‘”Çeşitli vesilelerle de söylediğimiz gibi, Rönesans aslında birçok şeyin ölümü olmuştur. Greko-Romen uygarlığına dönmek bahanesiyle bu uygarlığın ancak dış kabuğu alınmıştır. Çünkü yazılı metinlerde yalnızca buyönü açıklanabilmişti. Dolayısıyle eksik onarımın zaten çok iğreti bir özelliği olabilirdi, çünkü yüzyıllardan beri gerçek hayatlarını yaşamayı bırakmış olan şekiller söz konusuydu.
Ortaçağ’ın geleneksel bilimlerine gelince, bu çağda onlar, son birkaç eser verdikten sonra, vaktiyle bir tufanla yok olan geçmiş uygarlıklar gibi, tamamen kaybolmuşlardır. Dolayısıyle bu kez, hiçbir şey onlarınyerini tutamamıştır. Artık geriye sadece “felsefe ve dindışı bilim”, yani gerçek entellektüalitenin inkârı, bilginin en alt düzeyde sınırlandırılması, hiçbir ilkeye bağlı olmayan olayların ampirik ve analitik incelenmesi, bir yığın anlamsız ve belirsiz ayrıntılar içinde dağılma, durmadan birbirlerini çürüten asılsız varsayımların ve .Modern uygarlığın mevcut tek üstünlüğünü oluşturan pratik uygulamalar dışında hiçbir sonuca götürmeyen eksik görüşlerin birikimi kalmıştır. Kendi dışında her tür girişimi boğacak kadar gelişen bu üstünlük zaten çok az arzulanan, ayrıca bu uygarlığa salt maddeci bir özellik veren ve onu gerçekten bir canavar yapan bir üstünlüktür.
Çok şaşırtıcı bir durum da, Ortaçağ uygarlığının hızla büsbütün unutulmaya terk edilmiş olmasıdır. XVII.yüzyıl insanları bile Ortaçağ hakkında en ufak bir kavrama sahip değildi. Ayrıca o çağdan kalan anıtlar, oinsanların gözünde ne entellektüel ne de estetik açıdanhiçbir şeyi simgelemiyordu. O süre içinde zihniyetin ne kadar değiştiğini buradan da anlayabiliriz.
Biz burada bu kadar radikal bir değişime yol açan faktörleri araştırmaya cağız. Kuşkusuz bunlar çok karmaşıktır. Gerçek niteliği zorunlu olarak çok gizemli olan, yönlendirici bir iradenin müdahelesi olmadan böyle bir değişimin kendiliğinden meydana gelebileceğini kabul etmek zordur. Bu bakımdan aslında uzun zamandan beri bilindikleri halde, bazı şeyleri yeni buluşlarmış gibi sunarak, belli bir dönemde bunları halk arasında yaygınlaştırma gibi çok tuhaf durumlar olmaktadır. Oysa bunların bilinmesi pek yarar sağlamayacak bazı sakıncalar nedeniyle kamuoyunda o zamana kadar yaygınlaştırılmamıştı.
Ortaçağ’ı bir “karanlıklar”,cehalet ve barbarlık dönemi yapan efsanenin doğup gitgide gerçeklik kazanmış olması, ayrıca modernlerin benimsediği tarihin önceden düşünülmüş hiçbir fikir olmadan çarptırılmasına girişilmesi de oldukça gariptir. Ama busorunu incelemede daha ileri gitmeyeceğiz. Çünkü bu işhangi şekilde tamamlanmış olursa olsun, şimdilik bizi ençok bu sonucun tesbiti ilgilendirmektedir.Rönesansla birlikte ün kazanan ve modern uygarlığın tüm programını önceden özetleyebilen bir kelime vardır: “Hümanizm”. Gerçekten de her şeyi insancıl boyutlara indirgemek, üst düzeydeki ilkeleri hesaba katmamak, simgesel olarak ifade edilirse, yeryüzünü fethetmek bahanesiyle gökyüzünden yüz çevirmek söz konusuydu. Yolunu izlediklerini iddia ettikleri Yunanlılar bu anlamda en büyük entellektüel çöküş zamanlarında bile bu kadar ileri gitmemişlerdi. En azından çıkarcı kaygılan, modernlerde kısa zamanda görüldüğü gibi ilk plana geçmemişti hiçbir zaman. “Hümanizm” çağdaş “laisizm”in ilk şekliydi.
Ayrıca her şeyi doğrudan doğruya, kendisi amaç kabul edilen insanın ölçülerine indirgemek istendiğinden, sonunda insanda bulunabilecek en düşük seviyeye kadar aşama aşama inildi ve sadece insan tabiatının maddi yanına ait ihtiyaçların tatmin edilmesine çalışıldı. Boşuna bir çalışma! Çünkü insan tabiatı daima tatmin olabileceğinden daha fazla suni ihtiyaçlar yaratır.Modern dünya, bu ölümcül inişle uçurumun ta dibine mi inecek,yoksa Greko-latin uygarlığının çöküşünde olduğu gibi sürüklendiği uçurumun dibine varmadan önce bu defa da gene yeni bir diriliş mi olacak?
Öyle görünüyor ki yarı yolda duruş artık hiç mümkün değildir. Ayrıca geleneksel öğretilerce verilenbilgilere göre Kali-Yugahin son safhasına, bu “karanlıkçağ”ın en karanlık dönemine gerçekten girmiş durumdayız. Çünkü gerekli olan basit bir doğrulma değil,bütünsel bir yenilenmedir. Her alanda bir düzensizlik vebir bunalım hüküm sürmektedir.
Eskiden görülmüş olan bunalımların sınırını aşan bir noktaya gelmiştir. Şimdiyse Batıdan başlayarak bütün dünyayı istila edecek gibi gözükmektedir. Çok iyi biliyoruz ki onların zaferi ancak geçici ve görünüştedir. Ama öyle bir aşamada, insanlığın güncel çevrim boyunca geçireceği en ciddi bunalım işareti de olabilir. Hindistan’ın kutsal kitaplarınca bildirilen”kastların karışacağı, ailenin bile artık olmayacağı” o korkunç döneme gelmedik mi? Bu durumun gerçekten dünyanın bugünkü durumu olduğunu anlamak, her yerde Incil’in “umutsuzluk belası” dediği derin düşkünlüğü görüp saptamak için, insanın çevresine şöyle bir bakması yeterlidir.Durumun ciddiyetini görmezlikten gelmemelidir. Hiçbir “iyimserlik” ya da “kötümserliğe”kapılmadan, onu olduğu gibi ele almak uygun olur.Çünkü, daha önce de söylediğimiz gibi, eski dünyanın sonu yeni bir dünyanın başlangıcı olacaktır
Rene Guenon,Modern Dünyanın Bunalımı
0 Yorumlar