Değer ve Ahlak Ayrımı Yaparak Dindarın Ahlaksızlığı ve Dinsizin Ahlaklılığı Sorununu Çözebilir miyiz?
Paylaş:

 

 

Hemen belirtmem gerekir: Din ve ahlak birbirine o kadar bağlıdır ki, ayrılmaları neredeyse imkansızdır. Zira din ahlakı; ahlak da dini gerektirir. Din ve ahlak arasındaki ilişki o kadar kuvvetlidir ki, dinin ahlaka sağladığı desteği temin edecek başka bir kaynak yoktur. Yine ahlak dinden koparıldı- ğında ortaya çıkabilecek boşluğu doldurabilecek başka büyük değerler manzumesi bulunmamaktadır. Kişisel olarak da haki­kat açısından böyle ayırımlara hiç sıcak bakmam. Ama ilmin bir ayrım, bir tasnif gerektiridiği de açıktır. Bu açıdan bakarsak din ve ahlakın özdeş olmadığı da söylenebilir. Evet, din, ahlakı besler; ahlak dine dayalı olur ve iyi neticeler ortaya çıkar, ama ne olursa olsun din ve ahlak özdeş veya eşit değildir. Bunu va­kıadan yola çıkarak anlamak da mümkündür: Bir dine mensup olduğunu söyleyen, din, ondan ahlaklı olmasını istemesine rağ­men ahlaksız davranabilmektedir. Bir dine mensup olmayan, onu bağlayıcı bir şey olmamasına rağmen vicdan veya toplum gerçeğine dayanarak ahlaklı olabilmektedir.

Bu durumda dindar ama ahlaksız; dinsiz ama ahlaklı iki­lemeni nasıl çözebiliriz? Bence çözümü şöyledir:

Öncelikli olarak söylemem gerekirse burada sadece ahlak ifadesi kullanıldığı için sıkıntı ortaya çıkıyor. Oysa değer ve ahlak ayrımı yapıp meseleyi anlarsak iş kolaylaşır sanki. De­ğer, teoriktir, fıtrattadır, pasif haldedir, volkan gibi patlamaya hazırdır. Ahlak ise pratiktir, fıtratın irade ve tercihle aktif hale gelmesidir. Değerler metafizik/gayb alanındadır. Ahlak değer- I lerin ete kemiğe bürünmüş ve görülmüş halidir. Ahlakın te­meli değerlerdir. Ahlak ve değer bir açıdan ayrıymış gibi gö­züküyorsa da çok sıkı sıkıya birbirine bağlıdır. Değer olmadan ahlak olmaz. Ama ahlak yokken bile değerler vardır.

Buna göre din’siz ahlak olabilir, ama asla değer olamaz. Bu­nun sonucu pratikte bir dinsizin ahlaklı olabileceğidir. Çünkü ahlak şu veya bu şekilde irade ve tercih işidir. Onun için kötü ahlak vardır, iyi ahlak vardır. Ancak dinsiz, şu veya bu şekilde ahlaklı davranabilse de ahlakın temeli olan değerleri din ol­madan açıklaması mümkün değildir. Dinsiz, ahlakı açıklayabi­lir; vicdan der, toplumun uzlaşımı der vs. Ama değerleri açık- layamaz. Değerleri açıklamak için din ve Allah şarttır. Allah’a inanmayan ise metafizik şarttır diyebilir. Ancak metafizik de kendi başına yeterli olmayacaktır.

İnceleyin:  Hz.Adem ve Hz.Musa'nın Tartışması Kuran'a Aykırı mı ?

Bir örnek üzerinden gidersek, adalet bir değerdir, adil ol­mak ise ahlaktır. Merhamet bir değerdir, merhametli olmak ise ahlaktır. Ahlakın iyisi kötüsü olabilir. Adil olmak ve adil olma­mak gibi. Ama değerin iyisi kötüsü olmaz. Adalet her zaman mutlak iyidir. Bu durumda adalet dinsiz veya Allah olmadan açıklanamaz. Din ve adalet özdeştir, eşittir. Fakat adil olmak irade ve tercih işi olacağından bir dinsizin adil olmayı seçebile­ceği rahatlıkla düşünülebilir. Zira adil olmaya veya merhametli olmaya sebep olan pek çok değişken ve etken bulunmaktadır. Dindar da dinsiz de bu etkenlerden etkilenebilmektedir. Do­layısıyla bu durumda dindar, örneğin adil olmayabilirken, din­siz adil davranabilmektedir.

Buradan çok ilginç bir durum ortaya çıkar. Şöyle ki;

Adalet değer; adil olmak ahlak ise, insan adalet, yani de­ğer icat edemez, ama adaletin uygulanması noktasında icat­larda, yeni üretimlerde bulunabilir. Buna göre değerler dünya­sında, bir asli değerler (buna tümel değerler de diyebiliriz), bir de tali değerler (buna da tikel değerler diyebiliriz) var demek- tir. Adalet asli değerdir. İnsan bunu hiçbir şekilde üretemez. Bu mevcuttur ve o hal ortaya çıktığında adalet orada hazır vardır. Ama adaletin uygulanması noktasında tali değerler üretilebi­lir. Bu, adil olunurken, yaşadığımız çağın, karşılaştığımız olay­ların tabiatı dikkate alınabilir demektir. Adaletin insanoğlu ta­rafından üretilememesi ve icat edilememesini dikkate alırsak din veya fıtrat ile adaletin kısaca değerlerin özdeş olduğunu söylemek mümkün olur.

Yukarıda ifade ettiğimiz durum bir başka açıdan fiillerde iyi ve kötünün özsel olup olmadığı meselesi ile yakından iliş­kilidir. Hemen ifade etmeliyim ki, fiillerde iyi ve kötünün özsel olduğu veya ilahi buyrukla belirlendiğine dair mutlaklık ifade eden beyanlar beyhude olacaktır. Şimdilik şu kadarını söyleye­bilirim: Fiillerde o fiili iyi ve kötü yapanın ilahi buyruk olması­nın da, yine fiillerin bizatihi kendisinde özsel olarak iyi-kötü- nün bulunmasının da haklı tarafları vardır. Biz yukarıda ifade ettiğimiz duruma dönersek şunu diyebiliriz: Asli değerler, bi­zatihi iyidir. Onların iyiliğine etki eden dışsal bir sebep yok­tur. Adalet mutlak olarak iyidir. Merhamet mutlak olarak iyi­dir. Ancak bu değerlerin tikel olaylara uygulanması durumunda bazen farklı hallerin oluşması mümkündür. Merhametli dav­randığında yanlış bir sonuca sebebiyet verebilirsin. Bazen mer­hametten maraz doğar. Adil olayım dediğinde bilmeden hak­sızlık yapmış olabilirsin. Ya da senin adalet dediğine başkası itiraz edebilir. Doğru söylediğinde birine zarara yol açabilirsin. Aksine yalan söylediğinde de birine fayda temin etmiş olabi­lirsin. Bu durumda demek ki, adalet veya merhamet mutlak iyi olsa da uygulanması durumunda bazı farklı durumların oluş­ması mümkündür.

İnceleyin:  Cömert Ruh

Sonuç olarak denilebilir ki, din ve değer özdeştir. Din, fıt­rattır; değer fıtratta olanın tâ kendisidir. Bu fıtrat bütün insan­larda ortaktır ve evrenseldir. Bir insan bu fıtratın dışına çıka­maz. Bu değerlerle aynileşmek insan olmanın gereğidir. Din ile ahlak ise özdeş değildir. Ahlak fitratta olanın, diğer bir ta­birle değerlerin irade ve tercih ile pratiğe dökülmesidir. Pratikte ise dinsiz ahlaklı, dindar ahlaksız davranabilir. Bu aslında ideal açısından olacak şey değildir. Zira değerlere uygun yaşamak, en güzel, dindara yakışır. Ama bu dünya imtihan dünyası olduğu için bazen bu değerler göz ardı edilebilir, bu değerlere yaban- cılaşılabilir. Durum böyle olsa da dinsizin değerleri, değerle­rin, varlığından önce bulunduğunu kabul etmemesi, metafizik alanda olan bu değerlerin mahiyetini bilememesi, dahası de­ğerler ile özdeş olan metafizik veya Yaratıcı varlığı reddetmesi ahlaklı davranmasını izah edilemez duruma sokmaktadır. Bu­rada ifade etmek gerekir ki, bugün, metafizik tartışmalar değil, pratikte ahlakilik daha etkili olabilmektedir. Dolayısıyla ina­nanların metafizik haklılığı yetmez, daha fazlasını ahlakî alanda göstermek zorundadırlar.

Yavuz Köktaş – Akademik Sohbetler 3, syf:130-133