Soru 42: Sahâbenin adaletine yönelik tenkidler isabetli midir?
Ehl-i Sünnet’e göre sahâbenin hepsi adildir. Bunun delili Kur’ân ve sünnettir. Ayrıca belirtmek gerekir kİ, sahâbenin adil olması rivâyetlerinde hata yapmamaları anlamına gelmez. Onun için “Şayet sahâbe adilse meselâ Hz. Âişe neden Ebû Hureyre’yi tenkid etsin!” demenin bir anlamı yoktur. Sahâbenin adaletinden kasıt onların Allah Resûlü’ne yalan isnâdda bulunmalarının düşünülmeyeceğidir; o vahiy kaynağını, nübüvvet pınarını iman nuruyla gören gözlerin Resûlullah adına hadîs uydurmasının mümkün olmayacağıdır. Ancak onların hata yapmaları muhtemeldir. Zira onlar da birer insandır. Hz. Âişe’nin veya bir başka sahâbinin herhangi bir sahâbiyi tenkidini de bu çerçevede düşünmek gerekir. Şimdi önce sahâbenin adaletine yönelik delilleri ortaya koyalım, sonra iddiaları ele alalım:
a. Bakara, 143: “Böylece, sizler insanlara birer şâhid (ve örnek) olasınız ve Peygamber de size bir şâhid (ve örnek) olsun diye sizi orta bir ümmet yaptık. Her ne kadar Allah’ın doğru yolu gösterdiği kimselerden başkasına ağır gelse de biz, yönelmekte olduğun ciheti ancak, Resûl’e tâbi olanlarla, gerisingeriye dönecekleri ayırt edelim diye kıble yaptık. Allah, imanınızı boşa çıkaracak değildir. Şüphesiz Allah, insanlara çok şefkatli ve çok merhametlidir.”
b. Âl-i İmrân, 110: “Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. iyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allah’a iman edersiniz. Kitap ehli de inansalardı elbette kendileri için hayırlı olurdu. Onlardan iman edenler de var. Ama pek çoğu fasık kimselerdir.”
e. Tevbe, 88, 100, 117: “Fakat peygamber ve beraberindeki mü’minler, mallarıyla, canlarıyla cihâd ettiler. Bütün hayırlar işte bunlarındır. İşte bunlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.” “İslâm’ı ilk önce kabul eden muhâcirler ve ensâr ile, iyilikle onlara uyanlar var ya, Allah onlardan razı olmuş; onlar da O’ndan razı olmuşlardır. Allah, onlara içinden ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetler hazırlamıştır. İşte bu büyük başarıdır. ” “And olsun Allah, Peygamber ile içlerinden bir kısmının kalpleri eğrilmeğe yüz tuttuktan sonra, sıkıntılı bir zamanda ona uyan muhacirlerle ensârın tövbelerini kabul etmiştir. Evet, onların tövbelerini kabul etmiştir. Şüphesiz O, onlara çok şefkatli ve çok merhametlidir.”
d. Feth, 29: “Muhammed Allah’ın elçisidir. Beraberinde bulunanlar da kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler. Onları rükûa varırken, secde ederken görürsün. Allah’tan lütuf ve rıza isterler. Onların nişanları yüzlerindeki secde izidir. Bu, onların Tevrat’taki vasıflarıdır. Incil’deki vasıfları da şöyledir: Onlar filizini yarıp çıkarmış, gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki bu, ekicilerin de hoşuna gider. Allah böylece onları çoğaltıp kuvvetlendirmekle kâfirleri öfkelendirir. Allah onlardan inanıp iyi işler yapanlara mağfiret ve büyük mükâfat vaad etmiştir.”
e. Haşr, 8, 9, 10: “Bu mallar özellikle, Allah’tan bir lütuf ve hoşnutluk ararken ve Allah’ın dinine ve peygamberine yardım ederken yurtlarından ve mallarından uzaklaştırılan fakir muhâcirlerindir. İşte onlar doğru kimselerin ta kendileridir.” “Onlardan (muhâcirlerden) önce o yurda (Medine’ye) yerleşmiş ve imanı da gönüllerine yerleştirmiş olanlar, hicret edenleri severler. Onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık duymazlar. Kendileri son derece ihtiyaç içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden, hırsından korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.” “Onlardan sonra gelenler ise şöyle derler: ‘Ey Rabbimiz! Bizi ve. bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla. Kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin tutturma! Ey Rabbimiz! Şüphesiz sen çok esirgeyicisin, çok merhametlisin. ”’
f. Feth, 18: “Şüphesiz Allah, ağaç altında sana biat ederlerken inananlardan hoşnut olmuştur. Gönüllerinde olanı bilmiş, onlara huzur, güven duygusu vermiş ve onlara yakın bir fetih ve elde edecekleri birçok ganimet nasip etmiştir. Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.”
g. Tahrîm, 8: “Ey iman edenler! Allah’a içtenlikle tövbe edin. Umulur ki, Rabbiniz sizin kötülüklerinizi örter, peygamberi ve onunla birlikte iman edenleri utandırmayacağı günde Allah sizi, içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokar. Onların nurları önlerinden ve sağlarından aydınlatır, gider. ‘Ey Rabbimiz! Nurumuzu bizim için tamamla, bizi bağışla; çünkü senin her şeye hakkıyla gücün yeter. ’ derler.
”Sünnetten deliller: Buhârî (Fadâilu Ashâbi’n-Nebî, 1) ve Müslim (Fadâilu’s-Sahâbe, 211): “Ümmetimin en hayırlısı, benim asrimdir. Sonra onlara yakın olanlardır. Sonra onlara yakın olanlardır… Sizden sonra bir kavim gelecektir ki, bunlar şahâdet etmeleri istenmeden şahâdet edecekler, bunlar hıyanet edecekler, kendilerine itimat edilmeyecek, yine bunlar adak adayacaklar fakat adaklarını yerine getirmeyeceklerdir…” Yine Buhârî (Fadâilu Ashâbi’n-Nebî, 5): “Ashâbıma sövmeyin, ashâbıma sövmeyin! Nefsim elinde olan Allah’a yemin ederim ki, sizden biriniz Uhud Dağı kadar altın sadaka verse, sahâbilerden birinin iki avuç sadakasına erişemez; bunun yarısına da ulaşamaz.”Sahâbenin adaletine yönelik iddialar ise şöyledir:
a. Şî‘a sahâbenin adaletini inkâr etmiştir.
Aslında bu iddia oryantalistler tarafından üretilmiştir. Şî’a’nın sahâbeye yaklaşımı onlara malzeme sağlamıştır. Oysa Şî‘a’nın ümme tin kahir ekseriyetine, bir anlamda icmâ’ına muhalefet etmesi sahâbenin adaletine zarar vermez. Zira Şî’a’nın bu yaklaşımı duygusaldır, İlmî olmaktan uzaktır ve tamamen uyduruk birtakım delillere ve tahrif edici yorumlara dayanmaktadır. Ayrıntılar bir tarafa 10-15 tane sahâbi hariç diğerlerinin yalancı olduğunu, hatta küfre düştüklerini söylemek hangi insafa, hangi iz’ana, hangi akla sığabilir!! Şî‘a’nın duygusal tavrı Yahudilerinkine oldukça benzerdir. Allah onları kendi zamanlarında insanlara karşı üstün kılmış, Yahudilerde bunu her zaman, her şartta anlayarak kendilerini en üstün kavim olarak zannetmeye devam etmişlerdir. Şî‘a da Hz. Ali’nin faziletlerine bakarak onun insanların en üstünü olduğunu zannetmiş, en üstün olanın hilâfete lâyık olabileceğini düşünmüş, bütün felsefesini bu hilâfet meselesine kilitlemiş ve böyle düşünmeye devam edegelmiştir. Tabii ki böyle bir duygusallığı besleyen farklı durumlar tarihte olmuş, bu düşünceye karşı aşırı tavırlar sergilenmiştir. Bu başka bir şeydir. Onların bütün bir sahâbeyi akıl ölçüleri dışında töhmet altında bırakması ise başka bir şeydir.
b. Hz. Peygamber’in vefatından sonra sahâbe irtidâd etmiştir.
Bu iddia Şî’a’ya aittir. Hz. Ali’nin hilâfeti saklanınca sahâbenin neredeyse hepsi küfre düşmüş, böylece irtidâd etmiş olmaktadır. Ayrıca Hz. Peygamber’den nakledilen konuyla alâkalı bir hadîste bunu teyid için kullanılmıştır. Oysa sadece şu husus düşünülse bunun ne kadar akıl dışı olduğu anlaşılır: Allah, Kur’ân’ında ağaç altında Resûlullah’a bey’at edenlerden razı olduğunu vurgulamıştır. Şî‘a irtidâd edeceklerini bildiği halde Allah’ın böyle bir topluluktan razı olacağını ifade etmesini nasıl izah eder? Bu, mümkün müdür? Bir taraftan sahâbe irtidâd etmiştir, diyeceksin; diğer taraftan Allah’ın sayıları binleri bulan sahâbeden razı olduğunu düşüneceksin. Şî‘a, en fazla “Ağaç altında bey’at edenler, irtidâd etmemişlerdir.” diyebilir. Bu da onların kabul ettiği 10-15 sahâbiden çok daha fazlasının adil olduğunu gösterecektir. Ancak onlar bu 10-15 sahâbi dışında adil sahâbi kabul etmemiştir!
c. Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer hadîsi tespit İçin şâhid istemiş, Hz. Ali ise yemin ettirmiştir. Bu durum, sahâbenin adaletine gölge düşürür.
Oysa hiçbir zaman Hz. Ebû Bekir, Ömer ve Ali şâhid veya yemin istedikleri sahâbinin yalan söyleyebileceğine ihtimal vermemişlerdir. Hatta bazıları bu durumu “Ben sizi yalanla itham etmiyorum, ama istiyorum ki hadîsler sağlam bir şekilde sabit olsun!” diyerek tescil etmiştir. Bu durum bize bu şekilde davranmalarının ihtiyattan kaynaklandığını göstermektedir. O halde denilebilir ki, ashâb-ı kİrâm ihtiyatlı davranıp kesin kanaat edinmedikçe hadîs rivayet etmemeyi (te- sebbüt) prensip haline getirmiştir. Halifelerin meseleyi takibinin yanında buna sahâbilerin birbirini kontrollerini, şüphelendikleri konularda onu en iyi bilene götürmeyi alışkanlık haline getirmiş olmalarını da ilâve edebiliriz. Bu titizliktir ki, onlardan kimilerini bir aylık yolu teperek bildikleri hadîsleri te’kîd etmeye ve bilmediklerini öğrenmeye sevketmiştir. Dolayısıyla halifelerin tesebbütü diğer sahâbilerin itham edildiğini değil, onların hadîs tespitinde ne kadar titiz olduklarını ortaya koyar.
d. Sahâbe içerisinde günah işleyenler vardır.
Doğrudur, sahâbe içerisinde günah işleyenler olmuştur. Onlar da ya Kur’ân’la ya da rivâyet yoluyla bize ulaşmıştır. Gizli saklı bir şey de değildir. Bunlara baktığımızda işledikleri günahlarda ısrar etmediklerini, hatta günahlarını itiraf edip ölüm cezasını istediklerini görürüz. İçlerinde bir kişinin Hz. Ömer döneminde içkiden dolayı had cezasına çarptırıldığı nakledilmiştir. On binlerce sahâbi içerisinde bir elin parmaklarını geçmeyecek şekilde günah işleyenlerin olduğu anlaşılmaktadır. Hatta günaha duçâr olan sahâbilerin de sadece o günahı nakledilmiştir. Yani zina eden sahâbi sadece büyük günah olarak zina suçunu işlemiştir. İçki içen de içki suçunu… Yalan söyledikleri, birbirini aldattıkları nakledilmemiştir. Ve bu sahâbiler yüzbinlerin içerisinde beş on kişi… Bu durum gerçekten büyütülecek bir şey değildir.Ayrıca bu iddiaya Mevdûdî’nin diliyle cevap vermek de mümkündür. Mevdûdî, sahâbe hakkındaki görüşünün muhaddis, fukahâ ve ümmetin ekserisinin kabul ettiği gibi olduğunu belirtir. Ona göre sahâbenin hepsi de güvenilir kimselerdir. Zira bu keyfiyetten şüphelenecek olursak, o zaman dinin bazı esasları da kendiliğinden şaibeli duruma düşer.
Bununla birlikte Mevdûdî, “Sahâbenin hepsi adildir.” sözünün, hiçbir zaman “Sahâbe kat’iyyen hata yapmaz.” manasına gelmediğini söyler. Ona göre sahâbe de nihayet beşerdir. Şu kadar var ki, onların beşerî zaafları diğer insanlara nazaran daha azdır ve sahâbiler kendilerine çok daha fazla hakimdirler. Onlar için sadece “Bilerek hata yapmaz ve yanlış yola gitmezler.” denilebilir. Yani hiçbir sahâbi bilerek ve kasten yalan uydurmaz ve bunu Hz. Peygamber’e isnâd etmez.Mevdûdî, bunun ardından şöyle bir soru sorar: “Bir kimseden bazı kusurlar sadır olabilir. Acaba bu keyfiyet onun güvenilir bir kimse olmasını ortadan kaldırır mı?” Mevdûdî, bu soruya başka bir soruyla karşılık verir: “Acaba onun bütün rivâyetleri hatalı mıdır?” Ona göre bir kimsenin bir iki veya birkaç hatası olabilir. Bu birkaç hata sebebiyle “Bu adamın bütün fiilleri hatalıdır.” denilemez. Zira “güvenilir” ve “adil” gibi vasıfları “küll” halinde bu insanların üzerinden kaldıramayız. Eğer bu sıfatların kaldırılması gerekseydi, o zaman kendisine “fâsık” denecekti. Görülüyor ki, bir insan bazı kusurlar işleyebilir, buna rağmen “doğru sözlü” de olabilir. Sahâbi Maiz, zina gibi ağır bir suç işlemişti. Böyle bir suç bir insanın “güvenilir” ve “adil” sıfatlarını ortadan kaldırır. Fakat bilinmektedir ki, bu sahâbi fiilen, amelen ve kavlen tevbe ederek halini düzeltmiştir. Bizzat gelmiş, ceza görmeye hazır olduğunu bildirmiş ve kendisine zina haddi tatbik edilmiştir. Şimdi böyle bir zatın nasıl olur da “güvenilir” bir kimse olmadığını söyleyebiliriz? Bütün bu fiillere rağmen o yine de sözüne “güvenilir” bir şahsiyettir. Nitekim muhaddisler Maiz’in hadîs rivâyetlerini “sahîh” kabul etmişlerdir.
Son olarak ifade etmek gerekirse meselenin bir de aklî boyutu vardır. Sahâbe’Kur’ân’ın, İslâm’ın ilk muhataplarıdır. Bu ilk muhatapları karalarsanız, tekfir ederseniz geriye ne kalacaktır! Sahabeye bakıldığında pek çok meselede üstün oldukları görülür. Hz. Peygamber’i bizzat görmüşlerdir. Bu bile başlı başına bir şereftir. İslâm’a giriş önceliği onlara aittir. Hz. Peygamber’i göz bebekleri gibi korumuşlardır. Onunla birlikte hicret etmiş, ona yardımda bulunmuşlar, onunla beraber cihâd etmişlerdir. Tüm zorluklara katlanmışlardır. Dini iyi bellemiş, hıfzetmişler ve sonraki nesle sağlam bir şekilde nakletmişlerdir. İman onlarda; amel onlarda; ilim onlarda; ihlâs onlarda; cihâd onlardadır. Allah ve Resûlü’ne nasıl sevgi beslenilir, Allah ve Resûlü’ne nasıl itaat edilir, nasıl sadakatle bağlanılır, onlar göstermişlerdir. Sonrakiler de onları örnek almıştır. Tarihten sahâbeyi, karalamak vb. yollarla çekip alırsanız ortada din diye bir şey kalmaz. Şüphesiz bütün bunlar onları birer insan olmaktan çıkarmaz. Hata da etmişlerdir. İctihâdlarında yanıldıkları da olmuştur. İlim, amel ve cihâdda hepsinin dereceleri de bir değildir. Aralarında fazilet bakımından farklılıklar vardır. Ama ne olursa olsun hepsi Hz. Peygamber’i iman nuruyla görmüş ve onun feyiz ve bereketinden istifade etmişlerdir.
Yavuz Köktaş – Günümüz Hadis Problemleri,syf.190-196
0 Yorumlar