Türkiye Cumhuriyeti’nin 1930lar’daki Tasviri
Paylaş:

Cumhuriyetin ilânına kadar bütün inkılâp kararları, günlerce münakaşa edilerek Meclis’e verilirdi. Cumhuriyetin ilânında ve ondan sonraki bazı mühim inkılâp kararlarında böyle hareket edilmemişti. Mevzu Meclis sahnesine getirilmezden evvel kulislerde hazırlanıyor, şahsi idare taraf darları bundan haberdar edilerek vazifelendiriliyordu. Meclis ekseriya fikir adamlarının bulunmadığı bır zamana tesadüf ettirilerek mevzu emrivaki şeklinde meclis heyeti umumi (genel kuruluna) getiriliyor, hemen bir karar alınıyordu.

“O tarihlerde kim, şahsî idarenin kuruluşuna itiraz etmek cüretini göstermiş ise, hep mürteci(likle), inkılâp aleyhdarlığı ile itham edilerek üzerine bir sürü entrikacılar ve partizanlar hücum ettirilmişi ”

Bu dönemi, dönemle ilgili ciddi araştırmaları ve yayınları olan bir yazar yasama faaliyetlerini de şöyle tasvir ediyor:

“Türkiye Büyük Millet Meclisi nin çalışmaları da dikdatörlük söylentilerinin daha da hızlanmasına ve güçlenmesine sebep oluyordu.Çünkü artık Hükümet’ten gelen her istek Büyük Millet Meclisinde oy birliği ile kabul ediliyor, hiç bir oylamada red ya da çekimser rey çıkmıyordu. Ve buna öylesine alışılmıştı ki, mesela bir hükümet tasarısı üzerinde söz alan Afyon Mebusu Berç Türker konuşmasına başlarken; ‘Yüksek Kamutay oybirliği ile karar verecektir ama..diyordu.

Peki bu dönemde sistem eleştirisi hiç yapılmamış mıdır? Elbette yapılmıştır. Bu eleştiriyi açıkça yapmak hakkı ancak en üst düzey yöneticinin veya yöneticilerin olmuştur. Şöyle bir eleştirinin o zaman bir gazeteciden, bir yazardan, bir bilim adamından veya bir siyasiden halinde nasıl karşılık göreceğini tahmin etmek istemiyoruz:
“Bugünkü manzaramız aşağı yukarı bir dictature (diktatörlük) manzarasıdır. Vakıa bir Meclis vardır, fakat dahil ve hariçte bize dit lateur (diktatör) nazariyle bakıyorlar. ”

Bu mânası gayet sarih iki cümle Türkiye Cumhuriyeti nın 1930lar’ daki tasviridir. Bu tasviri yapan ise bizzat o Cumhuriyet’in resi olan Gazi Mustafa Kemal’dir! (O zaman soyadı kanunu olmadığı için Cumhurbaşkanı “Gazi” olarak anılmaktadır. Gazi, sistem eleştirisine (veya değerlendirilmesine) şöyle devam eder:

İnceleyin:  Hakikat ve İdeolojik Çilgınlık

“Geçen sene Ankarayı ziyaret eden Alman muharrirlerinden Emil Ludwig bana şekl-i idaremiz hakkında tuhaf sualler sormuş ve diktatörlüğümüze kanaat ederek geri dönmüş ve bu kanaatini de yazmıştır. **

“Halbuki ben cumhuriyeti şahsî menfaatim için yapmadım: Hepimiz faniyiz. Ben öldükten sonra arkamda kalacak müessese bir istibdat müessesidir. Ben ise, millete miras olarak bir istibdad müessesesi bırakmak ve tarihe o surette geçmek istemiyorum. ”

“Bütün müşküllere katlanacağız. Sizin dostluğunuza, ahlâkınıza, malumatınıza itimadım vardır. Mesele memlekette Cumhuriyetin şahısların hayatına bağlı kalmıyarak kökleşmesidir. ”

Bu sözlerin Gazi tarafından sarfedildiği kesindir. Hemen ardından Fethi Bey’e parti kurması yönünde destek verilmiş, o da Gazi’nın baza yakınlarının da içinde bulunduğu bir “danışıklı” parti kurmuştur (12 Ağustos). Parti kurulmuş, sınırlı bir mahalli seçim tecrübesi geçirmiş, ardından da “irtica” gerekçesiyle cumhurbaşkanın telkiniyle kurucusu tarafından kapatılmıştır (17 Kasım). Serbest Fırka’nın sonunu getiren en trajik olaylar İzmir’de cereyan etmiştir. Halk Fırkası yöneticileri, muhalif parti başkanı Fethi Bey’in İzmir’de yapacağı mitingi sabote etmek için türlü yollara başvurmuşlar, polis halkın üzerine ateş açmış, bir çocuk öldürülmüştür. “Bunun üzerine, başlarında öldürülen çocuğu kollarında taşıyan babası olmak üzere, halk kitlesi Fethi Bey ’in olduğu otelin önüne gelmiş ve kapıya çıkan Fethi Bey ’in ayaklarına çocuğu bırakan babası, ‘İşte size kurban, başka lâzımsa veririz, yalnız sen bizi kurtar ‘ diye bağırmıştır. ”

D.Mehmed Doğan, Türkiye CumhuriyetiTarihine Giriş