Meşhur tartışmadır: İslam dünyasında felsefi düşünce gelişmemiştir. Bu tartışmada “hayır efendim, İslam’da felsefe vardır” ya da “ne münasebet, İslam’da felsefe yoktur” şeklinde özür dileyici veya tepkisel cevaplar üretilmiştir. Burada hemen “bizde felsefe vardır”; çünkü bizde Kindiler, Farabiler, Ibn Sinalar olagelmiştir” şeklinde bir savunmaya girmek istemiyorum. Evet, aldın esas ve hakim bir yöntem olması anlamıyla İslam’da felsefe yoksa da bir medeniyet ve Müslüman bireyin etkinliği olarak felsefe vardır ve olagelmiştir. Ama mesele bu değil. Mesele felsefe deyip bununla dar bir alanı kastederek Müslümanları oraya sıkıştırmaya çalışmaktır.
İşin garip tarafı Müslümanları bu anlamda sıkıştırmaya çalışanlar artık oryantalistler yahut sekülerler değildir. Bazı Müs- lümanlardır. Malum, mahalle değiştirmek zamanımızda moda olmuştur. Bu mahalle değiştirenlerin tek sermayesi gelinen mahalleyi ezmektir. Ezmektir, ama asıl bu eziklik psikolojisi midir, ayrı bir konu, tartışılabilir. Buna göre Müslümanların felsefe yapma yeteneği yoktur. Çünkü dogmaları ve doktrinleri vardır. Kurana aykırı düşünemezler. Marksist felsefeci de olmaz. Çünkü felsefe yapma yetenekleri yoktur. Das Kapitale aykırı düşünemezler. Doktrinleri ve dogması olan sistemleri kabul edenler felsefeci olamaz.
Tam da bu noktada esas olan felsefeye ne tür bir anlamın yüklenildiğidir. Felsefeden kasıt aldı alabildiğine serbest kullanmak, yani tek dogması mantık ilkelerini kalkış noktası olarak kullanmak veya Yunan felsefesi yahut modern Batı felsefesi ise elbette bu anlamda bir felsefe (yukarıda dediğimiz gibi istisnalar hariç) İslam medeniyetinde yoktur. “Yok”luğunu toplum nezdinde “etkili” olmadı şeklinde anlıyorum. Ama felsefeden kasıt bir düşünce yöntemi, bir tefekkür metodu, bu metoda bağlı bir fikir üretmek, bir inanç, bir ahlak, bir davranış tarzı geliştirmek ise evet bu anlamda felsefe İslam medeniyetinin bizatihi kendisidir. Zira böyle bir düşünce üretimi olmasaydı 7. asır Arap toplumunu ötelere taşımak mümkün olmaz, o toplumu aynen uygulamak gerekirdi.
Bu açıdan baktığımızda klasik anlamıyla metafiziğe gömülmüş (spekülatif) felsefeyi bir kenara koymamız gerekir. Zaten bu anlamıyla felsefe -birkaç istisnayı saymazsak- modern batının düşman kesildiği bir felsefedir. Zira batı, metafizikten ürkmüştür. Zira metafizik dini hatırlatmaktadır. Sadece illeti dini hatırlatmak değil, deneylenemeyen boş laflar anlamına da gelmektedir. Bundan dolayı şayet felsefe denilirse metafiziği sekülerleştirerek felsefe yapıldığını söyleyebiliriz. Belki de bu sebeple felsefenin iki şeyden birini tercih etmek zorunda olduğu söylenmiştir. Ya eski konu ve yöntemlerle yoluna devam edecek, yani doğrulanmaları imkansız olan metafizik savlar ileri sürmeye devam edecektir ya da olgusal gerçekliği tanıtan, doğal ve doğrusal gerçekliğe ilişkin doğrulanabilir bilgiler veren bilimi, bilimin yapı ve işleyişini konu edinecektir. Yani ya bilim felsefesi olacak ya da hiçbir şey olmayacaktır.
Görüldüğü gibi modern anlamıyla ifade edersek esasen mutlak anlamıyla metafiziği çağrıştırdığı için felsefe diye bir şey de yoktur; hatta artık sistemsel anlamda külli bir felsefe de yoktur; “bir şeyin felsefesi” vardır. Örneğin;
Bilginin,Bilimin,Varlığın,Devletin,Ekonominin,Hukukun,
Eğitimin,Dilin,Dinin,Ahlakın,Anlamın,Yorumun vs. felsefesi vardır.
Bu manada felsefe, sayılan alanlarda ortaya çıkan bilgiyi tutarlılık açısından, sebep ve sonuçları bakımından denetler ve meşruiyetini sorgular. Mesela, diyelim ki, birtakım bilimsel anlayışlar vardır. Bazılarına göre bilimin sunduğu bilgi mutlaktır. Evren ve eşyaya dair tek bilgi edinme metodu bilimdir. Bazdan da bilimin sunduğu bilginin göreceli olduğunu savunur. Bunun dışında farklı bilim anlayışları da olabilir. İşte bunları bilim felsefesi sorgular. Böylece hem bilimin sınırları çizilmiş hem de meşruiyeti ortaya konulmuş olur. Diğer alanların hepsini de böyle düşünmek mümkündür. Felsefe bunları mantık kuralları içerisinde denetler ve neyin ne kadar mümkün olduğunu, diğer bir ifade ile meşruiyet çerçevesini bizlere sunmuş olur.
Bu açıdan baktığımızda bizde felsefe yok mu? Bu açıdan bakarsak biz de felsefenin âlâsı var. Tek tek kurumsal anlamıyla bizde felsefenin varlığını ortaya koymadan önce şunu vurgulamak isterim: Bizde spekülatif felsefeden ziyade pratik felsefe baskındır. Onu da tasavvuf temsil etmektedir. Kelam ilmi, sadece savunma amaçlı olarak teorik felsefeyle ilgilenmek zorunda kalmıştır. Belki de onun içindir ki, Ibn Teymiye gibi selefiler- den, Gazali gibi ömrünü felsefe ile geçirip tasavvufta demirleyenlerden ciddi eleştiriler almıştır. Dolayısıyla denilebilir ki, geleneğimizde baskın karakter olarak pratiğe dayalı, amel ve ibadet odaklı tefekkür tarzı olarak tasavvuf etkin ve baskın olmuştur. Tasavvufun İbn Arabi ile büründüğü teorik/felsefî yanı dahi pratiğe, amele, ibadete dayalıdır. Salt spekülatif bir felsefe değildir. O halde rahatlıkla geleneğimizin amel odaklı bir felsefe geliştirdiğini söyleyebiliriz. Buna sistematik anlamda dikkat çeken neredeyse tek düşünürümüz de Taha Abdurrrahman olmuştur. Amel Sorunsalı olarak Türkçe’ye çevrilen kitabı bunun tipik bir misalidir. Bu durum bir yana gelelim asıl meseleye…
Ameli/davramşsal hükümlerin sınırlarım, çerçevesini ve meşruiyetini usul-i fıkıh çizer. Hatta dil, anlam ve yorumun felsefesi de burada yapılmıştır. Yani dil, anlam ve yorum, usul-i fıkıhtan bağımsız olarak ele alınmamıştır.
Hükümlerin bağlayıcılık değerini ve hangi kategoriye ait olduğunu fıkıh belirler. Burada günlük hayatın, örfün, bağlamın, sosyolojinin izlerini ve felsefesini görmek mümkündür. Ancak günlük hayatın sosyolojisi ve felsefesini yapmak bağımsız olarak gerçekleşmemiştir.
Ahlak, insan ve varlığa dair anlam sınır, çerçeve ve meşruiyeti tasavvuf felsefesi ortaya koyar. İnsanın iç benliğini, psikolojiden daha derinde olan yapısını tasavvuf anlamaya çalışır.
Bilgi, akıl, haber ve eşya arasındaki ilişkiye dair sınır, çerçeve ve meşruiyeti de kelam yapar.
Daha ne olsun?
Bunların adı felsefe değil de usul-i fıkıh, tasavvuf veya savunma amaçlı da olsa kelamdır. Bunların adının felsefe olmaması bunların hem bilgiyi hem varlığı hem inşam hem ameli hem de ahlakı ele alan birer düşünce yöntemi olmadıkları anlamına gelir mi? Elbette gelmez.
Bununla birlikte şunu da ifade etmek gerekir: Bugün bilgi dallan çeşitlenmiş, haliyle bunları inceleyen felsefe de bunlara paralel olarak otomatik bir şekilde oldukça fazla gelişmiştir. Belki bizlerin bugün geleneksel ilim dallan içerisinden yeni gelişen alanları süzüp çıkarmamız ya da bu yeni alanlara dair yeni yöntemler belirlememiz gerekir. Mesela bizde anlam ve yorum müstakil olarak ele alınmamış, usul-i fıkıh ve kelam içerisinde incelenmiştir. Bunu devam ettirmek mümkün olmakla birlikte bunu müstakil olarak geliştirmek de elbette gerekli olabilir. Bugün batıda dilsel bahisler muazzam bir şekilde gelişmiştir. Bizlerin bunları geleneksel dil çalışmalarından takip etmemiz ve yeni durumlara uyarlamamız herhalde elzemdir.
Burada Taha Abdurrahmandan mülhem bir noktaya işaret etmek gerekir: Bizde felsefe olmadığını söyleyerek aşağılık kompleksine kapılanlar felsefeyi mücerred aklın fonksiyonuna indirgeyen ve bağlayanlardır. Mücerred akıl, soyut akıl varsa, önermesel akıl yürütme varsa felsefe vardır, başka da felsefe olması mümkün değildir. Eğer felsefeyi Batıdaki bu tür bir düşünce tarzına eşitleyeceksek, doğrudur. Bizde de zaten —Farabi ve îbn Sina’yı göz önünde bulundurursak- Batıdan mülhem felsefe yapılmıştır. Ama felsefeyi daha geniş düşünürsek, mesela sistematik düşünme tarzı olarak düşünürsek -dediğimiz gibi- felsefenin âlâsı yapılmıştır. Ki, akıl tek çeşit değildir ve asla soyut akla indirgenemez. Çoğul akılcılık vardır. Üstelik bir önceki başlıkta söylediğimiz gibi çoğul akılcılığı esas almak daha geniş bir bakışaçısıdır. Taha, bu durumu şöyle ifade etmiştir: “Madem düşünce biçimleri farklıdır ve her medeniyetin kendine özgü bir felsefesi vardır. Bütün dünyada bütün insanları bağlayan, herkesin takip edeceği bir felsefe olmaz. Her medeniyetin kendine özgü bir düşünce biçimi olduğu gibi her medeniyetin kendine özgü bir felsefesi; her dilin, her kültürün, her medeniyetin farklı bir düşünce biçimi vardır.”
Sonuç: Bizde ciddi anlamda düşünce yöntemleri vardır, bunda şüphe yok! Bununla birlikte bunları kesinlikle modern bilgiler eşliğinde geliştirmemiz gerekir. Modern bilgi çok çeşitlenmiş ve gelişmiştir. Bunlardan yararlanmak kaçınılmazdır. Geçmiş dönemde nasıl yabancı kültürlerle karşılaşılmış, bu kültürler yer yer eleştirilmiş, yer yer de bünyeye monte edilmişse bugün de yapılacak olan bundan farklı değildir. Belki de “ya yeni hal ya izmihlal” diyen bunu kastetmiştir. Bu, sıfir yöntem demek değildir. Geleneksel yöntem esas olmakla birlikte var olan yöntemleri eleştirel bir tarzda okuyarak yeni bir dille eklemlemek ve aktüelleştirmektir.
Yavuz Köktaş – Akademik Sohbetler 3, syf:178-182
0 Yorumlar