“Nifak” kalpte olursa küfürdür. Eğer amellerde olursa masiyettir. Peygamber (sav) şöyle buyurmaktadır: “Dört şey var ki, onlar kimde bulunursa, o kişi katıksız münafık olur.
Kimde bunlardan bir tanesi bulunacak olursa, onu terkedinceye kadar o kimsede münafıklıktan bir haslet (özellik) bulunur: Kendisine birşey emanet verilirse hainlik eder, konuştuğu zaman yalan söyler, ahidleştiği zaman ahdinde durmaz ve tartıştığı zaman da haddi aşar, kötü söz söyler.” Bu hadisi Buhârî rivayet etmiştir.[1] Bu kelimenin türeyişi ile açıklamalar daha önce el-Bakara Sûresi’nde (2/10. ayetin tefsirinde) geçtiğinden burada onları tekrarlamanın bir anlamı yoktur.
İlim adanılan bu hadisin te’vili hususunda farklı görüşlere sahiptirler. Bir kesim şöyle demektedir: Bu hüküm yalan olduğunu bilerek bir söz söyleyen, kendisine bağlı kalması gerektiğine inanmaksızın alıidleşen ve zamanı gelince hainlik etmek için emaneti bekleten kimse hakkında sözkonusudur. Bu görüşün sahipleri senet itibariyle zayıf bir hadis olan şu rivayete dayanırlar:
Ali b. Ebi Talİb, Ebu Bekir ve Ömer’le (Allah hepsinden razı olsun) Rasûlullah (sav)’ın yanından kederli bir şekilde çıkarken karşılaşmış. Hz. Ali: Ne diye sîzi böyle kederli görüyorum diye sorunca, Onlar da: Münafıkların nitelikleriyle ilgili olarak Rasûlullah (sav)’dan işittiğimiz bir hadisten dolayı. (Hadis şudur): “(Münafık) konuştuğu zaman yalan söyler, ahidleştiği zaman bozar, kendisine bir şey emanet edilirse hainlik eder, söz verirse sözünde durmaz.” Hz. Ali: Peki buna dair ona birşey sormadınız mı, diye sorunca, Olar: Rasûlullah (sav) dan çekindik, dediler. Hz. Ali: O halde ben ona soracağım, demiş ve Rasûlullah (sav)’ın huzuruna girerek şöyle sormuş: Ey Allah’ın Rasûlü, Ebu Bekir ve Ömer yanından üzüntülü bir şekilde çıktılar. ‘Daha sonra da söylediklerini nakletmiş. Bunun üzerine (Hz. Peygamber) şöyle buyurmuş: “Ben onlara bir hadis söyledim, ama onların anladıklarını kastetmedim. Ancak münafık kendi kendisine yalan söylediğini bile bile konuştuğu vakit yalan söyleyen, söz verdiğinde kendi kendisine bu sözünde durmayacağını telkin eden, kendisine emanet bırakıldığında içten içe bu emanete hainlik edeceğini kararlaştıran kimsedir.”[2]
İbnül-Arabî der ki: Bu İşleri kasti olarak işleyenin kâfir olmayacağına dair açık deliller vardır. Kişi, ancak Allah’a, sıfatlarına dair hususlardaki bilgisizliği, yahut da O’nu yalanlaması ile ilgili bir itikad ile kâfir olur. Şanı yüce Allah ise cahillerin inanışlarından ve sapıkların sapmalarından yücedir, münezzehtir.
Bir başka kesim şöyle demektedir: Bu husus Rasûlullah (sav)’m dönemindeki münafıklara hastır. Onlar, bu konuda Mukatil b. Hayyân’ın, Said b. Cü-beyr’den, onun, İbn Ömer ile İbn Abbas’tan şöyle dediklerine dair rivayetini delil gösterirler. İbn Ömer ile İbn Abbas dediler ki: Bir grup ashab ile birlikte varıp dediler ki: Ey Allah’ın Rasûlü, sen şöyle buyurdun: “Üç haslet vardır ki, onlar kimde bulunursa o kişi ister oruç tutsun, namaz kılsın ve mü’rain olduğunu iddia etsin yine münafıktır: Konuştuğu zaman yalan söyler, söz verdiği zaman sözünde durmaz, kendisine bir emanet verildiği zaman hainlik eder. Ve her kimde bu hasletlerden birisi bulunursa, o kimsede münafıklığın üçte biri var demektir.” Biz bunlardan, yahut bunlardan birisinden kendimizi kurtaramayacağımız yahut da insanların çoğunun bunlardan uzak kalamayacağı kanaatindeyiz. Bunun üzerine Rasûlullah (sav) güldü ve şöyle buyurdu: “Sizin bunlarla ne ilginiz var ki?
Ben bu özellikleri, yüce Allah’ın Kitabında münafıkları tahsis ettiği gibi münafıklara has olarak söyledim. Benim, konuştuğu zaman yalan söyler, şeklindeki ifadem, yüce Allah’ın: “Münafıklar sancı geldiklerinde…” (el-Münafîkun, 63/) buyruğu gibidir. Siz böyle misiniz?” Biz: Hayır deyince şöyle buyurdu: “Bundan dolayı o halde korkmayınız. Siz bundan uzaksınız. Benim, söz verdiği zaman sözünde durmaz şeklindeki ifademe gelince; bu da yüce Allah’ın bana indirmiş olduğu şu buyruklardadır: “İçlerinden kimi de Allah’a şöyle söz vermişti: Eğer bize lütfundan ihsan ederse…” -diyerek üç âyeti okudu- “Siz böyle misiniz?” diye sordu, biz: Hayır dedik. Allah’a hamd olsun ki, eğer herhangi bir hususa dair Allah’a söz verecek olursak, onu yerine getiririz. Şöyle buyurdu: “O halde sizin için korkacak birşey yok, siz bundan uzaksınız. Ona bir şey emanet edilirse hainlik eder şeklindeki sözüme gelince; bu da yüce Allah’ın bana İndirmiş olduğu şu buyrukta dile getirilmektedir: “Muhakkak Biz emaneti göklerle yere ve dağlara arzettik de…” (el-Ahzab, 33/72) Buna göre her kişiye dîn emanet olarak verilmiştir. Mü’min kişi gizlide de açıkta da cünüplükten yıkanır. Münafık ise bu işi ancak açıktan açığa yapar. Siz böyle misiniz?” Biz; Hayır dedik. Şöyle buyurdu: “O halde sizin için korkacak birşey yok, siz bundan uzaksınız.”[3]
Tabiinden ve imamlardan pek çok kimse bu görüştedir.
Bir başka kesim şöyte demektedir: Bu hüküm, bu tür hasletlerin çoğunlukla kendisine galip geldiği kimseler hakkındadır. Buhârî ve ondan başka diğer ilim adamlarının görüşlerinden anlaşıldığına göre, kıyamet gününe kadar bu kötü hasletlere sahip olan bir kimse münafıktır.
İbnü’l-Arabî der ki: Benim görüşüme göre, bir kimseye masiyetler galip gelecek olsa bu, onun itikadını etkilemediği sürece kâfir olmaz. (Mezhebimize mensup) ilim adamlarımız derler ki: Hz. Yusuf’un kardeşleri babalarına söz verdiler, fakat verdikleri sözde durmadılar. Ona birşeyler söyleyip aldattılar, yalan söylediler. Hz. Yusuf’u onlara emanet etti, ama o emanete hainlik ettiler, bununla birlikte münafık olmadılar.
Ata b. Ebi Rebah der ki: Yusuf’un kardeşleri bütün bu işleri yaptıkları halde münafık olmadılar, aksine peygamber oldular.
el-Hasen b. Ebi’l-Hasen el-Basrî der ki: Münafıklık iki türlüdür: Yalan ile yapılan münafıklık ve amelî münafıklık. Yalan ile yapılan münafıklık Rasûlullah (sav) döneminde idi. Amelî münafıklığın ise kıyamet gününe kadar sonu gelmeyecektir, Buhârî de Huzeyfe’den, münafıklığın Rasûlullah (sav)ın döneminde olduğu, bugün ise ancak ve ancak imandan sonra küfre düşmenin sözkonusu olduğunu İfade ettiğini rivayet etmektedir.[4]
Yüce Allah’ın: “Onlar, gizlediklerini de fısıltılarını da Allah’in muhakkak bildiğini… bilmezler mi?” şeklindeki bu buyruğu bir azardır. O, bu durumlarını bildiğine göre, onları pek yakında cezalandıracaktır.[5]
——————–
[1] Buhâri, İman 24, Mezâlim 17, Cizye 17; Müslim. İman 106; Ebû Dâvûd, Sünne 15; Nesaî, İman 20; Tirmizî, İman 14; Müsned, II, 189, 198.
[2] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, I, 108, “senedinde: …Ebu’n-Nu’mân, Ebu Vakkas’ın.,. diye zikredilen iki râvî, -Tirmizî’nin dediğine göre- meçhuldür (hadis kivisi olarak bilinmemektedirler); diğer râvilerin ise sika (güvenilir) oldukları biidirilmistir” kaydıyla.
[3] Îbnul-Arabî, Ahkûmu’l-Kur’ân, II, 985-986’ bu rivayeti “Mescid-i Aksâ’da Ebîl Bekr el-Fihrî’nin kendisine naklettiğini” belirttikten sonra zikretmekte ve sonunda: “Bu, senedi meçhul bir hadistir…” kaydını koymatadır.
[4] Buhâri, Fiten21.
[5] İmam Kurtubi, el-Camiu li- Ahkami’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 8/333-335
0 Yorumlar