Bir pandaya bakmanın ne gibi bir faydası olduğunu, eskiden hep merak ederdim. Bu soru, çocuklarımı hayvanat bahçesine götürdüğüm her seferinde aklıma gelirdi. Ana çekim gücü olan ünlü panda Chin Chin’i görmek için giderdik. Tüm ziyaretlerimizin değişmeyen bir desene sahip olduğunu fark ettim. Birkaç ‘Oo!’ ve ‘Aa!’ sesinden sonra hemen ardından gelen üzgün bir itirafı hatırlıyorum: “Pandalar pek bir şey yapmıyorlar, değil mi baba? Hadi penguenleri beslemelerini seyredelim.” Pandaların hareketsiz büyüsü, modern tüketim kültürünün bir metaforu- dur: Onları görmeye gideriz, ancak aslında ‘hiçbir şey yapmadıklarını’ fark ederiz. Bu, tıpkı sosyal medyadaki içi boş viral fenomenler gibi, görsel hazzın ötesinde derin bir anlam taşımaz. Çocukların penguenlere yönelmesi, eğlence kültüründeki tatminsizliğin bir yansımasıdır.
Hayvanat bahçesindeki hayvanlara bakmak, tartışmasız insanların ünlülere olan tutkusuna benzer. Chin Chin yerine Michael Jackson’ı, performans sergileyen penguen yerine ise Anne Robin- son’ı koyarsanız, ne demek istediğimi anlarsınız. Hayvanlar gibi, insan ünlüleri de farklı bir türden gelir: homo celebritus. Bu tür, homo sapiens’ten tamamen farklı bir habitatta yaşar. Onun âlemi sıradanlığın çok ötesinde, açıklanamaz davranışların egemen olduğu egzotik bir dünyadır. Ancak burada bir fark vardır: Hayvanlara tepeden bakarken, homo celebritus a hayranlıkla bakarız. Belki bir gün, süpermodel bedenlerine sahip oluruz, film yıldızlarının manyetik çekiciliğine, pop ikonlarının sesine ya da bir Robinson’ın hayal edilen sertliğine evrimleşip sahip olabiliriz. Hayvanlar, bize ne olduğumuzu hatırlatır. Ünlüler ise, bir şekilde, hileyle ya da başka bir yolla, ne olabileceğimizi gösteren imgeler sunar.
Bu evrimsel dürtü -şöhret elde etme arzusu- artık dünyamızdaki her şeyin dayandığı temel etik hâline gelmiştir. Ünlü olmak, ekonomimizin ana para birimi, haberlerimizdeki en değerli kavram ve hayır işlerinde en güçlü itici güçtür. Fikirlerin, bilgilerin ve eğlencenin verilmesinin ve alınmasının başlıca aracıdır. Evrenimizde hiçbir şey, ünlülük damgası olmadan hareket etmez. Bu, hayvanat bahçesinin etik anlayışının şimdi Yeni Dünya Düzeni hâline dönüştüğü anlamına gelir. Ünlülük kültü, postmodern dünyanın kutsak gibidir: Ekonomiden medyaya, sosyal hareketlerden gündelik ilişkilere kadar her şey, bu yeni etik sistem üzerinden işler. Tıpkı hayvanat bahçesindeki egzotik yaratıklar gibi, ünlüler de birer ‘gösteri nesnesi’ olarak tüketilir. Ancak bu sefer kafesler, toplumun tamamım sarmıştır.
Hayvanat bahçesindeki hayvanlar kadar farklı türde ünlü vardır. Mega ünlüler, A-list ünlüler, sıradan bir zihin tarafından hayal edilemeyecek kadar olağanüstü olanlar; Batı dünyasının Michael Jackson’ı, Amold Schwarzenegger’ı ve Madonna’sı gibi. Kendi türleri arasında yırtıcı davranışlarla ünlü olanlar da vardır, tıpkı köpekbalıkları gibi. Kendim yok etme eğilimleri olan ünlüler de vardır, tıpkı deyim yerindeyse lemming kuyruklu hayvanları gibi. Denizanası gibi şok etmeyi sevenler, papağan gibi ağzı bozuk olanlar ve hiçbir sebep olmadan ünlü olan haşere benzeri ünlüler de mevcuttur. Ünlülük ekosistemi, hayvanat bahçesindeki tür çeşitliliğini andırır: Kimi egzotik ve ulaşılmazdır, kimi yırtıcıdır, kimi ise tamamen anlamsız bir şöhrete sahiptir. Bu karnaval, modern toplumun değerlerinin ne kadar yüzeyselleş- tiğinin bir göstergesidir.
Ancak her türden ünlünün ortak bir noktası vardır: İzlenmeyi severler. Hayvanat bahçelerinde insanlar hayvanları izler, hayvanlar da garip şekilde, sizi izler. Aslında hiçbir şey gerçekleşmez, ancak biz hayvanat bahçesinden çıkarken, gerçekten değerli bir şeyin yaşanmış olduğuna inanarak ayrılırız; ‘bir şey’ kazanmışızdır. Oysa bu sözde karşılıklı kazanım, tamamen hayal gücünün bir ürünüdür. Sonuçta, hayvanın ‘doğal’ yaşamının nasıl olduğunu hayal etmek zorunda kalırız. Hayvanat bahçesi, hayvanın doğal yaşam alanının parodisi, gerçeğe dair herhangi bir ipucu taşır mı? Hayvan, gerçek dünyada da hayvanat bahçesindeki kadar mutsuz mudur?
Ünlülere, vahşi yaşam dergilerinin ünlüler dünyasındaki karşılıkları olan dergilerde baktığımızda benzer bir şey gerçekleşir. Bize, herhangi bir kafeste tutsak edilmiş hayvanın yaşamı kadar yapay olan yaşam tarzları sunulur. Fotoğraflardaki insanların gerçek hayatlarının nasıl olduğunu, metafizik bir soyutlama çabasıyla hayal etmeye çalışırız. Gerçekten göründükleri kadar mutlular mı? Bu kadar şöhret ve zenginliğe sahip olmanın anlamı nedir? Plastik kişiliklerin altında gerçekte nasıl insanlardır? Daha yalın bir ifade ile ünlü dergileri, modern hayvanat bahçelerinin basılı versiyonlarıdır: Tıpkı kafes arkasındaki egzotik hayvanlar gibi, ünlüler de yapay bir habitat içinde sergilenir. Bizler, bu dergilerin sayfalarına bakarken, gerçekliği olmayan bir yaşamın izleyicisi oluruz. Onların mutluluğunu sorgularız, ancak bu sorgulama bile bir tüketim ritüeline dönüşür.
Ancak bu sorular bir araştırma ürününden ziyade, bir arzu ve kıskançlık ekosisteminin, bir hayal dünyasında ortaya çıkan sonuçlandır. Ünlü yaşam tarzları, çoğumuzun yatırım yaptığı kolektif bir hayaldir. Tıpkı hayvanat bahçelerine gidip hakkında bir şeyler duyduğumuz tüm hayvanların gerçekten var olduğunu kabul ettiğimiz gibi, ünlüleri ararız ki, sıradan hayatlarımızın ötesinde başka olasılıkların gerçekten mümkün olduğunu fark edelim. Ünlüler aracılığıyla, kendimizi, en derin arzularımızı ve en büyük umutlarımızı yeniden onaylarız. Ünlülük kültü, modern insanın mitolojiye olan ihtiyacını karşılayan bir ayindir: Tıpkı antik çağlarda tanrıların hayatlarım merak edişimiz gibi, ünlülerin yaşamlarına hayranlıkla bakarız. Bu, gerçekliğin ötesinde bir inanç sistemidir; hayvanat bahçesindeki kaplanın varlığına inanmamız gibi, ünlülerin şatafatlı yaşamlarının da ‘mümkün olduğuna inanırız. Aslında her ikisi de bize ait olmayan bir dünyanın temsilcileridir.
Ancak sadece iyi bir aktör ya da şarkıcı olmak, ünlü olmak için yeterli değildir. Ünlülük, liyakate dayalı değildir; ünlü olmak, üretilen bir olgudur. Ünlülerin üretimi, eğer bir metafor değişikliği yapacak olursak, bana buzdağlarını hatırlatıyor. Doğal bir güç gibi görünür, oysa aslında ünlü olma olasılığım yaratmaya adanmış, gözlerden uzak bir endüstri vardır ve bu endüstri, görünen kısmı desteklemek için durmaksızın çalışır. Popstars adlı program, özellikle ünlüleri üretmeye yönelik olarak tasarlanmış ve bu süreci alaycı bir şekilde hem sömürmüş hem de açığa çıkarmıştır. Bu üretim süreci, Hollywood stüdyolarının altın çağında başlatılmıştır. Stüdyolar, yıldızlan neredeyse manevi tanrılar ve tanrıçalar gibi sunan bir ünlü sistemini beslemiş ve geliştirmiştir. Bugün, yıldız olma ve ünlülük birbirini takip eden kavramlar hâline gelmiştir. Uzun süreli televizyon dizilerinde küçük roller oynayan bazı aktörler bile ünlü statüsüne sahip olurlar. Bazı televizyon programlan, sadece sunucularını değil, konu aldıkları içerikleri de anında ünlü yapar.
Bir kez kazanıldığında, ünlülüğün sürdürülmesi ciddi bir çaba gerektirir. Ünlülüğün vicdani motoru, üç temel öğe üzerinden açgözlü bir şekilde beslenir: İlgi, dedikodu, aşırılık. Bu yüzden ünlülük, sürekli beslenmesi gereken bir canavardır. Medya ve izleyiciler, ünlülerin özel hayatlarım tüketirken, onlar da bu ilgiyi sürdürmek için giderek daha şok edici, daha aşırı davranışlara başvurur. Bu kısır döngü, modern şöhretin en zehirli yanıdır.
İlgi, ünlülüğün can damarıdır. Bu iki yönlü bir süreçtir. Ünlüler sürekli dikkat çekmek isterken, halk da ünlüleri sürekli izler ve onların arasına katılmayı hayal eder. Kitlesel bir toplumda, herkesin ilgisini çekecek kadar dikkat yoktur, bu yüzden ünlüler, herkesin ihtiyaç duyulma arzusunun bir yansımasıdır. İlgi, tuhaf sonuçlar doğurur. Gerçek bir mega ünlü, herhangi bir hayvanat bahçesi hayvanı kadar gerçek bir kafeste yaşamaktadır ve sürekli ve aşın dikkat çekmekten nefret etmeye başlar. Sonsuz gözetim altında olma, ölümcül olabilir; bunu Prenses Diana, Micha- el Hutchence ve Freddie Mercury örneklerinde görmüş olduk. Başka bir ifade ile ünlülük, bir dikkat sarmalıdır: Ne kadar ilgi alırsanız, o kadar tuzağa düşersiniz. Toplumun aç gözlü bakışları altında, ünlüler özgürlüklerini kaybeder ve bir süre sonra bu ilgiyi bir işkence gibi hissetmeye başlar. Diana’nın paparazzilerden kaçarken ölümü, Mercury’nin AIDS’i saklamak zorunda kalışı ve Hutchinson’ın medya baskısı alanda çöküşü, şöhretin karanlık yüzünü gösterir.
Peki, ya gözlemciler? Sürekli dikkat, her yerde görünürlük ve bitmeyen haberler, bir ‘tanıyormuş’ illüzyonu yaratır. Ünlüler, onları izleyen ve bu sayede bir anlamda ‘sahiplenme hakkı’ hisseden kitlenin malı hâline gelir. Ancak halk, ünlüleri bir başka açıdan da sahiplenir. Çoğu kişi Marshall McLuhan’ın ünlü sözünü bilir: “Ortam, mesajdır.” Ama birçok kişi, McLuhan’ın devamla şunu belirttiğini unutur: “Herhangi bir ortamın içeriği her zaman başka bir ortamdır.” Dolayısıyla, medyanın her tarafıyla sarılmış bir toplumda, ünlülük hem mesaj hem de ortamdır. Ve sanal ortam, ünlünün kişiliği, halkın malıdır. O yüzden ünlü yaşam tarzının sıkı kurallarından sıyrılmak ve ‘özel bir yaşam’ sürmek isteyen zavallı ünlülere acımak gerekir. Garbo tarzı ‘Yalnız kalmak istiyorum’ sadece daha masum ve daha az ünlülük odaklı bir dönemde var olabilirdi. Bugünse, Anna Ford, Michael Doug- las, Catherine Zeta-Jones ve Naomi Campbell gibi, mahremiyet ihlali nedeniyle çeşitli tabloidlere ve dergilere dava açan ünlüler için bu tür bir talep, âdeta son bir çırpınıştır. ‘Ünlü olmak, kamusal mülkiyete girmektir.’ Bugünün ünlüleri, ‘yalnız kalmak’ istese bile bunu başaramaz, çünkü artık onlar bizim eğlencemiz, dedikodumuz ve mülkümüzdür.
Aşırılık, ünlülüğün özüdür. Ünlülerin, haksız yere büyük paralar kazandığı bir dünyada aşırılık yapmak zor değildir. Ünlüler, stüdyo patronlarının kuklasıyken mantıklı bir anlaşma vardı. Ünlüler, halka en sevimli ve ahlaklı göründükleri sürece, istedikleri kadar savurganlık yapabilir, her türlü aşırılığa dalabilirdi. O günlerde, ünlüler, gerçek kişiler tarafından sergilenen kurgu karakterlerdi. Ancak zamanın ruhu değişti. Şimdi ünlüler, aşırılıklarım halkın tüketimi için sergiliyor. Ölçülülük, denge ve nezaket fikri, ünlülük için ölüm demektir. îşte Liz Hurley’in o meşhur iğneli elbisesi, Elton John’un dev çiçek aranjmanları, kendine saygısı olan her ünlünün astronomik alkol ve uyuşturucu tüketimi bu yüzden var. Halk, bu aşırılıkları dolaylı olarak yaşıyor; bu aşırılıklar, talihsiz olaylar olmaktan çıkar, herkesin ve her kesimin tükettiği şova, keyifle zevk aldığı olumlu birer zevke dönüşür.
Aşırılığın bir işlevi de dedikodu üretmektir: ünlülüğün son temel öğesi. Şimdi, dedikodunun gerçekten yeni bir şey olmadığım belirtmek gerekir; her zaman bizimle olmuştur. Örneğin, 18. yüzyıl İngilteresi’nde o kadar baskın hâle gelmiştir ki, bu dönem “Skandal Çağı” olarak bilinir. Ancak dedikodu, o zamandan beri oldukça değişmiştir. Geleneksel olarak, dedikodu, sadece diğer insanların kötü yaşamları ve korkunç davranışları hakkında konuşmaktan çok daha fazlasıydı. Toplumsal kontrolün bir aracıydı, standartları, edep ve ahlaki idealleri tanımlayan bir öğeydi. Skandal Çağı, dedikodularla nazik, doğru ve yanlış kavramlarını tanımladı ve bu, Viktorya Dönemi ahlakım oluşturdu. Kadınlar her zaman dedikodunun ön saflarında yer almışlardır, çünkü kadınlar toplumun ahlaki vicdanını koruyanlardır. Ünlüler gözlemlenir ve haklarında konuşularak yargılanırdı ki bu yargılar son derece sert olabilirdi. Dedikodu, toplumun değer verdiği idealleri denetlerdi; bu, standartların asla ihlal edilmediği anlamına gelmezdi, sadece standartlar vardı ve bunlara karşı gelmenin sonuçlan olurdu. Eskiden dedikodu, şuurları çizerdi; şimdi sınırları yok ediyor. Bugün bir skandal, ünlünün kariyerini bitirmek yerine daha da büyütüyor. Artık dedikodu ‘toplumsal kontrol’ için değil, ‘dijital sermaye’ için var.
Şimdi dedikodu, sadece kötü niyetli gevezelikten ibarettir. Değer yargılan modası geçti; neyin iyi, uygun veya değerli olduğunu tarif edecek bir dilimiz bile kalmadı. Dedikodunun işlevi, karanlık ayrıntılar, korkunç işler ve önemsiz uğraşlara duyduğumuz doymak bilmeyen açlığı körükleyip beslemektir. Ünlülerin günlük yaşamlarında olan her şeyi bilmek zorundayız. Gerçekten de ünlülerin başına gelen hiçbir şey, dedikodu konusu olmadıkça ve herkes bunun hakkında konuşmadıkça gerçek değildir. Bir ünlü olmanın bir parçası, sürekli olarak dedikodu üretmektir; acı ve kendine acıma üzerine bitmeyen kurgu hikâyeleri yaratmak, temas ettiğin herkes hakkında hakaretlerde bulunmak ve aşağılayıcı söylemler yaymaktır. Bu yüzden İngiliz televizyon kişiliği Esther Rantzen, otobiyografisinde, kocasının ilk eşine karşı duyduğu acı ve intikam dolu duygularını paylaşma gereği hissediyor. Sonuç olarak eskiden dedikodu, toplumu düzeltirdi; şimdi toplumu çürütüyor.
İlk olarak, ünlülük artık sınırlan aşabilme gücüne sahiptir. Tom Hanks ve Spice Giriş gibi mega ünlüler, küresel fenomenlerdir ve büyük finansal ödüller toplarlar. Gerçekten de bazı Hollywood ünlüleri, çoğu küçük ülkeden daha fazla varlığa sahiptir. Tom Cruise bir yılda yaklaşık 70 milyon pound kazanır.
Ünlülük, küresel ekonominin itici gücü olduğunda, bu kadar yüksek kazanç elde eden bireylerin gerçek gücü vardır. Cruise ve Nicole Kidman evliliklerini sonlandırmaya karar verdiklerinde, bu gücün gerçek tezahürünü gördük. Onlar, dünya çapında 10- 20 yıl boyunca birçok büyük ülkenin hak ettiğinden daha fazla köşe yazısı ve yayın süresi kazandılar.
Ancak şimdi ünlülüğün aştığı sadece coğrafi sınırlar değildir. Hatta sıradan ve yerel bir düzeyde bile, ünlülerin ekonomik çekiciliği, onların her şeyi yapınasım sağlıyor. Ciddi gazetecilik yerini, bizi seçkin yaşamları hakkında eğlendirici anekdotlarla neşelendiren ve çocuk yetiştirmeden roket bilimine kadar her konuda görüşlerini sunan ünlü köşe yazarlarına bırakmıştır. Bu bağlamda, Mariella Fostrup gibi sıradan bir C-list ünlü (bir zamanlar DJ ve TV sunucusu olan ve bir zamanlar Bond Kızı olan Honor Blackman’ın kızı) Panorama gibi önde gelen bir ana haber analiz programım sunabiliyor. Leonardo DiCaprio, Başkan Clinton ile prime time ABC’de röportaj yaparken, Monty Python’dan Mic- hael Palin, Philby ve Thesiger gibi faal gezginlerin görünen varisi olarak öne çıkıyor. Bir zamanlar ‘uzman a ait olan güç, şimdi ünlülere aittir: arkeoloji, tarih, psikoloji gibi bir zamanlar gözde olmayan mesleklerin artık ‘televizyon kişilikleri’ tarafından sa- hiplenildiğine tanık olunuyor. Küçük ünlüler ise dert danışmanı, tüketici danışmanı, dekoratör, yemek uzmanı ve bahçıvan olarak hizmet veriyor. Ünlülüğün aşmadığı hiçbir sınır yoktur.
İkinci olarak, ünlülük, halkı gerçekliği sorgulamaktan alıkoyma konusunda şaşırtıcı bir yeteneğe sahiptir. Medyalaşmış ilişkiler çağında, imgeler ile gerçeklik arasındaki farkı ayırt etmek giderek daha zor hâle geliyor. Giderek daha fazla insan, ekran veya sahnede gördükleri karakterlerin, onlara hayat veren ünlülerde bir şekilde cisimleştiğine ve kişileştiğine inanıyor. Özellikle pembe dizi yıldızlarının kendilerini oynadıkları veya karakterlerinin aslında gerçek insanlar olduğuna dair inanç yaygındır. Mesela “Coronation Street”ten Deirdre Rachid’i serbest bıraktırmak için yapılan gerçek kampanyayı hatırlıyor musunuz? Hatta “Downing Street” bile, belki şaka yollu, bu kampanyaya katılmıştı.
Bu nedenle, reklamlarda ünlülerin aşırı kullanımı anlaşılabilir bir durumdur. Araştırmalar gösteriyor ki, bir ünlü bir ürünün iyi olduğunu söylerse, çoğu insan bunun doğru olduğuna inanıyor. Güvenilir bir ünlünün, cips veya içecek gibi ürünleri pazarlaması, kesin bir kazanç sağlamaktadır: Futbolcu Gary Lineker bugün Walkers cipsleriyle, tıpkı Rutger Hauer’ın Guinness’le olduğu kadar özdeşleşmiş durumdadır. TV sitcom’u “Birds of a Feather”ın yıldızlarının rol aldığı “Surf ” çamaşır tozu için yapılan süper saçma reklam, satışları fırlatmıştır. Spor sunucusu Des Lynam, “Miracle-Gro” gübresiyle, bir araya getirildiğinde ise satışlar katlanarak artmıştır. Görünüşe göre ünlüler bize her türlü gübreyi satabilir.
İşte bu yüzden ünlü desteği evrensel bir ilke hâline gelmiştir. Herhangi bir fikir, proje, girişim, kampanya ya da davayı başlatmak istiyorsanız bir ünlü bulun. Yıldızsız hiçbir dava, dava değildir. Daha açık bir ifade ile artık yıldızı olmayan davanın dava sayılmayacağı bir çağdayız. Bu yüzden David Schwimmer’ın bir tecavüz tedavi merkezini desteklediğini, Anthony Edwards’ın otizm araştırmalarına destek verdiğini ve Susan Sarandon’ın idam cezasının kaldırılması için yorulmak bilmez bir mücadele verdiğini görüyoruz. Geri Halliwell gibi biri, Allah aşkına, Birleşmiş Milletler İyi Niyet Elçisi’dir. Bu sosyal sorumluluk girişimleri, sanatçı menajerleri ve estetik müdahaleler gibi, ünlüler için vazgeçilmez unsurlar hâline gelmiştir. Diğerkâmlık göstergesi, utanç sınırlarını aşan bir yaşantıya bir tür meşruiyet sağlıyor veya kılıf olma işlevi görüyor.
Üçüncü olarak, ünlülük artık kimlik oluşturma veya şekillendirme gücüne sahiptir. Postmodern kültürde kimlik, ünlüler tarafından belirlenen eklektik bir arşiv üzerinden bilinçli olarak inşa edilir. Gençlerin giderek daha fazla kendilerini ünlülere göre modellemeleri yeni bir olgu değildir; ünlülerin rol model olarak kabul edilmesi uzun süredir bilinen bir durumdur. Yeni olan şey ise, ünlülüğün artık arzu ve hedeflere ulaşmada tek ölçüt hâline gelmiş olmasıdır. Ünlü kültürü; sözlü tarih, destanlar, efsanevi mitler gibi geçmişin ilham kaynaklarının hepsinin yerini almıştır. Batı toplumunu bir zamanlar besleyen ve ayakta tutan eski akrabalık bağlan bile, artık yerini ünlülerle kurulan hayali ilişkilere bırakmıştır. Bu nedenle, ünlülük artık gece gündüz zihinlerimizi meşgul ediyor, hayallerimizi yönlendiriyor, bağlılık ve hayranlığımızı besliyor. Kısacası, ünlüler bir zamanlar din, ideoloji ve tarih tarafından icra edilen tüm o işlevleri yerine getirmektedir. Ünlülük, artık çoklu kimliklerimizin kahir ekseriyetini elde ettiğimiz ana kaynak hâline gelmiştir
Çağdaş ünlülüğün vardığı nokta, çocuklarımın düzenli olarak Chin Chin’i ziyaret ettiği eski tarz hayvanat bahçesinden oldukça uzak, yeni tür bir sanal hayvanat bahçesidir. Her ziyaretin sonunda, hayvanat bahçelerinin nesli tükenmekte olan türleri korumak için son bir şans sunduğu konusunda hemfikir olurduk. Bu alanlar, pandaların tekrar doğal biçimde, insan gözlerinden uzak, sürdürülebilir dağ ormanlarında yaşayabilmeleri için gerekli bilgelik ve imkânlara ulaşana dek en uygun yerlerdi. Dedikodunun ahlaki bir denetim aracı olarak işlev gördüğü eski tarz ünlülük, bu ‘panda etkisini’ taşırdı. Yani, tıpkı nesli tükenmekte olan hayvanların korunmasına yönelik çabalar gibi, insanın kolayca sapabileceği aşırılıklara karşı tehlike altındaki toplumsal ve ahlaki değerleri koruma işlevi görürdü.
Çağdaş ünlülüğün dönüşümü söz konusudur: Günümüzde ünlülük, tıpkı nesli tükenmekte olan pandaların korunduğu hayvanat bahçeleri gibi, toplumsal değerleri koruma işlevini yitirerek dijital bir gösteri alanına dönüşmüştür. Postmodern çağda ünlülük, ahlaki bir koruma mekanizması olmaktan çıkarak, insanlığın aşırılıklarına karşı savunmasız kalan değerlerimizin tüketildiği sanal bir hayvanat bahçesine evrilmiştir. Başka bir deyişle ahlaki bir aracılık işlevi olan dedikodu ile beslenen eski tarz ünlülük, bu panda faktörünü paylaşıyordu. Bu yapı, tehlike altındaki değerleri, insanların kolaylıkla kapılabildiği aşırılıklardan koruyup güvende tutuyordu. Geleneksel anlamdaki şöhret, toplumsal ahlakın taşıyıcısı olarak dedikodunun güçlendirdiği tür, bu panda faktörünü bünyesinde barındırıyordu. Bu mekanizma, tehdit altındaki değerleri, insanoğlunun fazlasıyla meyilli olduğu taşkınlıklardan muhafaza ediyordu.
Ünlülerin istila ettiği bu sanal hayvanat bahçesinde hem gözlemciler hem de gözlemlenenler kafeslerin ardındadır. Her iki taraf da arzular ile gerçekliğin dar alanlarda dolanıp sonunda kaçınılmaz bir deliliğe sürüklendiği, kafese alınmış bir hayal gücünün ürünüdür. Ünlüler ve onların yaşam tarzları, kafeste çılgınca bir ileri bir geri yürüyen kaplanlar gibidir; sunulan kırmızı eti tüketirler, ama ardından tekrar aynı yönde yürümeye devam ederler ve bunu sadece o sonsuz gidiş gelişlerini sürdürebilmek için yaparlar.
Gözlemciler, yani ünlülere tutkun olanlar, kaçınılmaz olarak kendi hayatlarını her türlü anlamdan yoksun bırakan boş bir taklidi kovalamaktadırlar. Kendimizi küçültmek için bakakalıyoruz. Bunda kutlanacak ne var? İzleyiciler, ünlü kültürünün büyüsüne kapılanlar, nihayetinde kendi yaşamlarım tüm anlamdan soyutlayan içi boş bir parodinin peşinden koşmaktadırlar. Kendimizi değersizleştirmek için ünlülere hayretle bakıyoruz. Bu durumda yüceltilecek ne olabilir ki?
Özetle modern ünlülük kültürü, hem ünlüleri hem de onları tüketenleri aynı kafese hapseden, anlamdan yoksun bir sanal hayvanat bahçesine dönüşmüştür. Bu döngüsel çılgınlık, insanlığımızı tüketen bir oyundan ibarettir.
Ziyaüddin Serdar – A’dan Z’ye Postmodern Yaşam,syf:63-75


0 Yorumlar