Madem Bir Yaratıcı Var O Halde Neden Kötülüklere Müsaade Ediyor?

 

652_320_0b878ea9 Madem Bir Yaratıcı Var O Halde Neden Kötülüklere Müsaade Ediyor?

Soruda yer alan problemin bugün itibarıyla taşıdığı mana şudur: Madem her şeye gücü yeten, yaratmasında kusur bulunmayan bir Allah fş- var, o halde neden yarat­mış olduğu bu alemde depremler, seller, hastalıklar gibi bilumum kötülükler var. Sonuçta bunları da Allah ya­ratmış olmuyor mu? Bunların varlığı, yaratmasında ku­sur olmayan bir ilahın yokluğunu gerektirir. Dolayısıyla “Kötülük problemi” başlı başına Allah’ın varlığına dair delil olarak getirilen ‘Gaye ve Nizam’ delilini çökertmek­tedir. özetle ateistlerin iddiası budur. Yani onlara göre evrende kötülüklerin bulunması hem düzen olmadığının hem de sanatında kusur bulunmayan bir yaratıcının var olmadığının bir göstergesidir.

Bu iddiaya cevap vermeden önce şu noktayı hemen belirtelim: Esasen bu problem yeni bir problem değildir.

Zira tarihte Mecusiler de âlemi yöneten iki tanrının ol­duğunu, bunlardan iyilikleri yaratanın Yezdân, kötülük­leri yaratanın ise Ehrimen olduğunu iddia etmişlerdir.[83] Mu’tezile ise, Allah-’ı kötülüklerden tenzih etme dü­şüncesiyle şerri yaratanın Allah olmadığı şeklindeki batıl görüşü ortaya atmıştır.[84] önceleri bu düşüncelerle yarat­ma itibarıyla Allah-’a nispet edilmeyen kötülükler son­raları başka bir yanlış teorinin doğmasına da sebep oldu.

Öyle ki 18. Yy filozoflarından David Hume (Ö.1776) kötülük problemini yaratıcının var olmadığı yönünde bir delil olarak kullanmanın kapısını açtı. Nitekim o şöy­le demişti: “Tanrı kötülüğü önlemek istiyor da gücü mü yetmiyor? Öyleyse o güçsüzdür. Yoksa gücü yetiyor da kötülüğü önlemek mi istemiyor? Öyleyse o iyi niyetli de­ğildir. Hem güçlü hem de iyi ise, bu kadar kötülük nasıl oldu da var oldu?”[85]

Günümüz ateistleri de David Hume’in geliştirdiği bu mantık üzerinden ‘Kötülük Problemi’ ni Allah’ın var­lığım inkâr konusunda bir delil olarak kullanmaktadırlar. Oysa bu delil getirme şekli birçok açıdan bakıldığında so­runludur. Ne tarz sorunlar taşıdığı ve kötülük problemi diye gündeme getirilen bu meselenin bir problem olup olmadığı konusunu belli başlıklar altında özetleyerek izah etmeye çalışalım.

Kötülük Nedir Tespit Edebildik Mi?

Bu mesele üzerinde konuşurken her şeyden önce şu sorunun cevabını aramalıyız: Kötülük nedir? Zira bu cevabı ararken göreceğiz ki bu mesele üzerinden yara­tıcıyı inkâra kalkışanların mantığı gereği kötülük denen bir şey olamaz. Çünkü onların mantığı Naturalist ve Ma­teryalisttir. Onlar bu evrene sadece maddeci bir gözle bakmaktadırlar. Kötülük olarak nitelenen şeyler ise me­tafizikse! boyutu olan şeylerdir. Şayet onlar kendi adları­na tutarlı olmak istiyorlarsa, kötü olan bir olaya sadece atomların yer değiştirmesi açısından bakabilirler. Çünkü onlara göre tüm evrene bu nazarla bakılmalıdır.

Kötü olarak niteledikleri hastalık olayını ele alalım mesela: Onlara göre hasta olan kişide odaklanmamız gereken gerçek, insanın biyolojik manada uğradığı de­ğişimdir. Hücrelerin yeni bir hal almasıdır. Organların dinamik halini, zayıf bir hale devretmesidir. Peki bunda kötü olan taraf nedir? Değişim mi? Mutlak manada bir değişim ne zamandan beri kötü sayılmaktadır? Eğer güç- lüden zayıfa intikal etmesidir denirse bu da maddeci bir kafayla düşündüğümüzde mutlak anlamda bir ‘kötülük’ değildir. Zira söndürmek istediğimiz bir ateşin alevinin güçlülüğünü kaybederek zayıflaması bizim maksadımız açısından iyi midir kötü mü? Elbette iyidir, öyleyse mut­lak manada zayıflığa intikal kötü sayılamaz.

Şayet hastalığın kötü olma nedeni, insanda meydana getirdiği bitkinlik, yorgunluk ve moralsizlik gibi neden­lerle açıklanmaya çalışılırsa o halde deriz ki, bütün bunlar deneylenebilen şeyler değildir. Çünkü bunların tamamı histir ve metafiziksel boyut taşımaktadır. Hani siz fizikten öte bir gerçek tanımıyordunuz? Size göre bir depre­min fay hatlarının kırılmasından başka ne gibi bir izahı olabilir? Benimsediğiniz ideoloji size sadece atomların hareketlerini takip etmeyi gerçek olarak sunmuyor mu? O halde bu evrende yaz mevsiminin yerini kışa bırakması ile, sıhhatin yerini hastalığa bırakması arasındaki fark ne olabilir? Sizin düşüncenize göre İkincisi kötü ise birincisi de kötü olmalı değil midir?

Kötülük Görecelidir

Ayrıca, kötülük göreceli de bir şeydir. Zira size göre kötü olan bir şey bir başkasına göre pekâlâ iyi hatta bir fırsat bile olabilir. Bu, kişilerin bulundukları konum ve meseleye bakış açılarına göre değişkenlik gösterecek bir durumdur. Mesela, hasta olan bir kişi için bu durum ken­di adına kötü bir durumdur. Fakat o hastalığı tedavi ede­cek bir doktor için bir iş fırsatıdır. Elbette bunu doktorlar için insanların hastalanması güzel bir şeydir, doktorlar insanların hastalanmasını ister manasında söylemiyoruz. Fakat hayatın böyle bir gerçeği yok mudur? Bizler hasta­lanırız ve doktorlar da işleri icabı bizlerin hastalanması­na karşın gösterdikleri reaksiyon üzerinden geçimlerini sağlarlar.

Veya arabanızın bozulması sizin için talihsiz ve kötü bir durum olabilir. Fakat bu durum bir araba tamircisi için fırsattır ve geçimini sağlayabilmesi adına iyi bir du­rumdur. Hayatın akışı içinde böyle nice gerçek vardır. Tam da buna uygun olarak ebedî hayata inanmayan bir kişi için hastalık, dertler, sıkıntılar bu hayattaki yaşamın tadını kaçırdığı için kötüdür. Oysa ahirete inanan bir kişi için başa gelen bir musibet, günahlarının affedilmesi ve ebedi hayatındaki derecelerinin yüksek olması için bir fırsattır ve son derece iyi bir durumdur. Nitekim Kur’an-ı Kerim başa gelen musibetlere sabreden müminlere müj­deler vadetmekte ve Allah Resulü de müminin başına gelen her can sıkıcı olayın mutlaka onun için günahlarını örten bir keffaret olduğunu beyan etmektedir.[86] Bir ha­dislerinde ise Hz. Peygamber şöyle de buyurmuştur: “Müminin işine şaşılır, çünkü onun işinin tamamı kendi­si için bir hayırdır. Bu da sadece mümin için geçerli bir durumdur. Şayet ona bir hayır isabet etse o da şükretse bu onun için bir hayır olur. Başına şer bir iş gelse o da sabretse bu da onun için bir hayır olur.”[87]

İnceleyin:  Zygmunt Bauman - Ahlaki Körlük -Alıntılar

Bir Şeyin Kusurlu Olmasının Nasıl Anlarız?

Ateistler bu evrendeki bazı olayları kendilerince ku­sur sayarak evrende kötülüklerin var olduğunu ve bu kusurlu/kötülük barındıran evreni kusursuz bir yaratıcının yaratmış olamayacağını savunmaktadırlar. Oysa şu soru­nun cevabı da aranmalıdır: Bir şeyin kusurlu olduğu nasıl tespit edilir? Bunun cevabında göreceğiz ki bir şeyin ku­surlu olması amacına uygun kullanılmasıyla anlaşılabile­cek bir şeydir. Aksi takdirde yukarıda bahsini yaptığımız görecelilik burada da söz konusu olacaktır.

Mesela, ben şu anda yazı yazdığım bilgisayarla ilgili şöyle bir yorum yapsam: “Bu bilgisayar kötü bir bilgisayar çünkü camları silmeme yaramıyor.” Bu yorum tutarlı bir yorum olur mu? Camları silmemesi bilgisayar namına kötü bir şey sayılabilir mi? Sayılamaz. Çünkü bilgisayar ne üretim ne de kullanım amacı açısından camları silme işlevi için oluşturulmamıştır. Buna göre ateistler, bugün kusurlu olarak niteledikleri şeylerin ne kadar var oluş amaçlarına vakıf olduklarını test ettiler mi? Elbette hayat olarak sadece bu dünyaya inanan biri için hastalığın hiç­bir var oluş amacı olamaz. O, başlı başına bir kötülüktür.

Depremler, katliamlar vb. hadiseler de öyle.. Peki bun­ların var edilmesinin sadece Allah tarafından bilinen bazı hikmetlere bağlı olması durumunu niçin göz ardı ediyo­ruz? Gerçek şu ki, biz insanlar kusurlu bilgi ve algıları­mızla fotoğrafın sadece bir veya birkaç pikselini görebili­yoruz. Resmin tamamını bilen ise Allah tır. Bu durum bizzat rabbimiz tarafından şöyle ifade buyrulmaktadır: “Sizin için daha hayırlı olduğu halde bir şeyi sevmemeniz mümkündür. Sizin için daha kötü olduğu halde bir şeyi sevmeniz de mümkündür. Allah bilir, siz bilmezsiniz.”[88]

Ateistler, inançları icabı kötü olarak niteledikleri şey­lerin var oluş amaçlarına dair hiçbir şey söyleyemiyor­lar. Oysa var oluş amacını bilmediğiniz bir şeyi kusurlu olarak niteleyemezsiniz. Çünkü belki sizin kusur olarak gördüğünüz şey tam da onun var ediliş amacıdır. Öyleyse dünyada böyle olayların var olması yaratılıştaki kusura ve oradan da kusursuz bir yaratıcının yokluğuna delil ola­maz. Aynanın arkasının karanlık olması misali tam da bu duruma örnektir. Size göre kusur olan karanlık, aynanın varlık amacıdır. Zira ayna yansıtmak için vardır ve bu yansıtma için de o siyahlık olmazsa olmazdır. Demek ki kusur değil, lâzımdır.

Kötülük Problemi Yaratıcının Yokluğunun Delili Olamaz.

Bu mesele zımnında işlenen bir mantık hatası da, ev­rende ‘kötülük’lerin var olmasını Allah’ın yokluğuna delil getirmektir. Çünkü bu olsa olsa Allah merhameti başlığı altındaki bir soru olabilir. Yani sizin hastalık vb. insanların canlarını sıkan olayların varlığından hareket­le “Allah «M kullarına acımıyor mu, neden bu sıkıntılara uğramalarına mâni olmuyor”[89] sorusunu sormanız ma­kul olabilir. Fakat “Madem Allah var o halde neden bu sıkıntılar var” sorusunu sormanız makul olmaz. Çün­kü var olan Allah sizin bu kötülük olarak nitelediğiniz şeylerin tamamını belli hikmetlere binaen yaratmıştır. O halde bunların varlığı yine O U’nun varlığını göster­mektedir, yokluğunu delil. Yani sizin Allah’ın yoklu­ğuna dair kullandığınız delil, kötülüklerin amacını bil­memenizden kaynaklanmakta ve iddianızı değil aksini ispat etmektedir.

Bu Hayatın Amacı Ne?

Kötülük problemi meselesini iyi anlayabilmemiz için bu hayatın niçin var edildiğine, bu hayatta bulunma ama­cımızın ne olduğu sorusuna sağlıklı bir cevap bulmamız gerekir. Ateistlere göre bu hayatın var ediliş amacı veya bizim burada bulunuyor oluşumuzun bir gayesi olmadı­ğından kötülük olarak niteledikleri tüm olayların hiçbir anlamı kalmamaktadır. Onlara göre bu olaylar sadece in­sanın yaşam düzenini bozmakta ve yerle bir etmektedir. Bu sebeple bu olaylar her yönüyle kötüdürler.

Oysa İslam bize bu dünyada bulunma amacımızın hangimizin daha güzel amel işleyeceğinin sınanması olduğunu,[90] ahireti kazanmak için burada birtakım im­tihanlara tabi tutulacağımızı söylüyor. Nitekim konuyla ilgili bir ayet zikretmemiz yerinde olacaktır: “Andolsun ki sizi biraz korku ve açlık; mallardan, canlardan ve ürün­lerden biraz azaltma (fakirlik) ile deneriz. (Ey Peygam­ber! ) Sabredenleri müjdele!”[91] Öyleyse bu dünyada imti­han olunmak için varız. İmtihanda yanlışların olması ise kaçınılmazdır. İmtihanlardaki yanlış şıklar doğruyu bula­bilmemiz için bir fırsattır bir bakımdan. Bu durumda bir kimsenin çıkıp da “imtihanda niçin yanlış şıklar var” ta­rafına odaklanması ne derece yanlışsa ve imtihanın ama­cına zıtsa imtihan için gönderildiğimiz bu alemdeki sabır ve teslimiyetimizin ortaya çıkması içi var olan olaylara “kötülük” demesi ve bunları Allah’ın yokluğuna delil sayması o kadar yanlıştır.

Biz öyle bir tablo çiziyoruz ki sanki bizi bu dünyaya gönderen Allah yememiz, içmemiz, lezzetlenmemiz için göndermiş. Eğer böyle olsaydı o zaman bu dünyada niçin “hastalık, ölüm ve doğal afetler” in olduğunu sora­bilirdik. Fakat bu dünyaya gönderilişimiz imtihan oldu­ğuna göre burada bizim sabrımızı test edecek olayların olmaması amaca zıt olur? Şu hâlde, kusur ve kötülüğün tespiti bağlamında söylediğimiz şeyi tekrar hatırlayalım: Bir şey eğer amacına hizmet etmiyorsa kusurlu ve kötü sayılabilir. Ancak o şey, tam da var oluş amacına hizmet ediyorsa niçin kusurlu veya kötü olsun? Allah Teâlâ bu olayları bizlerin dünya ve ahirette temizlenmesi, merte­bemizin yüksek olması ve ebedi hayatımızda daha mü­reffeh bir hayat yaşayabilmemiz için yaratıyor. Malum, hiçbir şey karşılıksız değildir, olamaz. O nimetlere ula­şabilmek için belli bedellerin ödenmesi gerekiyor. Bu açı­dan bakacak olursak ateistlerin kötülük olarak gördükleri şey, bu hayatın var ediliş gayesine uygun olan fırsatlardır.

İnceleyin:  Sevgi,Müslümanca Sevgi

Doktor müşahedesiyle fizik tedavi gören bir hastanın yanına girdiğimizi düşünelim. Doktor ona birtakım eg­zersizler gösteriyor ve o da zar zor, kan ter içinde kalarak onları tatbik etmeye çalışıyor. Bu durumda bizim kalkıp doktora: “Sen niçin bu hastayı böyle zorluyorsun. Yazık değil mi? Bırak rahat rahat istirahat etsin” dememiz ma­kul olur mu? Veya hastaya: “Kardeşim, eve gidip ayakla­rını uzatıp kahveni yudumlamak varken ne diye burada böyle işkence çekiyorsun” dememiz mantıklı mıdır? De­ğildir. Çünkü orası istirahatgâh değildir. Orası hastalık tedavi merkezidir ve bu hastalıkların aşılabilmesi de yo­rucu bile olsa belli egzersizlerin düzenli şekilde yapılma­sına bağlıdır.

‘Kötülükler Olmasa İyilikler Bilinmez

“Eşya zıttı ile bilinir”” diye bir kural vardır. Dolayı­sıyla evrende ‘kötü’ olarak nitelenen olayların var olması iyi olanların da bilinmesine sebeptir. Yani kusur gibi gö­rünen şeyler ve kötülükler olmasa kusursuzluğu ve iyi­liği bilemeyiz, örneğin, hastalık olmasa sıhhatin, ölüm olmasa hayatın, depremler olmasa düzenli yerleşimin, zulümler olmasa adaletin kıymeti bilinemez. Zira tek­düze devam eden hâl zamanla alışık bir hal alır ve insan tarafindan kıymeti bilinmez. Hastalıklar, doğal afetler ve ölümler aslında bir ‘hoca’dırlar insanlar için, öğrenmek isteyene çok şeyler öğretirler.

Mesela hastalık insanlara aciz olduklarını, bedenleri­nin kendilerine ait olmadığını, her yönleriyle Allah S-’a muhtaç olduklarım, bedenlerinin kendilerine zevku sefa için değil yaratıcılarına teslim olmak ve ibadet etmek için verildiğini öğretir. Doğal afetler, bu kâinatın bir sahibinin olduğunu, insanın buranın âmiri olamayacağını öğretir. Ölüm ise bu hayattaki lezzetlerin fâni olduğunu, zengin­liğin, makam, mevki ve rütbe gibi şeylerin bile kaçınılmaz sondan insanı kurtaramayacağını, bu dünyanın ebedî ha­yat için sadece bir köprü olduğunu öğretir. Görüyor mu­yuz? Klasik bir ateistin tamamen kötülük gördüğü şeyler aslında ne denli anlamlar barındıran, bizleri bu hayatın var ediliş gayesiyle tanıştıran şeylermiş. Demek ki hiçbir şey boş değil, anlamsız değil. Amacına yönelik katkılar sağlayan hiçbir şey de kusurlu değil, kötü değil.

Olayın başka bir boyutu da şudur: Bizler bu hayattaki davranışlarımıza göre ya cennetle mükafatlandırılacak ya da cehennem ile cezalandırılacağız. Şayet bu alemde sıkıntı, dert, keder gibi şeylerle hiç karşılaşmamış olsak ne cennetin rahatlığını ne de cehennemin çetinliğini anlayabilmemiz mümkün olmaz. Her ne kadar oradaki nimet ve azaplar buradakilere göre çok daha zor olacak­sa da buradaki musibetler oradakilerin büyüklüğünü anlamamıza yardımcı olmaktadır. Bu da cennete daha çok rağbet edip cehennemden daha ziyade kaçınabil- memiz için de çok önemli bir husustur. Çünkü bunun sayesinde ebedi hayatımızı kendi ellerimizle şekillen­dirmiş olmaktayız.

Allah’ın İsimleri  Tecellî Ediyor

Ateistlerin “Kötülük problemi” başlığı altında zikret­tikleri şeyler aslında bir kulun Rabbi’nin isimlerini ve sı­fatlarını bilmesi için sebeplerdir. Mesela hastalıklar bize Rabbimizin ‘eş-Şâfî/Şifâ veren’ ismini bildirir. Hastalıklar olmasa bizler bu ism-i celili bilemezdik. Ölümler olma­sa Rabbimizin “el-Mümît/Öldüren” isminden nasıl haber dâr olacaktık? Aynı şekilde dünyada işlenen zulümlere karşılık bir ceza olarak ortaya çıkan bazı musibetler ol­masa Rabbimizin “el-Müntakim/İntikam alan” ism-i ceh­lini nasıl bilebilirdik?

Bunlar gibi daha nice örnekler bize dünyada olumsuz vaka olarak gördüğümüz şeylerin hiçbirinin amaçsız ol­madığını bilakis başlı başına bir muallim/ öğretici oldu­ğunu göstermektedir.

Iskalamayalım!

Son olarak şu noktayı da mutlaka belirtmeliyiz: Yaşa­dığımız hayatta sıhhate nispetle hastalıklara, yaşamaya nispetle ölümlere, düzenli yerleşimlere nispetle doğal afetlere baktığımızda hastalık, ölüm ve doğal afet gibi du­rumların çok çok az olduğunu göreceğiz. Belki de oran üzerinden bu olaylar %1’e bile karşılık gelmemektedir, öyleyse bu olumsuz vakaları hayatın merkezine koyan, birinci gündem maddesi haline getiren hatta ve hatta yaratıcıyı inkâra delil gibi gösteren Şeytan’dan başka ne olabilir? Şeytan insanı, kâinattaki böylesine muazzam bir düzen ve işleyişe baktırmaksızın böylesi detaylarda adeta boğmaktadır. Böylelikle de insan, kâinattaki bu müthiş sistem üzerinden Allah M’ın varlık ve kudretini tefekkür etmek yerine detayın bile detayı olamayacak böylesi na­dir vakalara odaklanarak küfrü/nankörlüğü tercih ede­bilmektedir. İşin bu yönünü de lütfen ıskalamayalım!

Ömer Faruk Korkmaz – Sorun Kalmasın,syf:125-136

Dipnotlar:

[83] Abdülkâhir el-Bağdâdt, el-Fark beyne’l-Fırak, Daru’l-Âfâki’l-Cedîde, Beyrut, 1977, Baskı: II, s. 278.

[84] İbn Hazm, el-Fasl fi’l-Mileli ve’l-Ehvâi ve’n-Nihal, Mektebetu’l-Hân- d, Kahire, III/44.

[85] David Hume, Din Üstüne, (Trc: Mete Tunçay), İmge Yayınları, Anka­ra, s. 209.

86.“ Ahmed b. Hanbel, Müsned, 12/341, No: 7386; Buhârt, “Kitâbu’l-Mer- di”, No: 5317;Müslim, “Kitâbu’l-Birr ve’s-Sıla” No: 49; İbnHibbân, Sahih, No: 2905; Taberâni, el-Mu’cemu’l-Evsat, No: 2240.

87.” Müslim, Kitâbu’z-Zühd ve’r-Rekâik”, No: 64; Taberâni, el-Mu’ce- mu’l-Evsat, No: 3849; tbn Hibbân, Sahih, No: 2896.

[88] Bakara, 216.

89.* Bu sorunun özet olarak cevabı için “Allah Niçin Bir Kuluna Eziyet Verirken Diğer Kuluna Rahatlık Veriyor? Allah’ın Bazı Kullarına Ge­nişlik Bazı Kullarına da Darlık Vermesi Adaletle Nasıl Bağdaştırılır?” sorusuna verdiğimiz cevaba bakınız.

[90] Mülk, 2.

[91] Bakara, 155.

92 Mütercim Âsim Efendi, el-Okyânusul-Basît fi Tercemetıl-Kâmû’ sul’Muhît, Yayınevi, Tarih: Yok, 1/166.

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir