Kitap Notları-Hikmetli Sözler-Şiirler-Beyitler -5

indir-300x150 Kitap Notları-Hikmetli Sözler-Şiirler-Beyitler -5

 

Her kültür kendi GÖK-YÜZÜ’ne bakar… İşte ancak böyle bir kültürün yine kendine ait bir GÖK-KUBBE’si olur… Sonuç açıktır: Kendine hâs bir yüzü olmayan kendine ait denebilecek hiç bir şey varlığa getiremez..

İhsan Fazlıoğlu

——————–
Varlık yalnız Bir’dedir, toplam bölüm her birde…
Devam eden yalnız bir, sayıda dört tekbirde…
Necip Fazıl Kısakürek
——————

Kumarhaneler bedava içki verir. Çünkü alkolle muhakeme zayıflar; kişi daha çok oynar, daha çok kaybeder. Ama bedava alkolün bir sınırı vardır; sızmanız engellenir. Kaybedecek kadar sarhoş, oynayabilecek kadar ayık olmanız gerekir.

Batı, ayıltırken de bayıltırken de kazanır.

Mücahit Gültekin

——————–

Vicdanın, ahlakın, Allah’ın (cc), aklın, ruhun, mananın, kabul etmediği bir çirkinliği gördüğünüz zaman, elinizle yıkın. Ona kudretiniz yetmezse sözünüzle yıkın. Buna da kudretiniz yetmezse kalbinizle yıkın. Yalnız kalbe de kalırsa, bilin ki indi ilahide inananların en zayıf sınıfında bulunursunuz. Ya çirkinliği güzel diye kabul ederse, batıla hak diye taparsa hangi sınıfta bulunur? Onun sınıfı yok. O mükellef değil. Serbeste dâhil o. O ne demek o? İnsan muamelesine tabi değil. Teklif yok çünkü. İnsan değil…

Şemseddin Yeşil Efendi

———————

İnsanın ebediyete olan inancı yitirildiğinde sadece aşk değil, onu hayatta tutan yaşam enerjisi de yitirilir. Dahası hiç bir şey ahlaka aykırı sayılmayacak, her şeye, hatta yamyamlığa bile göz yumulacaktır. Tanrıya ve ebediyete inanç yitirilip, Tanrının yerine akıl konursa makul olan tek bir değer kalır, bencillik.

Dostoyevski / Karamazov Kardeşler

——————–
—————–

Felsefecilerin ve ilahiyatçıların şunu iyi anlamaları gerekir:

Bir kelimeyi kılı bin kırk parçaya ayırarak analiz etseniz bile bu analiz anlamak değildir. Dil felsefesinin şu ilkesi pek çok gereksiz çabayı havanda su dövmeyi önler: “Anlam bireysel kararla belirlenmez; kullanımdan ibarettir; bir kelimenin pek çok anlamı olsa bile bu anlamlardan cümlede sadece biri söz konusudur; ANLAM TOTO OLMAZ; bir kelimenin tek başına anlamı yoktur. KELİME BİR CÜMLE İÇİNDE ANLAMLIDIR.”

Prof.Dr.Zeki Özcan

———————

Biruni 27 yaşındayken 18 yaşındaki İbn-i Sina ile yazılı bir münakaşaya giriyor. Konu nedir biliyor musunuz? “Işığın sürati ölçüsüz müdür yani lamütenahi midir, yoksa ölçülebilir mi?” Ne müthiş bir şey değil mi? Böyle bir şey bugünün Türkiye’sinde bile olmaz.

| Prof. Dr. Fuat Sezgin

———————–
Zamansız ölümden ziyade, namazsız ölümden korkmalıyız..
——————–
Merhaba ey harap makbereler,
Sâfiline küşâde pencereler!
Nezdinizde karârı pek severim.
Bence hep şi’rdir bu meşcereler,
Şu bayırlar, harabeler, dereler.
Bu esen rüzgârı pek severim.
(A. Hamid)
———————–

Bir ülkede okur-yazarlık oranını yükseltmede alfabeyi değiştirmenin gerekli ve yararlı olduğunu iddia edenler- düşünenler önce Çinlileri ve Japonları ikna etsinler.

Atilla Yayla

———————

(Hz. Muhammed s.a.v hakkında )

“Dünya’da taç ve ihtişam sahibi hiçbir imparatora, yamalı bir hırka içindeki bu insan kadar hürmet ve itaat edilmemiştir. Yirmiüç yıllık dünya imtihanı, gerçek bir kahraman için lüzumlu bütün unsurları taşımaktadır.”

Thomas carlyle

——————-

“Hüzün çöken bir ızdırab/ölü evi gibi olan şu ayrılık yurdundaki ikametim ne de uzadı! Öyle bir yer ki burası, keder meskeni, hüzün yurdu, dört başı mamur bir savaş meydanı, aksilik yurdunda dipsiz endişe kuyusu!”

Şeyhülislam Ebussuud Efendi

———————-

Ebussuud Efendi’den bir fetva:

Sual: Zeyd; “avratların olduğu cennet bana gerekmez” dese ne lâzım olur?

Cevap: Gerekmezse Cehennem’e gitsin. Ketebehu Ebussuud.
😊😊
(Ebussuud Efendi ve Fetvaları, Pehlül Düzenli, s. 35)(alıntı)

———————

Kur’an’da akıl kelimesi geçmez.Akıl fiili geçer.Akıl ancak vahyin kılavuzluğunda hakikate götüren bir araçtır.Eğer akıl,vahyin kılavuzluğunu kaybederse hevaya dönüşür ve şu ayet tecelli eder:Gördün mü hevâsını ilah edineni?(Furkan 43)

Bedri Gencer

——————

Malûmâtın yanlış olduğu yerde, yorumun doğruluğu tartışılmaz. Usûl’un/Yöntem’in olmadığı yerde yalnızca susulur; kıpırdanmaz.

İhsan Fazlıoğlu

———————–

Cesed-i insan; havaya, suya, gıdaya muhtaç olduğu gibi, ruh-u insan da namaza muhtaçtır.

(Bediüzzaman Said Nursi)

———————

Dünya ise, bütün şaşaasıyla âhirete nisbeten bir zindan hükmündedir.”

Üstad Bediüzzaman Said Nursi

——————

Her mü’min, gönlünü bütün mahlûkâtın huzur bulduğu bir rahmet dergâhı, bir mânevî rehabilite merkezi hâline getirmeye azmetmelidir. Zira kendi kurtuluşun, başkalarının da kurtuluşuna hizmet etmekten geçtiğini bilmelidir.Bu sebeple de yaşadığı toplumda İslâm ahlâkının güzel bir temsilcisi olmaya gayret göstermelidir. Yaptığı iyiliklerin, gönüllerde İslâm’a muhabbet meyli doğuran en tesirli tebliğ vesîlesi olduğunu unutmamalıdır.Buna mukâbil, yaptığı yanlışların da İslâm’a fatura edilebileceğini, gönüllerin hak dinden uzaklaşmasına sebebiyet verebileceğini hatırından çıkarmamalıdır. Bu vebâle girmemek için de hâl ve tavırlarına son derece dikkat etmelidir.Osman Nuri Topbaş Hoca

—————-

Çağ, Konfor Çağı…

Bizi erdem, ahlak, etik, adalet arayışı için “savaşmak” değil…
konfor için herkesi ve her değeri satan kişiliğimiz, kültürümüz, ahlakımız bitirecek!

Ercan Yıldırım

———————

Vazgeçebilme hürriyeti. Bu hürriyete pek az sahip olduğumuzdan tuttuğumuzu bırakamıyor, bulunduğumuz yere yapışıyor, yürüyüp gidemiyoruz.

Seni ne eksik bırakıyorsa, sen de onu bırak.

Kemal Sayar

————————-
“-Sen beni bilgili, çok okumuş bir adam mı sanıyorsun?
-Tabii ki- dedi Zi-gong- öyle değil misin?
-Pek sayılmaz- dedi Konfüçyüs
– ben yalnızca başka her şeyi birbirine bağlayan bir ipi tuttum.”
Manuel Castells,Ağ Toplumu Önsözünden..
———————
Nâzenin bu ömrümüz bir göz yumup açmış gibi /
Geldi geçti duymadık bir kuş konup uçmuş gibi
Âşık Paşa (1272-1333)
——————–
Dün tabibe derd u dilden bir devâ sordum, dedi;
Gam yemekten özge bu derdin devâsın bilmedim
Aşık Paşa
————————
Anlarsa, uzağım yakınım;
Anlamazsa, yakınım uzağımdır…
(İsmail Fakirullah Hz.)
———————

Kimisi bilmem der bilir; kimisi bilir bilmezlenir. Kimisi bilmediğini bilmez, bilirim der; kimisi bildiğini bilmiyor zanneder. Bilmemeyi bilmekle, bildiğini bilmemek aynı değildir. Kurtulanlar, bilmediğini bilenlerle, bildiğini bilmeyenlerdir. Onlar birbirini bilir, birbirinden bilir, birbiriyle bilir.

Yunus Emre

———————-

Eşitlik doğru ile yanlışı, hak ile batılı birbirinden tam, net ve kesin olarak ayırt edemeyen insanoğlunun bulduğu hukuki bir çözümdür. Oysa Allah kimin ne olduğunu tam olarak bildiğinden ve bu yüzden haklı olan ile olmayan Onun nezdinde apaçık olduğundan Allah için asıl olan eşitlik değil adalettir. Bu yüzden İslamın hükümleri eşitliğe göre değil adalete göre belirlenmiştir! Allah ve din açısından asıl olan adalettir eşitlik değil!

Abuzer Dişkaya

—————–
Sinesinde birleşsin sağa sola sapanlar,
Kahrolsun Hak dururken zorbalara tapanlar!
Osman Yüksel Serdengeçti
——————–
Bilmiyorum, neden
“At soylu hayvandır, güvercin güzeldir.” derler?
Ve neden hiç kimse yarasayı kafese koymuyor.
Yoncanın ne eksiği var kırmızı laleden.
Gözleri yıkamalı, başka türlü görmeli.
Kelimeleri yıkamalı.
Kelime rüzgâr olmalı, yağmur olmalı…

Sohrab Sepehri
—————————
İnsanların, terbiye ve talim sürecinde omurgalarını çökertip sümüklü böcek haline getirdikten sonra düşünmelerini istemek bir şaka değilse, ahmaklıktır.
(İhsan Fazlıoğlu)
————————

Şiddetle İslam tarihini ve geleneğini akıl ve rasyonel yaratıcılıktan yoksun olmakla suçlayan Müslüman düşünürler (ve düşünmeyenler), bu yaptıklarının taklitten ibaret olduğunun farkında bile değillerdir. Foucault, Derrida veya Batı’daki herhangi bir popüler ismi taklit etmekten ileriye geçemeyenlerin, kalkıp da “ortaçağ aklını” veya daha doğrusu aklın “yoksunluğunu” eleştirmelerini çok ironik buluyorum. Fakat hepsinden kötüsü, liberalizmi, kendi eleştirel düşünce süzgecinden geçirmeden taklit ediyorlar. Birkaç istisna hariç, hiçbiri körü körüne taklit ettikleri düşünce sisteminin eleştirel incelemeye dayanıp dayanmadığını sorgulamış dahi değiller.

(Cin’s Dergi’nin Wael HAllaq ile röportajından)

Bu adam bize sövüyor “Nasıl bir hazişnenin üzerinde oturduğunu bilmeden, Gavurun aklına uyup dedenize sövdünüz, bre ahmaklar” diyor gibime geldi.

Ahmet Hakan Çakıcı

————————-

Kadının hayatında en bahtiyar çağ, bütün varlığını ailesine, bütün varlığını cemiyete verebildiği çağdır. Gerçek ve tabii bir heyecan. Kendi başkaları için çırpınır, başkaları onun için. Kadın çocuğu için hem sütanne hem terbiyeci, hem sevgili olduğu yıllarda bahtiyardır.

Cemil Meriç

———————
Zaman kötü… Çocuklar anne babalarına itaat etmiyor ve herkes kitap yazıyor”
Cicero, mö. 43
————————–
Ne günlere kaldık ey Gazi Hünkar!
Katır mühürdar oldu, eşek defterdar.
Ziya Paşa
——————

Ca’fer es-Sâdık’a nispet edilir:

“Allah Teâlâ, üç şeyi üç şeyde gizlemiştir.

1. Rızasını taatinde gizlemiştir. Bu sebeple O’nun taatinden hiçbir şeyi küçük görmeyin; belki rızası o şeydedir.

2. Gazabını günahlarda gizlemiştir. Onun için hiçbir günahı küçük görmeyin; belki gazabı ondadır.

3. Evliyasını mümin kulları arasında gizlemiştir. Bu sebeple müminlerden hiç kimseyi hor görmeyin; belki o, Allah’ın veli kuludur.”

(Ebu Tâlib Mekkî, Kûtü’l-Kulûb; Gazzâlî, İhyâ.)

————————

Jacques Ellul, Sözün Düşüşü 9 isimli kitabında, imajların istila ettiği ve dilin gözden düştüğü günümüz dünyasını betimler. Sınırsız imaj patlamasıyla “hakikat”i “gerçeklik” düzeyine indirgeyen modern insan, artık tarlalar, ırmaklar, ormanlar arasında değil; reklam panoları, sinyaller, etiketler gibi göstergeler arasında yaşıyor. Böylelikle kurgulanmış bir dünyaya sığınan insan, hakikatin bir temsili olan sözden (dilden) nefret etmeye ve onun yerine gerçeklikle ilişkili olan imajı ikame etmeye başlar. “Anlamı taşıyan şey dildir ve anlamlı olan yalnızca dildir. Anlamın buharlaşması hakikatin buharlaşmasıdır ve hakikatin mekânı dildir. Bize anlamlı bir dünyanın kapısını ve hayatın kapısını yalnızca dil aralayabilir.”10 Söz-eylem teorisine (speech-acts theory) göre performatif (inşai), yani yeni bir durum meydana getiren bir eylem olarak söz vermek11 ise, yükümlülük doğuran bir kelam olarak sözün düşüşünden nasibini almaktadır. Kısacası sözlerimizin artık lodosa tahammülü kalmamıştır.

Asım Cüneyd Köksal

9 Jacques Ellul, Sözün Düşüşü, çev. Hüsamettin Arslan, İstanbul: Paradigma Yayınları, 2004.

10 Jacques Ellul, Sözün Düşüşü, çevirenin Türkçe Baskıya Önsöz’ünden, s. 15.

11 Bk. J. L. Austin, How to Do Things with Words, Oxford University Press, 1982, 1. bölüm (Türkçesi: Söylemek ve Yapmak, Metis Yayınları).

——————-
Bilal b. Sa’d şöyle demiştir: “Kul mümin olduğunu söylediğinde Allahü Teâlâ onun ameline bakmadan onu sözüyle baş başa bırakmaz. Amel ettiğinde ise takvasına bakmadan onu ameliyle baş başa bırakmaz. Takva sahibi olduğunda da neye niyet ettiğine bakmadan onu bırakmaz. Eğer niyeti doğru ise diğer hareketleri de haydi haydi doğrudur.”
—————-

Söz şu ya da bu maksatla kullanımına göre önem ve anlam kazanır veya anlam ve önemi azalır. Ancak bir sözün asıl anlam ve önemi hakikat olması ile mümkündür. Hakikate hizmet etmeyen söz, irtifa kaybeder, yere düşer. Daha da vahim olanı insan ontolojik değer kaybıyla birlikte sözü de değersizleştirir. Bu durumda söz, ilmi, bilgiyi, saf ve sahih duyguyu, varlığın nezahetini, ulviyetini, cevherini ifade etmez olur. İyilikten, doğruluktan, güzellikten beslenmez ve iyiliği, doğruluğu, güzelliği besleyemez. Anlam kaybettiği için sefil duruma düşen insanın düzeysizliği siner seslere. Çünkü söz varlıkla birliktedir. Varlık kendi mahiyetine uygun kelimeler üretir. Ona kendi bakışını, anlamını katar, kazandırır. Bugün dil anlam ilişkisi zayıflamışsa veya bayağı bir ilişki düzeni veya düzensizliği hüküm sürüyorsa hayatın bayağılaşması sebebiyledir. İnsan güzel söze yabancılaşmıştır. İnsan güzel söze ihtiyaç duymayacak ölçüde kendine yabancılaşmıştır. İnsan güzel söze talip değildir. Güzellik ve elbette her zaman onunla birlikte olan hakikat, insana yakışmamaktadır artık. Ne acı..

Necmettin Evci
Notlar Dergisinden..

———————
İlim sahibi olabilmenin şartları
“Keskin bir zekâ, şevk, ihtiyaç, gurbet,bir hocanın telkinleri ve uzun bir zaman.”Nişaburlu Cüveyni –İmamü’l Haremeyn (ö. 478/1085) (İbnü’n-Neccâr,Zeyl, (Paris), vr. 13a)
———————–

Şeyh’ül Reis İbni Sina hastalarını karşılıksız olarak tedavi eder ve kendisine bir miktar ücret talep edildiğinde “benim ücretim yaptığım tedavi sonucu iyileşen hastalarımın mutluluğu, sevinci ve duasıdır. Bir tabip için en büyük ödül Allah rızası ve hasta yakınlarının hoşnutluğudur.” derdi.

Osman Ustaoğlu
Notlar Dergisinden..

—————————-

Yine boşluk!… Zaman değişir. Yalnızlık format değiştirir. Evlenen üç kişiden biri boşanıyor bugün. Boşananların yarısı da ilk bir yıl içinde veriyor kararını. Fedakârlık eşiğimiz düştü. Bir kadınla kutsal bir gaye uğruna bir hayatı paylaşmanın adı esaret oldu. Arzuları terbiye etmeye çabası çağın dışına itilmekle sonuçlanıyor. Evlenmek özgürlüğün önündeki en büyük engel olarak okunuyor modern zihinlerde. Bütün çiçeklerden koklayan bir arı gibi yaşama isteği.

Ah insanoğlu! “Neyi Kaybettiğini Hatırla”yamıyor11 bir türlü. Yalnız o boşluk! Eksik bir şey var biliyoruz ama ne? Cesaret midir “Seni istemiyorum” diyebilmek, bencillik mi? Madem aklımızı başkasının cebine koymamayı öğreniyoruz, madem ne istediğini bilen nesiller yetişiyor çağdaş değerlerle birlikte, o halde neden yaşam koçları mürşitlerin yerini alıyor? Neden okuyacağı kitabı çok satanlar listesinden, izleyeceği filmi imdb’den seçiyor insan? Şahin Uçar, eski ile yeniyi kıyaslıyor: “Eskiden köleler bir gün özgür olacakları umuduyla yaşardı. Modern insan azat kabul etmez, gönüllü bir kölelik yaşıyor.”12

Ekrem Özdemir
Notlar Dergisinden…

—————————-

Düşüncede ve eylemde sürekli tekrar, nedenleri unutmaya yol açar; tekrar edileni alışkanlığa dönüştürür; alışkanlık riyâkârlık üretir. İşte ‘tecdîd’, nedenleri hatırlatma; kişileri bilinçle donatmadır. Bilinçle donanmak için asgarî koşul ise içinde yaşanılan zamanı kuşanmadır…Kısaca, her türlü tecdîd yani yenilenme hareketi, alışkanlık haline gelmiş düşünce ve eylemleri, zamanın koşullarını dikkate alarak nedenleme, yeniden bilince taşıma, onlara bilinç aşılama işlemidir…

İhsan Fazlıoğlu

——————
Evvelden tekkelerde akşam olunca dervişlere iki soru sorulurmuş…
* Bugün gönül kırdın mı?
* Namaz kıldın mı?
İlk soruya gönül kırmadım diye cevap verene ikinci soru sorulmazmış…
Bir kez gönül yıktın ise
Bu kıldığın namaz değil.
YUNUS EMRE
( Prof. Ethem Cebecioğlu’ndan )
———————–

“Kim ruha sahipse, doğru sözlere de sahiptir, ama kim yalnız sözleri biliyorsa, gerekli ruhu yok demektir.”

Konfüçyüs

————————
———————-

Kuşkusuz, selim bir kalple rabbine gelmekten daha hayırlı bir geliş,varış, dönüş yoktur. İnsan hayatı kendine cazip gelen şeylere yönelmekle geçer. Kalbimiz neye yöneleceğimizi belirlemez, nasıl yöneleceğimizi tayin eder. Kalbin aklı olmadığından, nereye yöneltilip, bağlanırsa orayı sever. O, yönelmek, yöneltilmek ister, bir yere bağlanmak ister.

Bağlanamayış tadını kaçırır onun, bağlandığında umduğunu bulamayış hali ise yaşamayı sevinçli bir eylem olmaktan uzaklaştırır. Ancak doğru yere
bağlanış “tatmin”dir, insan doğru yere, doğru şekilde bağlanınca itminana erer. Hz. İbrahim doğru yere (“rabbine”), doğru şekilde (“selim bir kalple”) vasıl olmuştu. Bu nedenle O’nunkisi en hayırlı dönüştü.

Süleyman Özar

Notlar Dergisi,sayı 3

—————————-

İnsana ait olan hiçbir şey gelişigüzel değildir, hepsinin bir edebi-adabı vardır. Benliğimizi kişileştiren sac ayakları nefis, akıl ve dilin de bir adabı vardır. Nefsin adabı ahlâk, aklın adabı mantık, dilin adabı ise edebiyattır. Nefsin adabı terbiye ile, aklın adabı talim ile, dilin adabı da tedip ile mümkündür.

İhsan Fazlıoğlu

———————
Derler ki, saçında üç tel olan bir derviş berbere gider. Tam tıraş olacakken içeri heybetli, iri yarı bir adam girer. Alay ederek, “Bu kabağın nesini tıraş edeceksin?” diye dervişin kafasına bir tokat atar: “Bırak bu kabağı, beni tıraş et.” Tıraş boyunca “kabak şöyle, kabak böyle” diyerek dalga geçmeyi sürdürür. Tıraşını bitirir, ücretini öder ve gider. Az sonra bir çığlık işitilir. Derviş ve berber çıkıp baktıklarında, az önce tıraş olan adamın bir at arabasının demir tekerleri altında ezilerek can verdiğini görürler. Berber dervişe dönerek sitem eder: “Derviş efendi, biraz ağır olmadı mı?” Derviş şöyle cevap verir: “Vallahi ben bir şey yapmadım, dilemedim de. Ama kabağın da bir sahibi var.”
———————–
Sen de Ademoğluysan onun gibi ol, bütün zürriyetleri kendinde gör!
Testide ne var ki nehirde olmasın; evde ne vardır ki şehirde olmasın!
Bu alem bir testidir, gönül de ırmak suyuna benzer. Bu alem odadır, gönülse görülmedik
ve şaşılacak şeylerle dolu bir şehir!
Mesnevi, IV; 809-81 1}
————————-

“Materyalist bir çağda egolarımız sürekli dürtüldü için en çok kendimizi beğenir olduk. Kibir insanları Allah’ın rahmetinden ve insanların gönlünden kovduran, gözden düşüren en tehlikeli huydur.”

Sema Maraşlı

——————–

“Havalar soğuduğunda insan gölge veren ağaçları unutur.”

Dostoyevski

————————–

Hz.Ali’den (ra) güzel bir sabır tarifi:

“Sabır öyle bir binektir ki süvarisini ne kimsenin ayağına düşürür ne de kimsenin gözünden düşürür. ”
**

————————–

Bugün Müslümanlarda görülen yanlış bir eğilim, temel ilmihal bilgilerinden bile mahrum haldeyken derin fıkıh tartışmalarına girmekten çekinmemeleridir. Oysa her gün bir paragrafını okuyacağı bir ilmihalden öğrendiklerini uygulamak daha anlamlı bir seçim olurdu.

Rasim Özdenören

————————-

İnsan kendisini olduğu gibi kabullenen bir ‘yer’e ait hissediyor kendisini, düşünce ve duygularından utanç duymadığı, kınanmadan buyur edildiği, kendisini güvende hissettiren yere.

Yaralarının görünmesinden korkmadığı bir yere.

İnsan yurdudur insanın.

Kemal Sayar

———————–

Seküler dünya görüşü, eğitimde dini olan ne varsa ayırırken, ticarette ilahi müdahaleyi reddeder, hukukta dini kuralları kullanmaz, iktidarın kaynağı noktasında insani ve akli olan dışında hiçbir şey aramaz, giyimde alabildiğince serbest ve özgürlüğü yüceltirken, cinsellikte hiçbir sınır tanımaz ve kadın erkek cinslerini bile aşarak her çeşit eşcinselliğe bile kapı aralar. Şehirler inşa edilirken sokaklar, mahalleler dini sembollerden yoksullaştırılırken hazza dayalı eğlence yerleri, tüketim merkezleri ve seküler yaşam tarzını besleyici fabrikalar, okullar ve sair çoğaltılır. Müzik, sinema ve kitap gibi kültür taşıyıcıları seküler kavramlar, seküler anlatımlar ve seküler gösteriler ile kitlelere sunulur.

İnceleyin:  Öğretmen Peygamber (s.a.v)1

Ercan Çifci

———————

İslam çirkini güzelleştirir,güzeli daha güzel yapar.

Ali Ulvi Kurucu r.h

———————–

“Allah daha yüce daha büyük ve sevindirilmeye daha layıktır.Kulu sevindirmek için Allah’ı kızdırmak yakışmaz.”

Ebuzer(r.a)

——————————

Yüz yüze olmak önyargıları hafifletir, çoğu zaman resmini bizim çizdiğimiz ve onun yerine konuştuğumuz muhayyel düşmanı, ruhu olan bir insan olarak karşımıza çıkarır. Onun kendi kelimeleriyle kendisini anlatmasına müsaade eder. Ötekinin kelimelerinin içimize değmesine izin vermek, kendimizde bir değişime izin vermektir bir bakıma, onun kelimelerinin de içimizin boşluklarını tamir etmesine izin vermektir. Bana benzemediği ve benimle bir olmadığı halde bir ünsiyet peyda edebildiğim insanla kurduğum dostluk çok değerli. Namusuna ve insanlığa sadakatine inandığımız her insanın eşiğine gidelim, ondan bir hikâye dinleyelim. Belki o hikâye bizi evin içine buyur eder.

‘Hakikat sadece bende ve benim cemaatimde konuşuyor, diğer insanlar dalalet içinde’ düşüncesi, bütün toplumsal yapıları avlama istidadında bir yanılsamadır. Hangi toplumsal grup buna ram olursa oradan bir hayır çıkmaz. Biz ve onlar arasına duvar örmek ve sonra tahkim edilmiş bir kaleden diğer insanların kusurlarını sayıp dökmek bir konuşma ahlâkının tesisine izin vermez. Tam aksine kendi kusurlarıyla açık bir biçimde yüzleşebilen ve söylemlerini başkasının ne olduğu üzerine değil de kendinin nasıl daha hayırhah olabileceği üzerine kuran yapılar, toplumu ileriye taşır.

Prof.Dr Kemal Sayar

———————
Psikanalitik gerçek:
Irsî mazlumiyet ile sonradan görmeliğin birleşmesinin sonucu: yeni cahiliye
Tehdit ve vaad ile sonunda celladına âşık,
resmî putlara tapmaya razı edilen Müslümanlar
Unutmayın: Âhirette her kesim sevdiğiyle birlikte olacak
Ey iman edenler! İman edin (Nisâ,136)
Bedri Gencer
—————————-

“İslami devlet” hiç bir zaman var olmadı. (Modern Devlet ve İslam aynı yerde olamaz. Aynı anda iki ilah “tanrı” ve “devlet” olamayacağı için, diyor -AHÇ)

“İslami Yönetim”in alt yapısı, devlet denen yapıdan hayli farklı temellere dayanır… Genel olarak insandan kaynaklı sorunlarda şeriat (HAK temelli hukuk) nerede uygulanıyorsa orası dar’ul İslam olarak görülür… İslam, (eğer içi boşaltılmamışsa) genel olarak şeriattır.

(Wael Hallaq, İmkansız Devlet s:96)

Modern Devlet kendini kontrol eden elit zümrenin hizmetkarıdır, HAK’kın değil. O nedenle yönetici menfaati demek olan Modern Devlet her yerde yönetici eliti, halk ile eşit gören HAK temelli şeriata düşmandır, diye anladım.(Ahmet Hakan Çakıcı)

————————-

Kendindeki şu müthiş savaşa bak. Başkalarının savaşı ile ne diye meşgul olup duruyorsun?”

Mesnevî

——————————–

Aklıselimi zeka ile, ilimle,ihtisasla,servetle, hiçbir şeyle satın almak kabil değildir.Ne kütüphaneler devirmiş allameler vardır ki ondan haberi yoktur.Nice ülkeler fethetmiş kahramanlar vardır ki ondan nasibi olmamıştır.

Hilmi Ziya Ülken

————————–

“Eğitim aklın yanında ruhun bütün yetilerinin birlikte çalışmasını,yani kafa ile kalbin birleştirilmesini gerekli kılar.”

Hilmi Ziya Ülken

———————

Ebû Ali Cürcânî (k.s)

——————-

Her şeyiyle şeyleşmiş insan kendisine karşı körleşmiş olan kişidir.

Adorno

———————

Orduların attığı mızrak bir mil öteye; eğitim ordusunun attığı mızrak çağlar boyu gider.

Nizamülmülk

——————–

“Sen Cuma gününün hürriyet kadar kutsal olduğunu onlara anlat.”

|Sezai Karakoç|

——————————

Bir şeyi açıklığa kavuşturalım! Bir ateist veya deist tabiki ahlaklı olabilir. Ama bunun kaynağı ateist veya deist olması olamaz. Çünkü tanrının yokluğu veya evrene müdahele etmeyen bir tanrı inancının kaynaklık edebileceği bir değer ve ahlak anlayışı olamaz. Diğer bir ifadeyle bir şeyin yokluğu yani yokluk hiçbir şeye kaynaklık edemez. Bu yüzden bir ateist veya deist ahlaklıysa bunun kaynağını başka yerde aramak gerekir. Buna felsefede yokluk menşei asar olamaz diyoruz!

Abuzer Diskaya

—————
Karanlık aydınlıktan
Yalan doğrudan kaçar.
Güneş yalnız da olsa
Etrafa ışık saçar.
Doğruların kaderidir yalnızlık.
Kargalar sürüyle
Kartallar yalnız uçar.
Sezai Karakoç
————–
Allah’ı kaybetmiş insan, neyi aramaktadır? Allah’ı aramayan insan, neyi bulacaktır?”
|Sezai Karakoç
——————-

Dünya, insanın mürebbisidir.(terbiye edicisidir )

Muhyiddin İbn Arabi ( k.s.)

——————

Seven, sevdiğine kavuşmuş olsa da özlem duyar.

Muhyiddin İbn Arabi

——————-

Gerçek âşık; sevdiğinin özelliğine intikal edendir, sevdiğini kendi mertebesine indiren değildir!

Muhyiddin İbn-i Arabi

—————-
Ben kendimi beğenmiyorum; beni beğenenleri de beğenmiyorum. Cenâb-ı Hakk’a çok şükür, beni kendime beğendirmemiş.”
Bediüzzaman
——————–

Bir kul ancak diliyle zikir, azalarıyla şükür, kalbiyle fikir içinde kaybolup bütün varlığı ile devamlı Allah’a kulluk yaptığında gerçek insan olur.

Fahruddin er-Râzi

——————-

İlimleri, sonuçlarına (semerelerine) göre üstün saymak gerekir. Bu açıdan, semeresi ebedi hayat olan din ilimi, en şerefli ilimdir. Açıktır ki, ilimlerin en üstünü, Allah, melekler, kitaplar, peygamberler hakkında bilgi veren ilimlerle, bu ilimlere götüren yöntem hakkında bilgi veren ilimlerdir. Sen de, sadece bunlara rağbet et ve yönel”

İmam Gazali – ihya

———————-

Nice insanlar vardır ki, ilimlere dalmış ve onlardan zarar görmüşlerdir. Şayet dalmamış olsalardı, dindeki durumları şimdi olduğundan daha iyi olacaktı… Şeriatın yerdiği ilimleri derinlemesine araştırma, onlardan yüz çevir ve sürekli sahabeyi örnek al! Sünnete ittiba etmekle yetin; kurtuluş tâbi olmaktadır, tehlike ise, nesneler hakkında araştırma yapmak ve bağımsız olmaktadır. Görüşünle, aklınla, delil ve burhanınla ve ‘nesneleri oldukları şekilde bilmek için onlar hakkında araştırma yapıyorum; ilmi tefekkür yapmakta nasıl bir zarar olur’ şeklindeki zannınla inadı çoğaltma! Çünkü onun sana vereceği zarar daha çoktur. Muttali olduğun nice şeyler vardır ki, onları bilmen sana öyle bir zarar verir ki, Allah’ın rahmeti olmasa, seni ahirette helaka götürür”

İmam Gazzali

——————–
okumadım ama biliyorum
okumadım ama adını duydum
okumadım ama twitterda gördüm
okumadım ama hoca demişti
okumadım ama aldım
okumadım ama o yazarı severim
okumadım ama o konuya meraklıyım
okumadım ama alıcam en kısa zamanda
okumadım ama bir makalede bahsediliyordu
.
.
.
okumadım.(alıntı)
———————

Kulun kurtuluşu ve ahiretteki başarısı, içtenlikle Allah’a boyun eğmesi ve rabbini yüceltmeye kesin olarak inanmasıyla gerçekleşir. Boyun eğme ve yüceltme kalbin işidir ve onun aleti akıldır..Maksat,insanın Allahu Tealanın yüceliği ve celali karşısında,varlıktaki rütbesinin düşüklüğünü bilmek suretiyle,değerini görerek kalben ve aklen içtenlikle boyun eğmesidir.

el-Gazzali – el-İktisad

——————-

Günümüzde dil yok sadece suskunluk ve acziyet var. Dil susturuldu. Diğer yandan da muazzam bir gürültü var, iletişim gürültüsü; öte yandan inanılmaz bir kelime yoksunluğu söz konusu, kelimesizlik sessizlikten farklı bir şey. Sessizlik çok şey anlatır. Sessizliğin bir dili vardır. Durgunluk da çok şey anlatır ve bir dil olarak kabul edilebilir. Ama gürültünün ve kelime yoksunluğunun dili yoktur. Günümüzde var olan tek şey kelime yoksunu, gürültülü bir iletişim, ki bu da büyük bir sorun teşkil ediyor. Bugün “bilgi birikimi” bile ortadan kalkmış durumda sadece bilgi var. Bilmek bilgiden tamamen farklı bir olgu. Bilgi birikimi ve hakikat kulağa modası geçmiş geliyor. Ayrıca bilgi birikiminin hem geçmişi hem de geleceği içine alan farklı bir zaman çizgisi var. Şimdi, şu an bilginin geçiciliği üzerine kurulu. Hem bilmek tecrübeden gelir. Ustaların bilgi birikimi olur. Bizler bugün amatörlüğün korkusuyla yaşıyoruz.

Byung-Chul Han

Cins Dergisinden..

——————-

Yaşadığımız bu şey kölelik. Facebook gibi dijital derebeyleri bize toprak verip bize işlediğiniz sürece bu toprak bedava sizin olabilir. Biz de bu toprağı deli gibi işliyoruz. Sonunda da derebeyleri gelip hasadı topluyor. Bu bir iletişim sömürüsü. Birbirimizle iletişim kuruyor ve kendimizi özgür hissediyoruz. Derebeyleri de bu iletişimden para kazanıyor ve gizli servisler bu iletişimi kontrol ediyor. Sistem aşırı verimli. Buna karşı bir protesto yok çünkü özgürlüğü sömüren bir sistemin içinde yaşıyoruz.

Byung-Chul Han

Cins Dergisinden..

————————

Bireyler bu toplumda mutluluğa nasıl erişebilirler? İdeallerimize daha mı bağlı olmalıyız?

Sistem bunu olmasını zorlaştırıyor. Ne istediğimizi bile bilmiyoruz. İhtiyacım olarak kabul ettiğim şeyler aslında benim ihtiyaçlarım değil. İndirimli kıyafet mağazası olan Primark’ı buna bir örnek. İnsanlar Primark’a gitmek için anlaşıp tek bir arabayla gidiyorlar, çünkü Primark her yerde yok. Oraya vardıklarındaysa mağazayı, deyim yerindeyse, yağmalayıp çıkıyorlar. Geçenlerde gazetede bir kız hakkında yazılmış bir makaleye denk geldim. Alexanderplatz [Berlin] daki C&A’nın yanına Primark açılacağını öğrenince sevinçten çığlık atıp eğer burada bir “Primark varsa artık hayatım mükemmel demektir.” demiş. Peki bu hayat onun için gerçekten mükemmel mi yoksa bu tüketim sisteminin yarattığı bir illüzyon mu? burada tam olarak ne olduğuna bir göz atalım. Bu kız yüzlerce kıyafet satın alacak, her biri 5 Euro olsa, ki bana sorarsanız bu tamamıyla delilik, çünkü Bangladeş gibi ülkelerde bu giyim fabrikalarında göçük altında ölen insanlar var. Bu gibi kızlar yüzlerce kıyafet alıyor ama asla hepsini giyemiyorlar. Peki onlarla ne yaptıklarını biliyor musunuz?

YouTube’da toplu alışveriş videolarında gösteriyorlar.

Kesinlikle, reklam yapıyorlar! Aldıkları kıyafetleri giyip mankencilik oynadıkları bir sürü video çekiyorlar. her YouTube videosu yarım milyon kez izleniyor. Tüketiciler kıyafet ve diğer şeyler satın alıyorlar ama aldıkları bu ürünleri kullanmıyor sadece reklamını yapıyorlar, bu reklamlar da tüketimi çoğaltıyor. Diğer bir deyişle, burada eşyaların kullanımından bağımsız mutlak bir tüketimden bahsediyoruz. Şirketler tüketicilerine reklam yaptırıyor. Artık kendileri reklam bile yaptırmıyorlar. Onlar için mükemmel işleyen bir sistem var.

Byung-Chul Han

Cins Dergisinden..

———————-

Pürüzsüz cilt, pürüzsüz sanat ve pürüzsüz siyaset arasında ilginç bir bağ var. Halbuki siyaset çoğunlukla vizyon ve bağlılık gerektirir. Gerektiğinde zarar vermelidir. Ama bugünün pürüzsüz politikası bunu yapmıyor. Sadece Angela Merkel için konuşmuyorum, hiçbir siyasetçi bunu yapabilecek güçte değil. Hepsi sistemin sevilebilir uşakları. Sistemin bozuk yerlerini tamir ediyor ve sanki bu sisteme bir alternatif getirilemez görüntüsünü çiziyorlar. Halbuki siyasetin alternatif sunması gerekir, yoksa bunun diktatörlükten farkı kalmaz bugün neo-liberalizm diktatörlüğünde yaşıyoruz. Neo-liberalizmde herkes girişimcidir. Marx zamanında kapitalizmin işleyiş şekli tamamen farklıydı. Ekonomi fabrika sahipleri ve fabrika çalışanlarından ibaretti, ve hiçbir fabrika çalışanı girişimci değildi. Dışarıdan bir sömürü söz konusuydu. Bugün biz kendi kendimizi sömürüyoruz. Örneğin ben, kendimi ifade ettiğimi zannederken kendimi sömürüyorum.

Byung-Chul Han

Cins Dergisinden..

———————

Genel bir ifadeyle söylersek, senin hakikati insanlar yoluyla öğrenmen uygun olmayıp aksine insanları, hakikati esas alarak tanıman gerekir. Öyle ise önce hakikati öğrenmeye çalış. Her kim hakikat yoluna girerse bil ki o, doğru söylemektedir. Ama önce bir şahsın hakikati bildiğine inanır sonra da hakikati onun yoluyla bilirsen; işte Yahudileri, Hristiyanları ve taklitçilerin çoğunu dalalete düşüren şey budur. Allah seni ve bizi bundan! korusun.

İmam Gazali,Miyaru-l İlm

————————–

Hümanizm bir bilim değil, dindir… Hümanistler, dünyaya dair rasyonel bir görüşleri olduğunu düşünmek isterler; fakat çekirdek fikirleri hurafedir. İnsan hayvanı…. (John Gray’den alıntı. Wael B. Hallaq, İmksansız Devlet, s:23)

Hümanizm (insancılık) akımı TANrı’yı reddederek kutsal olanın, “İnsan” olduğunu ilan etti. Lakin o, “insan” payesini Tanrı ile olan ilişkisinden alıyordu. Tanrı’yı reddedince “insanlık” da gitti. Geriye “Gelişmiş Hayvan” kaldı.

Tanrının olmadığı yerde insan gelişmiş bir hayvandır. Hayvanların kanunu hakim olur. Güçlü, güçsüzü yer.(Ahmet Hakan Çakıcı)

———————

Kimseyle alay etme, asla kimseyi gülünç duruma düşürme, kalbinin en ücra köşesinde bile yapma bunu. İnsan yaşamı alaya alınamayacak kadar hüzünlü ve ciddidir.”

-Fernando Pessoa

———————–

“Dilimin sınırları dünyamın sınırlarını temsil eder.”

-Ludwig Wittgenstein

——————

Nietzsche’nin Zerdüşt’ün başına yazdığı söz, bütün felsefe metinleri için geçerlidir: ‘Herkes ve hiçkimse için’… Bu da şu demek: Anlayabilecek durumda olan herkes anlayabilir; ama, işte, hiçkimse o durumda değil…

-Oruç Aruoba, De ki İşte

————————-

Ey Rablerin Rabbi ve ey Hakkın ve Doğrunun merciî! Seni arayanların çoğu, ya kör bir tabiat veya köhne bir kuvvet sandılar. Yapar, yıkar, anlayıp anlatamaz dediler. Bunlar, hitabına nâil olan peygamberlerindeki sırrını idrâkten âciz kaldılar. Sana yalvaranları gaflet içinde, söylediklerinde meşgul olanları câhil farzettiler.

Bilmediler ki senin sözün olmasa idi insan sözü olmaz idi. Sen anlatmasa idin, Âdem (A.S.) isimleri bilemezdi Anlattın, buyurdun, buyurduklarını duyurdun. Onlar da, bize duyurmak, aç gönüllerimizi doyurmak için, dik kafalı inadçılarla uğraştılar. Nemrudlarla, Firavunlarla boğuştular. Ebu Cehillerle döğüştüler. İnsanlara sağ bir vicdan, vicdanlara noksansız bir hürriyet nuru doğdu ise, bunlarla, sonradan bunların yerini alanlarla doğdu.

Elmalılı Hamdi Yazır – Metalib Mezahib Dibacesinden..

———————-
Cisim ile ruhun bu buluşması olmasa idi,ben şu kalemi ve hatta o kalemi tutan bu elimi nasıl bulur, nasıl tanırdım? Elimde kalemi nasıl oynatırdım? Günahlarımın karaları gibi şu kara satırları nasıl dökerdim? Demek ki, âlem pergelinin kutupları
yerindeki o iki kavuşma başlangıcı arasında, daha mühim ve daha büyük bir kavuşma başlangıcı var. Var ki ruh ile beden birleşebiliyorlar. Ruh ile bedenin bu kavuşma başlangıcından ben kendimi buluyorum, (Ben) diyebiliyorum. Ruhanîliği ve cismanîliği toplayabiliyorum.Bu iki suretin aksettiği bu aynaya (Nefsim) diyorum.
Elmalılı Hamdi Yazır(r.h)
—————–

Ey Yüce Rabb! Sen, şu görünürdeki ayrılığı içteki kavuşmaya ulaştırmasa idin, ben beni görmez, seni sezmezdini. Anlayanlarla bir halli olmak, anlamayanlara da yol göstermek istemezdim. Sen, bana, vicdan dedikleri bir buluş, vücud dedikleri bir bulunu bağışladın. Ben, bu buluş ile, kendimi kendimde buluyor, bulunuşuma eriyorum. Bu sayede,başka varlıklara varıyor, vicdanlarını kendime katıyorum.

Elmalılı Hamdi Yazır – Netalib ve Mezahib Dibacesinden.

——————
Her şey bir yanıyla güzeldir.
Samimiyet büsbütün.
İsmet Özel
—————–

“Kim ne düşünür?” diye yaşayanlar; dâima başkalarının hayatını yaşarlar; kendi hayatını yaşamak ise bir cesaret işi değil, bir tercih işidir…

İhsan Fazlıoğlu

—————–
Nefis cümleden ednâ;
Vazife cümleden âlâ
——————-

Bu kâinat, nasılki kendini icad ve idare ve tertib eden ve tasvir ve takdir ve tedbir ile bir saray, bir kitab gibi, bir sergi, bir temaşagâh gibi tasarruf eden sâniine ve kâtibine ve nakkaşına delalet eder; öyle de: Kâinatın hilkatindeki makasıd-ı İlahiyeyi bilecek, bildirecek ve tahavvülâtındaki Rabbanî hikmetlerini talim edecek ve vazifedarane harekâtındaki neticeleri ders verecek ve mahiyetindeki kıymetini ve içindeki mevcudatın kemalâtını ilân edecek ve “Nereden geliyorlar? Ve nereye gidecekler? Ve ne için buraya geliyorlar? Ve çok durmuyorlar, gidiyorlar?” diye dehşetli suallere cevab verecek ve o kitab–ı kebirin manalarını ve âyât-ı tekviniyesinin hikmetlerini tefsir edecek bir yüksek dellâl, bir doğru keşşaf, bir muhakkik üstad, bir sadık muallim istediği ve iktiza ettiği ve herhalde bulunmasına delalet ettiği cihetle; elbette bu vazifeleri herkesten ziyade yapan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’ın hakkaniyetine ve bu kâinat hâlıkının en yüksek ve sadık bir memuru olduğuna kuvvetli ve küllî şehadet edip “Eşhedü enne Muhammederresulullah” der. (Şualar 630 p1)

Binaenaleyh bu kadar garib, acib, güzel kâinat için böyle tarifat ve teşrifatçı bir mürşid-i hârika lâzımdır. “Eğer bu zât (A.S.M.) olmasa idi kâinat da olmazdı.” mealinde,

لَوْلاَكَ لَوْلاَكَ لَمَا خَلَقْتُ اْلاَفْلاَكَolan hadîs-i kudsî şu hakikatı tenvir ediyor.(Mesnevi-i Nuriye 25 p1)

—————————

Hind Müslümanlarının gönderdiği yardımlarla İş Bankasını kurup semiren,çağdaşlık maskesiyle şehvet arenalarında kadını sömüren bir KAFA, “pilav” yediği mübarek eliyle yetim malına uzanan eli kıran,”kadın” şehvet vasıtası değil annedir,eşdir diyen Efendimizi(as) elbette anlayamaz.

İhsan Şenocak

—————–
İki yıldız arası göğe asılı hamak…
Uyku, uyku… Zamansız ve mekânsız, uyumak.
Uyumak istiyorum; başım bir cenk meydanı;
Harfsiz ve kelimesiz düşünmek Yaradanı.
Necip Fazıl
————————–
Rainer Maria Rilke, birinden daha önce hiç tanımadığı bir kitabı ödünç alınca, onu pelür kağıtlara sarar, renkli kurdelelerle bağlar ve bir bayram hediyesiymiş gibi iade ederdi. Bu onun düzene olan aşkı, yeni bir kitapla tanışmasını sağlayan kişiye teşekkürü, kitaba saygısıydı.(alıntı)
————————

Bizim milliyetçiliğimiz hususi vagon, bol harcırah, yüksek makam milliyetçiliği değildir. Hakk’a tapan, halkı tutan, yalınkılıç bir milliyetçiliktir.

| Osman Yüksel Serdengeçti

—————–

Ezelden ebede kadar insanlığın en büyük saadeti ve en büyük felâketi gönül denen bir ihsan-ı İlahîden gelir.

(Ali Nihat Tarlan)

———————-

Bediüzzaman bir yerde insanı ‘yorulmaz ve tok olmaz dünya seyyahı ve kainattan Rabbini soran yolcu’ olarak tarif ediyor. Yorulmadığımız ve tok olmadığımız doğru. Ancak bir sınırımız da var. Doymanın sınırı değil de yutabileceğimiz lokmanın sınırı. Birşeyleri arkamızda bırakmak zorundayız yeni şeyleri hayatımıza sokmak için. Rengini unuttuğumuz gözler olmalı yeni gözlerin aklımızda kalması için. O sınırın farkındalığına vardığımız anlarda canımız yanıyor işte.

İnceleyin:  Kitap Notları-Hikmetli Sözler-Şiirler-Beyitler -6

İnsan sonsuz olana âşık yaratılmış. Neyi sevse sonsuz olmasını istiyor.Hayır, dikkat et, aşk da bir ikram gibi kaçıyor burada. İkram değil halimiz. Muhtaç olan biziz. İnsan sonsuza aç yaratılmış. Bu yüzden doymak bilmiyor. Monotonluk yürümekten yılmayanın yolun sonunun geldiğini sandığı yerde gerçekleşiyor. Bitti sanıyorsun ve canın sıkılıyor. Yüreğinde güç var halbuki. Hem fıtratın da müsait değil bitene. Hz. İbrahim efendim “Batıp gidenleri sevmem!” derken neyin altını çiziyorsa sen de monotonluktan şikayet ederken aynı şeyin altını çiziyorsun.

Ahmet AY

——————-

* Yaşamda “huzurun ve mutluluğun” amaç olMAMAsı gerektiğini ısrarla vurguluyorum.

* Huzur ve mutluluk yerine “anlam ve değer”i koymak gerektiğini düşünüyorum.

* Hayatı boyunca çile ve ıstırap çekmiş ve çekmekte olan insan vardır; hatta insanlığa davranış ve kanaat önderi olmuş insanların hemen hepsinin olağanüstü dertleri olmuştur.

* Ama bakıyorsunuz çooook güçlü bir yaşam enerjisine sahiptirler.

* Yaşama yükledikleri anlam ve değer, olağanüstü çile ve ıstıraplara karşı bile göğüs germelerini sağlıyor.

* Ama huzur ve mutluluk peşinde koşturup duranların pek çoğu garip bir biçimde hayal kırıklıklarıyla boğuşuyor, daha açık yazalım depresif takılıyor, alkol ve uyuşturucuya yöneliyor ve dahası…

* Tabi “anlam ve değer”in durduk yere yaşam enerjisi verdiğini söylemiyoruz. İnsana olağanüstü enerji ve dinamizm veren “içselleştirilmiş bir anlam ve değer”dir.

Ali Rıza Bayzan

——————
ey insan,
ey insan kalbi,
sen yaraların en derini,en kızılı, en güzeli,
en tatlı tatlı kanayanı!
sen, yaraların,
hayatı aşıp sanata evrileni!
Cahit Koytak
————————-
YAŞADIĞIN ÂN’IN KIYMETİN BİL
Varoluşçu-insancı psikoterapi, geçmiş ve geleceğe değil şimdi-burada’ya odaklanır. Yaşanan ana odaklanma Psikoterapilerden yüzyıllar önce Sûfi Yolu tarafından çokça vurgulanan bir ilkedir.Örneğin 1286’da Hakka yürüyen Sûfi Şebüsteri Gülşen-i Raz’da şöyle yazıyor:
“Mademki geçmiş zaman geçmiş gitmiştir, yoktur… istikbal, aylar ve yıllar da gelmemiştir, yoktur…nokta gibi bir andan başka ne vardır ki?”
Ali Rıza Bayzan
——————-
Dertli insanın tereddütle dolu, dumanlarla dolu bir gönül evi vardır.
Derdini dinlersen o eve bir pencere açmış olursun.
Senin bu dinleyişin ona bir nefes yolu oldu mu gönül yurdunda o acı duman azalır.
Mevlana, Mesnevi
——————

Hikmetli insanın dili kalbine bağlıdır. Bir şey söylemek istediği zaman kalbine danışır, faydalı ise söyler, değilse susar. Cahilin kalbi ise diline bağlıdır, dili kalbine müracaat lüzumunu duymaz rast gele konuşur.

Hasan Basri (ra)

——————-

Beserin böyle delaletleri var putunu kendi yapar kendi tapar.

Tevfik Fikret

———————–

İman öyle bir nurdur ki o nur kişiden alınınca insan namazı “eğrilip doğrulmak”, orucu “boş yere açlık ve susuzluk çekmek”, zekâtı “kendin kazanıp başkasına yedirmek”, tavafı “bir binanın etrafında dönüp durmak”, kurbanı “hayvan katliamı”, şehadeti “boş yere ölmek” olarak görür.

Soner Duman

———————-
Şehrin çeliğine kanınızla su vermeğe geldiniz
Ey, dağların nefis ve saf havasında yüze yüze gelişen mübarek yaratıklar, hoş geldiniz. İnsan ihtiraslarının ve şeytan soluklarının köşe taşlarını kararttığı şehre hangi haberi getiriyorsunuz? Meta olarak canlarınızı koyduğunuz ulvî pazar kutlu olsun. Ayrıldığınız kuzulara, bıraktığınız dağlara, arkanızda kalan ovalara ve yollara, gökten ışık insin. Din uğruna canı feda etmenin canlı sembolleri, şehrin çeliğine kanınızla su vermeğe geldiniz.İşte şehrin her alanında, Kurban Bayramında gördüğümüz kurbanlık hayvanlara içimizden aşağı yukarı böyle söylemeyi geçiririz. Ve işte Kurban Bayramındadır ki, Allahın bir yaratığının günübirlik bir akıntı halinde öbürü yaşasın diye hayatını verdiğini ve buna sessizce katlanacak şekilde ayarlanmış olduğunu görüyor ve anlıyoruz.
Sezai Karakoç
—————–

Konuşabileceğin biri varsa ‘yalnız’ değilsindir; dertleşeceğin biri varsa ‘arkadaş’ın; hemhal olabileceğin biri varsa ‘dost’un var demektir. Ama teklifsiz sükûnet içinde birlikte ağlayabileceğin biri varsa o, ‘sen’sin…

İhsan Fazlıoğlu

————————

“Muhabbetten acılar tatlılaşır, muhabbet yüzünden bakırlar altın olur. Muhabbet ile tortular durulur, arınır. Muhabbetten, dermansız dertler şifâ bulur. Muhabbetten ölüler dirilir. Muhabbet vesilesiyle padişahlar kul olur.

Hz.Mevlana

—————–

Bedenine değil kendine değer ver ve gönlünü olgunlaştır. Çünkü kişi bedeni kadar değil, ruhu kadar insandır.

İmam-ı Gazzali

———————

“Bir kulun dili müstakîm olmadıkça dîni; kalbi müstakîm olmadıkça da dili müstakîm olmaz”.

Hadis-i şerîf (Taberânî)

——————–

Çerçevesiz konuşulan her ilkenin hata payı barındırdığına inanırım. Çerçevenin de ‘kıblesi dört mezhep’ bir şekilde belirlenmesinden yanayım. Seküler referansların naslar kadar bağlayıcı olmayacağı, görecelilikten kurtulamayacağı, hep gitgeller yaşayacağı/yaşatacağı açıktır. Kanaatimce ‘ifade hürriyeti’ de böyledir. Bu konuyu da kendi köklerimizden/kaynaklarımızdan hareketle bir çerçeveye oturtamazsak her çözümümüz konjonktürel kalacaktır.

Bugünün çözümü bugünde tüketilecektir. Yarın yeni sınırlarla/meşruiyetlerle gelecektir. Sorgulanacaktır. Bu konularda sloganlarla, spotlaştırılmış kavramlarla veya ‘Bırakınız yapsınlar’la çözüme ulaşmaya çalışanların aşırı derecede ‘kolaycılık’ yaptığına inanırım. Bu kolaycılıklar bir mevsim tozpembe hükmünü sürdükten sonra istibdat dönemleri yaşatırlar. İfratları tefrit getirir.

Ahmet Ay

——————

İnsan harika güzelliklerin sergilendiği bir kasidedir, vezinli, uyumlu, dengeli ve ahenkli. Dünya bir güzel sanat eserlerinin seyredildiği bir sinemadır.(Himmet Uç)

“Mükemmel ve muhteşem bir sinema-i Rabbaniye’nin seyrangahıdır.” (Mektubat, s. 360).

———————-
Bediüzzaman imanın “her şeyi güzel ve ünsiyetli gösteren şeffaf, berrak ve nurani bir gözlük” (Şualar, s. 649) olduğunu söyler.
——————-

İnsan sanatlı ve hikmetli, hem de güzel olarak inşa edilmiş şu kâinat ve nesnelerin seyircisidir.

“Şu sergi-i İlahi’de teşhir edilen tezyinata, kemalata, güzel manzaralara ve rububiyetin haşmeti ile ulûhiyetin azametine bir müşahit, bir mütenezzih, bir mütehayyir, bir mütefekkir lazımdır ki o güzellikleri görsün, o manzaralar arasında tenezzüh etsin, o harika nakışlara, ziynetlere tefekkürle hayran olsun.” (Mesnevî-i Nuriye, s. 171).

———————-

Bediüzzaman estetiğinin çok yönlü bir doğası vardır. O ne hayatın, ne kainatın, ne insanın, ne Allah’ın belli noktalarına takılıp kalmaz. O girdiği her konuda yukarı bir noktadan meselenin her tarafını görerek yorum yapar. Bu batı estetiğinde böyle değildir. Kant, Hume, Schiller, Hegel, Fichte, Schelling, Schopenhauer, Marks, Nietzsche, Freud, Heidegger Benjamin, Adorno hepsi belli bir noktadan hareket ederler, veya belli bir yeri hakim nokta olarak görür oradan estetik sorunlara bakarlar. Evren külli, tümel bir tasarımdır, insan da onun karşısında idrak ve algısı ile en külli ve o külli varlığı anlayabilecek bir madde ve ruh bileşimi içindedir. Bu yüzden Bediüzzaman insana da evrene de, onlardan hareketle Allah ve ona ait olan vücub alanına küllî, ihataca edici bir noktadan bakar.

Bedenden hareket edince Marksizm “klasik bir aç gözlülük hikayesidir” der Terry Eagleton. Bu çok doğru bir tesbittir. “Marksizm bize klasik bir aç gözlülük hikayesi anlatır. Bu hikayede insan bedeni boyundan büyük işlere kalkışır, toplum ve teknoloji dediğimiz uzantıları vasıtasıyla dünyayı kendine ait bir parça haline getirmek ister. Ama sonunda bunu başaramadığı gibi kendi duyusal servetini de tüketir. Bu trajediye elbekteki teknolojinin baş döndürücü bir hızla gelişmesi değil, bu gelişmenin zeminini oluşturan toplumsal koşullar neden olmuştur. Şöyle ki emeğin meyvelerine sahip olmak için vahşi bir savaşım verilmektedir ve yıkıcı olabilecek bu çatışmaları denetim altında tutmak ve istikrara kavuşturmak için bir dizi toplumsal kuruma ihtiyaç vardır. Bunu sağlayan mekanizmalar bastırma, yüceltme, idealize etme, inkar etme, hep psikanalitik hem de politik söylemin parçalarıdırlar. Ne var ki bedenin güçlerini ele geçirme ve denetleme savaşı öyle kolay bitmez ve bu savaş tam da onu bastırmayı amaçlayan kurumlara damgasını vurur.” (Terry Eagleton, Estetiğin İdeolojisi, s 249) (Himmet Uç)

———————–

Marks’ın hareket noktası bedendir, estetiği de felsefesi de, siyasi ve ekonomik ilişkileri de. Bediüzzaman ise insandan hareket eder. Ama batı toplumunun sadece ağzını bedenine dayamış kendini yiyip bitiren, hem sosyal ilişkileri üst yapı alt yapı ilişkilerini belirleyen insanın yerine insanın evren ve Allah karşısındaki yerini belirleyip o noktadan bakar ilişkilere.

“Cenab-ı Hak, Mâbud-ı Bilhak,(tapılmayı hakkıyla hakkeden), insanı şu kainat içinde Rububiyet-i Mutlakasına,(mutlak ve eksiksiz terbiye faaliyetine), umum âlemlere, Rububiyet-i Ammesine,(bütün varlığı terbiye edişine), karşı en ehemmiyetli bir abd,(kul) ve hitâbât-ı subhâniyesine,(âlemi ve insanı izah eden hitabına), en mütefekkir,(en düşünen bir muhatab), ve mazhariyet-i esmasına,(isimlerinin yansıdığı varlıklara), en câmi, (en hacimli), bir ayine, ve onu ism-i Azamın (bütün isimlerini içine alan kuşatıcı bir ismin), tecellisine ve her isimde bulunan İsm-i azamlık mertebesinin tecellisine mazhar bir Ahsen-i takvimde, (en güzel biçimde), bütün canlılardan farklı bir güzellikte, ve en güzel bir mucize-i kudret, (Allah’ın kudretinin en güzel bir mucizesi), insanları hayrette bırakan eseri, ve hazain-i rahmetinin müştemilatını, (rahmetinin hazinelerinde olan şeyleri, iki hazine yer ve gök, bütün canlılar bu hazineden çıkıyor, o hazinelerden çıkan şeyleri tartan insandaki ölçüler ve hisler),tartmak, tanımak için en ziyade mizan ve aletlere mâlik,(sahip) bir müdakkik,(varlığın harika eserlerini mana hazinelerine çözen bir sanatçı inceliğinde canlı) ve nihayetsiz nimetlerine en ziyade muhtaç ve fenadan en ziyade müteellim,(elem duyan) ve bekaya en ziyade müştak ve hayvanat içinde en nazik ve ne nazdar ve en fakir ve en muhtaç ve hayat-ı dünyeviyece en ziyade müteellim (elem duyan), ve en bedbaht ve istidadca en ulvi, (yüce ve en yüksek) surette mahiyette yaratsın” (Sözler s. 79)

————————–

Prof Singer, Marks’ın fikirlerinin saptırıldığını anlatırken, Marks’ın kızı ile olan bir konuşmasını nakleder. “Marks bir özgürlük filozofudur. O özgürlüğü her şeyin üstünde tutmuş , baskıdan nefret etmiştir. Bir seferinde kızı tarafından en nefret ettiği kötülüğü yazması istenince, O, “Kölelik” karşılığını vermiştir. Oysa kölelik Stalin’in totaliter yönetimi altında yaşamınızı sürdürebilmek için ihtiyaç duyduğunuz tek şeydir. Yine de bu fikirlerin yanlış uygulandığı doğrudur. Onlar çarpıtılmışlardır.” (Bryan Magee, Büyük Filizoflar, s 214)

Karl Marks, Hegel’i ters çevirmiştir, Lenin ve Stalin de Marks‘ı ters çevirmişlerdir, olan insanlığa yüzbinlerce masum insanlara olmuştur.(Himmet Uç)

——————-

Resûl-i Ekrem en güzel örnek ve en güzel modeldir. Çünkü onun edebini güzelleştiren “Eddebenî Rabbî, fe-ahsene te’dîbî = Beni Rabbim beni terbiye etti ve edebimi pek güzel yaptı.” hadisinin ifadesiyle Cenâb-ı Allah idi. Bediüzzaman’ın ifadesiyle, “Siyer-i Seniyyeye dikkat eden ve Sünnet-i Seniyyeyi bilen, kat’iyyen anlar ki, edebin envaını (çeşitlerini), Cenâb-ı Hak, habîbinde cem etmiştir. Onun Sünnet-i Seniyyesini terk eden, edebi terk eder. ‘Bîedeb mahrûm bâşed ez lütf-i Rab = Edepten yoksun olan, Rabbin lütfundan mahrum olur’ kâidesine mâsadak (kaideyi doğrulayıcı) olur, hasaretli (zararlı) bir edebsizliğe düşer ”

Prof.Dr.Ali Bakkal

——————
Söylenmemiş aşkın güzelliğiyledir
Kağıtlarda yarım bırakilmış siir;
Insan, yağmur kokan bir sabaha karşı
Hatırlar bir gün bir camı açtığını,
Duran bir bulutu, bir kuş uçtuğunu,
Çöküp peynir ekmek yediği bir taşı…
Bütün bunlar aşkın güzelliğiyledir.

Ey unutus! kapat artık pencereni,
Çoktan derinliğine çekmis deniz beni;
Çikmaz artık sular altından o dünya.
Bir duman yukselir gibidir kederden
Macerası çoktan bitmiş o şeylerden.
Amansız gecenle yayıl dört yanıma
Ey unutus! kurtar bu gamlardan beni.
Ahmet Muhip Diranas
——————
Zat-ı Hakk’da mahrem-i irfan olan anlar bizi
İlm-i sır’da bahr-i bi-payan olan anlar bizi
——————-
Tolstoy sanatı şöyle tanımlar: ‘’Sanat, bir haz, bir avuntu ye da eğlence aracı değildir; sanat ulvi bir şeydir. Sanat insanların şuurunu ve aklını, duygu alanına aktaran bir insanlık yaşamı biçimidir.’’
————————
———————

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, Abdullah bin Ömer -radıyallâhu anh-’a şöyle buyurmuştur:

“Ey İbn-i Ömer! Dînine iyi sarıl, dînine iyi sarıl! Zira o, senin hem etin, hem kanındır.

Dînini kimden öğrendiğine iyi dikkat et!

Dînî ilimleri ve hükümleri, istikâmet ehli âlimlerden al, istikâmetten sapanlardan alma!”

(Hatîb el-Bağdâdî, el-Kifâye fî İlmi’r-Rivâye, s. 121)

—————–

Fahr-i Kâinât Efendimiz, bir gece rüyâsında Bilâl (ra)’ı görmüştü. Sabahleyin müezzini Bilâl’i yanına çağırdı ve ona:

“–Bilâl! Dün gece cennette, senin ayakkabılarının tıkırtısını önümde duydum. Hangi ameli yaparak benden önce cennete girdin?” diye sordu.

Bilâl (ra) da:

“–Yâ Rasûlallâh, ne zaman küçük bir günah işlesem arkasından hemen kalkıp iki rekât namaz kılarım. Abdestim bozulduğunda da hemen abdest alırım.” dedi.

Bunun üzerine Rasûl-i Ekrem Efendimiz:

“–İşte bunun sâyesinde!” buyurdular. (İbn-i Huzeyme, Sahîh, Beyrut ,1970, II, 213/1209)

————————

Tanpınar’ın Mahur Beste’de Behçet’e söylettiği, oldukça dramatik fakat yerindedir: “Oğlum Behçet, sen bir medeniyetin iflası nedir bilir misin? İnsan bozulur, insan kalmaz; bir medeniyet insanı insan yapan manevî kıymetler manzumesidir. . . Her şeyin bir çaresi vardır. Fakat insan bozuldu mu bunun çaresi yoktur.” Medeniyeti devamlılık arz eden bir “kültür yığılması” olarak tarif eden Tanpınar, “Tanzimat’tan sonraki senelerde kaybettiğimiz şeyin bu devam ve bütünlük fikri” olduğunu söyler. Bu durum ise bize “parçalanmış bir zaman”1 yaşatıyor.2

Prof.Dr Mehmet Aydın

——————–

Toprak, kendisinde ve kendisiyle yetiştirdiğimiz, ürettiğimiz, yani kültürü işte o kültür kıldığımız yerdir.

Toprak, orada kendimizi bulup insan olduğumuz; bir başka deyişle kendisinden yaratıldığımız ve kendisinde o yaratıcılığa katıldığımız yerdir.

Toprak, içinde kök saldığımız, filiz verip serpildiğimiz, güneşe yöneldiğimiz, diğerleriyle bütünleştiğimiz yerdir.

Toprak, yine kendisine döneceğimiz, ama düştüğümüz yerden, daha nice binbir hayatiyetin, kendimizi yeniden üretircesine fışkıracağı mucizesinin gerçekleştiği yerdir.

Toprak, dildir, edebiyattır, san’attır, değerlerdir. Kısaca gelenek ya da geleneklerdir. Ama bizim geleneğimiz, bizim geleneklerimiz; içinde yetişdğimiz kültür ortamımızdır.

Hele bu toprak bir irfan toprağı ise, oradan yetişen, o kültürün amacı ve mânâsı olan insandır. İrfan toprağında kök salıp yeni filizler verecek olan, artık onun insanca tefekkürü olan fikirler ve kavramlardır.

Prof.Dr.Kenan Gürsoy

——————–

Buradan anlaşılıyor ki, aydın ilme vahiy olmaksızın sadece parça parça ve eksik bir şekilde ulaşılabilir; bu ise, İslâm’ın arzu ettiği bir durum değildir. Çünkü vahiy, sadece ilmi nitelendiren bir yön değil, aynı zamanda bizzat bir ilimdir. Özellikle Kur’an’ın “gayb” olarak adlandırdığı Allah’ın varlığı, zâtı, âhiret, vahyin mahiyeti, insan hürriyeti gibi birçok konular sadece vahiyle anlaşılabilecek konulardır. O halde bunların bilgisi vahyî ilimdir; bu da vahyin aynı zamanda bir bilgi içerdiğini de göstermektedir. Bundan anlaşılıyor ki, ilmin nitelendirilmesi, aslında bir ahlaki boyut getirmektedir. Bu boyutu hadisler daha çok işlenmiş ve böylece Müslüman’ın kafasında İslâmî bir bilgi zihniyeti uyandırmıştır.

Alparslan Açıkgenç

———————

Kur’an ve Sünnet, bilginin türleri hakkında herhangi bir ayırım yapmadan, bilgiyi bilgi olarak önemsemektedir. Ancak ister bilim, ister felsefe, isterse teknolojik bilgi olsun, vahiy ile nitelenmemiş ise, Kur’anî aydın ilim düzeyine çıkmamış demektir. Aydın ilim, vahyin iman ile nüfuz ettiği bilgidir ve İslâmî çerçevede bu, her türlü bilginin ulaşması gereken bir düzeydir. Bu ilmin zıddı, cehalettir; kişi ne kadar bilgili olursa olsun ve her ne türlü bilgilere en üst düzeyde dahi sahip bulunursa bulunsun, bu ilmi düzeye erişmezse, onun bilgisi cehaletle eş anlamlıdır ve insanlık için zararlıdır.

Prof.Dr.Alparslan Açıkgenç

———————-

Diyorlar ki; Müslümanlar ilme biraz ilgi duyd-ular ve Yunanlılardan tüm bilimleri ithal edip biraz çoğalttılar. Ne zaman ki Gazâlî Yunan düşüncesine hücum edince bu bilimsel çabalar söndü, çöktü ve böylece bitti. Ondan sonra da bir daha herhangi bir bilimsel faaliyet olmadı.

Bu kesinlikle yanlış bir çerçevedir çünkü İslâm’da çok güçlü, yani bilim doğurmaya müsait, bilim doğurabilecek seviyeye ulaşmış bir bilgi geleneği vardır. Bir bilgi geleneği güçlü duruma gelmezse diğer bilgi geleneklerindeki bilimler onun dikkatini ‘çekmez. İslâm bilim geleneğinin Batı’ya olan, etkileri o kadar büyük ki batılılar kabul etmese bile bugün bunu görmek için Orta Çağa bakmak lazım. Çünkü Orta Çağda batıda sadece ve sadece İslâm bilimi vardır. .

Mesela Roger Bacon diyor ki, “Arapça bilmeyen bilim yapamaz, Latince bilim yapanlar şarlatandır”. Bilim yapabilmek için Arap dünyasına gitmek, oralarda çalışmak, Arapçayı çok yüksek bir seviyeye çıkartmak lazım diyor. Latincenin bilim dili olmadığını, Arapçadan tercümeler yapmaya yeterli olmadığını dile getiriyor. Bu eleştiriler gösteriyor ki o dönemde bütün bilim dünyasına hâkim olan Müslümanlardır.

Prof.Dr Alparslan Açıkgenç

Ed.Musa Kazım Arıcan vd. – Düşünce ve Gelenek,syf.40,41

——————–

Herhangi bir konuyu hayatı boyunca hiç düşünmemiş biri, o meseleye ömrünü adamış olana şunu söyleyebiliyor: O bence öyle değil.

| Asım Cüneyd Köksal

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir