Allame Gazali (rh.a) şöyle der: “Bil ki sabretmek, insanın özelliklerindendir. Sabır, ne hayvanlar ne de melekler hakkında düşünülemez. Hayvanlar hakkında düşünülmemesine gelince, bu onların noksanlıklarından dolayıdır. Melekler hakkında düşünülmemesine gelince,bu da onların kâmil ve mükemmel varlıklar olmalarındandır.
Bunu şu şekilde de açabiliriz: Hayvanlara şehvet musallat olmuştur. Ancak, onlarda bu şehvete karşı koyacak akıl melekesi olmadığı için, bu kuvvetin, şehvetin muktezâsına karşı koyması “sabır” diye adlandırılmaz…
Meleklere gelince, onlar rablerinin huzurunda sırt şevk duymak ve bu huzura yakınlık
derecesiyle sevinmek için, diğer bütün şeylerden soyutlandıkları, onları bu huzur-u İlâhî’den men edecek bir şehvet duygusu da musallat olmadığı için, onlar, kendilerini zülcelal olan Allah’ın huzurundan men edecek şeylere başka bir orduyla karşı koymaya gerek duymazlar.İnsana gelince o, çocukluğunun tam başlangıcında, diğer canlılar gibi noksan olarak yaratılmıştır. O vakitler onlarda, muhtaç oldukları beslenme ve gıda arzusundan başka bir şey yaratılmamıştır. Daha sonraysa onlarda oynama arzusu belirir. Bunu izleyen zamanlarda, onda evlenme arzusu görülür.
Çünkü sabır, hedefleri başka olduğu için,aralarında savaş patlak vermiş olan iki ordunun birbirlerine karşı durmasından ibarettir.Bülûga ermiş olan kimseye gelince, onda, kendisini dünyevî lezzetlere yöneltip âhiretten yüz çevirten bir şehvet ile, onu dünyadan yüz çevirmeye ve devamlı olan manevî lezzetleri istemeye davet eden bir akıl vardır. Akıl, bu dünyevî lezzetleri istemekle meşgul olmanın ebedî lezzetlere ulaşmaya mani olduğunu bilince, onun çağrısı şehvetin davet ettiği işe engel teşkil eder. İşte bu engel ve mâni olma da sabır diye adlandırılır.
Sonra bil ki sabır iki kısımdır:
a) Bedenî olan sabır. Meselâ, bedene güç şeyleri yüklemek ve bunlara katlanmak gibi. Bu da,ya güç şeyleri yapmak gibi fiil ile olur veyahut da şiddetti dayağa ve büyük bir acıya katlanmak gibi, sıkıntılara göğüs germekle olur.
b)Ruhanî, manevî sabır... Bu da nefsi şehvet ve tabiatın iktizası olan ve arzu duyulan şeylerden alıkoymaktır.
Sonra bu manevî sabır, eğer mide ve fere şehvetine karşı bir sabır olursa iffet diye adlandırılır.
Eğer arzu olunmayan şeylere katlanmak hususunda olursa, kendisine sabredilme ihtiyacı duyulan kötü şeylerin değişmesiyle, insanlarca buna verilecek isim de farklı farklı olur.
Eğer bu sabır, bir musibete karşı olursa, “sabır” işte ancak buna denilir; feryadü figan etme ve sabırsızlık gösterme, sızlanma ise sabrın zıddıdır.
Bu sabırsızlık da, hevânın kişiyi sesini yükseltmeye, yüzünü gözünü döğmeye,üstünü başını parçalamaya sevkettiği şeye denilir.
Eğer bu ruhanî sabır zenginlik hususunda olursa, kendine hakim olma diye isimlendirilir.Şımarıklık durumu bunun zıddıdır.
Eğer bu manevi sabır harb ve savaş hususunda olursa, buna Şecaat denilir ki, bunun karşıtı korkaklıktır.
Eğer sabır, öfke ve kızgınlığı bastırma, yenme hususunda olursa, buna “hilm” denilir ki, bunun karşıtı da hafifmeşrebliktir.
Eğer bu sabır zamanın getirdiği musibetlerden can sıkıcı bir musibete karşı olursa bu, kalb genişliği diye isimlendirilir. Ki gönül darlığı, pişmanlık ve sıkıntı bunun karşıtıdır.
Eğer bu sabır bir sözü gizleme hususunda olursa, bu “kitmânu nefs” diye adlandırılır; bu kimseye de “ketum” denilir.
Eğer bu sabır çeşidi, bolluk içinde yaşamaya karşı yapılırsa, buna “zühd” denilir; bunun zıddı da hırstır.Eğer bu sabır, malın azlığına karşılık oluyorsa, kanaat diye isimlendirilir ki bunun zıddı açgözlülüktür.
Allah’u Teâlâ bütün bu kısımları bir araya getirerek hepsine birden “sabr” adını vermiş ve, Yani “musibetlere sabredenler, yani “fakirliğe sabredenler, “yani savaşa dayananlar” buyurmuştur.”İşte doğru olanlar bunlardır ve muttakilerin ta kendileri bunlardır”(Bakara, 177). Kaffâl (rh.a), “Sabır, İnsanın kötülüğün elemini hissetmemesi ve bunu çirkin görmemesi şeklinde değildir. Çünkü bu, imkânsızdır. Sabır, ancak nefsi, feryâd-ü figânı ortaya koymamaya gayret etmektir.
Kişi hüznünü içine atıp, kendisini.onun emarelerini dışarı vurmaktan alıkoyunca,her ne kadar o kimsenin gözünde yaş belirip rengi değişse de, bu kimse sabretmiş olur.
Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s) : ile ‘Sabır, İlk çarpma esnasındadır buyurmuştur.
Bu böyledir, çünkü başlangıçta kişiden, kendisi sebebiyle sabredenlerden sayılamıyacağı bir hal zuhur edip, sonra da sabrederse, bu teselli olmak diye isimlendirilir ki bu da mutlaka yapılması gereken bir husustur.
Çünkü Hasan el Basri, “İnsanlara, devamlı feryâdü figan etmekle mükellef kılınmış
olsalardı, buna güç yetiremezlerdi” demiştir. Allah en iyi bilendir.
Sabrın Fazileti ve Değeri Hakkında Ayetler
Sabrın fazileti hususunda, Allah’u Teâlâ sabredenleri birçok vasıflarla nitelemiş ve sabrı, Kur’an-ı Kerim’de yetmiş küsur yerde zikretmiş, birçok hayrı da sabra bitiştirerek şöyle buyurmuştur:
-“Biz onlardan, sabrettikleri zaman, emrimizle hidâyete ileten imamlar yaptık”(Secde, 24);
-“Sabretmelerinden dolayı Rabbinin en güzel kelimesi İsrailoğullan hakkında tamamlanmıştır” (Araf, 137)
-“Muhakkak ki Allah sabredenlere yaptıktan şeylerin en güzeliyle mükâfaat verecektir” (Nahl, 96).
-“İşte bunlara mukâfaatlan, sabretmelerinden dolayı, iki defa verilecektir” (Kassas, 64) ve,
-“Sabredenlere ecirleri, muhakkak ki hesapsız verilecektir” (Zümer. 10).
Sabır hariç, her taatın belirlenmiş bir mükâfaatı vardır. Oruç, sabırda olduğu için
Cenâb-ı Hak, “Oruç benim İçindir” buyurmuş, böylece orucu kendisine nisbet etmiştir. Allah sabredenlerle beraber olduğunu vaadederek, “Sabrediniz, muhakkak ki Allah sabredenlerle beraberdir” (Enfal, 46)
Yine Cenâb-ı Hak, yardımı sabretmeye bağlayarak,”Evet, eğer siz sabreder ve size gelecek olurlarsa, Allah size beşbin melekle yardım edecektir “(A.İmran 125) buyurmuştur.
Yine Allah, sabredenlere vermiş olduğu birçok şeyi, başkalarına vermeyerek, onlara-Râblerinden mağfiretler ve rahmet vardır. Onlar, hidâyete ermiş olanların ta kendileridir” (Bakara, 157) buyurmuştur. 122[122]
Sabrın Değeri Hakkında Hadis-i Şerifler
Bu husustaki haberlere gelince, Hz. Peygamber (s.a.s) şöyle buyurmuştur: “Sabır, imanın yarısıdır.”[Câmiu’s-sagîr, 11/49. 124]
Bunun izahı şöyledir: İman, ancak söz amel ve inanç hususunda uygun olmayan şeyleri terketmek ve uygun olanları yapmakla kemâle erer. O halde, uygun olmayanları terketmeye devam etmek, sabırdır. Bu da, imanın diğer yarısıdır. Bu izaha göre,imanın tamamının sabır olması gerekir. Ne var ki uygun olmayanları terkedip uygun olanı yapmak, bazan şehvete muvafık olur ki burada sabra ihtiyaç yoktur.Bazan da bu husus şehvete ters düşer ki, bu durumda sabretmeye ihtiyaç hissedilir. İşte bu sebepten ötürü şüphesiz sabır, imanın yarısı sayılmıştır.
Yine Hz. Peygamber (s.a.s).”Size verilen şeylerin en kıymetlilerinden bazıları, yakîn ile sabretmek azmidir. Kime bu ikisinden pay verilirse, o kimse (nafile olarak), gece kılamadığı namaza ve gündüz tutamadığı oruca aldırmasın…” buyurmuştur.
Hz.Peygamber başka bir hadiste”İman, sabrın ta kendisidir” buyurmuştur. Hz. Peygamberin bu ifâdesi O’nun; “Hacc,Arafat’tan ibarettir”[İbn Mâce Menâsik, 57 (11/1003). 125] sözüne benzer.
Sabır ve Şükürden Hangisinin Efdal Olduğu Hakkında
Sabrın mı, yoksa şükrün mü daha faziletli olduğu hususundadır. Allame Gazali (r.h.a) şöyle demiştir: Sabrın daha üstün olduğuna delâlet eden haberler daha kuvvetlidir. Çünkü Hz.Peygamber (s.a.s): “Size verilen şeylerin en kıymetlilerinden bazıları, yakın ile sabretmek azmidir. Kime bu ikisinden pay verilirse, o kimse (nafile olarak) gece kılamadığı namaza ve gündüz tutamadığı oruca aldırmasın” buyurmuştur. Yine O,”Allah ‘m huzuruna, yeryüzünün en çok şükreden kulu getirilir de, Allah ona, şükredentere vermiş olduğu mükâfaatı verir.
Sonra, yeryüzünün en çok sabreden kulu getirilirde onar “Şu şükreden kimseye verdiğim mükâfaatı sana da vermemi ister misin?” denilir. Kul bunun üzerine, “Evet Ya Rabbi” der.Bunun üzerine de Allah’u Teâlâ “Andolsun ki sana nimetler verdim, sen de buna mukabil şükrettin. Seni çeşitli belâlarla sınadım, dayandın. Andolsun ki ben de şimdi sana, mükâfaatı kat kat vereceğim” der. Böylece o kula, şükredenlere verilen mükâfaatin kat kat fazlası verilir” buyurmuştur.
Hz. Peygamber’in, “Yeyip de şükreden kimse oruç tutup da sabreden kimse gibidir.[Tirmizi. Kıyâme. 43 (İV/653). 127] sözüne gelince bu da sabrın üstün olduğuna delildir. Çünkü bu ifâde, ancak mübalağa sadedinde zikredilmiş olan bir ifâdedir. Bu ise ancak, müşebbehün bihmüşebbehten derece bakımından daha üstün olduğu zaman meydana gelir.
Hz. Peygamber’in tıpkı, “İçki içen kimse, puta tapan kimse gibidir”[el-Câmr’u-s-Sağir, 2/3].Yine rivayet edildiğine göre Hz. Süleyman,mülkünün mertebesine göre peygamberlerden kırk yıl sonra cennete girecektir.
Sahabe içinde cennete en son girecek olan ise, zenginliğinden dolayı Abdullah İbn Avf’tır.Haberde rivayet edildiğine göre, sabır kapısı hariç, bütün cennet kapıları iki kanatlıdır. Sabır kapısının ise tek kanadı vardır.. Sabır kapısından girenlerin ilki, çeşitli belâlara mübtelâ olanlardır ki, bunların da önderi Hz. Eyyûb (a.s)’dur.
Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 4/85- 90
0 Yorumlar