….
B.Bozgeyik:Kapitalist ve sosyalist sistemlerin mahzurları üzerinde de durur musunuz?..
Sabahaddin Zaim:Kapitalist sistemin çürük tarafı; dengeyi kuramayışıdır. Üretim tüketim dengesini kuramamıştır. Üretemi arttırmış, fakat tüketimde dengeyi kuramamıştır. Sosyal adâleti sağlayamamıştır. Bunun için uğraşılıyor. Fakat sistemin yapısında hudutsız kâr prensibi ve faize dayalı bir sistemin gelişmesi birikimlere yol açıyor. Zaten kusurları, sistemin iki ucu birbiri hakkında dile getirmiştir. Marksistlerin ortaya attıkları fikirler kapitalistlerin kusurları, kapitalistlerin ortaya attıkları fikirlere Marksizmin kusurlarını dile getiriyor. Kapitalizmin istismar durumu var. Insan hakkını istismar durumu “var. Sosyal dengesizlik var. Sosyal adalette bozukluk var. tüketimde dengeyi kuramamak söz konusu. Devamlı bir koşma, devamlı bir gelişme, hırs var Fakat, bu durum, tabii, insanın mânevî yapısıyla dış dünya arasındaki bağları zedeliyor. Hıristiyanlık dini de bu sahada düzenleyici bir sistem getirmediği için, insanın iç dünyası ile dış dünyası arasında bir denge, münasebet kurularmyor. Ana eksiklik buradadır.
Sosyalizm veya Marksizmde ise önce, kapitalizmin ahlakî yapısında bir reaksion olarak doğmasına rağmen, Marksizmden hareketle Rusya’da Bolşevizme varan tatbikatta tarihî meteryalizim, tarihî maddecilik tezinden hareketettiği için, manevî unsurlar da reddediliyor. Bu arada ahlâk mefhumları zaten reddediliyor. Dolayısiyle, kapitalizmdeki şikayetler, Marksizmde bertaraf edilmiş olmuyor sosyal ve ahlâkî yönden… Aynı kusurlar fazlasıyla devam ediyor. Çünkü, burada birde ateistlik telakkisi işin içine giriyor… Allah mefhumu reddedilmiştir. Bunun reddedilişi hayatın maddeden ibaret oluşu fikri, doktrine edilmesiyle, kapitalizmdeki sosyal ve manevî aksaklıklar burada fazlasıyla devam ediyor.
Tatbikata baktığımız zaman, konünist tatbikatta; Kapitalizmdeki aşırı ferdiyetçilik ve liberalizme karşı burada da mutlak bir devletçilik ve otoriter rejim tatbikatı görülüyor. Bir polis devleti ortaya çıkıyor. İnsanların hürriyeti son derece kısıtlanmış oluyor. Tüketimde dengeyi sağlamaya uğraşırken, bu sefer de üretimde başarı sağlanamıyor. Çünkü insanların insiyatif duygusu, hareket duygusu, teşebbüs duygusu, önlenmiş oluyor. O bakımdan, kapitalist sistem, üretimde başarılı, tüketimde dengesiz. Komünist sistem de, tüketimde zorlayıcı bir eşitliğe doğru giderken üretimde başarısız kalıyor.
İslâmın prensibinde vahdet prensibi hakim olduğu için burada, bizim bildiğimiz kadarıyla bir denge prensibi hakimdir. Öteki dünya ve mevcut dünya arasında bir denge prensibi hakimdir. İnsanın hiç ölmeyecekmiş gibi bu dünya için çalışması, fakat her an nefsini murakebe altında tutup, bütün davranışlardan kâitanın yaratıcısına karşı hesap vermeye âmade durumda, muhasebeye hazır halde bulunması… Bu bir denge ortaya çıkartıyor. İslâm’da üretimde insanın insiyatifîne, üretimde özel teşebbüs dediğimiz ferdin teşebbüs gücü ve iktisadî hayat içerisinde insanın bütün davranışları, Islâmın temel ilâhî prensipleriyle, yani meta ekonomik bir takım prensiplerle sınırlandırılmakta ve düzenlenmektedir. Bu bakımdan kapitalist sistemde, iktisat lâahlâkidir. Ahlâkî motifler dikkate alınmadan iktisadî kâideler düşünülmüştür. İslâmiyette ise iktisat kâideleri ahlâkîdir. Yani her türlü durumlarda insanların davranışları düzenlenmiştir. Öyleyse birinci fark buradan ortaya çıkıyor. İslâmiyette ferd, iktisadî hayatta serbest bırakılmış, ama, Allah’ın,-Yaradanın bütün emir ve nehiylerini öğrendikten sonra… Yani İslâmı öğrendikten sonra serbest bırakılrmş… O prensiplerle serbest bırakılmış… Yani dünyevî tedbirler yönünden serbesttir. Ama iç murakebe bakımından bir takım prensiplerle derünen frenlenmiş, düzenlenmiş durumdadır.
İkincisi; kapitalizmde hudutsuz kâr prensibi hâkimken, İslâmiyette meşruiyet çerçevesinde kâr prensibi hâkimdir. Bu meşruiyet de sosyal sınırlarla sınırlandırılmıştır. Kapitalizmde, tüketim gelirin fonksiyonudur. İslâmiyette, tüketim asgarî had bakımından gelirin fonksiyonudur. Fakat bütünüyle gelirin fonksiyonu olamaz, çünkü orada tüketimi sınırlayan gelire. rağmen çeşitli meta-ekonomik prensipler ortaya çıkmıştır. Meşruiyet prensibi, helâl prensibi, haram prensibi, israfın men’i prensibi, sosyal yardım prensibi, cemiyete karşı mesuliyet prensibi gibi… O bakımdan İslâmiyette denge fıkri, cemiyetin, itisâdî hayatın her safhasında söz konusudur. Ve bu, ferdlere ilâhî prensiplerle tebliğ edilmiş, âyet-i kerime ve hâdis-i şeriflerle düzenlenmiştir.
Mevzu içerisinde parçalar halinde geçti. Fakat toplu olarak; Islâmın iktisâdî modelinin prensipleri hakında malümat rica edelim…
İslâm ekonomisinde, daha önce de söylediğimiz gibi esas önemli unsur insandır. Çünkü insan, eşref-i mahlukattir. Cenab-ı Hakkın Kâinatta yarattığı en şerefli mahluktur. O bakımdan İslâm, iktisâdî mevzuda da projektörlerini insan üzerine tutar. Ve İslâmın iktisâdî modelinin temeli insana dayanmaktadır. Batı kültüründen doğan sosyalist ve kapitalist modellerin temelinde de bir insan vardır. 0 insan unsuru İslâmın insan unsurundan farklıdır. O sistemlerdeki insan modeline Latince tabirle Homo-Economicus (İktisâdî Adam) diyorlar. Gerek Marksist, gerek Kapitalist sistemlerin iktisat teorilerinin temelinde böyle bir insan tipi vardır. Bu insan bütün davranışlarında mantıkla, hesapla hareket eder. Herşeyi hesaba göre vuran, bir robot gibi, ruh dünyası, kalb dünyası olmayan, bir adım atarken menfaatı varsa atan yoksa atmayan insan düşünülmüştür. Buna, -iktisâdî Adam- denmiştir. Ve bütün iktisâdî hayat, böyle bir insanın davranışlarına göre düzenlenmiştir.
İslâmın İktisâdî modelini düşünürken buradan başlamak lâzımdır. İslâmdaki insan modeli böyle bir model değildir. İslâmın modeli Müslüman Adam’dır. O sadece İktisâdî Adam değildir. Sadece menfaatleriyle, sadece nefsine göre hareket eden bir insan değildir. Allah’ın emirlerine göre hareket edecek bir insandır. ki işte müslümanın herşeyden evvel bu emirleri bilmesi lâzımdır. Yani, bir müslümanın Müslüman gibi davranması için, Allah’ın emrettiği şekilde hareket etmesi lâzımdır. Davranışlarını kendi aklına göre değil, Allah’ın emrettiği nâs ve prensiplere göre düzenleyecektir. Çünkü Cenâb-ı Hak Kur’an’da İslâm dinini tamamladığını» bildirmektedir. Bu tamamlanan din içinde Cenâb-ı Hak insanlara, Kâinat içindeki bütün vazifeleri gösteriyor. Emirler ve nehiyler var. Şöyle yapacaksınız, böyle yapmayacaksınız diye. İnsanın dünyasını tanzim edici kâideler var. İnsanın bunları bilmesi lâzım ki Allah’ın emrettiği şekilde hareket edebilsin. Bilemezse, elbette Allah’ın istediği şekilde hareket edemez. Öyleyse bir Müslümanın herşeyden Önce öğrenmesi lâzımdır. Onun için Kur’ân-ı Kerîm -İKRA- ile başlıyor. Cenâb-ı Hak, -OKU!- diyor müslümana… Okuyacaksınız, öğreneceksiniz, sonra öğrendiğinizi tatbik etmeye çalışacaksınız. Demek ki, Müslümanda iki tane önemli unsur vardır. Biri öğrenmek; ikincisi, öğrendiğimizi nefsimizde tatbik etmek. ..!
“Şimdi -İslâmın iktisat modelinin- Ana prensipleri nelerdir? Ona bakalım. Prensipler çoktur. Fakat biz, temel noktalar üzerinde duracağız. İslâmın İktisat Modeline hakim olan prensipleri maddeler halinde ve hülasa olarak şu şekilde sıralayabiliriz:
1. İslâmın İktisâdî görüşü diğer sistemlerden tamamen bağımsizdır. Yani zaman zaman ortada dolaşan -İslâm Sosyalizmi- gibi modeller İslâmın İktisâdî” görüşünü belirtmekten uzaktır. İslâmın İktisâdî görüşü, diğer sistemlerden tamamen bağımsızdır. Fakat, İslâmın İktisâdî cephesi, islâmın diğer cephelerine bağımlıdır. Çünkü İslâm’da vahdet fikri vardır. İslâm bir bütündür, İktisâdî davranış onun bir cüz’üdür ve bütünle âhenk içerisinde olması gerekmektedir. Hepsi bir bütün teşkil eder.
2.İslâm’da, Materyalist iktisâdî sistemin -İktisâdî Adam- fikri geçerli değildir.
3. İçtimâî hâdiselerin alt yapısını ekonomi, iktisat teşkil etmez ve insan da sadece -İktisâdî Adam- değildir. Müslüman adamdır.
4. Kapitalizm istihsale önem vermiş, istihlakte (tüketimde) dengeyi bulamamıştır. -Buhranlar burdan doğuyor.Komünizm, istihlake önem vermiş, istihsalde meseleyi çözememiştir.
5. İslâm Ekonomisi, istihlak (tüketim) ile istihsal (üretim) arasındaki dengeyi, iktisâdî kâidelere göre ve İslâm Ekonomi modelinde ve İslâmın meta-ekonomik, yani İktisat dışı, mânevî sahalara kayan prensiplerinin yardımıyla sağlanmıştır. O bakımdan İslâm Ekonomisi Lâ-ahlâkî değildir. Batı modelinde Lâ-ahlâkidir. Yani Batı ahlâk değerlerini dikkate almadan kendi mantığını yürütüyor. Halbuki İslâm müdelinde-İktisâdî kâideler de ahlâkîdir.
6. Mülkiyet hakları İslâm’ da vardır. Vardır ama, bu haklar, kullanma usul, sınır ve gayesiyle birlikte tanınımştır.
7. İslâm’da topluma tanınan hak mutlak değildir, sınırlıdır. ‘
8.İslâm Ekonomisinde kazanç vardır. Fakat kazançta, -öbür modellerde olmayanharam ve helal ölçüleri hakimdir. .
9.İslâm Ekonomisinde kazancın, temelde iki unsura dayanması lâzımdır. Emek veya risk. Emeğe ve riske dayanması esastır. Emek unsuru taşımayan, hiçbir zahmete katlanmaksızın veya teşebbüsün riskine katlanmaksızın para kazanmak İslâmiyette yasak edilmiştir. Onun içindir ki kolay kazançlar, baht oyunları, kumar yasaklanmıştır.
10. İslâm’da paranın sırf para olduğu için para getirmesi prensibi yoktur. Para, ancak emek ve riskle birleşirse para getirir. Riske katlanmadan, emek sarfetmeden durduğu yerde para kazanma prensibi İslâm Ekonomisinde yoktur.
11. Kazancın şer’î nisbetinin, ferdden, müesseseler eliyle veya bir sosyal adalet vergisi gibi devlet eliyle alınarak fakir sınıflara transferi gerekir. Zekât, sadaka, fitre, var… Yani gelir transferi var. Çünkü Cenâb-ı Hak -servet belirli ellerde dolaşmasın- buyuruyor… İslâmiyet servet temerküzünü önlüyor.
12. İslâmiyet içtimâî mesuliyet duygusu getirmektedir. Buna göre, bir müslüman öbür müslümanların durumlarından tam olarak mesuldür. Bu mânâda, İslâmiyette mutlak mânâda ferdiyetçilik yoktur. Bir tesanüd vardır. Cemaat şuuru burdan gelmektedir.
13. İsraf yasağı, nimeti tek tanesine kadar koruma kaygısı ve şükür etme duygusu esastır! İsraf yok, şükür vardır. Onun içindir ki bizim bu prensip çerçevesinde güzel âdetlerimiz vardır. Ekmek düşerse alır, öpüp, ayaklar altına düşmeyecek bir yere’koyarız. Nimeti tek tanesine kadar muhafaza duygusu buradan ileri gelmektedir. Cenâb-ı Hak -Yeyiniz, içiniz, israf etmeyiniz!- buyurmaktadır.
14. Parayı bir işte kullanmayacak şekilde biriktirme, iş dışına çıkarma (iddihar ve Kenz) yasağı ve yatırım yapmanın teşvik edilmesi esastır. Yani, parayı tedavülden çekip istif etmek, tutmak İslâm’da meşru değildir. Çünkü, cemiyetin faydasına kullanılmasına mâni olmuş oluyoruz. Üretimi azatmış oluyoruz. İslâmda kaynakların, ferd, cemiyet veya devlet tarafından âtıl tutulması ve israfı doğru değildir.
15. İslâm’da ferd-devlet çatışması yoktur. Çünkü, ferdin de devletin de gâyesi İslâmı gerçekleştirmektir. Gâye İslâm’dır. .
16. Fert, İslâmî prensiplere uymazsa, devlet onu İslâmî yollara kanalize edebilir.
Geçici veya daimi olarak ihtiyaçlarını karşılamaktan âciz duruma düşen ferde karşı cemiyetin ve devletin vazifeleri vardır.
17. İslâmda ferdî teşebbüs, mülkiyet hakkı, arz-talep kâidesine göre işleyen hür piyasa sistemi vardır. Fakat İslâm, getirdiği din ruhu, âhiret âlemi inancı, hesap verme şuuru, faiz yasağı, zekât kurumu ve devletin ölçülü müdahalesi prensipleriyle, monopolist ve otoriter güdümlü piyasa modellerini önler. Serbest piyasa modeli vardır ama, bu müslüman insanların hakim olduğu bir serbest piyasa modelidir. Yoksa, sadece nefsini düşünen insanların elinde olan bir serbest piyasa modeli değildir. O bakımdan İslâmın iktisâdî görüşü diğer sistemlerden tamamen farklıdır.
18. Arz ve talep kanunu üzerinde İslâmın meta-ekonomikmprensiplerinin psikolojik baskısı, arz ve talep elastikiyetini düzenleyici ve monopolist ve monopinist temayülleri Önleyici bir tesir yapar.
19. Piyasa mekanizmasında, sadece şahsî ve egoist menfaatlerini düşünen homo-economicus (İktisadî Adam) yerine (müslüman adam) tipi hakim olur.
Gene İslâmın presipleri içinde, bütün tabiî kaynaklar Allah’ın emanetidir. Ve insan, ferd ve cemiyet olarak bu kaynakların muhafızlığını yapar. İnsanın iktisâdî gayretleri ve onun mükafatlandırılması bu emanet çerçevesi içerisinde tayin edilmiştir. Servet âdil olarak dağılmalıdır. Zâtî servet, insanın makul ve meşru ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra, arcanıyla diğer hemcinslerinin ihtiyaçlarını kaşılamaya yönelinmesi uygundur.
20. Ekonominin üstünde kesif bir meta-ekonomik çevre tesiri, yani, ilâhî emirler tesiri, iktisadî hayattaki konjonktürel dalgalanmaları hafifletir.
İslâmda her ferd emeğinin karşılığını âdil bir ölçüde almalıdır. Bu hususta, dil, ırk, renk ve dine dayalı bir ayırım yapılamaz.
21.İstihlakin seviyesini ve muhtevasını tayinde, iktisadî faktörlerle birlikte meta-ekonomik unsurların, Allah’ın prensiplerinin mevcudiyeti; gayr-ı meşru faaliyetlerle, gösteriş istihlaki, yani gösteriş için harcama yapmanın ve cimriliğin müslüman adam için memnü oluşu (demek ki İslâm hem cimriliği hem de gösteriş istihlakini men ediyor) ve onun diğer hemcinslerine karşı sosyal mesuliyet taşıması ekomomide sosyal mesuliyet’taşıması ekonomide sosyal dengeyi sağlar.
22. İslâm Ekonomisinde İstihlak, yani tüketim sadece gelirin fonksiyonu değildir. Yani, gelir ne kadar çok olursa olsun harcama müsrif bir şekilde yapılmaz. Batı modelinde ise harcama da artar. Çünkü onu engelleyen İlâhî prensipler vardır. Bu bakımdan İslâm’da kazançtan hemen istihlake geçilemez. Gelir yükseldikçe tüketim gelirin fonksiyonu olmaktan çıkar. İstihlak alanı İslâmî prensiplerle düzenlenmiştir.
23. İslâm’ da nisbî istihlak dengesi kendiliğinden sağlanır. Niçin?. Çünkü, içki, kumar, gayr-ı meşru kadın ilişkileri, cemiyet ahlâkını bozan eğlence kurumlarının teşekkülüne engel sosyal müeyyideler, israf yasağı, bir müslümanın öbür müslümanı en az kendisi kadar, hatta kendisinden de çok düşünmesini gerektiren İslâm ahlâkı, lüks yasağı, müslümanlar arasında aşağı yukarı bir istihlak dengesi kurar. Hayat tarzları ve mizaç farkları sebebiyle bir marj ortaya çıkar. Bu da meşrudur. Ama, çok farklı değildir.
24. Tasarrufların ve yatırımların teşviki cemiyetin zenginleşmesini ve kalkınmasını hızlandırır. Kalkınma önemli bir lâzimedir. Her müslümanın iktisadî hayata katılması mecburidir. Herkesin çok çalışma ve böylece zekât ödeme safhasına gelerek başkalarına yardıma yönelme duygusunu taşıması gerekir. Cemiyetin iktisadî gücü, karşılıklı işbirliğine dönüşünü sağlamalı ve kendi kendine yetme imkânı da âzâmîleştirilmelidir. Ve böylece fert olarak, cemiyet olarak başkalarına muhtaç olmama durumu ortaya çıkacaktır.
25. İstihlakten artan tasarruflar yatırıma gitmezse, Islâm idealinin gerçekleşmesi güçleşecektir. Bu bakımda tasarrufların İslâmın daha çok yayılması yönünde kullanılması gerekir. Böylelikle artan güç, ek bir ekonominin finansmanına yarayacaktır.
26.Ekonomik alandaki millî egoizm, İslâm idealinin gerçekleşmesi ve yayılması ıçin meydana getirecek ınsanî karakterli yeni ekonomik akımlarla yumuşatılmış olacaktır.
27. Fazla gelirin diğer ülkelere transfer imkânı, dünyada İslâmî prensiplerle kardeşlik duygusunun yayılması, İslâm ekonomisine bencil mahallî iktisat siyaseti yerine milletlerarası insanî bir hüviyet kazandıracaktır.
Hülasâ olarak, maddeler halinde ele aldığımız İslâmın iktisat modelini özetleyip, ayrıca, İslâmın iktisat modeli üzerinde hangi noktaların tekmil edildiğini, hangi noktalada araştırma gerektirdiğini şu şekilde gösterebiliriz:
İstihsal: Üretim bakımından an prensip, önemli unsur çalışma olup, meşru ve helâl kazancı ihtiva eden bir gâyeye yöneliktir. Onun için İslâmiyette emek tebcil edilmiştir. Cenâb-ı Hak, -İnsanın yediği en hayırlı şey, el emeğiyle meydan getirdiği mahsüldür- diyor Kur’ân-ı Kerîm’de. .. O bakımdan Peygamberler de nafakalarını bir meslek îfa ederek kazanmışlardır.
İstihlak: Gelir sarfiyatında miktar ve muhtevayı sınırlayan unsurlar, gösteriş istihlaki, lüks ve israf ile cimrilik mutlak suretle yasaklanmıştır. Bu, gösteriş istihlaki yasağı, lüks yasağı, israf yasağı ve cimrilik yasağı tüketimin sınırlarını meydan getiriyor.
Tasarrufla’ ilgili prensipler:
a) Zekatı verilmeyen iddihar memnudur. Yani, paranı saklarsan onun da zekâtını vereceksin. Böylece âtıl olarak tutulan iddihardan da zekat verilmesi lâzımdır.
Servet, likit halde yani para halinde âtıl durursa, çalışan servet gibi zekata tabi olacağı için erimeğe mahkumdur. Bu bakından akıllı bir müslümanın servetini âtıl tutmaması lâzım gelecektir.
b) Mevduat ve karz,yatırım karakteri olmadıkça gelir getirmez. .
c) Atıl tasarruf erir.
Yatırımda Prensipler: Yatırım, meşrü sahalara yapılmalıdır. Lüks mallara yatırım münakaşalıdır. Yatırım sınırları ilâhî prensiplerle belirtimiştir.
Zekat Mecburiyeti: Tarımda, sanayide, hizmet sektöründe gelir üzerinden, ticaret sektöründe servet üzerinden farklı nisap ve oranda alınır. Yönetim tarzı (fert, Devlet) ve tatbikatın standardize edilmesi yönünden munzam araştırma gerekir.
Maliye siyaseti: Vergi sistemi ve maliye siyaseti, zekat dışındaki vasıtalı Ve vasıtasız vergilerin matrahı, nisabı ve oranı yönünden tartışmalı olup, munzam çalışmayı gerektirmektedir.
Sosyal güvenlik: Devletin mesuliyeti altındadır. Karşılıksız sağlanır. İslâm’da Beytül-mal mefhumu vardır. Mecburî sosyal sigortalar: Uçlü finansmana dayamr. (İşveren, işçi, hükümet) Prensip olarak meşrudur. Mecburî prim alınması ve ivaz nisbetleri mevzuunda farklı görüşler ileri sürülmektedir.
Özel, ücretli sigortalar: Sigortaların, mevduatıyla mütenasiben kâra iştirak esasiyle, bir yatırım bankası gibi çalışması umumiyetle kabul ediliyor.
Sosyal yardım: Zengin için ahlâkî bir mükellefiyettir. ‘
Kâr: Meşru kaynaklardan helâlinden dürüst elde edileni: ilâhî prensiplerle sınırlı olup hudutsuz değildir.
Ücret:
a) Devletin ücret seviyesine müdahalesi münakaşalıdır.
b) İktisâdî ücret, işcinin verimine göre tekevvün eder.
c) Sosyal ücretin (ihtiyaca göre) muhtevası ve miktarı hususunda çeşitli görüşler ileri sürülmektedir.
d) Aile tazminatları hükümetçe ödenir. Metod ve ödeme şekli hususunda çeşitli fikirler ileri sürülmektedir.
e) Kamu kesiminde ücret seviyesini tayin eden faktörler hususunda da çeşitli fikirler ileri sürülmektedir.
Ücret konusu munzam çalışmayı gerektirmektedir.
Faiz ve murabaha yasaktır.
Kira geliri, gayrimenkullerde meşrudur, fakat arazi ve toprakta münakaşalıdır. Rant hususunda da çeşitli fikirler ileri sürülmektedir.
Fiyat: Piyasa faktörlerine göre teşekkül eder, fakat piyasa bünyesi müslüman adamın davranışına bağlıdır.
Devlet müdahalesi, fiyat ve narh koymak hususunda çeşitli görüşler vardır.
Banka:
a) Faizli banka yasaktır.
b) Yatarım bankası, ortakların, kâr gelirine dayanırsa meşrüdur. Özel, karma, devlet olabilir.
c) Mevduat bankaları müdabere prensibine göre kurulabilir. Banka, Ödünç alanın faaliyetine ortak olması ve riskine, kârına katılmalıdır.
d) Faizsiz kredi meşrudur.
e) Kredi bankasının masraflarını kim öder, müstakriz mi, devlet mi?.. Çeşitli fikirler vardır.
Para sistemi: Çok münakaşalıdır. Bugün zaten bütün dünyada para sistemi münakaşalıdır. Bütün dünya bir para sisteminin arayışı içerisinde bulunuyor. İslâm ülkelerinde de; -İslâmın para sistemi nasıl olmalıdır- noktası munzam araştırmaları gerektirmektedir.
Devletin iktisâdî Teşebbüsleri: Devletin kazanç sağlayıcı işlere yatırım yapması, alt yapı yazırımları, istihraç sanayii (Maden-petrol) ve ağır sanayi tesisleri dışında tartışmalıdır. ‘
Dış Ticaret: İslâm ülkeleri arasında gümrük muafiyeti ve müşterek pazar esası gerekir. Diğer ülkelere karşı, ikinci mertebede serbesti veya mütekabiliyet esası getirebilir. . İktisâdî plânlama: Prensip olarak mümkündür. Sosyal adalete dayanan, dengeli iktisâdî ve sosyal gelişme prensibi; yol gösterici ve teşvik edici medotlar arasında mutedil bir yol takibi esasına dayanır. Munzam araştırma gerekir.
İstihdam siyaseti: ‘
a) Serbest iş piyasası esası vardır.
b) Cebrî çalışma ve güdümlü iş piyasası münakaşalıdır.
c) Tam istihdam siyaseti devletin mesuliyeti altındadır.
Görüldüğü gibi çeşitli sahalarda birtakım prensipler ileri sürülmektedir. Bu prensipler dahilinde bir müslüman adamın kendi hareketini tayin etmesi gerekecektir. . . .
…
Burhan Bozgeyik – Mülakatlar,syf.338-351
0 Yorumlar