“Anadolu’daki Vahhabilik”, “Kilise”nin Anadolu’daki mütekabilidir; “Kilise”ye, Anadolu’da karşılık gelendir.
Hatırlanacağı üzere, “Kilise”, “Grek-Latin-Kilise diyarı”nda “düşünceyi (rasyonaliteyi) ve algıyı aşan” bazı konulara işaret ederek, “birey”in bizzat “kendi esası”na yönelmesini engelleyen, “bireyin bizzat kendisinde derinleşme imkanı”nı ortadan kaldıran ve, “birey”i bir “yığınsal birey”e dönüştürerek “yığınsal birey” lerden “yığınsal toplum” düzenleyen “kendinden menkul” bir “mevzuat manzumesi”dir.
Her ne kadar kullanılan “kavram”lar farklı gibi görünse de, “Kilise söylemi” ile “Vahhabi söylemi”, yukarıda verilen tanım itibariyle aynı esası taşır ve at başı gider. Bu nedenle, “Kilise erbabı” ile “Anadolu Vahhabileri” arasındaki fark, “dış”sal bir “kılık kıyafet” farkından ibarettir; gerisi aynıdır. Grek-Latin- Kilise diyarında, “Kilise” ile ilgili olarak söylediklerimizin hemen tamamı “Vahhabiler” için de aynen geçerlidir.
“Vahhabi mevzuatının söylemi, “şeriat”ın sözcükleri ile oluşturulur. Ancak, bu mevzuat, esasında “dinsel bir şeriat” ile alakalı olmayıp, amacı sebebiyle ve temeli itibariyle “kendinden menkul” dür. Bu itibarla, “Vahhabi söylemi” üzerinden “Vah- habi”yi teşhis etmek bir hayli zordur. “Vahhabi davranışı” için de durum ayrıdır.
“Vahhabiler”in “vatan”ı, iktidar sağlamak üzere “mevzuat düzenledikleri her yer”dir. Bu ahval, Anadolu mayası ile uyuşmaz.
Anadolu mayasında “vatan”, “ferdi birey”in yeşerip geliştiği ve “ferdi birey”lerin “birliği”nin oluştuğu mekandır. “Vatan”ın “esas”ı, Anadolu mayasında, “ferdi birey”in “asli aidiyet”ine dayanır; bu nedenle “vatan”, “kutsal”dır. Anadolu mayasında, bu nedenle “vatan” için “susamışın su içmeği” gibi “can verilir” ve gerekli olduğunda “vatan” için tereddütsüz “baş alınır”.
Grek-Latin-Kilise diyarında, “bireyin asli aidiyeti” gibi bir kavrayış bulunmadığından, Anadolu mayasındaki “vatan için söylediklerimizin bu diyarda idrak edilme imkanı yoktur. Anadolu mayasındakine benzer bir “vatan” anlayışı bu diyarın mevzuatında da, müktesebatında da yer almaz.
“Vahhabiler”, Anadolu mayasındaki “vatan”ı farkeder ama idrak edemez; “asli aidiyet” yoluyla “vatan”ı idrak edebilselerdi, “dönüşürlerdi”.
“Vahhabiler”, “mevzuat düzenleme” faaliyetlerine bağlı olarak sadece “kültürel değişim”e uğrar. Oysa, “maya” için esas olan “dönüşüm”dür. Bu itibarla, “Vahhabiler”, Anadolu mayasının halkı değildir, çünkü “mayaları tutmamış”tır.
“Vahhabiler”in kendilerine mahsus “vatan”ları olduğu gibi, kendilerine mahsus “bayrak”ları da vardır.
Vahhabi bayrağı”, sadece kendi aralarında “gizli saklı’’açılır; bu bayrağın üzerinde “nifak” yazar. “Vahhabi bayrağı” Anadolu mayasının sağladığı “birlik”e karşı durur.
Koyun sütünü, keçi sütünü, inek sütünü karıştırıp mavalasak ve yoğurt etsek, “Vahhabi” der ki: Bu, koyun yoğurdundan, keçi yoğurdundan, inek yoğurdundan oluşan bir “yoğurt mozaiği”dir. “Vahhabi”nin doğası, “nifak”tır; “birey”in esasını “örten” bir “bölücülük”tür.
“Vahhabiler”in, “iktidar” kazanmak için “mevzuat düzenleyebilmesi”, bulundukları yerde mevcut olan “birliği” yoket- melerine bağlıdır. “Birliği” ortadan kaldırmanın ilk adımı, “birliğin kimliği”ni sorgulamaktır. “Vahhabi”, bu itibarla, önce “birliğin kimliği”ne “nifak” sokar; bir kaptaki “yoğurd”u, “yoğurtlar mozaiği”ne tahvil etmeye uğraşır ve “bir olan”ı, “bir olanla bağdaşmayan hayali unsurlar”a ayırmaya ve bölmeye gayret eder. Bölmek için, Grek-Latin-Kilise diyarındaki “yığının” kuruluş unsurlarını, mesela “etnik” farkları kullanır.
Anadolu mayasında, “Ay Yıldızlı Al Bayrak”ın üzerinde ‘birlik” yazar. Bu bayrak her yerde “şeref’le açılır; “vatan”ın bekası için “can pazarı”nda “susamışın su içmesi” gibi teslim edilen “can”ı, “can”ın “asli aidiyet”ini ve “birliğimiz”i gösterir; bu itibarla “kutsal”dır.
“Vahhabiler”, esas itibariyle “Sodom ve Gomore” ahalisidir; bunu, Grek-Latin-Kilise diyarı ile “uyum sağlamak” üzere iş tutuşlarında görürüz. “Takiyye” gibi görünen fiillerinin esası, bu ahvallerini örtmeye yöneliktir. Bunlardan birini tanımak, öbürlerini de hemen tanımağa yeter.
Anadolu “Vahhabi”si bazen “siyasi kisve” altında kendisini gösterir. Bazen de, “cüppe” giyer; “dini kılık” içerisinde, “ortalık yerde” “ağlaya sızlaya” iş tutar; bunda da “Vahhabi”nin ahvali, “Sodom ve Gomore” ahvalidir.
Oysa, Anadolu mayasının “er”i, gönlünden gelip de her dem gözünde bulunan yaşını ancak bir tenhada akıtır.
“Tarih”in “esas”ını, “bu an” oluşturur; “kronoloji”, bu “esas”ın kavranılması için sadece bir “diziliş” sağlar. “Köprülerin altından akmış olan her su”, “tarih” itibariyle “bu an”a aittir. Bu “an”da mevcut olan, sadece “tarih”in “bu an”ı içerisinden anlaşılabilir, idrak edilebilir. Bu nedenle, bu “an”da mevcut olanın “açılması”, “bu an” itibariyle “kronolojik derinlik” gerektirir.
“Tarih”in “bu an”ı itibariyle, “Anadolu mayası”nın maruz bırakıldığı “yok olma, yok edilme” tehlikesi, “Endülüs mayası”sının uğradığı “kırım” ile yakından alakalıdır.
“Endülüs mayası”nin, Grek-Latin-Kilise diyarının coğrafyasından “giderilmesi”, üçyüz yıllık bir dönemi kuşatır. “Endülüs mayası”ndan bu diyarda artakalan, “Flamenko müziğinde” saklanan “yanık ses” tir. îbn-i Rüşd, fikriyatındaki bazı kav- ramların Aristoteles’e yakın görülmesi sebebiyle, ” Averroes” ismi ile “devşirilmiş”; gerisi yok edilerek, “Modern Çağ” başlatılmıştır.
“Anadolu mayası”nin karşılaştığı “yok olma, yok edilme” tehlikesi, “Endülüs mayası”nın başına getirilmiş olan “giderilme” ile aynıdır. “Tarih”in “bu an”ı içerisinden idrak edilebilecek bu hususun, “dar çerçeveler” vasıtasiyle açılması maalesef mümkün değildir; çünkü, “Anadolu mayası”nın bu “an”ı ile “Endülüs mayası”nın o “an’ı farklıdır. Ancak, “Endülüs mayası”nın o “an”ı ile “Anadolu mayası”nın bu “an”ı, tarihin “bu an”ı içerisinde “yanyana” durur.
“Vahhabi damarı”nın ortaya çıkardığı “mevzuat”, Grek- Latin-Kilise diyarındaki “müktesabat” ile kökten bir uyum içerisindedir. Grek-Latin-Kilise diyarı, “Vahhabiler” ile oluşturduğu bu kökten uyumu, önce bölmek sonra yoketmek üzere Anadolu’ya girmek için “köprü” olarak kullanır.
Hem kendi “doğa”ları itibariyle, hem de Grek-Latin-Kilise diyarı ile sağladıkları “kökten uyum” nedeniyle, “Vahhabiler”, Anadolu mayasının en tehlikeli “can düşmanı” dır.
Şunu söyleyerek bu bölümü sonlandıralım: Anadolu’nun çeşitli safhalarını inceleyerek, bazı dönemlerde Anadolu’ya sokulan “nifak”ın giderilip, “birlik”in yeniden oluşturulması sürecinde çekilen acıları ve bu “nifak”ı sokan, buna alet olan “Vahhabiler”in “başlarına” gelenleri unutmamak, meseleyi doğru bir şekilde değerlendirmek bakımından yerinde olacaktır.
Prof.Dr.Yalçın Koç – Anadolu Mayası,syf:76-80
0 Yorumlar