Modern Feminist Hareket
Feminist hareketin temel hümanist felsefesi köklerini Avrupa tarihinde “Aydınlanma” olarak bilinen dönemin serbestlikçi, eşitlikçi ve reformcu fikirlerinde bulur. Bu dönemde bireycilik ve öz-değer (.self- worth) Batı felsefesinin temeli oldu ve kişinin Tanrı’ya karşı olan görevleri şuuru ve ahiret hayatı bilincinin yerini aldı.
Sanayi Devrimi’nin başlangıcı ve başta tekstil sanayileri olmak üzere beraberinde emeğin makinalaşması ile birlikte genişleyen açgözlü pazarlardaki mal talebini karşılayabilmek için artan bir iş gücü ihtiyacı ortaya çıktı. Kadınlar fabrikalardaki akılsız, anlamsız ve insanlıktan çıkaran işleri yapmakta erkeklere katıldı. Bu şartlar altında, kadınlar kesinlikle eşit maaşı, daha kısa çalışma saatlerini ve oy kullanmayı hak ediyordu. Fakat mesele maddî mal tamahına dayanan ve yine değerlerin artık manevî değil çok daha çok maddeci ve bireyselci olduğu yeni bir toplumsal bakışa dayanan bütün bir kapitalist sistemi haklılaştırmakta yatıyordu.
Kadınlar muhtemelen erkeklerin başlattığı bu sürecin içine çekildi; ama kollektif bir düzeyde, kadınlar hayatta aslî olanı gözden kaçırmakla ve dünyevî kazanca dayalı bir mutluluk peşinde koşmakla suçlanacaktır. Batı toplumunda bu sırada hızlı bir değerler yozlaşması söz konusu idi.Dinin derecesinin düşürülmesi ile kadınların rolleri yeniden değerlendirildi ve geleneksel olarak kadınlar tarafından muhafaza edilen evdeki ve ailedeki bütün bir hayatî din ve değerler alanı anlamının çoğunu yitirdi. Kadın evden dışarı çıkarken sadece aile birimi tedricen bölünmekle kalmıyor, aynı zamanda sağlam ve istikrarlı sığınak, yani ev, ilâhî-insanî buluşma yeri olmaktan yavaş yavaş çıkıyordu. Zamanımızda hayatta kazanma ve başarma dürtüsü bizi Tanrı’dan Merkezimizden ve ailelerimizden öylesine uzaklaştırdı ki hem erkeklerin hem de kadınların hayatları bomboş oldu.
Tarih kitapları bize modern dünyada kadın haklarının gerçek tahrikinin Sanayi Devrimi’nden sonra İngiltere’de gerçekleştiğini söylüyor.Yeni sanayi toplumu kadınlara yeni talepler yükledi, ama bu talepler karşılığında açıkça hak ettikleri tazminatı vermedi. Dahası, kadınların bu evrimleşen toplumun işlemesine katılması ve eşi görülmemiş maddî refahtan faydalanması da normaldi. Aynı zamanda, şehirleşme ve sanayileşme aile hayatının ve değerlerinin hızlı biçimde aşınmasına sebep oluyordu. İstikrarlı bir toplumun temeli olan aile pek çok geleneksel rolünden soyutlanıyordu. Okullar ve çocuk işgücü çocuk yetiştirmeyi devralıyordu. Dinî inanç Rönesans ve Akıl Çağı’ndan itibaren sürekli bir düşüşteydi ve Darwin’in evrim teorisinin geniş oranda kabul bulmasıyla dibe vurdu. Kadının rolü hızla ve özellikle şehir merkezlerinde değişiyordu. Küçük, sakin kasabalar, insanlar kırsal bölgeden onlara göçtükçe gürültülü, kirli şehirlere dönüştüler. Avrupa’da toprakta Hıristiyan geleneğine dayalı toplumsal istikrar en azından belli oranda sürdürüldü, bu istikrar erkeklere ve kadınlara bedensel manada meşakkatli ve çoğu zaman acıyla dolu olsa da ölüm anında kurtuluşa ulaştıran bir hayat yaşamalarına izin verdi. Ama toprağı bırakıp şehirlere göçmek bütün bunları bozup dağıttı. Mantar gibi biten şehir bölgelerinde bedensel çabalar genelde daha az zahmetli değildi ve ailenin istikrarı tehlikedeydi. Böylece hem erkeklerin hem de kadınların rollerinin varlık sebebi sorgulanmaya başlandı.
Modern feminist hareketinin temelleri, yukarıda zikrettiğimiz gibi, modern kollektivite mantalitesine dayalıdır. Kollektif bir hareket olmasına rağmen feminizm bireysel haklara dair ateşli bir endişedir. Feministlerin ilgi ve endişeleri, diğer “azınlık” hareketlerinin ilgi ve endişeleri gibi, toplumun daha büyük iyisine değil bireyin haklarına odaklıdır. Bireysel kazanım ve erkeklerle eşit hakların elde edilmesi feminist hareketin öncelikleridir. İnanç gerilemesinin ve bunun sonucunda Hıristiyan ve Yahudi Avrupa’da ortaya çıkan toplumsal kargaşaların bir yan ürünü olan feminist hareket belli bir düzlemde hem erkeklerin hem kadınların insanlıktan çıkarılması bağlamında anlaşılır ise de kaçınılmaz biçimde kozmolojiyle ve geleneksel değerlerle çatışmaktadır.
Müslümanların modern feminist hareketinin bu “medeniyetse!” gamını anlaması ve yine kadının durumunun İslâm medeniyetinde her zaman farklı olduğunu anlaması gerekmektedir. Müslümanlar Allah vergisi bir toplumsal yapı nimetine sahipler ve bu yapı Kur’ân tarafında anahatlarıyla çizilmiş ve Hz. Peygamber’in sünneti tarafından ayrıntılı olarak açıklanmıştır. Bu toplumsal yapı evlilik ve cinsellik için bir çerçeve de içermek üzere hayatın her yönüne rehberlik etmektedir. Bu çerçeve de bu zamanlar için büyük bir nimettir ve İslâm toplumlarında aile biriminin muhafaza edilmesine yardımcı olmuştur. Batı’daki feminist hareket kadını bu dünyada merkeze alır ve kadının burada ve şimdi elde edeceği haklara yoğunlaşır. Bir kadının Tanrı ve ebedîlikle ilişkisi dikkate alınmaz.
Yukarıda işaret ettiğimiz gibi, dişilik sadece bir yaratılış mucizesi olmakla kalmayıp aynı zamanda metafizik anlamda Tanrı’nın zatî bir cüz’üdür. Feminist hareket ise tam tersine, dişiliği başarılı bir insan olmaya engel olarak görmektedir. Modern feministler insanın yeryüzünde hem köle hem de halife fonksiyonunu dikkate almazlar. Ayrıca Tanrı ile kulları, Tanrı ile evren ve gök ile yer arasında var olan tamamlayıcı ilişkileri de görmezden gelirler. Bu ilişkiler yaratılışın her mertebesinde ve erkekle kadın arasında tekrarlanır ve İlâhî gaye, aile biriminde ahengin olması ve maksimum toplumsal dengedir. Öz olarak, kadın hareketi bu aşağı âlemde (ed-dunyâ) adaleti aramakta ve hepimizin ortak kaderini, yani ölümü, Allah ile buluşmayı ve ebedîliği görmezden gelmektedir.
Çağımızda hem erkeklere hem de kadınlara asil erkekliğin ve mer- hamedi dişiliğin tamamlayıcılıklarının İlâhî kaynaklı olduğu hatırlatılmalıdır. Erkeğin Allah’a isyanı ve kadının erkeğe isyanı insan ruhunda karmaşık dengesizliklere ve aile ve cemâatlerimizde çözülmez toplumsal sorunlara yol açmaktadır. Dünyadaki şikâyetlerimizi ifade ederken bu, her insanın nihaî kaderini unutmamalı ve hepimiz erkekler ve kadınlar olarak kendi kendimize sormalıyız: “Allah benden gerçekten ne istemektedir?” Bu bakış açısından, İslâm’da hem erkeklerin hem de kadınların haklarını ve görevlerini daha iyi tespit edebiliriz.
Geleneğe İhanet – Harry Oldmeadow (insan yay.)