi.” ile karşılaşıyorlar.
Yani, ahiretin mutlaka yaratılması gerektine, hem evrenin tümü yaratılış biçimi ile hem insan duygularının yaratılmış biçimiyle ve hem de Yaratıcının tayin ettiği peygamberleri aracılığıyla bildirdiği bir gerçeği inkâr edenlerin “Şer Problemi” diye bir problemleri kaçınılmaz olarak var olacaktır. Yaratıcıyı tanımama konusundaki peşin hükümlerinden dolayı çözümsüzlükle başbaşa kalacaklardır.
Yaratıcının zulmü seçenlerin bu seçiminin sonucunu yaratması, yani Yaratıcının verdiği sözü tutması, insan özgürlüğüne saygının bir gereğidir diye anladık. Şimdi mazlumların durumunu konuşacağız. Tekrar etmek gerekirse, eğer ahiret hayatı diye bir yaratılış gerçekleşmeyecekse bu soru için cevap bulamayız ve bu durum da insan duygularıyla çelişir. Mutlaka ahiret hayatı yaratılmalıdır. Mazlumların haklan bu sonsuz hayatın yaşandığı ahiret yaratılışında mutlaka verilmelidir. Bu duygumuzun Yaratıcısı bize böyle bir duygu vererek ahiretteki sonsuz hayatı vadediyor. Bu geçici, ölümlü dünya hayatında insanın özgür iradesi nedeniyle, zulme uğramış kişilerin hakkının verilmesi gerektiğini kendimize verilen duygulardan anlıyoruz. Ayrıca yaratılış prensipleri de buna tanıklık yapıyor.
İnsana verilen mazlumun hakkının verilmesi gerektiğini bildiren duygumuzun gereği, dünyadaki tüm idare sistemleri, mazlumların haklarını almak, zalimleri cezalandırmak için mahkemeler kuruyorlar. Bu dünyada insanlar mazlumun hakkının korunmasını ve mümkünse geri alınmasını istiyor ve bu nedenle de birçok masrafları gerektiren polis, jandarma, adalet sistemi, hapishaneler gibi kurumlan zorunlu görüyorlar. Fakat yine de öldürülen bir kişinin hakkını o kişi öldükten sonra ne kadar geri alıp kendisine iade edebilirsin, adam zaten ölmüş.
Zalimleri cezalandırmak ile mazlum olarak öldürülen veya malı zarar görmüş olanların hakkını tam ödemiş oluyor muyuz? Hayır, öldürülenin hayatını geri veremiyoruz. İşte bu durum bizi ahiret hayatının yaratılmasının zorunluluğuna iletiyor. Bu nedenledir ki Allah, peygamberleriyle gönderdiği mesaj olan Kur’an’ında mutlaka herkesin hak ettiği ile muamele edeceği bir yaratılışın haberini veriyor. Dünyadaki cezalandırmalar ve kişilerin duygularında hissettikleri ancak dünyadaki gerçekleşmesi gereken adaletin uygulanmasıdır. Şimdi Kur’an’ın haberini dinleyelim ahirette nasıl bir karşılık var:
“Allah’ın huzuruna bir iyilikle gelene, onun on katı sevap vardır. Kötülükle gelen ise, sadece onun misliyle ceza görür; hiç kimseye haksızlık edilmez.” (En’am, 6:160) Dikkat edersek zulmün karşılığı yaptığı kötülük kadar iken, mazlumun hakkının kat kat verilmesine işaret ediliyor. Ahiret sonsuz hayat olması gerektiğine göre bu cezanın karşılığı sonsuz yaşanacaktır. Ayrıca haksız yere öldürülenin veya malına mülküne zarar verilenlerin mükâfatı, Ahiret hayatının sonsuzluğu dikkate alınırsa geçici bir hayat olan dünyadaki geçici faydalanmanın karşılığı sonsuza dek kat kat mükâfatlandırılacağım anlıyoruz. Bu durumda insan vicdanı “Tam da böyle olması gerekir.” diyor. Yaratılıştan edindiğimiz haber ile Kur’an’ın haberinin böylece örtüştüğünü görüyoruz.
İsyan duygunu Yaratıcıya değil, özgürlüğünü, “Hayır, seçmemeksin!” diyen duygularının ikazına rağmen, iradelerini yanlış kullananlara yönelt!
Şimdi rahatlıkla anlıyoruz ki, bizim bu dünyada elimizden gelenleri bize Yaratıcımızın verdiği imkânlar içerisinde yaptıktan sonra; gördüğümüz zulüm içeren yaratılışlara karşı gelen duygumuzu Yaratıcıya değil, yaratılmasını yanlış tercihte bulunarak Allah’tan isteyenlere yönelteceğiz. Bundan kendimiz için de ders alıp, bizim de böyle bir tercih yapmamamız gerekiyor diye anlayacağız. Ayrıca böyle yapanları desteklemeyip, aksine engel olmanın yollarına başvuracağız. Böylesi zulüm işleme özgürlüğünü yanlış kullananları eğitmeye çalışıp, bu yanlışlarının önüne geçecek anlayışlarının eğitimine katkıda bulunacağız.
Peki, insanların seçmedikleri yaratılışlar olan “felaketler” veya “doğal afetler” niçin yaratılıyor?
“Felaketler” diye tanımlanan yaratılışlarda ise tablo tamamen değişiyor. Bu olayların Yaratıcısı Allah olduğu için, görünen bu tür yaratılışlar ilk bakışta sanki zalim olanın Allah olduğunu zannetmemize yol açıyor. Bu tür yaratılışların gerçek nedenini anlamak için önce evrenin ve dolayısıyla insanın yaratılış maksadını dikkate almak gerekiyor.
Gerçekten yaratılışın maksadı ne olabilir? Bu evrenin ve insanın varlıkları “rastlantı eseri” veya “doğal oluşum” olsaydı, varlığın kaynağı, bilinçsizliği, anlamsızlığı ifade eden bu “kavramlar” olduğu için, insan duygularının isyanı karşısında anlamsız bir tavır içinde kalır ve çaresizliğimizi “şans” veya “doğallık” gibi anlamsız kavramlar ile geçiştirebilirdik. Fakat duygularımız hiç de geçiştirmeye izin vermeyecek şekilde donatılmış. “Olur, böyle işte” deyip geçiştirince tatmin olmuyorlar ki. “Olmasın, olmamalıydı.” diye haykıran duyguma “Sen sus!” sen de rastlantı sonucusun veya çevrenin etkisinde kalmışsın da etkilendiğini hayal ediyorsun, “isyan etme!” diyemiyorum, üzülüyorum, hatta gözlerimin yaşını durduramıyorum. “Doğal afet, oluyor işte.” deyip geçiştiremiyorum.
Evrenin varlık nedenini ancak onun varlığında gerçekleşen özelliklere dikkat etmekle anlayabiliriz. Evrene dikkat ettiğimizde onun var olabilmesi için onu yok iken var edecek bir güce ihtiyaç var. Dahası bu güç, o kadar kendi içerisinde en ince detayda atom altı dünyasında dahi hiçbir hata yapmadan tam mükemmel bir düzen gerçekleştiren bilinçli bir planlama, ve planı gerçekleştiren öyle bir güce ve bilgiye ihtiyaç var ki bu bilgi hem evrenin geçmişini ve hem de geleceğini daha evren yok iken bilmesi gerekiyor. Bir binanın mimarının plan yapması için bina var olmadan önce ön bilgilere sahip olması gerektiğini hep biliyoruz. Bu bina mesken olarak insanların yaşadığı bir yer mi olacak, yoksa samanlık mı olacak, ahır mı olacak, köprü mü olacak, yol mu olacak ve daha başka alternatiflerin hepsini bilmesi gerekiyor.
Dahası var, her şeyin en mükemmel şekilde gerçekleşmesi gerekiyor ki, burada yaşayacak canlı varlıklar hayatlarından memnun olsunlar. Bu varlık nedeninin mutlaka en hikmetli, var edilecek olanın en kullanışlı olanını tercih etme özelliği olmalı ki, yaratacağı her şeyin en mükemmel çalışmasını tercih etsin, engelleri kaldırsın, maksada en uygun özelliklerle donatsın, kendi içinde uyumlu olsun…
Daha başka burada saymakla bitmeyen özelliklere sahip olsun. Bu özellikler üstelik sınırsız olsun ki içerisinde en küçük biriminden, yani atom altı parçacıklardan bütün evrenin bütünlüğünü kapsayan sürekli bir değişikliğe de tabi olduğunu gördüğümüz bu evrenin düzenini bozmadan her an o düzeni korusun. Böyle bir özelliğin milyarda birini bile taşıyan bu evrenin içerisinden bir varlığı İnsan hayali bile kavrayamaz.
Bu evrenin varlığı ancak, “Evren cinsinden olmayan, kendisinin varlığı şu içinde yaratıldığımız evren gibi bir başka var ediciye ihtiyacı olmayan olmalıdır.” sonucuna götürüyor bizi. Böyle bir var ediciyi biz ancak, “Sonsuz olan, mutlak olan, tanımlanamaz olan ve fakat mutlaka var olması gereken, onun var ediciliğine dayandırılmayan her türlü açıklama insan aklı için onaylanması imkânsız olan” gibi kavramlarla izah edebiliriz. Bu mutlak var olması zorunlu olanı, yani Vacibu’l-Vücud olanı, insanların günlük hayatında konuşulan dile göre değişik isimlerle anarız. Türkçede “Allah” diye bilinir. Bazıları “Tanrı” der, Allah kelimesinin orijinali Arapça ve Kur’anca olduğu için Arapçaya ve Kur’an’a alerjisi veya dikkatsizlikleri nedeniyle. Her hâlükârda böyle bir kavram insan duygusunda vardır.
Bu Mutlak Özelliklere sahip Yaratıcı, yani Allah, böyle akılları hayrette bırakan ve insanların asırlar boyudur incelemekle bitirilemedikleri ve incelemeler devam ettikçe daha harika özellikleri ortaya çıkan bu muhteşem evreni acaba neden yaratmış olabilir? Neden insanı bu yaratılışın maksadını sorgulama özelliği ile yaratmış olabilir? Neden insanlara anlamsızlığı sevmeyecek duygular vermiş olabilir? Neden insanı anlamsız gibi gördüğü yaratılışlara karşı tepki verecek duygular ile donatmış olabilir? Eğer insaniyetimizi tam kullanırsak böylesi soruların sonu gelmez. İnsan yeteneklerinin sınırı olmadığını biliyoruz. Demek ki evrende gerçekleştiğini gözlemlediğimiz özelliklerin sınırı olmadığı gibi insan yeteneklerinin ve sorularının da sınırı yoktur. Tam da birbirine uyumluluk sağlar. Ancak evreni yaratandır insanın yaratıcısı sonucuna ulaşmamak mümkün değildir, eğer kendimizi “Ben Allah’a inanmayacağım.” diye şartlandırmadaysak.
Şimdi bizim sorumuza gelelim: Evrenin varlık nedeni ne olabilir? Yaratan niçin yaratmış olabilir? Anlıyoruz ki,. insan ile evren arasında öyle bir ilişki var ki rahatlıkla evren insan için içine mir safir olduğumuz bir “ev” gibidir deriz. Fakat evrenin varlığı sürekli olarak değiştirilerek devam ediyor, insan ise bir süre sonra bu yaratılış türünden çıkarılıyor. Sınırı olmayan duyguları tam doyuma ulaşmadan. Bir çelişki var gibi görünüyor. Hem bu duyguları verdin hem evrende Kendinin Sonsuz özellikleri olduğunu sergileyip bana gösterdin ve hem de benim yaratılışımda sonsuza dek doyum gereksinimi verdin ve hem de doyurmadan bana ölüm vererek beni bu varlığımdan uzaklaştırıyorsun. Olacak iş değil bu çelişkili gibi görünen yaratılış! Kâinatta amaçsız hiçbir şey yaratmayarak Kendinin her şeyi bir amaca göre Yaratan olduğunu tanıttığına göre bu işlerde de bir başka amacın olmalı. Nedir O?
Evet, bir amaç olmalı ve bu amaç evrenin gözlemcisi insan için bir anlam taşımalı, değilse insan anlamsız varlığı ile başbaşa kalırsa çıldırır.
Madem evrenin varlığının gerçeği insanın bedeni itibariyle ör- tüşüyor. Anlamlı varlığı ile de insan duygularına sanki “Sen benim muhatabımsın” diyor. Öyleyse insan anlamalı ki kendisine verilen duygular ile evrenle ilişki kurup, evrenin varlığının nedenini anlayıp ona göre özgür iradesini kullanması gerekiyor.
Şimdi bir başka gerçeğe dikkat edelim: İnsana verilen tüm duygular birbirine zıt iki türlü amaçla kullanılabiliyor. Zaten insanın hür iradesinin kullanabilmesi için de böyle bir seçim alanına ihtiyacı olduğunu çok konuştuk bu makalenin başından beri. İlginç bir sonuca ulaştık: İrademiz hür, duygularımız sonsuza açılıyor ve sonsuz mutluluk istiyor. Sonsuz özelliklere sahip bir Yaratıcının beni yaratırken bana verdiği sonsuz mutluluğu nasıl elde edeceğim bu dünyada?
Bakıyoruz önümüze iki seçenek verilmiş. Birisi bu duygular geliştirilmeye elverişli bir potansiyele sahip. Sanki bize bu duygularını geliştir, diyor Yaratıcımız. Nasıl geliştireceğim? “Ben evreni Benim özelliklerimi sana tanıtacak şekilde yarattım ve sana da onları tanıyacak bilinç, akıl, duygu ve irade verdim ki bu özelliklerini Beni tanımada kullanmayı seçebileceksin. Fakat onları geliştirip Beni tanımayı seçmek veya seçmeyip Beni tanımamazlıktan gelmek, kendini başka şeyleri seçme özgürlüğü de verdim ki, Beni tanıyanı Benim sonsuz özelliklerimle takdir edeyim, tanımayanı da bu takdirimden kendilerini mahrum etmeyi seçtikleri için seçtikleri ile başbaşa bırakayım.” diyor
Yaratıcımız bize. Dünyadaki deneyimlerimizle biliyoruz ki, öğretmen sınıfta anlatır, bilgisini paylaşır. İsteyen dinler o bilgiden faydalanır, öğrenir ve diplomayı almaya hak kazanır. Derse katılmayarak bilgiye ve öğretmene ihtiyacı olduğunu tercih etmeyenler de bilgiden faydalanamaz, cahilliği ile başbaşa kalır. Sonunda da diploma alamaz, başarısız olur. Dünyada bütün eğitim sistemleri böyle bir özgürlük esasına göre çalışır. Dünyanın düzeni böyle kurulmuştur.
Demek ki, bu evrenin varlık amacı eğitim alanı olarak insanın gerçekleri tanımasına ve ona göre tercih yapmasına izin vermesinden anlaşılıyor ki, doğru tercih edenler başarı diploması alsın, yanlışı tercih edenler de başarısızlıkla bu evren okulundan aynisin.
Çok önemli bir sonuca ulaşıyoruz bu gerçeklerden:
Demek ki, bizim “felaket” veya “doğal afet” dediğimiz olayların rastlantıya veya yine bir rastlantılar sonucu “oluşan” “doğallık” ile açıklanmaya gidilmesi bizi anlamsızlığa götürüyor. Anlamsızlık ise bizi insan olarak hiçbir surette dayanamayacağımız bir hayatın içine atıyor. “Madem hayat anlamsız neden yaşıyorum?” deyip anlamsızlığını iddia eden bir avuç insan da hayatlarından vaz geçmiyorlar. 90 yaşına gelmiş annemizin rahatsızlığını gördüğümüzde ölebilir korkusuyla hastane hastane dolaşıyoruz. Demek ki hayattan beklediklerimiz var, hayat devam etsin istiyoruz. Seviyoruz mutlu mutlu yaşamayı. Anlamsız mutluluk ise mutluluk değildir, insan gerçeğiyle çelişir.
Öyleyse bu “felaket” dediğimiz olayların yaratılışında da bir anlam olmalıdır. Her şey insan eğitimine malzeme olsun diye varsa bu “felaket” denilen olayların da insan eğitimi ile ilgisi olmalıdır. Makalemizin başında başarılı öğretmenin öğretme aracı olarak kullandığı çeldiriciler gibi olduğunu anlıyoruz biz bu “fela- ket”leri. Yani bunlarda bir eğitim aracı olmalıdır.
Bu tür yaratılışlar bize neyi öğretiyor? Önemli bir soru. İnsan gerçeğini unutmamak gerekir. İnsanda öyle bir özellik var ki, bu dünyadaki hayatında rahat etsin diye insana verilen özelliklerden birisi de sürekli yaptığı işi o kadar alışkanlık haline getirebiliyor ki, artık düşünmeden yapabiliyor, biz bu duruma refleks haline gelme deriz. Mesela, yeryüzünde yaşarken dünya bizim için sabit, sağlam, dönmüyor gibi geliyor. Zamanla insan yeryüzünün kendisi için hazırlanmış bir ev olduğunu unutuveriyor, hazırlayan Yaratıcısı aklına gelmiyor ve dolayısıyla teşekkür etmeyi düşünmüyor bile.
Bazı insanlar susadıklarında şu içtikleri zaman bir ihtiyaçlarının karşılandığını algılayanlar, suyu yaratanın Rahmetini tanıyıp O’na teşekkür ediyor. Fakat bu insanlar dahi çoğu kez dünyanın rahat etmesi için hazırlandığını, dönmesiyle mevsimlerin yaratıldığını, mevsimler ile insan yiyeceklerinin hazırlandığını, bunları gerçekleştirecek şekilde dünyayı yaratıp Yönetenin insana Rahmetinden bir ikramı olduğunu unutuyor, hep böyle kendi kendine olup bitiyor zannediveriyor. Eğitim gereği bir şeyler yapan Öğretmenimiz yeryüzünün küçük bir bölgesinde çok nadir de olsa birkaç saniyeliğine bu alışılmışın dışında hafifçe bir sal- layıveriyor. Dünyayı böyle bir özellikle yaratmasının bir maksadı olmalıdır. Bunun sonucu çok masum insanın canı, malı ellerinden alınıveriyor olsa da.
Böyle bir yaratılışın sorumlusu eğitim vermeyi amaçlayan Yaratıcıdır. Bazı öğrencilerin suçu olmasa bile bir ayrım yapmadan sanki onları gerçeğin insanlara hatırlatılması ve dolayısıyla öğretilmesi için tanık yapıyor. Bu insanları kendisine verdiği imkânlardan bir müddet için ayırıyor. Bu yaratılış karşısında insanlar soruyorlar “Bu kişilerin ne günahı vardı da Allah bunları seçti?”
Seçen Allah ise bu kişilerin günahı olduğu için kararını veremeyiz bu dünyada. Çünkü Allah bu dünyada herkesin hür iradesini kullanmasına engel olmuyor, herkese aynı şekilde kim yaratılış kuralına uyarsa ona göre seçiminin sonucunu eşit düzeyde karşılığını yaratıyor. Test sınavını hazırlayan öğretmenin çalışkan veya tembel öğrenci ayırmadan teste eşit düzeyde tabi kılması gibi. İnananlara, günahsızlara yarattığı düzen içerisinde daha ayrıcalıklı bir işlem yapmıyor. (Yapmayı tercih etse de alışılmış düzeni bozmadan yapabilir olduğunu Onun sonsuz özelliklerinden anlıyoruz. Bu konu ayrıca değerlendirilmelidir,) Demek ki bir yerde zelzele yaratıldı ise mutlaka zarar görenler hak ettikleri için değil fakat seçildikleri içindir. Dünyayı böyle zelzele olacak şekilde yaratan Yaratıcı onları seçiyor. Bu seçimin sonucunu da Kendisi karşılaması gerekir.
Nitekim hem insan duygusunun ve hem de peygamberleriyle bildirdiği ahiret hayatının yaratılmasını gerektirdiği adaleti bu yeni yaratılışta gerçekleştirmesi gerekir. Hem de sonsuz biçimde mükâfatlandırarak gerçekleştirmesi gerektiğini öğreniyoruz görevlendirdiği peygamberlere gönderdiği haberden, yani Kur’an’dan. Hem yaratılış kuralları bunu gerektiriyor ve hem de Vahiy haberi bunu içeriyor ve bize bildiriyor.
Hiçbir yaratılışın anlamsız ve adaletsiz gerçekleşmediğini gördüğümüz şu âlemde bu yaratılışın da anlamlı ve adaletli olması zorunludur. Yaratıcı hem her şeyi adaletle yaratarak Kendisinin Âdil olduğunu bildirsin, hem de adalete ters düşen bir olay yaratsın. Bu sonucu Mutlak Âdil olduğunu anladığımız Yaratıcıya yakıştıramayız, mutlaka adaleti ile bu zarar görmüş, yüreğimizi yakan ve ara sıra gerçekleşen ve “felaketler” dediğimiz olaylarda zarar görenlerin şu geçici dünyada kısa bir süre mahrumiyetlerine karşılık sonsuz yeni yaratılışta, yani ahirette mutlaka mükâfatlandırması gerektiğini rahatlıkla anlıyoruz. Ahiretin mutlaka yaratılması gerektiğini bildiren bir başka gerekçesini de bu duygumuz bize’ bildiriyor.
Sonuç, bir zarar bir insan tercihi sonucunda yaratılmışsa sorumlusu insandır ve cezasını, mazlumun da mükâfatını Allah’ın vereceğini konuşmuştuk. Eğer Allah’ın Kendi tercihi ile yarattığı bir olayın sonucunda bir mağduriyet varsa, onun da mükâfatını verecek olan Allah’tır. Hem insan anlayışı hem Peygamber ile gönderilen haber olan Kur’an ve hem de peygamberlerin kendileri bu kişilerin bir hakikatin insanlar tarafından anlaşılması, onların öğrenmeleri için seçilen mazlumların hakikatin şahidi anlamında”şehit”, malları ise hakikati göstermek anlamında “sadaka” (sadık olma, Türkçede hakkı tasdik etme anlamlarını içerir) olarak değerlendirileceği bildirilmektedir. Bu haberi insan öğrenince “Tam böyle olması gerektiğini zaten benim duygularım haykırıyordu.” demekten kendini alamıyor. Vahiyle gelen haberin hak olduğunu tasdik ediyor.
Demek ki, Allah böyle olayları yaratıyor ki, bazı kullarına Kereminden, ihsanından sonsuz mükâfat vermek için bir bahane yaratıyor. Bu genel düzenin işleyişinin dışında gibi yaratılışlar da düzen içerisindedir. Dünya zelzele olacak, sel olacak bir düzen içerisinde yaratılmıştır. Eğitimin hikmeti böyle bir yaratılışı gerektiriyor. Zarar görenler “mazlum” değil, tam tersi “seçilmiş” kişilerdir. Evet, onların ölümlerine ve mallarının zarar görmelerine üzülecek duygular verilmiş bize, ta ki şikâyet edelim değil, biz insanlar diğer insanlara zarar vermeyelim d iyedir. Çünkü zarar verdiğimiz kişilerin hakkını sonsuz mükâfat ile verecek bir gücümüz yoktur. Acımak haktır, fakat acınacak insanlar olarak görmek değil mükâfat görecek insanlar olarak görmeliyiz.
Madem bu dünyada bulunmamızın amacı, Rabbimizi tanımak ve Ona teşekkürlerimizi sunarak ibadet etmek ve böylece mükâfat yeri olan ahirette ebedî mutluluğu O’ndan istemeye hak kazanmaktır. İşte bu insanlar çok az bir süre ellerinden Yaratıcının kendi tercihi ile bu dünyadaki geçici hayatlarının karşılığında o ebedi mutluluk ile, yani cennet ile mükâfatlandırarak kolay bir şekilde Rabbimiz onlara bir imkân vermiş diye onlara gıpta edeceğiz. Göz göre göre evimi sağlam yapmayıp ben de “şehit” olayım bir zelzele yaratılırsa diye vazifemizi yapmazsak vazifemizi yapmadığımız için mükâfat değil cezasına da katlanacağız.
Bu eğitim amaçlı çok seyrek gerçekleşen yaratılışlar ile ayrıca diğer bütün insanların eğitimi için gerekli olan alışılmışı bozarak, onların doğru olanı anlamalarına katkıda bulunuyor. Yani her durumda bütün insanlık evrenin yaratılış maksadı doğrultusunda eğitiliyor ve sonsuz hayata hazırlanıyor. Bize verilen duyguları yerli yerince kullandığımızda “felaket” yaratılışları yoktur, “mükâfat”yaratılışları vardır, diye anlıyoruz.
Şu noktayı tekrar hatırlayalım: Varlık âlemini anlamsızdır diyerek Yaratıcıya inanmayanlar ve dolayısıyla ahiretin yaratılması gerektiğini inkâr ederek hem evren gerçeğine ve hem de kendi bilincinin, aklının duygularının gerçeği ile çelişen bu anlayışlarından dolayı böylesi yaratılışlarda Hikmeti, Rahmeti görmeleri mümkün olmadığı için “felaketler var diyorlar; “şer problemi” diye çözümsüz bir problem var demek zorunda kalıyorlar. Kendilerini de anlamsız bir yaşantıya mahkûm ediyorlar. Onlarda insan, onların da özgür iradeleri var; yaptıkları seçimlerin sonucunu yaratmaya söz veren Allah sözünden dönmez ve onlar bu seçimlerinin sonucuna bu âlemde duygu dünyalarında, bu âlemden sonra yaratılacak olan ahirette de layık oldukları âlemde sınıfta kalanlar bölümünde yer alacaklar. Adalet-i İlahi bunu gerektirir.
Bu tür yaratılışlara maruz kalıp bu dünyada geçici menfaatlerinden mahrum edilenler, onları mahrum eden şu evrenin Sahibi mutlaka onları Kendisinin sonsuz Rahmeti ve Hikmetiyle katlayarak ve ebedî olarak mükâfatlandıracaktır. Bu yaratılışları görüp veya duyup da üzülenler ise, eğer bu üzüntülerinden faydalanarak doğru olan anlayışlara ulaşıp, onları pekiştirme aracı olarak kullanıp, sabır ile şükre dönüştürürlerse hem bu dünyada mutlu bir hayat ve hem de ahirette ebedî olarak mükâfatlandırılacakları- nı Allah insanlığa gönderdiği mesajında garanti vermektedir.
Testte sayısız doğru seçeneklerin yanı sıra, çok nadiren de olsa aralara serpiştirilmiş öğretim aracı olan seçenekler karşısında, O’nun sonsuz Rahmet ve Hikmetli Öğreticiliğine karşı sabır ve güven ile karşılık verenlere ne mutlu!
Editör:Levent Bilgi – Şer ve Kötülük Probleminde Tevhid Merkezli Yaklaşımlar,syf:41-75
0 Yorumlar