Teknoloji ve Medeniyet
Paylaş:

indir-41 Teknoloji ve Medeniyet

Modern dönemde teknoloji ile medeniyet arasında kurulan doğrusal ilişki, “teknolojisi” bir medeniyet tasavvurunun doğ­masına neden olmuş ve teknolojik icat ve ilerleme kapasitesi medeniliğin başlıca ölçütlerinden biri haline gelmiştir. Gelenek­sel toplumların geliştirdiği tekniklerin tersine modern teknoloji otomasyona dayalıdır ve giderek karmaşık hale gelen bu özelli­ğinden dolayı, insanın kendi el emeğiyle ve tabiatla olan ilişki­sini köklü bir şekilde değişime uğratmaktadır. Modern teknoloji sadece insan-tabiat ilişkisini dönüştürmemekte, aynı zamanda “insanın özü”ne ilişkin yeni ve tehlikeli imkanları ortaya çıkar­maktadır. 1955 yılındaki Nobel toplantısında Amerikalı kimya­ger Wendell Stanley’in sarf ettiği “hayat pek yakında, bir canlıyı istediği gibi sentezleyecek, parçalayacak ve değiştirecek kimya­gerin eline teslim edilecektir” sözlerine dikkat çeken Heidegger, insanların bu sözleri hayranlıkla dinlemesinin büyük bir felake­tin habercisi olduğunu söyler.

Varlığa ve insan hayatına yönelik bu tutum, teknoloji aracılığıyla insanın mahiyetini değiştirmeyi hedeflemektedir. Nitekim son yıllarda bir grup bilim adamının öncülüğünü yaptığı “Transhumanism” akımına göre, insanla­rın biyolojik yapısını ve psiko-somatik kodlarını bio-teknoloji ve genetik mühendisliği gibi teknolojik müdahalelerle değişime uğratmak bir fırsat olarak görülmeli ve desteklenmelidir. Modern teknolojinin sunduğu bu tür imkanların genetik kodların değişti- rilmesinden biyolojik ve kimyasal kitle imha silahlarının yaygın- laşmasına kadar ne tür büyük felaketlere kapı araladığını görmek zor olmasa gerektir.

Yunancada techne, Arapçada smâ‘a kelimeleri, bir işi yapma biçimi, sanat, teknik ve zanaat anlamlarını taşır ve insanın ken­dine ve tabiata yabancılaşmadan teknik ve teknolojik araçları kullanabilmesinin mümkün olduğuna işaret eder. Heidegger ve onu takip eden “anti-hümanist” düşünürlere göre tasarruf hak­kımızı ve kontrolümüzü yitirmeden tekniği ve teknolojik araç­ları kullanmak mümkündür. Fakat bunun için varlığa ve eşyaya karşı farklı bir tutum içinde olmak gerekir. Heidegger bu tutumu ifade etmek için “varlıklara karşı ilgisizlik tavrı içinde olma” ma­nasında Gelassenheit kelimesini kullanır.Meister Eckhardt gibi Hristiyan mistiklerinin de kullandığı Gelassenheit, İslam düşünce geleneğinde “varlıktan tecerrüt etme” hali olarak ifade edilir ve insanın eşyaya ve nesnelere karşı özgürlüğünü korumasına atıfta bulunur. Ancak böyle bir tecerrüt, tasaffî, tezkiye ve arınma tutu­mu içerisinde olunduğu zaman, teknik ve teknolojinin insan üze­rinde tahakküm kurması önlenebilir.

İnceleyin:  Haçlı Seferleri:Uzun Bir Savaşın Öğrettikleri (1.Yazı)

Bunun için modern hüma­nizmin “İnsan kendi özneliğinin temelini oluşturur” tutumunu terk etmemiz ve insanların eylemlerini daha yüksek ve aşkın bir atıf çerçevesini esas kabul ederek temellendirmemiz gerekmek­tedir. Bu manada teknolojik medeniyet tasavvuru, modern birey ve “özne olma” (subjectivity) tutumundan bağımsız ele alınamaz. Modern birey, kendini bir “özne” olarak ortaya koyarken, var­lıkların bu “özne olma durumu” (sub-jectum) sayesinde anlam kazandığını iddia eder. Nitekim Batı dillerinde “özne” (suhject) kelimesi sub-jectum’dan gelir ve “bir şeyin altında yatan” (underlinğ) manasını taşır. Modern hümanizmin temel hatası, modern özneyi “her şeyin altında yatan cevher” olarak kurgulamasıdır.

 

İbrahim Kalın-Akıl ve Erdem