
Ağaç büyürken körpe ve yumuşaktır; kuruyup sertleşince ölür. İnsan da zayıf ve esnek doğar;öldüğü zaman kaskatı ve duygusuzdur.Sertlik ve güç, ölümün yoldaşıdır.Esneklik ve zayıflık, varoluşun tazeliğinin ifadeleri. Kendini sertleştiren hiçbir şey kazanmayı başaramaz
–Tarkovsky
Özgürlük, suretlerin ötesindeki mânayı kavrayıp hakikat makamına ulaşmaktır.
Mâna, özgürleştirir.
İbrahim Kalın
Fernando Pessoa’nun özgürlük tanımı, cağdaş insanın özgürlük durumunu ve tutsaklığını ne kadar güzel ve kadar gerçekçi bir biçimde tanımlıyor: “Özgürlük, yalnız kalabilmeye denir. İnsanlardan uzaklaşabiliyorsan, onlara hiçbir muhtaçlığın, paraya ihtiyacın, sürüye uyma içgüdün, aşka, şana, şöhrete hevesin ya da merakın yoksa özgürsündür, bunların hepsi sadece yalnızlıktan ve sessizlikten beslenir. Yalnız yaşayamıyorsan, doğuştan kölesin demektir. Ruhen ya da zihnen en yüce mertebelere ulaşmış olabilirsin: Soylu bir kölesin öyleyse ya da zeki bir uşak, ama özgür değilsin ve bir trajedinin içinde değilsin, çünkü böyle doğmuş olman bir trajediyse de bu seni değil, kendi kendiyle yüz yüze gelen Kader’i ilgilendirir. Öte yandan, eğer hayatın ağırlığına dayanamadığın için köle olduysan, yazıklar olsun. Özgür doğduğun, kendi kendine yetebilen, insanlardan uzak durabilen biri olduğun hâlde, zavallının teki olduğun için insanlarla yaşıyorsan, yazıklar olsun sana. İşte bu, nereye gidersen git, kendinle birlikte taşıyacağın trajedindir.”
Hüseyin Su
“İki yol var insanlık için: Kendi kendini imha veya gerçekten insanlaşmak.”
Cemil Meriç
Bir millet ‘eğitim-öğretim’ sürecinde mensuplarına en nihâyetinde şu iki yöntemi verebilmelidir:
1. ‘Akıl yürütmek’ ki, ‘bilgi’yi verir
2. ‘Gönül yürütmek’ ki, ‘sevgi’yi verir
Bu da şu iki ‘temel’ üzerine kuruludur:
1. ‘Aklın ahlâkı’, ‘mantık’
2. ‘Gönlün ahlâkı’, ‘edeb’…
İhsan Fazlıoğlu
Koltuklar, makam ve mevkiler de insanlar gibi fanidir. İnsanlar küçük hırslara göre değil, büyük ideallere göre bir hizmet şuuru taşırlarsa şeref kazanırlar.
Seyyid Ahmet Arvasi
İman tevhidi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül ise saadet-i dareyni(iki dünya saadetini) iktiza eder.
Bediüzzaman
Modernite, Yaradan’ın kulu üzerindeki yaptırımının sorgulanmasıdır. “Modern” insan bu ve öbür dünyaya dair “hakikat”ı kutsal metinlerde aramaktan vazgeçen, amentüsü bilimsellik olandır. Şalvarlısı da olur, şortlusu da… Her “Batılı” da modern değildir.
Modernite, kadiri mutlak Yaratıcı kavramının kaybıdır. Duaları cevaplayan tanrı düşüncesi yok olurken, deizm, ateizme evrilir. Günahtan kurtuluş, mutlak bireyselleşmeyi yüreklendirir. Ahlâkın dizginlemediği bilim, şerre evrilir.
Alev Alatlı
“Allah bir kuluna rahmet indireceği vakit, onun kalbinde yer edinmiş olanlarada rahmet eder.”
Muhyiddin İbn Arabi
Hayatının ne kadar değerli olduğunu ölçmek istiyorsan, başka insanların hayatına ne kadar değer verdiğine bak.
Kemal Sayar
Bir şeyden korkan kişi kendisini ondan kurtaracak bir şey yapar. Şu hâlde ölümden korkan kişi ölümün şerrinden kurtulmayı umut ettirecek şeyler yapsın.
Sokrates
Erteleyenler helak oldu.
Hadis;Müsned, I/139
Düşmanlarla savaşırız, dostları severiz ve onlara yardım ederiz; ama ne düşman ne dost olanlara ne diyeceğiz? Ya da hem düşman hem dost olanlara?”
Zygmunt Bauman
İnsan ‘kendini’ hem eylemleriyle tanır hem eylemlerinde ele verir. Konuşmalarıyla ve konuşmalarında değil. Bu nedenle ‘eylem’ kişiyi sadece ‘ifâde eden’ değil aynı zamanda ‘inşâ eden/kuran’ bir etkinliktir ve dolayısıyla ‘açığa çıkartan’…
İhsan Fazlıoğlu
Narsisistik kişiliğin temel özelliklerinden birisi eşduyum yeteneği gösteremiyor oluşu, karşısındaki insanın duygularını anlamakta ve yorumlamakta gösterdiği yoksunluk. Yalnızca kendisi için yaşayan, diğer insanlara sadece kendisini yüceltsin ve övsünler diye değer veren ve istediğini aldıktan sonra bir kâğıt mendil gibi onları bir kenara atan, cinselliği aşksız ve nezaketsiz, insan ilişkileri sığ, sevebilmekten âciz bir kişilik. Zamanımızın bir kahramanı. Yaşadığımız çağda bu tarz bir kişiliğin uyum gücü yüksek, zira kendisini göstermek için iş hayatında çok başarılı olmak ister ve olur da.
Gösteri dünyasına bakın, kendilerine yönelmiş kameralarla sarhoş olmuş, “ufak dağları ben yarattım” havasında, ülke için ürettiği en ufak bir değer olmayan, çok sayıda besleme narsisistle karşılaşacaksınız. Yahut şirketler dünyasının lider profiline bakın, siyasete bakın, spor dünyasına bakın. Mahremiyet yerini laubaliliğe, aşk yerini duygusuz cinselliğe bırakıyor. Narsisistik klon bütün dünyaya yayılırken biz de hakkın gücüne değil gücün hakkına inanmaya başlıyoruz.
Kemal Sayar
Erich Fromm “her toplum ihtiyaç duyduğu karakteri üretir” demişti. Savaş sonrası kapitalizmi de nevrotik karakterini üretmişti, bu karakter kendi sahici duygularına ve hakikate yabancılaşarak pazar ekonomisine uyum sağlayan bir türdü. Bu pazarlama karakteri için her şey bir mala dönüştürülebilirdi, sadece eşya değil kişinin bizatihi kendisi de -bütün becerileri, duyguları, bilgisi, enerjisi ve hatta gülümsemesiyle- bir mal haline getirilebilirdi. Bu insanlardan içten bir ilgi beklemek safdillik olurdu, çünkü bencillerdi ve gerek kendi aralarında gerekse de başkalarıyla kurdukları ilişki çok sığdı. Küresel kapitalizm bu pazarlama karakterlerine çokça ihtiyaç duyuyor ve onları üretiyor.
Kemal Sayar
Kapitalizm önce arzuyu üretiyor sonra sattığı mallarla onu doyuruyor. Şehirlerde katedral ve caminin merkezi yerini artık ticaret kuleleri aldı. Şehre yaklaşanlar mabetlerin gölgesiyle değil paranın kibriyle selamlaşıyor önce. Modern kültür gençliğe, genç tarz-ı hayat kalıplarına çok fazla vurgu yapıyor. Yaş ve yaşın getirdiği bilgelik artık geçer akçe değil. Bütün bir toplum çocuksulaşma eğilimine giriyor, eğlence programlarının karşısında göbek atıyor, ergenlerin tüketim kalıplarını benimsiyor ve onlar gibi ben merkezci yaşamaya başlıyor. “Bana! Önce bana! Sadece bana! Hep bana!” diyen ve dünyanın sadece kendi çevrelerinde döndüğünü düşünen, büyümemiş, ıstırapla sınanmamış, ağrıyı ve acıyı gördüğü yerde hayalet görmüş gibi kaçan bir insan kuşağı dünyayı istila ediyor.
Kemal Sayar
Ne suda, ne yerdeydi…
Hakk’ı göremeyen
Gözlerdeydi!
Vatanı korumak, ırzını, namusunu ve dinini muhafaza etmektir. Çünkü bunlar vatanla muhafaza olunur. Vatana hürmet, şühedaya, ecdada hürmettir.
Her günah, her suç bağışlanabilir. Ama vatana ihanet suçu başka! Vatana ihanet, nesilden nesile, batından batına intikal eder.
Mehmed Feyzi r.h
“Eşyanın, hadiselerin, yani hayatın tutarlı bir besteye dönüşebilmesi de saf olmayı, yani düz bir çizgide birlik olmayı gerektirir… Oysa hayatı saflaştırmak için saf tutmak, tutarlı olmak için de saflaşmak zorundayız.
Âkif Emre
Eşyanın hakîkatleri Levh-i Mahfuzda ve mukarreb meleklerin kalblerinde yazılıdır. Mühendisin, bir inşaatı önceden hazırladığı plana göre yapması gibi, gökleri ve yeri yoktan vareden Allah da âlem nüshasını evvelinden sonuna kadar Levh-i Mahfuzda yazmıştır… Bazan Güneşin zâtına, bazan da suda tecelli eden sûretine bakmakla Güneşin sûreti gözde meydana geldiği gibi, Levh-i Mahfuz’dan âlemin hakîkati ve sûreti kalpte hâsıl olur. Kendisi ile Levh-i Mahfuz arasındaki perde kalktığı zaman, oradaki eşyayı görür ve oradan kendisine ilim nebean eder.”
İmam-ı Gazzâli
geçirmek de organların imanıdır.İslam’a dair biraz olsun malúmatı olan herkes bu hakikati bilir. Hâl böyle iken, imanı kalbe, ibadeti camiye hasretmek nasıl mümkün olabilir ki?..İnanç kalbin ameli ise, kalb de bazı şeylerin iyi bazılarının da kötü olduğuna inanıyorsa, insan davranışları bu esasa göre şekillenecektir, aksi düşünülemez. Meselâ, Nur Süresi’ne iman etmiş bir mü’mineni’n başörtüsü giymesi bu imanın doğal sonucudur. Başörtüsü giymenin gerekliliğine inanıp da bunu yerine getırmemek sakıncalıdır; çünkü kimse inandığını aksi gibi yaşayarak ne doğal olabilir, ne de mutlu.Serdar Demirel – Yerelden Küresele Ahlakî Duruşumuz,syf.62
İnandığı gibi yaşamayan insan, zamanla yaşadığı gibi inanmaya başlar kuşkusuz. Bir diğer ifade ile kendisini yaşadığı gibi inanmaya alıştırır, hayat tarzını ağır ağır bir karaktere ve inanca dönüştürür.
Peki, bunu niçin yapar?
Hakikat karşısında vicdanının sesini bastırmak, inandığının tersini yaptığından günahkâr psikolojisi taşımamak için. “Gözden ırak, gönülden ırak” misali, hakikati mümkün olduğu mertebe gözden ırak tutarak unutmanın rahatlatıcı iklimine sığınmak için.
Zekice bir davranış, ama akıllıca değil.
Serdar Demirel – Yerelden Küresele Ahlakî Duruşumuz,syf.59
“Ahiret yoksa, mutlak adalet de yoktur.”
Prof.Dr.Serdar Demirel
Gizli ya da aşikâr, moderniteyi kendine referans almış Müslüman kesimler, hadisleri de modern veriler perspektifinden değerlendirmekteler. Modern algının onayladığı hadislere ses çıkartmazken, aykırı düşenler ise, sözde metin tenkidi altında dışlanmaktadır.
Bu zeminde kabul edilenler hadis usülüne göre zayıf, reddedilenler de sahih olabilir. Çünkü onları İslam’ın hadis usülü ırgalamıyor. Onların ölçüleri, modern dünya görüşünün meşruiyet kriterleridir.
Bu yüzden hadise yönelik modern meydan okumanın diğerlerinden ayrı tutulması gerekir. Zaman zaman modern tenkitçiler, kökü tarihte olan farklı fırkaların argümanlarını kullansa da bu değişmez. Çünkü modern olanın Mutezile ya da Şia ile de problemi vardır. Birinin argümanlarını diğerini zayıflatmakta kullanması sadece bir taktiktir.
Hadis karşıtlığının rengini anlamak istiyorsanız, önerim; öngörülen modele ve referans kaynaklarına bakmanız olacaktır.
Serdar Demirel
Maddeciliği esas alan, bir diğer ifade ile kitabında aşkın olana yer olmayan; insanı, burayla (bu dünyayla) ve şimdiyle (yaşanan zaman dilimiyle) sınırlayan bir dünya algısı, insan egosunu aşan birliktelikler üretemez.
Modern değerler üzerine kurulu evliliklerin insan ömrüne karşı dayanaksız olmasının sırrı da buradadır diye inanıyorum.
Müslüman camiada boşanma oranlarımn artmış olması, bu söylediklerimizi tekzip etmez. Aksine, Müslümanlar da modern dünya görüşünün sularına açıldıkları için hayatı modern eksenli kurduklarından aynı sorunları yaşamaya başlamışlardır. Onlar da artık “ev” kuruyorlar, ”yuva” değil.
Serdar Demirel – Yerelden Küresele Ahlaki Duruşumuz,syf.15
Hakiki birliktelikler zamanı ve mekânı aşan değerlere mebni olmadan kurulamaz. Zamanı ve mekânı aşan değerlerle irtibatını keserse de yaşayamaz..
“Seni Allah için seviyorum” demek, yani sevgiyi ve sadakati Allah’la anlamlandırmak, Allah’ı hatırlatan özel ve ulvî bir ilişkiyi ihtiva eder.
Hem seven, hem sevilen, hem de sevginin kendisi Allah tarafından yaratılmışsa, gerçek anlamını da ancak Allah’la bulur dostluk.
Serdar Demirel – Yerelden Küresele Ahlaki Duruşumuz,syf.14
Bir kişi ile ‘hem-hâl olmak’ demek, ‘birlikte susmayı’ becerebilmek demektir. Birlikte susmak ise birbirini ‘dilsiz idrâk etmek’ anlamına gelir ki, bu nitelikteki bir idrâk de o kişileri ‘dost’ kılar…
İhsan Fazlıoğlu
Yahya ibn-i Muaz er-Razi Rh.A, Allah şefaatine nail etsin… O diyor ki:
“—Hakiki muhabbet, hakiki sevgi cevr ü cefa ile azalmaz, zevk ü sefa ile artmaz. Sen Allah’ı hakikaten seviyor musun?Seviyorum. O zaman ne takdir etmişse, o öyle veya böyle olunca azalmayacak. Zevk ü sefa olursa, günlük güneşlik, güllük sümbüllük olursa ortalık, Allah’a kullukta devam edeceksin. Biraz hastalık, sıkıntı, darlık, fakirlik bir şey gelince basacaksın itirazı… Olmaz, o hakiki sevgi değil. Hakiki sevgi zevk-ü sefa içinde olsa da, mihnet meşakkat içinde olsa da kesilmeyecek.”
M.Esad Coşan r.h,Hadis Derslerinden alıntı
Cicero’nun, dünyayı evi sayanlara öğüdü;
”Sakın ola talihin sana verdiği bu dünyevi şeylerin, gerçekten kendine ait olduğunu düşünme!”
Cesetleriniz dünyadan çıkmadan kalplerinizi ondan çıkarın. Dünya bilmeyenin yediği, bilenin kaçtığı zehir gibidir.”
— Mâlik bin Dinar
“Eğer ölçmeyi esas aldıysanız kendinizde ölçmeyi başarabilecek bir güç bulunduğu vehmine de kapıldınız demektir.”
İsmet Özel
Duanın en mühim ciheti, en güzel gayesi, en tatlı meyvesi şudur ki:
“Dua eden adam anlar ki:
Birisi var; onun hatırat-ı kalbini işitir,
herşeye eli yetişir,
her bir arzusunu yerine getirebilir,
aczine merhamet eder,
fakrına meded eder.”
İşte ey âciz insan ve ey fakir beşer!
Dua gibi hazine-i rahmetin anahtarı ve tükenmez bir kuvvetin medarı olan bir vesileyi elden bırakma,
ona yapış, a’lâ-yı illiyyîn-i insaniyete çık.
Bir sultan gibi bütün kâinatın dualarını, kendi duan içine al.
Said Nursi
Duaların yerini hayaller aldığından beri zarardayız.
| İsmet Özel
“Evet eskiden kadın sevgiye atıyordu kendini, başkaları için yaşıyordu; bugün de, çekinerek başkaları için yaşayanlar var. Ahmakça bir soyaçekiş, alışkanlık. Bu gerici yönelişleri ayaklar altına alacağız, biz yeni kuşaklar baştan başa değiştireceğiz.”
İhtiyar tarih, ilk defa duymuyor bu lakırtıları. Mâziyi yıkmak isteyen ilk nesil siz değilsiniz. Ama zavallı dostlarım, kadın oldukça uzun bir zaman güya çıkarı peşinde koştuktan, bağımsızlığına kavuştuktan, şöhret servet kazandıktan sonra sahneden çekildi, bir de baktık ki bir hayale kaptırmış kendini. Dimyata pirince giderken.. İkbal avutamamış onu, alış doyuramamış. Gerçek sevinci ferâgatte bulmuş kadın. Annelikte bulmuş. Kendini çevresindekilere adamakta bulmuş. Ve tarih boyunca menfaatleriyle gönlü arasında sallanmış durmuş kadın, rakkas gibi. Menfaatlerini feminizm bayraklaştırmış, gönlünü annelik doyurmuş.
Cemil Meriç
– halkın rızasını tahsile lüzum yoktur; o kâfidir..”
Fâsıkların kesretine bakıp aldanma ve “Ekseriyetin efkârı benimle beraberdir” deme!
Çünki fâsık adam, fıskı isteyerek ve bizzât taleb edip girmemiş; belki içine düşmüş çıkamıyor.
“Din, takva ile; söz fiil ile, şahsiyet tevazu ile ve ilim amel ile tamamlanır.”
Fahruddin er-Râzi
——————-
Bir kul ancak diliyle zikir, azalarıyla şükür, kalbiyle fikir içinde kaybolup bütün varlığı ile devamlı Allah’a kulluk yaptığında gerçek insan olur.
Fahruddin er-Razi
Bataklıktan göklere süzülen bir tarla kuşu gibi kasıklarıyla düşünen ve göbekten aşağısıyla yaşayan bu azgın hergele sürüsünden uzaklaşmaya bak. Yoksa gübresin, leş gibi gübre…
Cemil Meriç
İnsana dair her değer ve haysiyeti zayi eden insanlık, beşeriyet tarihi boyunca muhafaza edilmiş aslî ve fıtrî bir hasleti; kadın ve erkek olma/kalma haysiyetini de zayi etmek için kendi eliyle uğraşıyor.
Sürekli büyüyen dinî ve ahlâkî erozyonun doğal bir neticesi olan bu boşluk; bir taraftan erkeklik ve kadınlığın sadece ‘cinsel obje’ olarak gösterilmesinden, diğer taraftan da bu sürecin oluşturduğu azgın ve doyumsuz ruhlardan beslenmektedir.
“Onur” gibi bir kavramı dünyanın en rezil işine perde ve marka yaparak kendilerine masumiyet ve samimiyet resmi takmaları bile bu azgınlığın vehametinin en somut göstergesidir.
“Utanmadıktan sonra dilediğini yap!” nebevî ihtarı gösteriyor ki bu zümrenin hiçbir söz ile utanması mümkün değildir. Çünkü fecaatlerini ‘onur’ olarak gören kimselerin utanma duygusuyla düzelmesini beklemek abestir.
“Allah’ın bildiğini kuldan saklamama” iddiasıyla samimiyeti ve onuru kendi hisselerinde gören bu insanların samimiyet anlayışı tüm şeytanî ve hayvanî dürtüleri açıkça yaşamak arzusundan ibarettir ve samimiyetin hakikatiyle zerre bir münasebeti yoktur.
İnsanlık haysiyetine hâlâ sahip olan, insanı kul olarak bilen, kulun kula ve kulun rabbine karşı bir hukuku olduğunun bir şekilde idrakinde olan insanoğlunun bu garabete karşı durması, yayılışına seyirci kalmaması elzem bir mükellefiyettir.
Melikşah Sezen
Okuma ve anlayış azalırken ilim(kitaplar) artıyor,namaz kitapları artarken namaz azalıyor,gelirler giderek azalırken tüketim eğilimi giderek artıyor,daireler küçülürken mobilya ölçüleri büyüyor,göbekler büyürken elbise kalıpları küçülüyor.
Çözemedim gitti…
ALARM ZİLLERİ ÇALARKEN…
Kötülüğün panzehiri, iyiliktir. Kötülüğü azaltmanın yolu, iyiliği çoğaltmaktır.
İnsanlık tarihinde, sadece protesto edilerek, sırf lanet okunarak veya yalnızca sözlü dua yoluyla yok edilmiş tek bir şer yoktur.
Ortalığa saçılan bazı ahlâksızlıklar, bizlere “Nesillerinize odaklanın! Evlerinizdeki yangını söndürün! Lüzumsuz tartışmaları ve boş işleri bırakın!” uyarısıdır.
Taha Kılınç
Ziya Paşa ne güzel söylemiş: “Rencide olur dîde-i huffaş ziyadan.” Yarasalar, elbette nurdan, ziyadan ve ışıktan rahatsız olup kaçacaklardır.
Cemil Meriç
”Ben Osmanlı İmparatorluğunun çocuğuyum, ve benim için Osmanlılık her şeyden daha temeldir. Biz Osmanlı’nın sayesinde varız. Osmanlı’yı anlamayanın İskenderiye hamalı kadar değeri yoktur.”
İlber Ortaylı
Adalet, hikmet, şecaat ve iffet kuvvetlerinin vasat halde oluşlarıyla sağlanır. “İnsanlar nefislerinde ne derece ahlaka sahipseler, alışverişlerinde ve idarede o derece adil olurlar.( … ) İnsanlar teker teker kendi nefislerinde adaleti kurulmadıkça bir cemiyette, bir memlekette adalet kurulmaz.”( … ) Ülkede her şey yerli yerine konur ve her sınıf vazifesini yaparsa adalet kurulmuş olur.Adalet büttin erdemleri kendisinde toplarken, adaletin zıttı olan zulüm de bütün alçaklıkları kendisinde toplar.
İmam el-Gâzzali
“Kitapların kaderi okurların kapasitesine bağlıdır.”
(Pro captu lectoris, habent sua fata libelli.)
(Terentianus Maurus, MS 3. yüzyıl)
Asım Cüneyd Köksal
Affetmek ve edilmek, insan içindir. Ancak affın bir hovarda bahşişi olduğunu sanmak hatadır. Affetmek, akılların üstünde sultan olan kalbin hareketi olduğu gibi affedilmek de insanın bizzat kendi kalbinde inkılâp yapmasıyla kendisine sunulan zafer hediyesidir. Şüphe yok ki affın fermanını hazırlayan kalptir. Hesapça akıl onu anlamasa da kalp kendi kahramanına affı bağışlıyor. Affeden insan da affedilen gibi kalbini yükseltmiş, “insan kalbi böyle olur” dedirtecek olgunluğa ulaştırmış olmalıdır.
Nurettin Topçu – Var Olmak
Kuş ölür,sen uçuşu hatırla.
Füruğ Ferruhzad
Onlar, şerrinden emin oldukları için, dostlarını kendilerinden uzak tuttular. Kendilerine bağlamak ve kazanmak için de; düşmanlarını yakın tuttular. Yakın tuttukları düşmanları dost olmadı. Ama uzak tuttukları dostları düşman oldu. Herkes düşman safında toplanınca yıkılmaları mukadder oldu.
Ebû Müslim Horasânî
Bediüzzaman Hazretleri Birinci Harb-i Umumî’den dolayı Müslümanlara gelen musibetin nedeni sorulduğunda şu cevabı vermiştir:
“Mukaddemesi üç mühim erkan-ı İslamiyedeki ihmalimizdir: salat/namaz, savm/oruç, zekat. Zîra, yirmi dört saatten yalnız bir saati, beş namaz için Halık Teala bizden istedi; tenbellik ettik. Beş sene, yirmi dört saat talim, meşakkat, tahrik ile bir nevî namaz kıldırdı. Hem, senede yalnız bir ay oruç için nefsimizden istedi; nefsimize acıdık. Keffareten, beş sene oruç tutturdu. “On’dan, ya “kırk”tan yalnız biri, ihsan ettiği maldan zekat istedi; buhl ettik, zulmettik; O da bizden müterakim zekatı aldı.” (Sunuhat, s.3)
Hayatlarımızı bilebildiğimiz kelimelerle inşa ediyorduk. Gerçekliğimizi bilebildiğimiz kelimelerle sınıyor, bilebildiğimiz kelimelerle sınırlıyorduk.
Alev Alatlı
Benzerlikler aldatmamalıdır;insanı saptıran şey benzerliklerdir.
İbn Arabi
Olimpos dağının çocukları, Hira dağının evlatlarını asla kabullenmeyecektir.”
Cemil Meriç
“Hakkı savunanlar zayıfsa, bâtıl avâmın nazarında hakmış gibi görünür.”
Mustafa el-A’zamî Hocaefendi
İnsanlardan utanmayan Allah’tan hayâ etmemiş olur. Namahreme bakmayanın kalbi rahat olur.
Sana söz getiren, senden de söz götürür. Babasına ve annesine itaatlı olan, evladını kendisine itaatlı bulur.
Erzurumlu İbrahim Hakkı (k.s)
Güzel ahlâkın en güzeli sana gelmeyene senin gitmendir, seni mahrum edene senin iyilik etmendir. Sana zulmedeni affetmendir. Halkın sana ihtiyacı, Hakk’ın nimetinin revaç bulmasıdır.
Erzurumlu İbrahim Hakkı (k.s)
Kasım Küçükalp:Hakikatin itibarsızlaştırılmasının vahim sonuçlarıyla realist bir şekilde yüzleşmeye ne dersiniz. Ne güzel tespit etmiş muhterem Hocam.
“Hakikati itibarsızlaştırmaya dört nala giden dünyada Kant’ın felsefi sorularına realist cevaplar: Neyi bilebilirim?: Hiçbir şeyi; Ne yapmalıyım?: Kötülük; Ne umut edebilirim?: Bencil kalmayı; İnsan nedir?: Yırtıcı bir hayvan!” Prof. Dr. Ali Yaşar Sarıbay
İmam Gazzali, İhyau Ulumi’d-Din’de kalp ve güzel ahlakla ilgili kısımlarda çok güzel anlatıyor: Kalp, organların yaptığı her işten etkilenir. İşittiğim, gördüğüm, söylediğim, kokladığım, dokunduğum her şey kalbime de dokunur. Yaptığım her şeyi kalbime de yapıyorum demektir. Ya sanal gerçeklik? Kişi seçim yapabildiği, şöyle ya da böyle olmasına müdahale edebildiği her durumda davranışlarından sorumludur. Çünkü mükelleftir:’
Fatma Şengil Süzer
“Hepimiz aynı televizyon programlarıyla büyüdük. Sanki hepimize aynı suni hafıza takılmış … Hepimizin belli başlı hedefleri aynı. Hepimizin korkuları aynı. Gelecek parlak değil… Çok yakında aynı anda aynı şeyleri düşünmeye başlayacağız mü kemmel bir uyum içinde olacağız. Senkronize. Birleşmiş. Eşit. Kati. Karıncalar gibi. Böcekler gibi. Koyunlar gibi:’
Chuck Palahniuk, Gösteri Peygamberi
Hudâ-cûyân-ı deryâ-dil rehîn-i inkılâb olmaz Ne nâsın i’tirâzından ne halkın âferîninden – FEYZİ
[Allahın rızasını arayan, kalbi zengin hakiki Müslüman, insanların tenkitlerinden de övmelerinden de etkilenmez.](Hayati İnanç)
Hikmetin, iyiliği elde etmek manası, Allah sevgisine bağlı olduğu gibi, ondan daha önce gelen kötülüğün önlenmesi manası da Allah korkusuna bağlıdır.
Saygısız bir ilişki; severken sevilmek arzusundan ve sevilmemek korkusundan etkilenmeyen, kaybolmasından korkulmayan ve endişe duyulmayan, laubali ve ciddiyetsiz bir ilişki; sevgi değil, bir eğlencedir.
Sevdiğinin rızasını gözetmeyen ve onu her fenalığa razı olur sanarak, hiçbir hareketten nefret ve iğrenmesini hesaba katmayan ve bütün bu tarz düşüncelerinden dolayı, ona karşı hiçbir edepsizlikten korkup çekinmeyen bir kimsenin seviyorum iddiasında bulunması, bir oyun ve eğlenceden başka ne olur?
Elmalılı Hamdi Yazır (r.h)
Bir düşünür kendi milletinin kültürünü tenkîd edebilir; ama tahkîr edemez. Tenkîd bilmeyi şart koşar; tahkîr ise yalnızca bir kaçıştır; kendinden kaçış, utancından, küçüklüğünden…Kısaca tenkîd, ikmâl etmek içindir; tahkîr, ifnâ etmek için. Bu nedenle halkını tenkîd eden, düşünür; tahkîr eden, ya işgalci ya da turisttir…Başka bir açıdan birbirimizi/insanları değil, teori ve yorumlarımızı eleştirebilir/öldürebiliriz. Çünkü hiç bir bilgi insanı rencide etmeye değmez…
İhsan Fazlıoğlu
Ebedi ömrün önündedir. O ömr-ü bakide göreceğin rahat ve lezzet, ancak bu fani ömürde sa’y ve çalışmalarına bağlıdır.”
(Bediüzzaman)
İnsanın Cenab-ı Hak’tan hiçbir hakkı talep etmeye hakkı yoktur. Bilakis daima ona şükretmeye medyundur.’
| Bediüzzaman Said Nursi
Gönül eri garîb olmaz!..
Eğer Allah’ın kahredici isminden çok az bir şey halkın üzerine musallat olsa, onları tuz buz eder. Oysa Allah’ın muradı bekadır. Beka da rahmete aittir. Nitekim bazı insanlar azapta bile olsalar onları ebedi kılan rahmettir.
İbn Arabi (k.s)
Hak teala mutlak cömerttir; kim O’na gelirse, onu seçer. Kim de O’ndan yüz çevirirse, onu terk eder. Eğer Hakka icabet ederse, Hakla buluşur. Ama yüz çevirmeye devam ederse ve bu durumunu O’na varıncaya, yani bütün varlıkların gittiği yere ulaşıncaya kadar sürdürürse Hakkın kendisinden yüz çevirdiğini görür. Hakkın kendisiyle buluşmasını ister. Ona denir ki:Bu, senin yüz çevirmendir. Bu, senin suretindir. Ama sen onu inkar ediyorsun.
İbn Arabi (k.s)
Melikşah Sezen
Her nefes, bir armağan.
Bir gül dahi bize konuşur, onun güzelliğini takdir edecek bir bakış olmazsa, gül uğruna şiirler söylenen bir güzellik remzi değil, herhangi bir bitki olacaktır.
Kemal Sayar
“Nerede niyaz varsa orada Allah vardır, nerede kavga varsa orada insanlar vardır.”
Ebu’l-Hasan Harakanî
Yaratanın aşkına tutulan birisi, yaratılmış hiçbir şey tarafından tatmin edilemez.”
– Ebu’l-Hasan Harakanî
Müstakîm ol, Hazret-i Allah utandırmaz seni
İsa(a.s)’ın Incili’nde şunu okudum:“Gerçekten kul ölüp kabre konduğunda Allah Teâlâ ona 40 soru sorar; birincisi şudur: Kulum, insanlar için dışını senelerce temizleyip güzelleştirdin, Zâtı Ehadiyyetim için, kalbini bir saat olsun temizledin mi’?”
İmam Gazâli-Hakikat Yolcusuna Notlar,syf.22
Her bedende bir insan bilir ;
sözü de güzel,özü de güzel
Benim annem yüz mevsim açar ;
yüzü de güzel
Kan ağlasa gülücük saçar ;
sözüde bahar,özüde bahar
Benim annem yüz can kuşanır ;
yüzüde melek
Her birinde bir ömür yaşanır ;
sözüde melek,özüde melek…….
Bedende ‘acı’ ve ruhta ‘kaygı’ insan olmanın göstergesidir… Madde’niz acıyor; Ma’na’nız kaygı duyuyorsa hâlâ ümit var demektir…
[İhsan Fazlıoğlu]
“…çok yakında, robotlar ve ilintili teknolojiler ile “gelişmiş” ülkelerde erkeklerin devre dışı kalması, yeni erkek işleri yaratılamaması ve çalışmanın kadınsılaştırılması ile işsiz erkek yığınları… feminizmlerin patlaması ile aile reisinin kadınlar olduğu seri tek eşli aile yapısı… kadının, evden uzaklaştırılan erkeklerin gelirine ulaşamayan kıt gelirinin üzerine yüklenen çocukların yükü ve tek ebeveynli aile olmanın stresi… yoksulluğun kadınsılaştırılması gibi problemlerle ile yüzleşmek zorunda kalacağız.” Donna HAraway, Siborg MAnifesto S:40-42
Kurdukları düzenin neticesinin ne olacağını gayet iyi biliyorlar.(Ahmet Hakan Cakıci)
“Sormamız gerekir: Erkek ve kız kardeşlerimizin acılarından ve kanlarından kim sorumlu? Hiç kimse! Cevabımız bu: Ben değilim, emin olabilirsiniz. Bir başkası. Kesinlikle… Artık kimse hiç bir şeyden kendisini sorumlu hissetmiyor, kardeşlerimize karşı sorumluluk duygumuzu kaybettik… Sadece kendimizi düşünmemizi öğütleyen konfor kültürü bizi başka insanların feryadlarına karşı duyarsız kılıyor. Modern hayat başkalarına karşı kayıtsızlıkla sonuçlanan uçucu ve boş bir hayal kurduruyor hepimize, hatta kayıtsızlığın küreselleşmesine neden oluyor. Başkalarının acılarına alıştırıldık: Bana dokunmuyor, bana ne, beni ilgilendirmez, benim işi değil…” Papa Francis (8 Temmuz 2013 Lampedusa)
Zygmunt Bauman , Kapımızdaki Yabancılar S:23
Egemenler, bir araya gelebilme becerilerini yitirmiş konforlarına düşkün bananecileri tenhalarda yakalayıp boğazlıyorlar. Tüm dualarımız sıranın bize gelmemesi üzerine.
Ahmet Hakan Çakıcı
kalbimizi genişletir
Merak etme hiç bir tahayyül, mukadder olanı değiştirmeye yetmez.
Kalbini ferah tut. Dua edelim.
Şurada güneşe ne kaldı.
Yine neyin var ?” dedi.
“Hiç” dedim.
Bu “hiç” yalnız halimi tarif için söylenmemişti.
Ağzımdan çıkan bu “hiç” sözü kâinatın sıfatı idi.
Filibeli Ahmed Hilmi,Amak-i Hayal
Varlık nedir benlik özünün ortaya çıkmasıdır/ kendine bir bak, zira özün ortaya çıkmış değil.
Yüzüme kar yağıyor sanki elinmiş gibiSensiz geçen zamanı belli yaşamamışım
Sensizlik bir kuyuymuş onu aşamamışımBir yol buldum öteye geçerek gözlerinden
İşte yeni bir dünya peygamber sözlerindenÖlüm bize ne uzak bize ne yakın ölüm
Ölümsüzlüğü tattık bize ne yapsın ölüm”Erdem Bayazıd
Güzlek 1971
artık sadece korolar var,sololar bitmiştir.”
Bir yere gitmek bir ‘teklifiniz’ var ise anlamlıdır; her teklif bir ‘iddayı’ içerir yani iyiye, doğruya ve güzele bir daveti, çağrıyı… İddia da ancak teklif eden insanların onu ‘temsil’ etmeleriyle tecessüm eder. Bu ilkeyi tarihî bağlama uygularsak, bir medeniyetin ya da bir kültürün başka bir yere gitmesi bir teklif ile ilgilidir; yani sizin bir teklifiniz varsa başka bir yerde bulunmanızın da bir meşruiyeti vardır.
İhsan Fazlıoğlu
Mesuliyet, kalpten ve vicdandan doğar ve beslenir.Vicdanı olan mesuliyeti olandır.
İbrahim Tenekeci
Böyledir hâl-i zaman, bir var imiş bir yoğ imiş.
Hâsılı oruç; baştan ayağa insanın kendini keşif çabasıdır. Sırrın sırrını aramaktır, canda cana yolculuktur, kendinden yine kendine kaçıştır. Oruç; dışarıdan içeriye; gönlüne, kalbine, kendine demir atmasıdır. Kendi içine düşmesidir, kendi içine dönerek hiçleşmekten kurtulmasıdır, en büyük iç gücüdür oruç; insanlaşmasıdır… İhsan Fazlıoğlu ile bitirelim: “Oruç kişiyi, içerisinde gömülü sırra yönelmek için dışarıdan içeriye taşıyan en önemli ibadettir. Hemen hemen tüm kadim kültürlerde insanı kendini keşfe hazırlayan bir güzergâh olarak bulunması, orucun kişinin kendini ciddiye almasının en önemli göstergelerinden biri olmasındandır. Oruç insana dışarıya karşı bir iç-duruş verir; dış korkuyu iç-ümide dönüştürür.”
Vedat Akıllı
Ramazanın kelime anlamı da (ramada) kavrulmak demektir. Yanmak demektir. Orucun açlığı ile susuzluğu ile kavrulacaktır insan, yanacaktır. Bu yanışla yakacaktır günahları, küle çevirecektir. Buna tam bir inanç haline dönüşecektir Ramazan. Orucu gerçek manada tadarsa insan, oruç yakarsa insanı, kadrini bilirse orucun, ‘Kadir’ini bilirse, anlarsa Kadir’in kıymetini; bayram o zaman bayram olacaktır. Oruç yani, Arapçasıyla ‘siyam-savm’ yani ‘tutmak’. Oruçla tutuğumuz nefs, heva, haz.
Evet, oruç nefsi tutarak; bir arınma, temizlenme, kirlerden silkelenme yolu sunmalı bize. Nefsini tutamadıktan sonra tutulan oruç ne oluyor o zaman; sadece açlık. “Ey iman edenler! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki korunursunuz.” İlahi emri korunmamıza, arınmamıza vurgu yapar. Arınabilmemiz için, koruna bilmemiz için, temiz kalabilmemiz için, dünyanın pisliklerinin üzerimize bulaşmasını önleye bilmemiz için, insanlaşabilmemiz için oruç vardır.
Vedat Akıllı
Gönlüme, “insanların gönülleri de tanelere ayrılabilse, ne güzel olurdu.” dedim.
Bana gelirseniz şayet yavaş ve yeğni gelin, yalnızlığımın ince çinisi çatlamasın..
Sohrab Sepehri
Karanlığın dibinde bir parça güneş gördüm; içtim; çekildim içime.
Ve özgürüm!
İhtiraslarınızdan uzaklaştığınızda, boynunuza takılan zincirlerden de kurtulacaksınız…
Helena Petrovna Blavatksy
Bir yıldızın uzaklardaki parıltısı,denizdeki dalgaların çıkardığı ses,tan ağarırken ortaya çıkan sessizlik kaç kez insanların dikkatini çeker? Dünyadaki güzelliklere kayıtsız kalmak da belki mutsuzluğa giden yola gireceğimiz bir günahın ve suçun başlangıcı olarak görülmeli.
Simone Weil
Kendi refahını arayanın önüne çıkan, hakikat değil yanılsamadır.
Simone Weil
Uygar insan yalnızlıkta yalnızlık duygusunu hissetmeyen kişidir.
Furuğ Ferruhzad
yol nerede?
menzil neresi?
amaç nedir?”
Çok gülmek heybeti, çok şaka vakar ve şahsiyeti giderir. İnsan çok güler ve şaka yaparsa hafif olarak bilinir.
Ahnef b. Kays (rah.)
Dilinle yaptığın duaya kalbin de inansın.
Abdûlkâdir Geylâni Hz.
Kemal Sayar
Yumurta dıştan bir güçle kırılırsa yaşam son bulur. İçten bir güçle kırılırsa yaşam başlar. Zira sahih dönüşümler hep içten gelir.
İbn Rüşd.
Çünkü ‘mutluluk’ denen şeyi ancak ruh duyumsayabilir, ne akıl, ne karın, ne kafa ne de para cüzdanı…
Hermann Hesse
———————-
“Dünya bir ağaçtır.Bizler de bu ağacın yarı ham,yarı olmuş meyveleri gibiyiz.Ham meyveler ağacın dalına iyice yapışır;oradan kolay kolay kopmazlar.Çünkü ham meyve köşke ve saraya lâyık değildir.”
Hz.Mevlana
Rasûlullah şöyle buyurmuşlardır:
“En temiz kazanç, şu vasıflara sahip olan ticâret erbâbının kazancıdır:
– Konuştuklarında yalan söylemezler,
– Kendilerine îtimâd edildiğinde ihânet etmezler,
– Söz verdiklerinde sözlerinden dönmezler,
– Bir şey satın alırken o malı yermezler,
– Bir şey satarken onu aşırı bir şekilde övmezler,
– Borçları olduğunda geciktirmezler ve
– Alacakları olduğunda, zor durumda olan borçluyu sıkıştırmazlar.” (Beyhakî, Şuab, IV, 221)
İdrâk el-zât ile tahkîk el-zât iki ayrı durumdur. İnsan kendini bilgi etkinliği ile fark ederken, eylem etkinliği ile gerçekleştirir. Yani kişi kendini ‘içeri’de teemmülle yakalarken ‘dışarı’da eylemleri ile ‘inşâ’ ve ‘temsîl’ eder. Bu nedenle kişi, eylemleri kadardır…
İhsan Fazlıoğlu
Karınca, kâğıt üzerindeki yazıları görünce, bunları kalem yazıyor, der; çünkü başını kaldırıp yukarıdaki parmakları, eli ve bunları harekete geçiren iradeyi, insanı, sonra insanda irade, kudret yaratanı görmez. İnsanların çoğu da, en aşağı, en yakın sebebi görmektedir.
İmam el-Gazzâli
Ağlayıp sızlanmak bela ve musibet geri çevirmediği gibi,insanın sabredenlere verilen sevap ve mükafattan da mahrum olmasına sebep olur.
Şakik-ı Belhı k.s
İdam mahkumun biri ölümünden bir saat önce, yüksek bir dağın tepesinde, ancak iki ayağının sığabileceği kadar daracık bir yerde yaşaması gerekse, çevresindeyse uçurumlar, okyanuslar, sonsuz karanlıklar, fırtınalar ve sonsuz bir yalnızlık olsa, yine de o bir avuç yerde ömrü boyunca, binlerce yıl, sonsuza dek yaşamanın, o anda ölmeye yeğleneceğini söylemiş. Yeter ki yaşasın! Yalnızca yaşasın!
Dostoyevski, Suç ve Ceza.
Olayların arzu ettiğiniz gibi olmasını beklemeyin.Zaten oldukları gibi olmalarını arzulayın.
Epiktetos
Bu alem bir rüyadır.Zanna kapılma,rüyada elin kesilse de,korkma elin yerindedir.
Hz.Mevlana
Cemil Meriç
Arife sabr ile her müşkil ki var âsân olur
Fuzuli
Modern eğitimin temel özelliği de pozitivist olması. Yetiştirmek istediği insan modeli ise birey dediğimiz insan modeli. Bunun da İslam ile uzaktan yakından hiçbir ilişkisi yok. Bu model cemaat modelinin çözülmesi sonucunda ortaya çıkan bir model. Oldukça liberal bir felsefeye dayanır. Bu felsefeye göre, Aydınlanma düşüncesinin dediği gibi “Eğer insanı tabii hali içinde bırakırsak, insan bu özgürlük içinde daha iyiyi, daha mükemmeli ve kendi potansiyelinde bütün güzellikleri ortaya koyabilir.” En önemli özelliği dışsal herhangi bir müdahaleyi reddetmiş olmasıdır. Bu bir Müslüman açısından kabul edilemez. Bunun Batı için bir anlamı vardır, saygı duyulur, üzerine konuşulur. Müslüman toplum için ne saygı duyulacak bir anlayıştır ne de buna katılmak mümkündür. Ama bugün bizim gördüğümüz eğitim bu felsefe üzerine kuruludur.
Abdurrahman Arslan
Feministler eşitlik istiyor. Ama en büyük zaafı kendini erkek üzerinden tanımlaması. Birey ve vatandaş kavramı üzerinden konuşuyor. Bu kavramlar cinsiyetleri olmayan kavramlardır. İslam sizi cinsiyetinizle birlikte isimlendirir. Kökten bir farklılığı vurgular. Batı’da hiyerarşi vardır. Hiyerarşiyi yıkmak için eşitlik kavramını gündeme getirmiştir. Feminizm kendini erkek üzerinden konumlandırdığı için kadın bedeninden kurtulmak istiyor. Bedene karşı verilmiş bir mücadeledir bu. Kadın olmaklıktan kurtulmadır, cinsiyet karşıtlığıdır. Biz cinsiyeti muhafaza etmek istiyoruz. Çekirdek aile de bitti bugün. Çocuk annesiyle yahut babasıyla yaşıyor… Homoseksüel, lezbiyen aile modelleri var…
Abdurrahman Arslan
Hayali kötülük romantiktir ve çeşitlilik arzeder; gerçek kötülük ise kasvetli, tek düze, kısır, sıkıcıdır. Hayali iyilik sıkıcıdır; gerçek iyilik ise daima yeni, harikulade, sarhoş edici.”
Simone Weil
Dileğin gecikti bahanesiyle Rabbine itiraz etme. Aksine edebinin noksanlığından dolayı nefsine davacı ol!
Ataullah İskenderi k.s
Görmesi, Allah’ın armağanı
Olarak Sana yeter.”
makamla mağrur olma,
Ahirette vebal olacak iş yapma,
Kazanınca şımarma,kaybedince üzülme,
Kulu, yüceltenin de, zelil kılanın da Allah olduğunu unutma!
Ne zaman geleceği bilinmeyen ölümle iç içe yaşa!
Şanı şöhreti değil, Allahın(cc) rızasını kaybetmekten kork!
Kadınlar kocalarına veya oğullarına “ben senden yüksek gelir değil, sadece helal para kazanmanı istiyorum” dese Türkiye’nin yüzü değişir.
İsmet Özel
Ertesi gündür..”
Bir büyük hayat var, bizim dışımızda her daim yenilenip duran büyük deveran; bir de ömrümüzle sınırlı kendi hayatımız. Diğer canlılardan bir farkımız da fanilik bilincimiz. Sadece kendi varoluşumuzun, hayatımızın biricikliğinin farkında değiliz öleceğimizi, fani olduğumuzu da biliyoruz. O yüzden bakmayın şimdi bize “ölümü unut ve anı yaşa” diyenlere “ölümü hatırla ve anda yaşa!” demek en doğrusu.
Erol Göka
Biz gideriz, nereye gitsek bizimle beraber “hal”imiz de gelir. Bu sebeple “halinden memnun musun?” demek yetmez, “halin senden memnun mu?” diye ilave etmek gerekir. “Hal”imiz dediğimiz şey, bizi kuşatan iç ve dış güçlerimiz, potansiyellerimiz, zorluk ve manilerimizdir. Hayat yolumuzda yürürken önümüze, ulaşmak istediğimiz menzile baktığımız kadar, halimize, içimize bakarak da yol almak zorundayız, her adımda her kavşakta tekrar tekrar bakmak… Hayat yürüyüşümüzü en iyi “imtihan” metaforu ihata ediyor. Dini inancımız olsa da olmasa da hayat tam bir imtihan…
Erol Göka
Ahmet Hamdi Tanpınar, “Ne içindeyim zamanın ne büsbütün dışında” diyor ya sadece zamanla değil hayatla ve dünyayla ilişkimiz de aynı nitelikte. Hep zamanın, dünyanın ve hayatın içindeyiz, devamlı onlarla, onların bize sunduğu çevreyle ve insan ilişkileriyle birlikteyiz. Alman düşünür Heidegger’in insanı “dünya içinde varlık” olarak tanımlaması bu yüzden olmalı. Deniz içre balık gibiyiz lakin bir farkımız var. Kendimizin, kendi varlığımızın farkındayız.
Bu farkındalıkla, arada, sudan başımızı çıkarıp bakabiliyoruz, Nesimi gibi bazen gökyüzüne çıkıp âlemi hatta kendimizi bile seyredebiliyoruz Sadece kendimizi haklı görüp yaptıklarımızı meşrulaştırmıyoruz aynı zamanda kendimizi gözlemleyebiliyor, bir vicdan muhasebesi yapabiliyoruz. O yüzden gece başımızı yastığa koyunca rahatça, huzur içinde uyuyabilmeyi önemsiyoruz. Zira insan öyle bir varlık ki, yapıp etmeleri içine, vicdanına sinmiyor ise uykusu ona haram oluyor.
Erol Göka
Kapitalizmin denetimindeki teknik akıl, “iyi hayat nedir?” sorusunu, hiç bize sormadan bizim adımıza cevaplıyor. Biz, piyasadaki ürünler arasında yaptığımız tercihi, özgürlük ve irademizle belirlediğimiz yaşam felsefemiz sanıyoruz. Sanki her şeyi özgür irademizle belirlemişiz gibi oturduğumuz siteyi, kullandığımız otomobili ve cep telefonunu, giydiğimiz giysi markasını tercihlerimizle övünüyoruz. İrademizi teknik akla ve kapitalizme tutsak vermişiz haberimiz yok. Tüketim toplumunun basit bir figüranıyız ama kendimizi hala filozof sanmayı sürdürüyoruz.
Erol Göka
Dostluk mevcudiyete bir ayna ve affediş için bir ahit. O yüzden dostluk ahde vefadır, evvelde verilmiş söze vefadır. Dostluk bize sadece kendimizi başkalarının gözünden görme imkânı vermez ve fakat defalarca sınırı aştığımız halde affedildiğimiz için, bizim de affetmemizi gerektiren birisinin varlığını gösterir.
Affediş ve affedilişle ancak, bir dostluk serpilip büyüyebilir. Ancak bir dost; yüreğin med cezirlerinin, ruhun alçalış ve yükselişlerinin, kabz ve bast anlarının tanığıdır. Dost dediğimiz kişi zorluklarımızı, gölgede kalmış yanlarımızı bilir ve zaferlerimizden çok yenilgilerimize yoldaştır. Yere düşerken elimizi tutsun diye bakındığımız insan. O elimizi tutacak olursa, düşmek canımızı daha az acıtacak. Issız bırakıldığımız anlarda omuz başımızda beliren kişidir dost.
Zafer bize tuhaf bir yanılsama verir, etrafımızdaki kalabalık artmaya durduğu için sanki dostlara ihtiyacımız yok zannederiz. Oysa yenilgi dostluğun hakikatini miyara vurur. Herkesin etrafından sıvıştığı o günde, senin arkanda ve yanında kaç kişi kaldı? İşte onlar tabutunu da taşıyacak olan adamlardır.
Kemal Sayar
Hep yanlış zamanlarda doğru yerde, doğru zamanlarda yanlış yerdeydik.Hep kıl payı kaçırmıştık birbirimizi. Gerçeği yakalamaya hep birkaç santim uzakta
Tekebbür, “el-Mütekebbir” olan Allah Teala’ya “büyüklük” vasfında ortak koşmaktır ve kalbinde zerre kadar kibir bulunanın cennete giremeyecek olması kendine ilahlıktan bir pay çıkarması sebebiyledir.
Ey dost! Kitapların güzelliğine gelince bu iş öyle kolay kolay anlatılmaz. İbnü’l-Cehl şu beyitleri söylerken ne güzel anlatmıştır:
“Geceleyin yanaşır dost olursa kitaplar,
Gönlünde ne varsa durmaz önce boşaltır.
İlim yağdırır sana veya hikmet artırır,
Hased etmez, kin tutmaz, nefretten uzaktır.
Nice emek verip biriktirdiğini saklar,
düşmez gaflete,
Hain değildir, tutar sözünü ne kadar zaman
geçse de.
Tüm zamanları bahar eder kitap,
Seni bir bahçeye sokar ne dar ne de
çoraktır.
Harikalar gülistanında edep ışığı verir.
Kitap canlara gülden daha gerektir.”
Turtuşi,Sirac’ül Mülük
Oluş harikasını görmeye, yeryüzüne dikilecek hiçbir Babil Kulesi kâfi gelmeyecektir, kuleyi kendi yüreğinde yükselteceksin. O zaman, o kulenin her cihetinden yeni bir harika göreceksin.
-Rasim Özdenören
Kendi kendine kalma zorluğu. Günümüzün sorunlarından birisi bu. Kendimizle baş başa kalamıyor, hemen bizi oyalayacak, dikkatimizi çelecek bir oyuncağa (ekran) veya abur cubur yaşantılara yöneliyoruz. Kendin olmak kadar kendin kalmak, kendinle kalmak da önemli. Ruhunu duymak.
Kemal Sayar
Sana sürekli koşmanı söylüyorlar. Yarışmanı, birilerini arkada bırakmanı, ipi önce göğüslemeni bekliyorlar. Hep daha hızlı koşmanı istiyorlar. Bense sadece annenin çocukluğunda söylediği bir sözü hatırlayacağım. Koşma, düşersin!”
Kemal Sayar
Medyanın, magazin haberlerinin, reklamların, TV ve filmlerin retoriği narsistik fantezileri kışkırtmaktadır. Magazin haberleri, özel hayatın gösterileşmesini teşvik etmektedir. Bunun sonucunda insanlar internet üzerinden özel hayatlarıyla ilgili durumları paylaşmakta ve buna tıpkı magazin yıldızları gibi varoluşsal bir önem atfetmektedirler. Reklamlar, insanları özel ve çekici olmaya özendirmektedir. İnsanlar tüketim aracılığıyla temayüz etmeye çalışmaktadır. TV programları ve filmler sürekli yarışma ve rekabet duygusunu beslemekte, ihtiraslı mücadele ruhunu yüceltmekte, zenginliği ve lüks hayatı değer olarak göstermektedir. Bunun sonucunda, merhamet ve şefkat zaaf olarak, tevekkül ve şükür tembellik olarak, emeğiyle kazanmak ve gösterişten uzaklık zayıflık ve eksiklik olarak görülmektedir. Diziler, ürettikleri fanteziler sayesinde ortalama insanlar üzerinde mutsuz bilincin oluşmasına neden olmaktadır. Gerçeklikten kaçan insanlar, teknolojinin sağladığı imkânlarla oluşturdukları simülasyon evreninde “şöhret”miş gibi yaşamakta ve her anlarını birer görsel imaja dönüştürmektedirler.
Süreyya Su
Tüketim toplumunun ortaya çıkıp gelişmesiyle, kamusal hayat zamanla önemini yitirerek yerini özel hayata bıraktı. Bunun sonucunda, kent hayatı kozmopolit bir niteliğe bürünürken, yalnızlık bir değer haline geldi, “yabancı” tehdit edici bir unsura dönüştü. Kamusal hayat, sessiz kalarak, huşu içinde seyretmeye indirgendi. Geniş cam vitrinlerde, insanların arzularını kışkırtan fetiş-metaların sergilendiği mağazaları barındıran pasajlar, birer hayal âlemi olarak toplumun hayatına bu dönemde girdi. Tüketim toplumunda pasajları aylakça gezmek ibadetin yerini, vitrinleri hayranlıkla seyretmek de tapınmanın yerini aldı.(Walter Benjamin, Pasajlar, çev. Ahmet Cemal, YKY, 1993.)
Bugün AVM’lerdeki insanlık durumu bundan farklı değildir.
Sennett, kamusal alanların yaşanan ve tarihî olan mekânlar olmaktan çıkıp AVM’ler ve havalimanları gibi gelip geçilen yerlere (ki bu yüzden buralara yok-yer denir) dönüşmesiyle paylaşma ve dayanışma duygularının nasıl zayıfladığını, özel hayatına kapanan kişiliklerin nasıl giderek güdükleştiğini, başka insanlarla muhabbet yeteneğini yitirmenin insanları nasıl eksilttiğini çarpıcı bir şekilde bize gösterir.
Süreyya Su
“… -Yahudileri değil- salt hayvan oldukları veya beşeri varoluşun uyumuna zarar veren nesneler oldukları bahanesi ile herkesi kolaylıkla insanlıktan çıkarılabilir ve imha edilebilirler… Yahudilerin ve Çingenelerin böceklerle eş tutulduğu günler çok da uzakta değildir.” Kamil Güller’den (Dr. Haccac Ali, Seküler Aklın Haritası)
Hatırlatmak isterim ki; Nietzsche’nin alt yapısını hazırladığı üstün ırk düşüncesi ile Avrupalı bir grubun Yahudi, Çingene, engelli vs. milyonlarca insanı hayvanlarla, böceklerle bir gördüklerinde neler yapabildiklerini insanlık alemi şahit oldu.
Hayvan Hakları meselesi, Hayvan haklarının yükseltilmesi değil, insan haklarının törpülenmesi meselesidir.(Ahmet Hakan Çakıcı)
Neyse, bu haber Abbasi sarayına düşünce bir patırtı kopmuş. Ne yapalım, ne edelim derken biri öneride bulunmuş: “Bu işi çözse çözse Nizamülmülk çözer, hediyelerle gidip ondan ricacı olalım demişler.”
Kalkıp büyük bir kervan hazırlamışlar. Ne hediyeler… ne hediyeler.. Aman efendim ne hediyeler…
Varmışlar Nizamülmülk’ün huzuruna. Hoşbeşten sonra “Nizamülmülk sormuş derdiniz nedir diye :”Üstadım demişler, şu işe bir engel olsan.”Nizamülmülk “Yahu, topraklarınızı girdik sesiniz çıkmadı, bağlarınızı bahçelerinizi girdik sesiniz çıkmadı, sarayınıza girdik sesiniz çıkmadı, hazine odanıza girdik sesiniz çıkmadı. Bir kız gerdeğe girecek ayağa kalkıp taaaa buralara kadar geldiniz. Sizin şerefiniz bir kızın bekaretinden mi ibaret? Başka koruyacak hiç bir şeyiniz yok muydu sizin?”Vaktin Müslümanlarına bakıyorum Allah’a imanları çalınmış, Resulün örnekliği çalınmış, hukukları/şeriatları çalınmış, ahlakları çalınmış, toprakları çalınmış, gelecekleri çalınmış, çocukları çalınmış, yahu çocukları çalınmış. Ama onlar Adem’e baba, Meryem’e koca bulma derdindeler.Birileri Müslüman kitleyi, manipüle etmekle görevli.Ahmet Hakan Çakıcı
———————–
Gül olanın aslı güldür, Peygamberin nesli güldür, Girdim şahın bahçesine, Cümlesi aşı güldür gül.
Nesimi
Makam-ı İbrahimde rastlanan ayak izlerini
Dedesinin elinden tutup Kubays dağına götürdüğü
Yüzüsuyu hürmetine yağmur istediği
Yeryüzünün bereketlenip çiçeklerle bezendiği
Develerin coşarak çöllerde
Anne babalar çocuklarının durumundan statü devşirdikçe çocukların üzerindeki baskı artıyor. ‘Başar! Başarılı ol!’ komutları gidiyor sürekli. Başarı baskısı da hatalar için eleştiri biçiminde algılanıyor. Mükemmeliyetçilik risk almayı azalttığı için haddi zatında yaratıcılık ve yenilikçiliği de öldürüyor. Sürekli kendine bakan, kendini değerlendirip eleştiren bir insanın depresyon ve kaygıya yakalanması kaçınılmaz. Mükemmeliyetçiler bir hatanın başkalarının kendileri hakkında çok kötü kanaate varmalarına sebep olacağını sanıyor. Özellikle çocuk yetiştirirken hatalara odaklanmak, çocuğun ‘ben değersizim’ şeklinde düşünmesine yol açar.
Sosyal olarak kabul edilmem için mükemmel olmam gerekmiyor. İşler yanlış gittiğinde çıkarılacak dersler var. Mükemmel diye bir şey yok, bu bir efsane. Harika selfie için belki kırk defa poz verdi o kişi. Mükemmel sürdürülemez. Sürekli hedef koymak ve ona ulaştığında kutlamak, aslında sığ yaşamak ve sahip olduklarımıza şükretmemek demektir. Farkında olarak yaşamalıyız. Statü, para, unvanla tatmin bulamıyoruz. Şeyler ve nesneler üzerine inşa ettiğimiz bir kimlik hep aç ve boş kalacaktır. Daha iyiyi yapma becerimizden taviz vermeden, sosyal beklentilerin iç sesimize galip gelmesine engel olabiliriz.
Mükemmeliyetçilik yerine ‘iyi hayat’ın izini sürebilir; bağ kurma, değer ve hem kendimiz hem başkaları için hazır bulunma yolunda çaba harcayabiliriz. Evet, kendimiz için de hazır olmak. Ruhun ihtiyaçlarını bilmek, hissetmek.
Kemal Sayar
Seni sürekli başka bir şey yapmaya çalışan bir dünyada kendin olmak büyük bir başarıdır’ der Emerson. Eyleme geçmek için düşüncelerinin değişmesini, mükemmel olmasını bekleme. Önce eyleme geç sonra düşüncelerini değiştir.
Rekabetin pazarlanması genç insanları sadece başarıyla ayakta kalabileceklerine inandırıyor. Sosyal medya kullanımıyla kendilerini başkalarıyla kıyaslamaya başlıyor ve mükemmellik yönünde bir baskı altına giriyorlar. Rekabetçi bireycilik çağında hem toplumsal değerler eriyor hem de narsisizm puanları yükseliyor.
Kemal Sayar
Sokakta, kafede, lokantada herkes kendisini izliyormuş gibi bir edayla davranan, ‘gürültülü’ yaşayan insanlara tesadüf etmeye başladım. Hayatı bir gösteri gibi yaşayan insanlar. Yoksa sosyal medyadaki görünme telaşı, gerçek hayatlarımızı da mı işgal ediyor? Öyle görünüyor ki içsel huzurun otantik kaynakları itibar kaybediyor. Başkalarının bakışı ve yorumu öne çıkıyor. Başarıyor ve alkış alabiliyorsak varız.
‘Vandal yürek görün ki alkışlanasın / Ez bütün çiçekleri kendine barbar dedirt!’
Bu da kendi içimizde başarı için koyduğumuz kıstasları yükseltiyor. Bu durumda kendi iç eleştirel sesleri sonuna kadar açık, kendilerini bir türlü beğenmeyen bireyler ortaya çıkıyor.
Kemal Sayar
En iyi, iyinin düşmanıdır’ derler. Her işte en iyiyi hedefleyen bireyler bir süre sonra hiçbir şey yapmama veya kronik erteleyici olma tuzağına düşebiliyor. Düstur şu: Bugünün işini yarına bırak!
Günümüz dünyasında pek çok insan, hedefler arasında öncelik sıralaması yapmadan çok sayıda alanda birden başarı hedefliyor. Hem kariyer, hem çocuk, hem zenginlik, hem sosyal ilişkilerde en iyi olmak zorunda hissediyorlar. Bu büyük bir yorgunluk getiriyor beraberinde, zamanı bir türlü yetiremeyen, hiçbir işte arzu ettiği kadar başarılı olamadığı için havlu atan bireyler ortaya çıkıyor. Bu insanlar bir süre sonra yılgınlığa kapılıyor ve mücadeleyi bırakıyorlar. Şurası su götürmez bir gerçek ki modern hayat, başarıyı çok fazla ön plana çıkarıyor. Bu başarı yarışında geri düşenler, sorunun sistemde değil kendilerinde olduğunu düşünerek utanç duygusu geliştirebiliyor. ‘Tutunamayan’, ‘kaybeden’ bireyin depresif olduğuna hükmediyoruz. Ama belki de bu başarı kültünde ve görünme yarışının kendisinde bir arıza var. Ancak başka insanlar üzerinde olumlu bir izlenim oluşturduğumuz zaman, var olduğumuzu hissediyoruz.
Kemal Sayar
Çocuklara sadece başardıkları sürece iyi olduklarını söyleyen bir sistem onların kişiliklerini geliştirmez. ‘Sen başarabildiğin kadar varsın’ düşüncesi yaygın bir mutsuzluk üretir. Kendilerine odaklı, performans delisi insanlar haline gelebilirler. Bir işte iyi olmaya çalışmak, sonuca değil, sürece odaklanmakla olur, yaptığınız işten hoşlanır, öğrendiğinizden zevk alır, bir güven geliştirirsiniz. Yanlışlarla çok ilgilenmek başarısızlığa zemin hazırlar oysa. Başarı bazen her şeyi doğru yapmakla değil yanlış giden şeyleri nasıl ele aldığınızla gelir. İşte burada yaratıcılık, tutku ve azim devreye girer. İlginizi çeken bir konuda ne kadar tutkulusunuz? Yenilgi bizi değişmeye, kendimizi fark etmeye zorlar. ‘Neyi daha iyi yapabilirim?’ sorusunu sormaya başladığımızda öğrenmeye de başlamışız demektir.
Prof.Dr.Kemal Sayar
Benim kişisel olarak gördüğüm şey şu:
Modern paradigmanın içinden, Rönesans sonrası Batı toplumunu ve bugün bizi de belirleyen üç tane ideoloji ortaya çıkmıştır. İlki Liberal ideolojidir. Zaten modernlik liberal bir ideoloji olarak doğup gelişmiştir. İkincisi buna tepki olarak ortaya çıkan Muhafazakâr ideoloji, üçüncüsü de yine bir bakıma liberalizmin iktisadi uygulamalarına karşı gelişen Marksizm.
Bu üç ideolojiye yakinen baktığımızda, bu ideolojiler iktisadi olarak, insan anlayışı olarak, tarih anlayışı olarak, kültür anlayışı olarak bazı değişik şeyler söylemiş olabilirler. Ama benim kişisel olarak gördüğüm şey; üçü de aynı hayat tarzını, modernliğin hayat tarzını onaylıyor.
Bana kalırsa modernliğe itiraz hayat tarzında başlamalıdır. Siz alternatif bir hayat tarzı sunarsanız o hayat tarzının öngördüğü iktisadı, eğitimi, teknolojiyi ya da ilişikleri üretebilirsiniz. Bugün bizde olduğu gibi iktisadî olan sizin hayat tarzınızı belirlememelidir. Tam tersine iktisadî olanı sizin hayat tarzınızın belirlemesi gerekir.
Naçizane görüşüm o ki, tüketim toplumuna, modern hayata entelektüel olmaktan çok bir hayat tarzı olarak cevap verirken, aynı zamanda da entelektüel dünyamızı bu hayat tarzının içinde yaşayarak, düşünerek inşa etmeliyiz. İslam’ın düşüncesi yaşanmadan neşvünema bulamaz. Bizde âlimliğin önemi oradan gelir. Âlimlik bir felsefeci gibi konuşmak değil, yaşayarak konuşmaktır. Çünkü siz yaşadığınızda Cenab-ı Allah kalbinize hikmeti veriyor. Yaşanmadan olmuyor.
Abdurrahman Arslan
İnsan ‘kendini’ hem eylemleriyle tanır hem eylemlerinde ele verir… konuşmalarıyla ve konuşmalarında değil… Bu nedenle ‘eylem’ kişiyi sadece ‘ifâde eden’ değil aynı zamanda ‘inşâ eden/kuran’ bir etkinliktir… ve dolayısıyla ‘açığa çıkartan’…
İhsan Fazlıoğlu
İskender,hiçbir kusuru konusunda onu uyarmayan bir vezirine“Sana ihtiyacım yok.”dedi.
Vezir:“Neden hükümdarım?”
İskender:“Çünkü ben bir beşerim. Sen bu kadar süre zarfında benim tek bir hatama bile rastlamadıysan cahilsin demektir, örtbas ettiysen o zaman da hainsin demektir.”(alıntı)
Kemâl ile iş yapabilmenin ilk şartı kendi eksikliğini idrâktir; ikincisi ise yaptığın işteki maksadı anlamaktır.
Aşık Paşa
Nedâmet ateşiyle dolu bir gönülle ve nemli gözlerle duâ ve tevbe et! Zira çiçekler, Güneş’li ve ıslak yerlerde açar!
Hz.Mevlana
İnsanlarla hoş geçinmek ve dînin hudutlarını aşmamak şartıyla onlara muvâfakat etmek iyidir, mübârektir. Fakat bu muvâfakat ve hoş geçinme, eğer ilâhî hudutları aşarak ve Allâh’ın rızâsını çiğneyerek olursa, o zaman iyi değildir… Dînin hudutlarını çiğneme pahasına diğer insanlara muvâfakat etmek ve onlarla hoş geçinmek, kişiye hiçbir şeref kazandırmaz!..
Abdulkadir-i Geylâni
Akıl sahipleri nazarında yeşil ağaçların her bir yaprağı mârifetullah için bir dîvandır. Gâfiller için ise bütün ağaçlar bir yaprak bile değildir.
Şeyh Sâdi
Bir amaca bağlanmayan ruh, yolunu kaybeder; çünkü her yerde olmak hiçbir yerde olmamaktır.
Montaigne
Kültür endüstrisi bugünün bozulmuş ütopyasi uğruna mutluluk vaadinden vazgeçer.
Bu, bugünün ironik temsilidir.
Adorno
Tıpkı taş kütlesinin altında fazlalıkların atılmasıyla açığa çıkan bir heykel gibi, içimizde açığa çıkmayı bekleyen bir hayatı saklarız.Daha çok ekleyerek değil, fazlalıkları atarak özümüze ulaşırız.
Her insan büyük bir ruhun tohumunu içinde taşır, sanat onu filizlendirmekte.
Kemal Sayar
ve devam ediyor başkalarının hınçlarıyla
düşmanı gösteriyorlar, ona saldırıyoruz
siz gidin artık
düşman dağıldı dedikleri bir anda
anlaşılıyor
baştan beri bütün yenik düşenlerle
aynı kışlaktaymışız
incecik yas dumanı herkese ulaşıyor
sevinç günlerine hürya doluştuğumuzda
tek başınayız …
Medya kitle insanına kim olduğunu anlatır -ona kimlik kazandırır. Medya kitle insanına ne olmak istediğini anlatır -ona hırs, beklenti ve tutkular kazandırır. Medya kitle insanına buna nasıl ulaşacağını anlatır -ona tekniği kazandırır. Medya kitle insanına öyle olmadığı halde öyle olduğunu nasıl düşüneceğini anlatır -ona kaçış imkanı verir.
C.Wright Mills
——————————-
Hakikati söyleyen insanın inatlaşması bazı yerlerde doğruluk anlamına gelirken batılı savunanın inatlaşması ise bozgunculuktur. Birincisi inatçı sayılmaz; sadece onunla tartışılırsa o da ısrarla tartışır.”
Muhyiddin İbn Arabi (ks)
Hakikatsiz iman dalalettir. İmansız bilgi münafıklıktır. Erdemsiz uğraş kibirdir ve uğraşsız erdem beyhudedir.
Frithjof Schuon
kendinde toplasa
Allah Tealanın rızasına uygun
hareket etmedikçe kurtulamaz.
Şeref ve itibarı makam ve mevkide arıyoruz. Oysa o, Hakk’a kulluktadır.
• Asâleti soy-sopta arıyoruz. Oysa o, takvâdadır.
• Zenginliği mal çokluğunda arıyoruz. Oysa o, göz tokluğundadır.
• Rahatı lüks ve konforda arıyoruz. Oysa o, Allah için yorulmaktadır.
Doç.Dr.Soner Duman
Kibirlenen birini gördüğünde ona karşı tevazu göster. Çünkü onun hakikati kulluktur. Böyle yapmakla ona kulluğunu hatırlatırsın. Böylece nefis hesap etmediğin bir taraftan aslına döner ve seni sever. Seni sevdiğinde sana yakın olur. Sana yakın olduğunda sana hizmet etmek ister. Ona hakikati siyasetle dinlet; bir hikaye anlat, tartışma ve diyalog esnasında bir örnek ver. Nefsi mutlaka bundan etkilenir ve gerçeği kabul eder. Bu takdirde onun öğretmeni olursun, reislik ondan sana intikal eder. Sen Allah ile hakikate ermişsin, onu da Allah’a döndürmüş olursun. Allah ancak kendisini bilenlerden alır. Çünkü bilen vermenin adabıyla edeblenmiş olur.
İbn Arabi (k.s)
Şahsiyetini kazan faziletlerini kemale eriştir. Zira sen cisminle değil ruhunla insansın.
İmam-ı Gazzâli
Az belâ sanma efendi hasedi
Mahv eder hâsidi kendi hasedi
Muallim Naci
Hayatı komedi sananlar son espriyi iyi düşünsünler.
Seneca
Açıktır ki, kaba bir modernizmden başka bir yol olmayan tarihselci ideolojinin, insanı götüreceği yer Hıristiyan din anlayışından başkası değildir. Nitekim vahiy konusu etrafında son zamanlarda alenen sarf edilen sözler buna işarettir.
Şevket Kotan
“Aşk sonsuzluk üzerine atılmış bir ağdır.”
Zygmunt Bauman
Hakk’a tefvîz-i umur et ne elem çek ne keder
Başına çiğ yağmış namaz
Bu fırtınanın önünde
Bunlardan başkası duramaz”
Ah! Büyük cedlerimiz! Onlar da Galata, Beyoğlu gibi frenk semtlerinde yerleşirlerdi, fakat yerleştikleri mahallede müslüman- lığın nûru belirir, beş vakitte ezan işitilir, aşmalı minare, gölgeli mescid peydâ olur; sokak köşesinde bir türbenin kandili uyanır, hâsılı o toprağın o köşesi imana gelirdi; Beyoğlu’nu ve Galata’yı saran yeni yapıların yığını arasında o mescidlerden, o türbelerden bir ikisi kaldı da gördük ki cedlerimiz o kefere frenk mahallelerinin toprağına böyle nüfuz ederlerdi.
Yahya Kemal
Eğer kalp, nefsâniyetle körelmemişse, insanın şu kâinat mektebinde gördüğü her şey ona, Cenâb-ı Hakk’ın varlığına, birliğine, kudret ve azametine işaret eden “mârifetullah” dersleri vermektedir.
Şeyh Sâdî’nin dediği gibi: “Akıl sahipleri nazarında yeşil ağaçların her bir yaprağı mârifetullah için bir divandır. Gâfiller için ise bütün ağaçlar bir yaprak bile değildir.”
Osman Nuri Topbaş Hoca
“Elbette güzel soru:
“Eğer bu katliam camide değil de kilisede ya da havrada olsaydı ve de katil müslüman; kim bilir nasıl bir kıyamet kopardı. Ve din kardeşinin katilini yarım ağız lanetleyen sözde İslam devletleri nasıl da ağıt yakarlardı.”
Yanlış değil, nice zamandır gerçek budur hep.
Karaya vuran balina için yas tutan insanlığın, denizde boğulan müslümana biganeliği ondan sebep.
Demek ki;
Müslümana organizma diye bakan aymaz bu dünya
Maktul müslümansa onu hayvan bile saymaz bu dünya
Başımız sağ olsun…”
Yasin Pişgin Hoca Efendi
“Allah’ın sana yakınlığını, O’nun sana yakın olduğunu bilmekle anlarsın. Senin O’na yakınlığın, O’nun sana yakın olduğunu bilmekle olur. Bunların hepsi,Allah’a karşı ubudiyette ve edep yolunda gitmekten başka bir şey değildir. Allah’a her nefeste yol vardır. Fakat unutmamak lazımdır ki, her yolun başı edeptir…”
Ataullah İskenderi (k.s)
Müslümanlar imamesiz olursa tesbih taneleri gibi sağa sola saçılırlar ve kaybolan tanenin bağı olmadığı için hiç kimse onun arkasını aramaz olur. İşte yeni Zelanda olayı, Myanmar, Filistin böyle birşey. Müslümanlar bir imame etrafında tek ipe dizilmek zorundadır ve o anı bekliyoruz. Dizildiğimiz ve imamesi olan bir tesbih olduğumuz zaman hiç kimse bize yan bakamaz ve herkes her türlü hesabını bize uyarlı yapar.
Prof. Dr. Orhan ÇEKER
Müslüman toplumların son iki yüz-yıllık tarihi incelendiğinde, hamasi ve romantik tarih anlatısının nelere mal olduğu görülebilir. Nitekim Cumhuriyet Türkiye’si de kurulduğu günden bu yana gerçeklerle yüzleşmek yerine hamaset ve romantizm eksenli bir tavrın ve tarzın egemenliğini yeğlemiştir.Kolonyal müdahaleye maruz kalmamış olmanın övüncüyle efsunlandığımız için, dâhili oryantalist dilin madunlaştırıcı doğasına dair esaslı çözümlemeler yapa-madık.
Kamil Ergenç
Elitlerin mütemadiyen “insani” bir söylemle makyajladıkları Batı dünyası anlayışlarını yayma iddiası, kine tahvil edilerek ödeniyor. Zira bu iddia kendisini geleneklerin göreneklerin, âdetlerin ve dillerin çeşitliliğinin hor görülmesi üzerine kurmuştur. “Açık”, akışkan, daha demokratik, “sınırsız”, barışçıl bir dünya söylemleri, sayıları artan duvarlarla ve hatta bölgelerin içindeki ayrışmalarla cevaplanıyor.
Laurent Ottav
Ümran Dergisi
Ya da Zaman’ın/Dehr’in yazgısına boyun eğip imtihanımız üzerine hakiki anlamda düşünme cehdine girmemiz gerekiyor. Hiç kuşkusuz, yazgımız son sözü söyleyecektir ve varoluşumuzun en yalın hakikati olan bu sözü, çocukların ‘yapıldığı’nı sananlar anlamayacaklar.
İslâm erkek ve kadını vahye muhatap olan insanlar olarak değerlendirip onları birbirlerine velayet ilişkisi ile bağlar. Erkeği rasyonel, kadını ise irrasyonel olarak tanımlama çabasına girmez.Hz. Peygamber’in kadınların aklı ve dininin yarım olduğunu bildirdiği hadis-i şerif’i doğrudan rasyonalite-irrasyonelite dikotomisinde okumak hatadır; tabi adı geçen hadis-i şerif’i yok sayma hadsizliği de başka bir hata…
Dilin gündelik pratiklerde kurduğu dünya, vahiyden bağımsız değildir; doğrudan vahyin esenlik bahşeden iklimine girmeyen sosyal pratikler Müslümanlar açısından mutlak değil geçici/arızidir.
Eğer bu minvalde,Müslümanların kullandığı dile dönük eleştiriler onu ‘cinsiyetçilik’ kategorisinde değerlendirmeye kalkışacaksa -ki bu çabanın yararsız olduğu, Batılı audiovisuala hizmet ettiği aşikârdır- hiç uzatmadan, lafı eğip bükmeden içinden konuştukları batılı söyleme göre Kur’an’ın da cinsiyetçi olduğunu
itiraf etmeleri gerekir. Çünkü toprak-ekin ilişkisini, sahip-tarla metaforuyla anlatan Kur’ân-ı Kerim, feminist biri için fazlasıyla erkek-egemendir.Bu itiraf varoluşsaldır ve gerçekten çok önemlidir:İslâm’a teslim olup olmamanın yegâne mihenk taşı burada yatmaktadır.
Erdal Kurgan
Ümran Dergisinden..
getirilmeye çalışılır.
0 Yorumlar