Yeniçağ dindışı Batı Avrupa ile İngiliz- Yahudi Medeniyetleri

0000000523532-1 Yeniçağ dindışı Batı Avrupa ile İngiliz- Yahudi Medeniyetleri

Yeniçağ dindışı Batı Avrupa ile Çağdaş küreselleştirilen İngiliz- Yahudi Medeniyetleri

(1) Ortaçağ için yaptığımız gibi, Yeniçağ dindışı Batı Avrupa ile Çağdaş küreselleştirilen İngiliz-Yahudi medeniyetlerini de devirlere ayırıyoruz. Böylesi ayırmalar, tanhi daha seçikçe anlayıp değerlendirmemize imkân tanır. Bu cüm­leden olmak üzre, Yeniçağ dindışı Batı Avrupa medeniyetini üç devir hâlinde mütâlea ediyoruz: Erken devrin başlangıcı, Ortaçağdan Yeniçağa geçiş tarihi ola­rak kabul ettiğimiz 1500dür. Bu tarih dolaylarında Ortaçağ Avrupasının hâkim toplum-kültür-siyâset manzarası demek olan derebeğliği, en azından, Batı Avrupadan silinmiş görünüyor. 1150ler ile 1200lerin İtalyan sâhil şehir devlet­çiklerinden Kuzey İtalya yoluyla Fransaya, Felemenk ile Baltık kıyılarına doğru yayılan merkantilist ticâret usulü, 1500 küsûrlarda Güney, Batı, Orta, Doğu ile Kuzey Avnıpanın bellibaşlı bütün ülkelerinde artık geçerakcaydı. Ticâretin temel ölçüsü altın ile gümüş esâsına dayalı paraydı. Özellikle tâze keşif Amerikadan taşınıp getirilen altın ile gümüş, ülkeler arasındaki ticâret ile servet dengelerini büyük çapta etkileyecekti. Mal — mal takasına dayalı köhne merkantilist usulü­nün yerini, altın ile gümüş pâyândâsına yaslanmış para merkantilisminin alması, Batı ile Orta Avrupa ülkelerine eski has imlan ile rakipleri olan Dârul-İslamın kar­şısında ilk defa üstünlük sağlamak imkânını tanıyacaktı.

Para, mala irtibâtlanmaktan kurtulup kendi başına değer olma durumuna gelmiştir. Bundan böyle altın yahut gümüş arkalı paraya dayanılarak ticârî muâmeleler yürütülmektedirler. Giderek, para arkalı, onu temsil eder nitelikte senet ve benzeri ‘değerli kâğıtlar’piyasaya sürülmeğe başlanacak. Böylelikle metâanın yerini mâlî piyasa alır olmuştur. Gerçek değer olan metâanın takas edildiği mahal, pazar yeridir. Buna karşılık, sunî bir değer ölçüsü olan paranın tedâvüle sokulup el değiştirdiği, demekki mâlî işlemlerin yürütüldüğü kuruluş, bankadır. Paranın git gide belli özel ile tüzel ellerde toplanır olması, gerçek anlamda ser­mâyenin teşekkülünü sağlamıştır. Buradan da para sermâyesinin, Yeniçağın ‘Klasik’ devrinde öncelikle İngilterede ortaya çıkan sermâyeciliğe zemin hazır­ladığını görüyoruz.

Ticârî muâmele yürütmek maksadıyla kişinin yahut şirketin elinde bulun­durduğu kullanılabilir metâa yahut para cinsinden iktisâdî değere ‘sermâye’ denir. Mal-mülk, yanî metâa çeşidinden olan sermâye ‘anamal’dır. Buna karşı­lık, paraya dayalı sermâye ‘anapara’dır. Bunlardan birincisi eski olmasına karşı­lık İkincisi yeni tür sermâyedir. Metâanın özellikle günümüzden önceki çağlarda nakli ve muâmeleye sokulması müşkil bir işdi. Para yahut ona dayalı senet, gerek kısa gerekse uzun yol ticârete ivme kazandırıp rahatlık ile güven sağlamıştır. Mâlî muâmelelerin kökleri Onbirinci yüzyıl İslâm medeniyetine değin gerisin geriye uzanmaktadır gerçi. Ancak, paranın yerini tutan ‘değerli kâğıt’la ticârî muâmele yürütme başarısı, Haçlı Seferleri sırasında Filistende olgunlaştırılmış bir ruhban-savaşcı teşkilât olan Tapınakcılara(52) nasîb olmuştur. Mali sermaye oluşturma ve senetle ticâret yapma usulünü İtalya ve bilâhare Fransa üzerinden Avrupaya sokan da yine onlardır. Nihâyet bu tutum ile usulün kurumlaşmaları Yeniçağın ‘Klasik’ devrinde gerçekleşmiştir.

Din, oldum olası, yeryüzünün her yerinde olduğu üzre, butun Avrupada da, gerek toplumun kurulu düzeni olarak gerekse bireyin hem kendine, hem yakın ile uzak efrâdı ve öteki varolanlara her ân takındığı tavırları ile davranışlarını belirleyen ana manevî-maddî etken olma keyfiyetini Yeniçağın ortalarına değin taşı- yagelmiştir. Yeniçağın ‘Erken’ devrinde başgösterip sonlarındaysa iyice belirginleşen, az önce bahsettiğimiz vasfıyla dinin, yaşama gündeminden git gide sürülüp çıkarılması vakası, toplumun kurumsal genelinde olduğu karlar, onu oluştu­ran teklerin dahî gönüllerinde kırılmalar ve yetki ile rehberlik boşlukları yarat­mıştır. Dinin, demekki Tanrının veya Onu temsil iddiasını güden kişinin yahut kurumun, öncelikle manevî ve buradan doğup gelişmiş maddî yetkililik ile reh­berlik iktidarını yitirmesi, Batı Avrupanın kimi ruhbân-olmayan toplum sınıfları­na neredeyse sonsuz, sınırsız hamle ile teşebbüs kapılarını ardına dek açmıştır. Bahse konu Klasik Yeniçağ anlayışının Fransızcada düstûrlaştırılmış şiârı, Türkceye “bırakınız ne yaparlarsa yapsınlar” şeklinde aktarabileceğimiz, “lais- sez-faire”dir.

(2)“Bırakınız ne yaparlarsa yapsınlar” şiârı, kalblerin mühürlenip ruhların kararacağı günlerin şaşmaz habercisiydi. Besini ile gücünü, insanın en insani hasleti olan vicdânın köreltilmesi ile ‘utanma’nın dumura uğratılmasından almış­tır: ‘Vicdânın sızlamadıktan’ ve dahî Hadisin dediği üzre, “utanmadıktan sonra, ne yaparsan yap!”(53) Sonuçta, içi boşalıp kalbsizleşen, gönlünden uzaklaşan insan, beşerleşmeğe doludizgin yol alır olmuştur. Beşerleşmenin bariz alâmeti, maddeye taparlıktır. Bunun da tezâhürü servet düşkünlüğü ile avcılığıdır.

Servet edinme ile zenginleşmeye doğru hamle, karşı konulamaz ihtiras olmuştur. Bir yanda, yeğin bir olumsuzluğu ifade eden, dinmek bilmez daha fazla servet edinme hırsı, öbür taraftaysa, insanı hayrete düşürecek raddede olumlu bir duygu durumu, karşı durulmaz bir merak güdüsü, Batı ile Kuzey Avrupadan bir­takım olağanüstü yiğit adamları, ufuklarının ötesi kesinlikle bilinmez uçsuz bucaksız azgın suları aşmaya sevketmiştir. 1500 ile 1550 arası ‘Erken’ devir Yeniçağının en baskın özelliği olarak iki hususa işâret cdilebilinir; bunlardan birincisi servet avcılığı, öbürüyse gerek geçmişiyle gerekse o günüyle dünyayı fizik ile coğrafî bağlamlarda bilme tutkusu. 1450lerde başgösteren bu tutkuya kapılmış kişilerin, denizler ile karaları keşfetme etkinliklerinin olgunlaştığı ve yapıp ettikleri üstüne düşünüp taşınarak bunların anlamını ortaya koymağa baş­ladıkları dönem 1550lerdir.

Yeniçağın ‘Klasik’ devri olan 1550 ile 1700 arası, düşünce ve eylem bakı­mından binlerce yıllık Avrupa tarihinin en ilgi çekici, verimli ve hareketli iki döneminden biridir.(54) Musikîde, resimde, heykeltraşlıkta, mimarlıkta, keşifte, icâtta, mekanikte, gökbilimde, doğa araştırmalarında, mantık ile matematikte ve nihayet metafizikte tarihin kalburüstü dimağları işte şu yüz elli yıl kadar kısa sürede boy göstermişlerdir.

Yeniçağın ‘Klasik’ devrinde atılan olağanüstü önemli tohumların başaklan­ması ve nihâyet hâsatlarının derlenmesi 1780lere rastgelir. 1700 – 1790 artık ‘Geç’ devir Yeniçağıdır. Bu devirde Yeniçağ medeniyetinde temâyüz etmiş İngiliz kültürü, git gide kendi başına medeniyet boyutlarına erişmeğe koyulmuş­tur. Yeniçağın merkez kültürü olan Fransızın ana şiârı “laissez-faire”i devralan İngiliz, kültür kabuğunu zorlayıp kırmağa yüz tutmuştur.

İnceleyin:  Barış — Savaş zıtlığı

(3)Pariste 1788den itibâren patlak veren bir dizi ayaklanmanın arkasından ortaya çıkan 1789 Fransız İhtilâlikebîrle Yeniçağ Batı Avrupa medeniyeti, inki­şâfının şâhikasına ulaşmıştır. Temelde kentsoylu toplum sınıfının devrimci hare­keti olan İhtilâlikebîr, yeni bir toplum sınıfı olacak ‘emekciliğ’in (prolétariat) kuvvesini bağrında barındırmıştır. 1789 İhtilâlikebîr, bir şâhikanın olduğu kadar, kırılmanın yahut ayırım çizgisinin de ifadesidir. Bu tarihten sonra yeni bir mede­niyet biçim kazanacaktır. O da Çağdaş küreselleş/tiril/en İngiliz-Yahudî medeni­yetidir. Bahis konusu ‘nevzuhûr’ medeniyet, selefi Yeniçağ Batı Avrupa medeni­yetinin giderayak dünyagörüşü durumunu alacak maddeci—mekanikçi—hürriyet­çi—positivci—dindışı dünyatasavvuru çerçevesinde Hür Sermâyecilik ideolojisini geliştirecektir. Adı geçen ideoloji de nihâyet sömürücülük—sömürgecilik—ımperyalism sacayağına dayanacaktır.

(4)1789dan itibâren zuhûr eden Çağdaş küreselleştirilen İngiliz-Yahudî medeniyeti ‘Erken’ devrini yaşamağa koyulmuştur. İkisi sıcak, biri de soğuk tabîr olunan üç dünya savaşının sonunu ilân edecek 1990a değin sürmüş bu ‘Erken’ devirde ilkin hür sermâyeciliğin dördüncü ayağını ifade eden ‘sanayi devrimi’ vukûu bulmuştur. Bilâhare sermâyecilik, önce Batı, Orta, Güney ile Kuzey, sonunda da Doğu Avrupaya, buranın ardından yeryüzünün dörtbir köşe bucağına yayılacaktır. İlkin ‘beşerî emek-yoğun’ sanayinin rüzgârıyla ‘yelken açan’ ser­mâyecilik, 1920lerde başlayıp 1990larda tepe noktasına ulaşan bu tür sanayii bertaraf ederek tümüyle fennî olana geçmiştir. Böylelikle Çağdaş küreselleş/ tiril/en İngiliz-Yahudî medeniyeti, ‘Klasik’ devrini idrâk eder olmuştur. İmdi bugün dünyaca içinde yaşadığımız Çağdaş küreselleş/tiril/en Îngiliz-Yahudî medeniyetinin ‘Klasik’ devridir; yoksa anlamca içerikten yoksunmu yoksun ‘Postmodern’ devir filân değildir. ‘Çağdaşlığ’ın sona erip ‘çağdaşlık sonrası’na (Fr post-modeme) geçiş şöyle dursun, adı anılan çağın ‘Klasik’ devrinin bitimi bile henüz görünürlerde yoktur. ‘Geç’ devrin başgöstermesi, ancak farklı seçenek bir medeniyetin ufukta belirmesiyle söz konusu olabilir.

‘Erken’ devir Çağdaş Îngiliz-Yahudî medeniyetinin aslî ideolojisi ‘hür sermâyecilik’, toplumu iki temel sımfa ayırmıştır: Büyük çaplı üretimi elinde tutan­lar, bunlara ‘mâlikler’ diyebiliriz ve mâlik olmayan üretenler, yanî ‘emekçiler’. Bu iki temel kesimin dışında bir ara sınıf bulunur; buysa, küçük tarım üreticisi, esnaf, zanaatkâr ile hizmetlilerden oluşur. Söz konusu dört kümeyi belli bir sını­fa yerleştirmiş olmamıza rağmen, bunlar mütecânis bütünlük oluşturmazlar. En azından ilk iki küme ile sonuncular arasında önemli fark vardır. Küçük çiftci-tarımcı ile zanaatkâr, üretirler. Ancak, kendilerine sermâye birikimine imkân tanıyacak ölçüde artı ürünü, maddî nedenlerden ötürü, meydana getire­mezler.

Bununla birlikte, ortaya koydukları ‘emek’ ile kullandıkları malzemenin karşılığını görürler. Demekki, büyük sermâyenin buyruğunda çalışan emekci-işciden farklı olarak ‘emekleri’ne de onun ‘semere’sine de ‘yabancılaş­maklar. Küçük çiftçi yahut tarım üreticisi ile zanaatkâr, artık ‘çıkmaz yol’, ‘çağ­dışı’ yahut ‘köhne’ iktisâdî etkinliklerden sayılırlar. Aynı değerlendirme, aslında üreticilik yanı bulunmayan, küçük esnaf için de geçerlidir.

Üretici olmamakla birlikte, küçük esnaf, iktisâdî bir etkinlik içerisindedir. Hizmetliler, oysa, iktisâdî etkinlikte bile bulunmazlar. Buna karşılık, toplum hayatının düzen ile tertîbini sağlarlar. Şu var ki, bahsi geçen kısmen alışılagelinmiş öbeklendirme sermâyeci esâslı Çağdaş Îngiliz-Yahudî medeniyetinin günü­müz toplum yapısını, artık tam yansıtmıyor. Bir kere, A.B.D., İngiltere, Kanada, Avusturalya, Yeni Zelanda, Güney Afrika Birliği, Fransa, Almanya-Avusturya, Felemenk, İsviçre, İsveç, Norveç, Danimarka, Finlandiya, İtalya, Ispanya, Meksika, Şili, Aıjantin, Brezilya, Lehistan (Polonya), Macaristan, Rusya, Çin, Japonya, Kore, Hindistan, Tayland ile Malezya gibi, yeryüzünün ‘kalkınmış’ yahut, en azından, mâlî sermâyeci düzene dâhil olmuş ülkelerde özel ile kamu kuruluşları tarafından istihdâm olunan geniş bir ‘hizmetliler kesimi’ daha bulu­nur: Araştırmacı bilimadamları. Bunların, gerek üretime gerekse toplumun tanzi­mi ile tertibine doğrudan kısa vadede katkıları olmaz. Sözü edilen kesimin yanı- sıra, hiçbir yaran görülmeyen çığ misâli devleşen bir ‘işsizler ordusu’(55) ile ‘eğlence sanayii işçileri’(56) de vardır.

Görüldüğü gibi, Çağdaş Îngiliz-Yahudî medeniyetinin klasik devrinde, öncelikle elektronik sanayi hamlesinin ardısıra başgösteren ‘özgüç’ (Fr&İng automation) olayının sonucunda üretimçin istihdâm zorunluluğu gittikçe gerilemektedir. Yine de bu durum, sömüren – sömürülen keskin ayırımını ortadan kaldırmıyor. Tersine, söz konusu uçurumu genişletip derinleştirmektedir.

Günümüzde yürürlükteki Klasik İngiliz-Yahudi medeniyetinde zanaatkârın, küçük çiftçi ile esnafın ve hizmetlinin ‘sınıf niteliği bile müphemdir. Esnaf ile hizmetli, bir fasıl ‘küçük kentsoylu’ sayılmakla birlikte, zanaatkâr ile çiftci-tarımcı hangi öbeğe yerleştirilmeleri icâb ettiği belli değildir. Haddizatında bu, bir sorun olmaktan çıktı. Zirâ mâlî sermâyeci düzenin, hâkimiyetini tesis ettiği diyârlarda ‘el emeği göz nuru’, büyük çapta, hayatta kalmış ‘eskiler’in sisli puslu anı­larında yaşayan bir olaydan ileri geçmez oldu artık. Mamûl mallar, yüzde seksen, doksan oranında kendikendine işleyen âlet edevât yoluyla el değmeden üretilmek­tedirler.

Koca koca imâlathânelerde, fabrikalarda, kuruluşlar ile eneıji üretim mer­kezlerinde, bakıyorsunuz, beş on kişiden mürekkep mühendisler ile teknisyenler topluluğundan başkası yok. Çirkinlik abîdesi dev boyutta gemiler, altı yedi kişi tarafından tümüyle elektronik âletlerle yürütülüyor. Katar (tren) makinistleri ile metro sürücüleri araçlarında süs niyetine oturuyorlar. Yakında aynı durum, pilot­lar için de söz konusu olacağa benzer. Pek çok alanda kişinin, işlerini evinden yahut taşıtından bilgisayar ile telefon yoluyla yürüttüğünü görüyoruz. Bu yüzden yeryüzünün bellibaşlı büyük şehirlerinde işyeri satmak yahut onu kiraya vermek bayağı sorun olmağa başlamıştır. Oralarda yazıhâneler doluymuş gibi gözüksün, bundan dolayı da satış yahut kira râyiçleri düşmesin diye bunların ışıkları söndü­rülmüyor. ‘Alınteri dökerek ekmeğini taştan çıkarmak’, önemli ölçüde, çağdaş nesillerin tanımadığı ‘tarihöncesi’ bir tavrın deyimleşmiş hâlidir. Önemli ölçüde diye niteliyoruz.

Bu, Türkcede amelelik dediğimiz, kaba inşâat işçiliğinin dışında geçerliliği kalmamış bir maişeti temin çeşididir de ondan. O, inşaatlarda çalıştırı­lan, konutlar ile kamuda temizlik işlerinde kullanılan vasıfsız işçi, yanî ‘amele’dir. Kısacası, bu kişi, ucuz işgücü sunan, köleliğin bir gömlek üstünde bulunup her türlü toplum güvencesinden yoksun ‘sınıfdışı’ bir Lumperıproletardir. ‘Safahat toplundan ’ kendilerine yakıştırmadıkları en mihnetti ve pis işleri, yeryüzünün ‘bahtsız toplumlar’ından devşirip getirdikleri bahsi geçen Lumpenproletârlere gördürürler. Onlar da, kendi yerlerinde yurtlarında aç sefil kaldıklarından, mezkûr işleri boğaz tokluğuna görmeğe dünden teşnedirler. Amele olamayanlara kader daha da kötü bir oyun oynar.

İnceleyin:  Yeniçağa Doğru

Kadınlar, genç kızlar ile küçük erkek çocuklar, yer­yüzünün kimi yerlerinde dev boyutlara erişmiş fuhuş pazarlarında satışa arzolunurlar. Bunlar, kelimenin tam manâsıyla fuhuş köleleridir. Onları pazarlayanlar da köle tâcirlcridir. Bu tâcirler, kimi zaman işi meslek edinmiş kimselerdir. İşin daha da kötüsü, zaman zaman, baba, amca, ağabeğ yahut koca neviinden, ‘köle’nin birinci dereceden yakını dahî olabilir. Fahişelik, insanlık şeref ile haysîyetini topyekûn ayaklar altına alan en aşağılık tür köleliktir. İnsanın bundan daha fecîi duruma düşmesi düşünülemez. Fakat ‘insan’ bir kere ‘beşer’ düzlemi­ne indirgenmeyegörsün, her çeşit insanlıkdışı durum olağanlaşır.

(5) İnsan-olmanın maddî ile manevî çıkış yahut hareket noktası karşı cinsi­yete mensûb iki kişinin ‘sevişme’sidir. Aile dediğimiz temel toplum katmanı bu yoldan vucut bulur. Ama beşerleştiren Çağdaş İngiliz-Yahudî medeniyetiçin ‘aile’ mefhumu ortadan kalkmıştır. Bu mefhum ve bunun türevi olan kurumla birlikte ‘sevgi’, ‘saygı’, ‘dayanışma’ ile ‘savunma’ gaileleri de yok olmuştur. O hâlde her şey gibi, cinsiyet de serbestçe pazarlanır, satılır ve satın alınabilinir. Bu yüzden işte, en gözde metâa cinsiyet tâcirliğidir. Bahis konusu ticârette metâa her vakit açıkça sergilenmeyebilir. Ticârî ile siyâsî yatırımları ve mâlî kaynakları harekete geçiren, kişiyi cinsiyet alışverişine hazır hâle getirmek; çoşturmak; şeh­vete dâvet çeşidinden bellibaşlı etkenlerdir.

Batakhâneler, kumarhâneler, meyhâ-neler, genelevler, buluşmaevleri, ‘demiryolu hattı’nın son duraklarıdır. Oralara varmadan önceki ‘durak’lar, dev boyutlara erişmiş bir sanayinin kısımları gibi­dir. Nedir bu kısımlar? Öncelikle erkeği sevişmeğe, kadını da erkeği şehvetlendirmeğe teşvîk edici basın, yayın, sinema, tiyatro, roman, hikâye, müzik yollu propaganda, reklam; kamunun bakışma açık mahallerde levha yahut duvar ilânları. Bütün bir yaşama ve davranma tarzının kökten değiştirilişi; bu değişmenin öncelikle kadının giyimi ile kuşamında kendini yansıtışı: Çıplaklığa varacak rad­dede bedenin açık saçık teşhiri. 1960larda bu tavır deniz kenarında, kumsalda sergilenirken 1970lerin başlarından, özellikle de 1990ların ikinci yansından itibâren büyük şehirlerin kalabalık, işlek, saygın caddeleri ile mutenâ semtlerine taşınmıştır.

Asırlarca bütün müstesnâ medeniyetlerce müstehcen ve müstekreh görülüp kabul olunmuş insan manzaraları artık umûru-adiyeden addolunmaktadır. Tersine, yine öncelikle kadının iffetli, ağırbaşlı davranışı ve buna koşut kapalı giyim kuşamı yerilmekte ve hattâ kimi ülkelerde yasaklanmaktadır. Tasvirini sunduğumuz bu gidişin iktisâdî—ticârî nedenlerinin yanında, siyâsî sebepleri de var. Fuhuş ile zinâ, bireyin günümüzde son toplumsal dayanağı ile sığmağı olan aile kurumunu yıpratıp aşındırmakta; sonunda da çökertmektedir. Böylelikle birey, tümüyle dayanaksız ve korumasız kalmakta, sonuçta küresel sömürü kar­şısında dirençsiz bırakılmaktadır.

(6)1780lerde başlayan küreselleşme çabalan, başarının doruğuna 2000de ulaşmış görünüyor. Felsefe-bilimin dialektik yöntemiyle düşündüğümüzde, görülmemiş zafer, çöküşünün, inkırazının tohumlarını da bağrında taşıdığını anlarız. Çağdaş Küreselleşen İngiliz-Yahudî anlayışının, medeniyet düzleminde, görünürde, rakîbi, onu bırakın, en azından, seçeneği bile yoktur. Onun bildirdiği düstûrların, kalıpların dışında düşünüp eyleyemezsiniz. Ürettiği fennî araçlar ve cihâzlarla geçmişte yaşanmamış raddelere varan denetim, dolayısıyla baskı mekanismalarını kurup harekete geçirebilmektedir. İnsanın yaşamak amacıyla birinci derecede ihtiyâç duyduğu havanın, su ile ekmeğin yanında adâlettir. Haddizâtında bu dörtlünün başında adâlet gelir. O, sakatlanmışsa, hiç değilse, ekmek ile suyun temini zorlaşır, giderek imkânsızlaşır.

Çağdaş İngiliz-Yahudi medeniyetinin ana ideolojisi olan mâlî sermâyecilik adâleti ayaklar altına alan bir fikrî—siyâsî—İktisâdi işleyiştir. Dünya nüfusunun beşte biri yeryüzünün sunabildi­ği nimetlerin yüzde seksenine yakın payını zimmetine geçiriyorsa, beşte dördü­ne de yüzde yirmilik hisse kalır. İşte, uzaklara gitmeğe hâcet yok; A.B.D.nin 2004 başkanlık seçimlerine Demokrat Partinin aday adayı Lyndon LaRouche’un 24 temmuz günü, yani 11 eylül kundaklamalarından kırk sekiz gün önce, Birleşmiş Milletler ile Vaşingtonda iki yüz elli kişinin önünde yaptığı video des­tekli konuşmada mâlî sermâyeciliğin baş kalesi Birleşik Devletlerinin içinde bulunduğu durumu bizlere şöyle tasvir etmiştir:

“Mâlî bunalımda bulunuyoruz… Sistemimiz iflâs etmiş durumdadır. Ulaşım, takat/eneıji, eğitim, sağlık teşkilâtla­rımızın tamamı, altyapı ile sanayimiz çöküş hâlindedir. Halkın yüzde seksenini dar gelirliler oluşturuyor. Bunların durumu 1977dekinden fenâdır. Milletlerarası Para Fonu (IMF) ile hâlihazır siyâsetler devâm ettiği, Wall Street ile Federal Reserv sistemi varolan hâkimiyetlerini sürdürdükleri sürece, A.B.D. de kimse gelişme beklemesin… Çöküş, kendini birden duyurmaz. Kötü siyâsetler, sürer gider; bunalım ânsızın patlak verir. Sâdece A.B.D. değil, Batı Avrupada İngiltere, Almanya, Fransa ile İtalya dahî iflâsın eşiğindedirler…”(57)

(7)Çağdaş küreselleş/tiril/en İngiliz-Yahudî medeniyeti, tarihin sönümü­dür? Tarihte ilk defa seçeneksiz bir medeniyet olması itibâriyle adı anılanın çürü­yüp çökmesi, batmasıyla insan varoluşunun noktalanması mantık gereğidir. Dış görünüşçe ‘beşer’e benzese bile, duygulanmayan, tefekkür edemeyen; şan, şeref, haysiyet, adâlet, merhamet ile güzellik duygularından yoksun fabrika yahut laboratuvar ürünü ‘ruhsuz’, hattâ ‘nefssiz’ ‘beşer kopyaları’na yahut ‘kopyalanmış beşerilere, ‘insan’ bir yana, ‘beşer’ bile diyemeyiz. Kimliğiyle, toplum ortamıy­la, doğal çevresiyle, bir bütün olarak, ‘insan’, ‘soykırım’a uğramaktadır.

Ş.Teoman Duralı-Sorun Nedir?,syf:275-281

Dipnotlar:

(52)- Bkz: Teoman Duralı: “Çağdaş Küresel Medeniyet’, 74. – 77.syflr.

(53)- Bkz Abdübakı Gölpınarlı: “Hz Muhammed vc Hadisleri’, I43.sayfa, 916,satır.

(54)- Öbürüyse, Eskiçağ Ege medeniyetinin M.Ö. Beşinci ile Üçüncü yüzyılar arasında kalan Klasik dev­ridir. Ege medeniyeti Klasik devrinin,Yeniçağınkinden en bariz farkı, etkilelerini nisbeten dar bir coğ­rafyaya yayıp duyurabilmiş olmasıdır.

(55)- İşsizler ordusu içinde çalışma yaşında olup iş bulamayan vasıflı – vasıfsız istihdâm edilebilir olanla­rın yanında, emekliye ayınlmışlar da yer alırlar.

(56)- Tekmil ‘hâne’lerde istihdâm edilen kadın, erkek ve hattâ çocuklar. Bu andığımız kadın, erkek ve hattâ çocuklar, çoğu kere, özellikle ‘fuhuş sanayii’nde köle durumunda çalıştırılırlar.

(57)-Lyndon LaRouche (1922 – ); “How to Survire the Ongoing Financial Collapse”

 

 

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir