17
Buhar makinelerinin, makinelerin ve telgraf direklerinin ürettiği bir düzen olan sanayileşme, merkezi ve mekanik bir evren tasarımını meydana getirmiştir. Merkezileşmenin temerküz etmiş hali; kentleşme ve otomasyon/makineleşmedir. Sanayi devrimi; katı yapıların, kurumların oluşumunu ve merkezileşmeyi doğurdu. 19. yüzyılın sonunda dergi ve gazetelerin, 20. yüzyılın ikinci yarisından itibaren radyo ve televizyonların toplumun şekillenmesinde önemli etkisi olmuştur. Kitle iletişim araçları (dergi, gazete, radyo, TV vb.); 20. yüzyılın siyasi, içtimai, askeri, hukuki ve maarifi süreç lerini belirlemede etkin olmuştur. Gutenberg’in matbaası, bilgiyi hem sabitlerken hem de sahiplendirmiştir. 21. yüz yılda ise dijitalleşme süreciyle bilgi, hem sabitesini hem de sahibini/müellifini kaybetmiştir. Bireylerin zihninin, toplumların ve kurumların yapısının oluşumunda önemli etkisi olan enformasyon araçları, bilgisayarın internete kavuşması ile farklı bir etki ve zemin alanına kaymıştır. lnternet üzerinden bir şey yapmakla ya da üretmekle yetinmeyen özne; çıkarlarını, arzularını ve ihtiyaçlarinı dikkate alan bir varlık olarak hayat sürmeye başlamıştır. Bu durum, klasik hermenötiğin parasallaşması yani bilginin ekonomik araç haline gelmesi durumudur.
Gutenberg matbaasından televizyonlara uzanan bilgi düzlemi; sabit bilgi çağı iken iletişime internetin dahil olmasıyla bilginin sabitesini kaybettiği bir çağa tanıklık etmekteyiz. Web 2.0 düzeni; kullanıcının kendini kral gibi hissettiği ve içerik üreticilerinin her birinin tasanın yapabildiği bir düzendir. Klasik kitle iletişim araçları, içeriği sahiplenilen bilgilerle varlık gösterirken dijital-enformasyon teknolojilerinde üretilen içeriğin ise hem sahihliği hem de sahipliği yoktur. Sanayi çağının bir meyvesi olan ve 1990’larda yaygınlaşan İnternet, merkezi bir noktası olmayan yani merkezsizleşen dijital çağı meydana getirmiştir. Merkez kaç kuvvete sahip, kullanıcı odaklı ve açık erişime haiz olan İnternet; büyük bir pazar haline gelerek her şeyi metalaşma sürecine dahil etmiştir. Internetin yapay zeka ile kavuşması, enformasyon teknolojisinin daha üstel biçimde büyümesine neden olmuştur. İnsan, 20. yüzyılda bilgiye yönelmişken 21. yüzyılda ise veriye yani malumata boğulmaktadır. Malumata maruz kalan insan; çabuk kanıksayan, kolay manipüle edilebilen, duygu ve düşünceleri sömürülebilen bir varlık haline gelmiştir. Sanal ortamda “uysal” ve “uyuşturulmuş” halde gezinen insanın, “özgür” ve (içerik) “üretici” olduğu zannına kapıldığı sanal bir alem var. Herkes kendi yankı odasında kendini veya “aynılanyla” aynılığı yankılarken gözetime tabi tutulduğu büyük bir panaptikon evrenin (dijitalleşmenin) içinde olduğunu bile fark edemez. Sanal alemde varlığın, maddi varoluş sürecinden daha çok zihinsel ve ruhsal durumunu göz önünde bulundurur. Veri dünyasının içine dalan insanlığın, artık evrensel izleyicisi Big Data’dır.
Bu evrede; Big Data yani dijital panoptikon; “sanal”, “dijital”, “hiper-gerçek” kimliklerin izlerini sürebiliyor. Mekanik çağın siyasal tahakkümünün göstergesi Orwell’ın Big Brother adıyla sahne olan iktidar odağı iken dijital çağın Big Brother’ı ise verilerin efendisi olan Big Data’dır. Bu ev rede insan, görünmek ya da var olmak için sürekli veri veya içerik üretmelidir. Ürettiği her içerik, yakasını kaptırmasının bir alametidir. Görselliğin tahakkümünün alanı haline gelen sanal dünya da, Foucault’un “disiplin toplumu”nun ve Gay Debord’un “gösteri toplumu”nun yerini gözetilen veya gözetlenen toplum almıştır. İnsanlar; sürekli reels, short veya storilerde gezinen, gözettiğini zanneden fakat gözetlenen bir tebaa haline gelmişlerdir. Kendinden geçene kadar “orada/sanalda” var olan insan, bu sanal düzlemde parmaklarıyla geçtiği görsellerin veya videoların dibini bulacağını zannıyla kopamadığı gezintide bulunur. Oysa buranın dibini bulamayacağı gibi her geçen gün derinliğini ve manasını kaybettiği bir ruha ve zihne kavuşurken yüzü de soluk bir ekrana dönmeye başlar. Bu düzlem, kendi imgesini üreten ve imgesini gerçekmiş gibi zanneden yeni bir marazilik doğurur. Baudrillard’ın ifadesiyle ruhunu şeytana satmasının karşılığında imgesini satın alan Prag’lı öğrenci gibidir. Sürekli gözettiğini zannederek gözetilen insan, gözetilmeyi bir iletişim biçimi haline getirmişledir. Yüksek gönüllülük duygusuyla sanal dünyada bulunan insanlar, verilerin uzantısı ve enformasyonun tebaası olmuşlardır. Sanal alem, -Byung Chul Han’ın ifadesiyle- dijital şeffaf bir hapishane ye dönüşmüştür. Hatta Chul Han, Apple’ın New York’taki cam küp şeklindeki mağazasını, enformasyonun acımasız tahakkümünün cisimleşmiş hali olarak tasvir eder. Yalnızca gözlerimizin ve zihnimizin muhatap olduğu dijital bir evrenle değil şimdilik insan kadar olmasa da akıllı varlıklarla (akıllı telefon-tablet, akıllı ev, akıllı araba, akıllı sü pürge vs.) karşı karşıyayız. Nesneler intemeti ve akıllı cihazların varlığı, mahremiyete dair ihlal sorunlarını doğuracaktır.
“Özgürlük”, “kendilik”, “muhaliflik” vaadinde olan influen cerlar ve yotuberlar, adeta kendilerini tapınılası idoller haline getirirken kendilerine eleştiri getirenlere de “engeli basmaktan” geri kalmazlar. Adeta kendi “yaratı evrelerinde” başkasına yaşam hakkı vermezler. Kendilerini mürşide, sayfalarım tarikat merkezine, söylemlerini vaaz’a, sanal takipçilerini de müride dönüştürmüşlerdir. Tapınağı andıran bu düzlem de, içerik üreterek varlık gösteren sanal alemin fenomenleri, sayfasında olanların siyasal, dini ve toplumsal görüşlerini belirleme iddiasını ve buyurganlığını taşır. Kendilerinin özgül ağırlığının çok yüksek olduğu vehmine kapılan influencerlar veya yotuberlar, öyle ki insanların iradelerini yöneteceklerine dahi bir vehime kapılırlar. Oysa insanların ekserisi için influencerlar ve youtuberlann sayfaları; -adeta- gerçek kişilikten kopulup sayfalarında gezinti yapılan sanal düzlem alan larıdır. Orada/sanalda takip edilir, gözlenir, beğenilir veya paylaşılır. Sanal alanlar, akışkanlığın geçiş alanlarıdır. Influencerların ve youtuberların, siyasete ve kamusala dair mese lelerde akıllarına çok gerek duyulmaz. Videoları, görselleri tüm paylaşımları görülür, layklanır veya paylaşılır, “fenomen sonuçta” denilir ve geçilir. Chul Han, bu durumu şu cümlelerle ifade eder: “Influencerlardan ve takipçilerden politik bir kamuoyu oluşturulamaz. Dijital topluluklar, ortaklığın/ topluluğun meta biçimleridir. Gerçekte bunlar ticari emtia dır. Politik eylemde bulunma kudretine sahip değildirler.”18
En büyük özgürlüğün, parmaklarının uçlarında olduğunu zanneden insan; düşüncesini, duygusunu, günlük hayatım sanal aleme sunarak verisi toplanan, gözetim altında tutulan fakat özgür olduğu zannıyla sanalda dolanan bir varlık haline gelmiştir. İnsanların ekserisi, insanlarla iletişim kurduğu zannıyla hareket ederler oysa içinde bulundukları durum, tecrid edilmiş, hücresine tıkılmış bir mahkumun durumudur. Dijital çağ, gerçek zamanlı bir dijital gözetleme çağıdır. Yeni medya teknolojileri, dijital sürüler üreten enformasyon teknolojisidir. Bu alemde gerçek kimliğiyle bile var olamayan fakat kendini gerçekleştirdiğini iddia eden “profillerden” ibaret varlıklar vardır. Sanalda bir insan varlığı gibi olan bot hesaplar; dijital etkileşimde bulunarak yalan ya da yanlış haberler, nefret artıncı söylemler gibi içerikler üretebiliyor. Bu botlar üzerinden hususiyetle çocuklann ve gençlerin dolayısıyla geleceğin toplumsal hafızası, düşünümleri ve davranış lan belirlenmektedir. Dijital ruhlann beslediği gerçek ruhlara şahitlik etmekteyiz. Yani dijital dünyada inşa ettiği kimliği dijital bir ikiz gibi bu dünyaya aktararak yaşamaya çalışan kimliklerin yaşadığı bir dünyayı görmekteyiz. Algoritmalar, eğilimlerimizi anlayıp dürtülerimizi harekete geçiren bir manivela olma özelliğini taşımaktadırlar. Kitle iletişim araçlannın (dergi, gazete, radyo, TV) yani mekanik tahakkümün yerini İnternet ve yapay zekanın birlikteliğine sahip olan enformasyon teknolojinin yani sibernetik tahakküm almıştır. Siberçağın yeni egemenleri, verileri elinde bulunduran dijital alemin feodalleridir. Diji talleşmenin dokunmadığı alanın kalmadığı bir düzlem kal madı diyebiliriz. Baudrillard’ın ifadesiyle iletişimin esrik liğini yaşamaktayız. İletişim esrikliğinin en çok esir aldığı düzlemlerden biri siyasettir. Siyasetçilerin konuşmalan ve söylemleri, dijital veya sanal zeminlerden beslenirken aynı siyasetçiler dijitalde varoluşun siyaseten güçlü olmak za nına da kapılmışlardır. Dijital veya sanal alemin özneleri ni gerçekmiş gibi zannederek ona göre siyaset belirleyen siyasetçiler veya eğitim, sağlık, adalet gibi alanlan yönetmeye çalışan mesuller gerçekliğiyle karşı karşıyayız. Oysa bu dünyanın varlıklan, yaşayan varlıklardan daha çok etkileşim içinde olan varlıklardır.
Habermas, bu durumu “Okuyan bir kitlenin akıl yürütmesi, yerini eğilimsel olarak tüketiciler arasında ‘beğeni’ ve ‘tercih alışverişi’ne bırakır. ( … ] Kitle iletişim araçlarının yarattığı dünya yalnızca görünüşte kamusaldır.”19 cümlesiyle ifade eder. Böylesi bir zeminde siyaset bir gösteriye/theatral ya da Baudrillard’ın ifadesiyle trans-politik bir evreye dönüşmüştür. Dataizmin bireyi, büyük veri hangarına veri girmekle adeta kömürle çalışan lokomotife kürekle kömür atan vardiya işçisine dönmüştür. İçerik, veri veya enformasyon/malumat üretmediği takdirde yol alamayacağını düşünen lokomotifin kürekçisine dönen sanal alemin bekçisi, adeta bir zor lamanın yani bağımlılığın içine düşmüştür. İletişim esrikliği ve çılgınlığı “acaba ne paylaşmalıyım”, “ne yaşarsam onu paylaşabilirim” düşüncesiyle yaşayan bireyi meydana getir miştir. Ergin olmayıştan kurtulduğunu zanneden insan; dü şünme, okuma ve fikir teatisinde bulunmak yerine “beğen”, “paylaş” butonlarıyla baş başa kalan, sanalın içinde yiten, kazandığını sandığı erginlik durumundan ergin olmayış du rumuna düşen bir varlık haline gelmiştir. Önüne düşen metin, video veya resme yorum yazma, beğenme, paylaşma gibi dürtüsel tercihler sunulan ve kışkırtılan insanlar, zamanın hızla aktığı bu akışkan zeminde rasyonellikten uzak kalan refleksler sergilerler. Aklın değil zekanın/kurnazlığın öncelendiği bu dünyada, rasyonellik “out” zekilik/intellect ise “in” haline gelmiştir. Bu dünya da Hume’un dediği gibi aklın değil “tutku”nun varlığı olan insan gerçekliği meydana gelmiştir. Bu sanal düzlemde; ger çeğin değil cezbedici olanın daha tercih edildiği gerçeğin yerini sahte, iyinin yerini kötünün alması söz konusu olmuştur. Gerçek ile sanal arasındaki ilişki, dijitalleşmeyle radikal bir değişikliğe uğramıştı.
Bu radikal değişiklik, klasik ile modernlik arasındaki kopuşu daha da derinleştirmiştir. Beğeni sayısı veya viral videoları olan siyasetçinin “güçlü aday” görüldüğü siyaset anlayışlarına maruz kalınmıştır. Çünkü beğeni ile izlenme oranı bağlamında siyasi figürler kendilerinde güç vehmetmişlerdir. Aynca her siyasi kesim, kendinden olmayanı ekranından veya sayfasından uzak laştırarak kendi yankı odasında yaşamaktadır. Bu durum, iletişim esrikliğinin yol açtığı yeni marazi/ sorunlu bir du rumdur. Pariser, herkesin kendi yankı odasını oluşturmasına katkıda bulunan algoritmik düzene filtre balonu adını verir. Atomculaşmış bu düzen, ötekinin sesine kulak vermeyen sa ğır, narsist ve empatisiz toplulukların yaşam alanı bulmasına yol açar. Birbirini dinlemeyen, yankı odalarında yalnızca kendi dünyasının insanlarıyla yaşayan başka dünyalara tahammül edemeyen tahammülsüz bireyleri doğurmaktadır. Okuma ve dinleme alışkanlığının her geçen kaybedildiği bu ortam, gerçek hayatta karşısındaki kişileri, hadiseleri ve gö rünümleri “reels” veya “storileri” ekrana dokunan parma ğıyla geçtiği gibi gerçeklikte de kişilere ve görünümlere aynı muameleyi uygulamak ister. Bunu yapamadığı için de dinleme veya izlemeden vazgeçmeyi tercih etmektedir. Sürekli bot hesaplarla insanların kimlikleri, siyasi düşün celeri, etnik yapılan göz önünde bulundurularak birbirlerine kışkırtılan insanların sanal düzlemi gerçek hayata yansıdığında ciddi toplumsal kaos ile karşı karşıya kalınabilir. Bir birlerine karşı kışkırtılmış böylesi bir zeminde yaşamak ya da birlikte olmak, kamusallığın geleceği açısından önemli riskler taşımaktadır. Nitekim Habermas, merkezi olmayan internetin sanal dünyasında, iletişimin mevcut haliyle kamusal alanın korunmasının çok zor olduğunu iddia eder. Veri evresini yöneten algoritma veya yapay zeka, niceliğin önceleyip niteliği geride bırakarak ilişkilerin duygusal olmasından daha çok hesabi olmasını doğurur.
Bu hesabilik, birey ve toplumları daha çıkarcı bir hale getirir. Toplumsal, hukuki ve siyasi kararların veri ve içeriği dikkate alarak çıkması bireyin varoluşu değil dijital emtianın yani verinin varoluşunu sağlar. Verilerin monizmini esas alan Dataizm, türlerin fark lılığını göz ardı eden natüralizmin yeni formudur. Verinin bireyin taleplerinden daha önemli görüldüğü, insanın veri dizgesi haline geldiği bir düzlemde gerçek ve kamusal olanın gerileyişine şahitlik etmekteyiz. Bir twitin, bir kitap veya makaleden daha etkili olduğu bir çağın eşiğinde yaşamaktayız. İnsanın bilgiyi yitirdiği enfor masyonla yani gerçeklikten kopmuş olan malumatla meşgul olduğu düzlemde, olgusal olanın değil algısal olanın itibar gördüğü hiper-gerçek bir düzleme şahitlik yapmaktayız. Dijitalleşmenin üstel biçimde ilerlettiği nihilizm, enformasyon teknolojilerinin ısı alarak şekillendiği her geçen gün kıvam kazanan camdan bir fanus gibidir. Varlığın yani olgusallığın her geçen gün altını oyan kendini gerçeğin yerine ikame eden sanal dünya, hakikiliği yutan bir oyuk halini almıştır. Kimsenin kimseden emin olamadığı, herkesin birbirini yanlış anladığı ve elinde tuzlukla oradan oraya seyirteden tiplerin olduğu evren, anlam dünyası değil verilerden örülü meta dünyasıdır. Postmodemliğin ümitle bahsettiği büyük anlatıların (ilerleme, akılcılık, sekülerlik, özgürlük vs.) ölümü gerçekleşmiş hepsinden daha büyük anlatı haline gelmiş olan zihinleri, duyguları, söylemleri ve davranışları biçimlendiren Big Data anlatısıyla karşı karşıyayız. Düşünmeyi ve bilmeyi lüzumsuz kılan arama motorlarıyla ulaştığımız netice, verinin/maluma tın inanç nesnesi haline gelmesine yol açmıştır. Herkesin öz gür olduğunu sandığı sanal alemde, Platon’un mağarasındaki esirlerin kaderlerini farklı bir boyutta yaşamaktayız. Semavi ve arzi olandan her geçen gün kopan insan, gerçeklik dünya sından enformatik sanal dünyanın içine doğru çekilmektedir.
Bu hiper-gerçeklik evreninde deneyimlemediği seyahatlere gider, yakin bilgiden daha çok malumata erişir, bir sürü tanıdığı olur ama gerçeklik dünyasında görse tanımaz. Heyecan duyar “mış” gibi olur ama heyecansız ve samimiyetsiz kalır. insanların rezonans/titreşim halinde olduğu bu evrende, yüzleri ekran etkisiyle birbirine benzeşen yeni bir varlık türü homo-dijitus yer almaktadır. Hızın, pazarlamanın/ satışın ve sataşmanın var olduğu, her şeyin iç içe geçtiği hiper-iletişim türü olan dijitalleşme düzlemde mesafeleri ortadan kaldırılmasıyla mahremiyet aşındırılır. Gürültünün çokça olduğu anlamın buharlaştığı bu dünyada hem semavi olana hem de arzi olana meydan okuma vardır. Maddi evrene son verilen, zamanın tüketildiği her şeye ulaşıldığı zannedilen simülasyon düzeninde herkes, -gönüllüce- tüm mahremiyetini özgür olduğu zannına kapılarak ifşa eder. Özgürleştiğini düşünürken aynı zamanda paçasını kaptırdığı bir alemde sürüklenmektedir. Bu düzlemde kişi, hem kendini hem de ötekini buharlaştırarak var olduğunun zannına yakalanır. Annelerimizin veya dedelerimizin, iletişim biçimi olan analog iletişimde canıyla kanıyla karşımızda var olan bir muhatap söz konusu iken dijital iletişim düzleminde etsiz, kansız biçimde gerçek kimliği varmı yok mu bilemediğimiz adresler ve profiller vardır. Komşunun veya yol arkadaşlığın yerini, aynı sayfada birbirini izleyen profiller alır. En samimi platform olan Facebook’da dahi birbirimizi dinlemediğimiz gibi çoğu zaman birbirimizi yanlış anlarız. Sanal dünyalar; herkesin kendi reklamını, söylemini ve bakışını yankılattığı bir zemin haline gelmiş ve herkesin dünyasını kurduğu bir rezonans dünyası haline gelmiştir. Öncelikle insan, yaşadığı dünyanın gerçek bir dünya değil sanal bir dünya olduğu gerçeğiyle yaşamalıdır. Asıl mekanının gerçeklik dünyası olduğunu bilmeli, vaktin en iyi buharlaştırıldığı düzlemin sanal düzlem olduğunu fark etmelidir.
Mesafesizliğin dolayısıyla mahremiyetin ihlal edildiği düzlem olan sanal alemle arasına mesafe koymadığı takdirde kendinin ve değerlerinin her geçen bu düzlemde buharla şacağının farkında olmalı. Burada birileriyle görüşmenin asla yüz yüze, diz dize olan “anaolog” muhabbetlerin yerini almayacağını bilmeli. Sanal düzlemde hastalığına deva bulmasının sıkıntılı sonuçlan olabileceğini, orada adaletin sağlanamayacağını, insan olunmayacağını (eğitilemeyeceğini) hatta eğlenilemeyeceğini bilmeli. Arkada bıraktığımız en kalıcı mirasımızın yaptığımız paylaşımlarımız ve yorumlarımız olduğunun farkında olarak düşünmeden uzak klavye reflekslerine kendimizi kaptırmamalıyız. Nihayetinde gözleyen olma durumundan daha çok gözlenen veya gözetime tabi tutulan bir dijital mahkum olma potansiyeli taşıdığımızı aklımızdan çıkarmamalıyız. Sanal düzlemde yaşamak veya kendi yankı odamızda gü rültülere boğulmak yerine gerçek hayatı ve dünyayı ıskalamadan kır, dağ, bayır, bağ, bahçe içinde olmalıyız ki arz ve semayla dolayısıyla fanilik ve ebedilik düzlemde seyreden bir varlık olduğumuzu unutmayalım.
Ahmet Dağ – İnsanın Düşüşü,syf:231-240
0 Yorumlar