Kitabu Kavaid’il-Akaid

4-2833-300x168 Kitabu Kavaid’il-Akaid

 

Ebû Hamid Muhammed el-Gazzâlî 

BİRİNCİ BOLUM

Ehli Sünnet’in İslâm’ın Şartlarından Olan Kelime-i Şehâdet Hakkındaki İnancı

Yıratan, ölümden sonra tekrar hayat veren, dilediğini en güzel şekilde yapan, övülen, Arş’ıon sahibi olan, şiddetli gazabı bulunan, kullarının en seçkinlerini doğru yola ileten ve onlara bu yolda sebat veren; kendilerine Tevhid inancını nasip ettiği bu kullarına, inançlarını şüphe ve tereddütlerden korumak suretiyle nimet ihsan eden, onları seçkin kulu ve rasûlü Muhammed i Mustafa’nın (sav) yolunda yürümeye muvaffak kılıp kendilerine onun şerefli  ashabının izinden gitmeyi lütfeden, zâtında ve fiillerinde kullarına sıfatların, ancak can kulağıyla dinleyenlerin anlayabileceği en iyileriyle tecelli eden; zâtında bir, ortaksız ve benzersiz olup, bütün mahlûkâtın her çeşit ihtiyaçlarını verdiğini, zıddı olmayan biricik zat ve eşi bulunmayan bir varlık, evveli olmayan bir Vâhid, sonu bulunmayan ve varlığı, ebediyyen devam eden nihayetsiz t bir Kayyûm, kesintisiz bir varlık, ezel ve ebedde celâl sıfatlarıyla mut-tasıf ve zamanın aşımıyla sonuçlanmayan bir zat olduğunu kullarına bildiren Allah(cc)’a hamd ü senâlar olsun!

Zamanın akıp gitmesiyle Allah (cc) zeval bulmaz!

O, (herşeyden önce mevcut olan) Evveldir, (herşey helâk olduktan sonra ge­riye kalacak) Âhir’dir. (O’nun varlığı sayısız delillerle) Zâhir’dir. (Akılların idrâk edemeyeceği zâtı ise) Bâtındır. O herşeyi bilendir. (Hadîd/3)

Tenzih

Allah (cc) suretlenmiş bir cisim olmadığı gibi takdir ve tahdid edilmiş bir cevher de değildir. O ne takdirde ve ne de taksimde hiçbir cisme benzemez. Cevher olmadığı gibi, cevherlerin merkezi de değildir. Âraz olmadığı gibi arazların bulunacağı yer de değildir. O hiçbir mevcuda, hiçbir mevcud da Ona benzemez.

O, göklerin ve yerin yaratıcısıdır. Size kendi cinsinizden eşler kılmıştır. Davarlardan da çiftler… Sizi bu tarzda yaratıp üretiyor. Onun benzeri yoktur.

O, Semidir (bütün söylenenleri işitir), Basîr’dir (bütün yapılanları görür). (Şûrâ/11)

Hiçbir şey O’nun benzeri olamaz. O da hiçbir şeyin benzeri değildir. Hiç­bir şey O’nu sınırlandırmaz ve kıt’alar kapsamaz. Cihetleri yoktur. Yer ve gök­ler O’nu istiab etmez. O, söylediği veçhile ‘istiva etmek’ten hangi mânâyı kas­tetmişse o mânâ ile arş’ın üzerine istivâ etmiştir. O, arş ile temas etmek, onun üzerine yerleşmek, oraya vâkî olmak ve başka yere intikal etmek gibi sonradan yaratılanların vasıflarından münezzeh ve uzaktır. Zira arş, yaratılmış olmak hasebiyle O’nun azametini taşıyamaz. Aksine arşı da, arşı taşıyan melekleri de kudretinin lûtfuyla O taşımaktadır. Bütün bunlar O’nun kudret elinde bulun­maktadır, O, arşın, göğün en üst noktasından tâ yerin en alt tabakasına kadar herşeyin üstündedir. Fakat bu durum onu yerden ve yerin en alt tabakasından uzaklaştırmadığı gibi, arşa ve göklere de yaklaştırmaz. Bu üstünlüğün yakınlık ve uzaklık açısından her hangi bir tesiri yoktur. O’nun derecesi hem arştan ve göklerin en üst noktasından ve hem de yerden ve yerin en alt tabakasından daha yücedir. Buna rağmen O, her varlığın yakınındadır; kullarına da şah da­marından daha yakındır.

O, herşeye (bütün yaptıklarınıza) sahicidir. (Sebe/47)

Onun yakınlığı cisimlerin yakınlığına benzemez. Nitekim zâtı da cisimle­rin kendilerine benzemez. O, hiçbir zarfa girmediği gibi hiçbir şeye de zarf olamaz. O, zaman hududlarının dışında olduğu gibi mekân kapsamının da dı­şındadır. O, zaman ve mekânı yaratmazdan evvel ne idiyse, şimdi de aynı şey­dir. O, sıfatlarıyla da yarattıklarından ayrılır. Zâtı, kendisinden başkası olmadı­ğı gibi, başkasında da olamaz. O, tağyir ve tebdilden münezzehtir-. Sonradan meydana gelenler O’nda yer alamazlar. O’nda arız şeyler de yoktur. O, celâl sı­fatlarıyla daimî bir şekilde zeval, ve yokluktan münezzehtir. O, kâmil sıfat­larında daha gelişip kemâle ermekten müstağnidir. (O’nun sıfatları zâtına ya­raşacak derecede kemâlin zirvesindedir. Eksiklik yoktur ki sonradan gideril­sin…) O’nun varlığı akılla bilindiği gibi, zâtı da lûtfu gereği ve nimetini ta­mamlamak üzere Dâr’ul Karar olan cennette ebrâra (iyilere) görünecektir.

Hayat ve Kudret

Allah Teâlâ (cc) diridir, Kadir’dir, Cebbar’dır, Kahhâr’dır. O’nun hiçbir ku­suru, aczi olamaz. O’nu uyuklama ve uyku tutmaz. Fânilik ve ölüm O’nun hakkında mevzu bahis değildir. O, mülkün, melekûtun, izzet ve ceberûtun sâbibidir. Hâkimiyet, güç, yaratmak ve emretmek yalnızca O’na aittir. Kıyâmet- te gökler, O’nun sağında, dürülü olarak duracaktır. Bütün yaratıklar O’nun emri altında ve kudret elinde bulunmaktadır. Bütün varlıkları O var etmiştir ve onların yaptıklarını da kendisi yaratmıştır. Rızık ve ecelleri takdir eden O’dur. Takdir olunanlar ve emirlerin evrilip çevrilmesi kudreti dahilindedir. Takdir buyurdukları saymakla bitmez ve malûmatının (ilminin) de nihayet ve sınırı yoktur.

İlim

O, herşeyi bilen; ilmi, yerlerin en alt kısmıyla göklerin en üst noktası ara­sında cereyan eden hâdiseleri kapsayan, zerreciklerin dahi ilmi hâricinde kala­madığı bir âlimdir. O, zifiri karanlıkta kapkara bir taş üzerinde yürüyen sim­siyah bir karıncayı ve onun ayak izlerini dahi bilir. Atmosferdeki zerreciklerin hareketlerim, tüm sırları ve en gizli şeyleri bilir. Kalplerin düşüncelerine, ha­tıraların kıpırdanışına, sırların gizliliğine vakıftır. Bütün bunları kadîm ve eze­lî ilmiyle bilmektedir. Bu ilini asla değişmeyecek, hiçbir zaman kaybolmaya­cak bir ilimledir. Zâtında sonradan var olup da bir zamânâ kadar devam ede­cek bir ilim değildir.

İrade

Allah.Teâlâ (cc) bütün kâinatın varlığını irade ve bütün hâdiseleri düzen­leyen ve idare eden bir zattır. Kâinatta az veya çok, küçük veya büyük, hayır veya şer, menfaat veya zarar, iman veya küfür, irfan veya cehalet, zafer veya ye­nilgi, fazlalık veya noksanlık, itaat veya isyan, görünür-görünmez her ne cere­yan ediyorsa mutlaka O’nun kaza, kader, hikmet ve isteğinin hududları dâhi- lindedir. Bu bakımdan O’nun diledikleri olur; dilemedikleri olmaz. Hiçbir bakış ya da hiçbir düşünüş O’nun dilemesinin dışında değildir. O yoktan var edici, yok olduktan sonra tekrar iade edici ve isteğini en kuvvetli bir şekilde de emrinin önünde hiçbir engelin duramadığı ve hiçbir kuvvetin, kaza ve kade­rini reddetmediği Allah (cc)’tır.

İnceleyin:  İtikad ve İman

Eğer O’nun tevfık ve rahmeti olmasa, hiçbir kul isyandan kaçamaz. Yine O’nun dileme ve iradesi olmasa hiçbir kul itaata güç yetiremez. Eğer tüm in­sanlar, cinler, melek ve şeytanlar bir araya gelip de kâinattaki bir zerreciği ye­rinden oynatmak veya hareketine mâni olmak isteseler, O’nun irade ve dile­mesi olmadan bu hususta kesinlikle âciz kalacaklardır.

Allah Teâlâ (cc)’nın iradesi, diğer sıfatları gibi zâtı ile kaimdir. O, daima bu sıfatlarla muttasıfdır. Olacak olan herşeyin kendisi için belirlenen zamanda ol­masını ezelde irâde buyurmuştur. Böylece herşey bu ezelî irâde doğrultusun­da ne bir saniye önce ve ne de bir saniye sonra olmamak şartıyla kendileri için belirlenmiş zamanlarda gerçekleşir. Varlığında irade dışı bir değişme, bir bo­zulma olamaz. Bütün bunları yaparken de Allah Teâlâ (cc) için düşünme ve zaman harcama sözkonusu değildir. İşte bu sırra binaen hiçbir durum Allah (cc)’ı meşgul edip başka şeylerden gafil kılamaz.

Sem’ ve Basar (Duyma ve Görme)

Allah Teâlâ (cc), Semt ve Basîr dir (işitir ve görür). İşitilmek durumunda olan nesneler, ne kadar gizli olursa olsunlar O’nun işitme sıfatından hariç ka­lamaz. Aynı şekilde, görülmek durumunda olan şeyler de ne kadar ince olur­larsa olsunlar, görme sıfatından hariç olamaz. Uzaklık, işitmesini engelleyemediği gibi, karanlık da görmesine mâni olamaz. O, göz bebeği ve göz kapak­lan olmaksızın gördüğü gibi, kulak kepçesi ve kulak zarı olmaksızın da işitir. Nitekim kalp ve dimağsız bilir, âzasız çalışır ve aletsiz yaratır. Çünkü O’nun ne zâtı ve ne de sıfatları yarattıklarının zât ve sıfatlarına benzemez.

Kelâm

Allah Teâlâ (cc) konuşur ve bununla emreder, nehyeder, vaat ve tehditler­de bulunur. Ancak O’nun konuşması zâtı ile kaim, kadîm ve ezelî olup yara­tıkların konuşmasına benzemez. Bu bakımdan O’nun konuşması hava titreşimlerinden veya cisimlerin çarpışmasından meydana gelen ses ile ol­madığı gibi dudakların kapanmasıyla veya dilin hareket etmesiyle meydana ge­len harflerle de değildir. Kur’an, Tevrat, İncil ve Zebur, Peygamberlerine gön­derdiği semavî kitaplardır.1

Kur’an, dille okunur, mushaflarda yazılır ve kalplerde korunur. Fakat bu­nunla beRaber kadîmdir; Allah (cc)’ın zâtıyla kaimdir. Kalplere ve sayfalara nakledilmesi onu Allah (cc)’ın zâtından ayırmaz ve böyle bir ayırımı da kabul etmez.

Hz. Musa (as), Allah (cc)’ın kelâmını sessiz ve harfsiz olarak dinledi. Ni­tekim, iyiler (ebrâr) de O’nun zâtını âhirette cevhersiz ve araçsız olarak göre­cektir. İşte bütün bu sıfatlarda muttasıf olan Allah (cc) diridir, âlimdir, kudret ve irâde sahibidir O işitir, görür ve konuşur. Fakat diriliği, kudreti, ilmi, irade-

Fiiller

Allah Teâlâ (cc)’dan başka ne varsa, cümlesi O’nun fiiliyle meydana gel­miştir ve adâletinden feyizlenmiştir, O varlıkları en güzel ve en gelişmiş şekil­de var etmiştir. Allah Teâlâ (cc) fiillerinde hikmet sahibidir. Kaza ve kaderle­rinde âdildir. O’nun adâleti, kullarının adâletiyle kıyas edilemez.’. Çünkü kul, başkasının mülkünde tasarruf ettiği zaman, kendisinden zulüm sâdır olur. Bu­na göre Allah (cc)’tan zulmün sudûru tasavvur olunamaz. Çünkü Allah Teâlâ (cc) başkasının mülkünde tasarruf etmez ki, bu zulüm olsun. Allah (cc)’tan başka, insan, cin, melek, şeytan, gök, arz, hayvan, bitki, cansız şeyler, cevher, âraz, bilinen ve görünen her ne varsa hepsi, sonradan, Allah (cc)’ın kudretiy­le yaratılmıştır. Bütün bunlar yoktan var edilmiştir.

Allah Teâlâ (cc) ezel’de tek başına idi ve kendisinden başka hiçbir varlık yoktu. Bundan sonra kudretini göstermek ve geçmiş iradesini uygulama saha­sına çıkarmak için mahlûkatı yarattı. Bunları muhtaç olduğu için değil, ezelî iradesinin tahakkuku için yaratmıştı. Yaratmak ve icad etmekle mükellef ol­mak, O’nun için vâcib ve zarurî bir vazife telâkki edilemez. O bunları ancak fazilet ve insanıyla yapmıştır. Nimet vermek ve ıslah etmek de onun için za­ruri ve yapılması gereken bir vazife değildir. Bu bir lûlf-u İlâhîdir. Bu bakım­dan fazilet, ihsan, nimet ve minnet O’na aittir. Çünkü O, kullarının üzerine çeşit çeşit azaplar göndermeye ve onları birçok elemlere ve hastalıklara müp­telâ etmeye kadirdir. Eğer böyle yapacak olsa bu çirkin bir fiil ve zulüm değil, aksine adâletin tâ kendisi olurdu.

Allah Teâlâ (cc) mü’min kullarının ibâdet ve tâatlarını lütuf ve keremiyle mükafatlandırır. Yoksa bu, Allah (cc) için zorunlu ve zaruri bir vazife değildir. Çünkü hiçbir kimsenin ve hiçbir varlığın Allah (cc)’a herhangi bir ödevi yük­letmesi düşünülemez. Allah (cc)’tan herhangi bir zulmün sudûr etmesi tasav­vur olunamadığı gibi, herhangi bir varlığın Allah (cc) üzerinde bir hakkının bulunması da vacip olamaz. Tâat ve ibâdetlerde kulları üzerindeki hakkı sade­ce akıl yoluyla değil Peygamberlerinin bildirmesiyle de vacip olmuştur. Allah Teâlâ (cc) Peygamberler gönderdi ve onların doğruluklarını apaçık mucizeler­le tey’id ve takviye etti. Onlar da Allah (cc)’ın emrini, yasağını, va’dini ve vaî- dini halka tebliğ buyurdular. Böylece halka da getirmiş oldukları İlâhî hüküm­lerde Peygamberleri doğrulamak ve tasdik etmek vazifesi düştü.

İnceleyin:  Allah'ın Ilminden Hiçbir Şey Gizli Kalmaz

Şehâdet’in İkinci Kelimesinin Anlamı

Peygamberin Peygamberliğini tasdik edip buna şahidlik etmektir. Allah Teâlâ (cc) mektep ve medrese görmeyen Peygamberi Hz. Muhammed’i (sav), Kureyş kabilesinde görevlendirdi. Onu Arap, Acem, cin ve insanların tamamı­na gönderdi. Onun şeriatıyla -bu şeriat tarafından kabul olunan kısımları hâ­riç- daha önceki tüm şeriatları yürürlükten kaldırdı. Onu, bütün Peygamber­lerden üstün kılarak insanlığın efendisi yaptı.

Allah Teâlâ (cc) kendisinden başka mâbud olmadığına inanmaktan ibaret bulunan imanın ancak ‘Muhammed, Allah’ın Rasûlu’dür’ şehâdetiyle kemâle erebileceğine hükmetmiştir. O bütün insanları, Peygamberleri Hz. Muham­med (sav)’in gerek dünya ve gerekse de âhiret konusunda getirmiş olduğu şey­lerin hepsini tasdikle mecbur tutmuştur. Diğer taraftan Hz. Muhammed (sav)’in ölümden sonraki hayata dair söylediklerini kabul etmeyen hiçbir ku­lun imanının kabul olunmayacağını da ilân etmiştir.

Nekir ve Münker’in Sualleri

Ölümden sonraki hâdiselerin birincisi Nekir ve Münker’in kabirdeki sual­leridir. Nekir ve Münker, korkutucu ve heybetli iki melektir. Bu iki melek; ku­lu, ruh ve cesetle birlikte kabirde oturturlar. Sonrada ona Tevhid ve Risalet’i sorarak ‘Rabbin kimdir? Dinin nedir? Peygamberin kimdir?’ derler.[2]

Bu iki melek, kabrin mihenk taşıdır.[3] Onların sualleri ölümden sonraki, ilk fitne ve denemedir.[4]

Kabir Azâbı

İmanın kabul olunması için kabir azâbına da inanmak gerekir.[5] Kabir azâbı haktır. Hem cisme ve hem de ruha uygulanacak ve Allah (cc)’ın dilediği bir zamana kadar sürecek olan bu azap adâletin tâ kendisidir.

Mizan

Bu terazi, büyüklük bakımından göklerin ve yer küresinin büyüklüğüne eşittir. Onunla (Allah (cc)’ın kudretiyle) ameller tartılır. Bu terazinin gramla­rı, zerreler ve hardal taneleridir. Gramların bu kadar küçük olması, adâletin tam tecelli etmesi içindir. İyilik sayfaları bir hasene şeklinde nûr kefesine ko­nur ve mizan Allah (cc)’m faziletiyle ve O’nun nezdindeki derecelerine göre ağırlaşır. Günah sayfaları ise bir günah suretinde zulmet (karanlıklar) kefesine konur ve böylece mizan Allah (cc)’ın adâleti hükmünce bunlarla hafifleşir.[6]

Sırat

Sırat, cehennem üzerine kurulmuş, kılıçtan keskin ve kıldan ince bir köp­rüdür. Allah (cc)’ın hükmüyle, kâfirler, bu köprü üzerinden kayarak cehenne­min dibini boylayacaklardır. Yme Allah (cc)’m fazlıyla mü’minlerin ayaklan bu köprü üzerinde sabitleşir ve böylece karar evi (Dâr’ul-Karâr) olan cennete varılır.[7]

Kevser Havuzu

Sıratı geçen mü’minler cennete girmezden önce Hz. Muhammed’in (sav) kevser havuzundan kana kana su içerler, Bu öyle bir içiştir ki, artık bir daha su­samazlar. Bu havuzun eni, bir aylık mesafedir. Suyu, sütten daha beyaz, bal­dan da daha tatlıdır. Kenarında, gökteki yıldızlar adedince bardak vardır. Ha­vuza açılan iki oluktan devamlı olarak kevser suyu akmaktadır.[8]

Hesap

Mahlûkâtın hesabı çeşitli durumlar arzetmektedir: Kiminin hesabı şiddet­li ve münakaşalıdır. Kimilerine de hesapta müsamaha gösterilir. Bazılan ise hesaba çekilmeksizin cennete girer ki, bunlar mukarrebîndir. Bu bakımdan Allah Teâlâ (cc), dilediği Peygambere ‘Peygamberlik vazifeni yerine getirdin mi?’ ve dilediği kafire de ‘Sen Peygamberleri yalanladın mı?’ diye sual sorabilir. Fakat herkesi sorguya çekmeye mecbur değildir. Sualsiz cennete ya da ce­henneme gönderebilir. Sünnet’ten ayrılan bid’atçılardan bu konuda sual sor­duğu gibi, Müslümanları da amellerinden dolayı sorguya tâbi tutar.[9]

Tevhid Ehli’nin Cehennemden Çıkması

Tevhid ehlinin ceza gördükten sonra ateşten çıkacağına iman etmek gere­kir. Allah (cc)’m fazlı ile hiçbir muvahhit (Allah (cc)’m birliğine inanan hiçbir kimse) cehennemde ebedî kalmayacaktır. Müslümanm bu inanca sahip olma­sı gerekir.’0

Şefaat

Peygamberlerin, sonra âlimlerin, onlardan sonra da şehidlerin ve Allah (cc) nezdindeki derecelerime göre sair müzminlerin şefaatına inanmak gere- kir. Şefaatçisi bulunmayan mü’minler de, Allah (cc)’ın fazlıyla ateşte ebedî olarak kalmayacak, sonunda çıkartılacaklardır. Kalbinde zerre miktarı iman bulunan herkes, cehennemden mutlaka çıkartılacaktır.”

Sahabe-ı kiramın faziletine inanmak, tertiplerini bilmek, yani Peygamber­lerden sonra insanların en faziletlisinin Hz. Ebubekir (ra), ondan sonra Hz Ömer (ra), sonra Hz. Osman (ra) ve ondan sonra da Hz. Ali (ra) olduğuna inanmak gerekir.[10] [11] [12]

Sahabe-i Kiram Hakkında Hüsn-û Zan Gerekir

Bu inançların hepsi hakkında hadisler vardır. Bütün bunlara inanıp bağla­nan bir kimse, hak ehlinden ve sünnet cemaatinden olur; dalâlet ve bid’at fır­kalarından ayrılır. Îlahî rahmetine sığınarak Allah Teâlâ (cc)’dan bizlere ve bü­tün Müslümanlara yakînin kemâlini ve elinde güzel sebat vermesini isteriz. Çünkü O merhametlilerin en merhametlisidir.

Allah Teâlâ (cc) İlâhî rahmetini sevgili Peygamberi Muhammed Mustafa (sav) ya ve her seçtiği kuluna inzal buyursun. Amin!

İmam el-Gazzali – İhyau Ulumuddin,c.1,syf.301,308

Terc:Ali Arslan

Dipnotlar:

1.Burada tahrif edilmezden önceki Tevrat, İncil ve Zebur Sözkonusu olan, günümüzdeki muharref Tevrat, İncil ve Zebur değildir. si, işitmesi, görmesi ve konuşması sadece (Mu’tezile’nin inandığı gibi) zâtı ile değildir. (Aksine bu sıfatlar zâtın gayrisi ve ondan ayrılmaz birer hakikattir.)

 

[2]   Tîrmizî, İbn Hibban, (Ebu Hüreyre’den); Tirmizî sahih olduğunu söylemiştir.

[3]   Ahmed b. Hanbel, İbn Hibban, (Abdullah b. Amr’dan)

[4]   Irakî bu hadîse rastlamadığını söylemiştir.

[5]   Buhârî, Müslim, (Hz. Âişe’den)

[6]  Beyhakî, (Hz. Ömer’den)

[7]  Buharî ve Müslim, (Ebu Hüreyre’den)

[8]  Müslim, (Enes’ten)

[9]  Beyhakî, el-Ba’s, (Hz. Ömer’den)

[10]  Buharî ve Müslim, (Ebu Hüreyre’den)

[11]  İbn Mâce, (Hz. Osman (ra)’dan)

[12]  İbn Mâce, (Hz. Ömer’den); Ebu Dâvud ve Taberânî

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir