Kadın ve Erkek Eşitliği Olabilir mi?

İslam’a göre de kadın ve erkek, her şeyden önce ortak bir nefse dayanan sahip olan birer insan olarak telâkki edilir. Aralarında bir karşıtlık değil, bir farklılık bulunmaktadır. Ama toplumsal bütünlük fe­risinde onlar, bir aile hukuku içerisinde de mütalaa edilirler. İslam açısından burada, olgusal duruma işaret eden bazı telmihlerin dışında, herhangi bir nitel üstünlük atfı söz konusu değildir. Ama İslam, so­yut ve hümanist bir eşitlikçilik adına, olgusal gerçekliği de görmez­likten gelmez. Kadın, her şeyden önce bir annedir ve biyolojik-psi­kolojik varlığı buna göre şekillendirilmiştir. Hatta onun bu açıdan ha­yata yakınlığı erkekten daha fazla ve daha içseldir. Erkeğin özellikle soyun sürdürülmesi hususundaki durumu daha arızi ve biçimseldir. O nedenle hayat karşısında kadını ve erkeği belli bir eşitlikte ta­nımlamak, bir yanlış tanımlamadır ve sonuçları da vahimdir.

Zaten  önemli olan toplumsal konfigürasyonun, bu somut olgusallığın rikkate alınarak oluşturulmasıdır. Aksi halde bu durumu dikkate al­madan oluşturulacak soyut bir eşitlikçi nizam, daima zayıf olanın ezil­mesiyle sonuçlanacaktır. Yani tabir caizse, bu açıdan yeri geldiğinde pozitif bir ayrımcılık yapmak, sanırım daha doğru bir davranış volu olacaktır. Sorun ise, bu ayrımcılığın giderek aslî bir ayrımcılığa dön­üştürülmesinden sakınılmasıdır. İslam’ın aile bağlarının korunmasını neredeyse imanî bir esas gibi telakki etmesi, bu temel esastan kay­naklanmaktadır; aile, İslam toplumu açısından temel bir değere ha­izdir ve belki de somut olan yegâne toplumsal kurumdur çünkü.

Kadınlık ya da erkeklik elbette salt cinsel işareder ve değerler de­ğildir. Bir bölünmüşlüğün simgesi gibi dursalar bile, kadın ve erkek apayrı toplumsal karakterleri temsil ederler çünkü. Çoğu kez bu ay­rımı biz salt cinsel bir ayrıma indirgeriz, iki ayrı cins deriz. Gerçi bu iki toplumsal değer, aynı nefse, sorumluluğa, aynı kaynaktan gelmenin benzerliklerine sahiptir. Ayrı duruşlarında ise cinselliğin oldukça yo­ğun etkileri vardır. Ancak bilinmeli ki bu, salt cinsel bir ayrı duruş değildir. Tüm kâinat sisteminde görülen, sistematiklerin oluşumunda karşıtlık oluşturan,iki karşı değer, karşı işaret oluşumunun insanı sistematiğede bir yansımasıdır. Ama cinsel bölünmüşlük, pozitif ve ne- gatif değerler veya olgular gibi birbirlerini matematiksel olarak sı­fırlayan bir karşıtlık anlamına gelmez; burada artık matematiksel değil biyolojik ve hatta İnsanî bir karşıtlaşmadan söz edebiliriz.

İnceleyin:  Kur'an'ın değiştiğini ya da Peygamber sözü olduğunu iddia edenlere ne dersiniz?

Bu, ontolojik bir karşıtlık değil, sadece cinsel bir karşıtlıktır; yani var­lığın sadece bir yönü üzerine hasredilmiş bir karşıdık. Birbirini hem bütünleyen, hem de zıtlayan bu karşıtlaşma, temelsel olmayan bir yön uzerinden sağlanan zıtlıkla, toplumsalın kuruluşunu, akrabalık ilişkilerini, dili (konuşma anlamında) ve üremeyi, ortak bir temel­deki ayrışma üzerinden mümkünleştirir. Cinsel karşıtlık, temelsel bir karşıtlık değil, sadece bir fark yaratır; bu fark ise neredeyse tüm in­sani edimlerin üzerine bina edildiği bir gerilim, mesafe ve çelişme ile, doğal bir üretkenlik temelini oluşturur.

Batı uygarlığı ise, kadın ve erkeği iki ayn değer olarak almak yeri­ne, bir tek ve eşit bir değere indirgemek istemektedir. Sistemin man­tığının bir sonucu olarak üreme olgusu zaman içerisinde çözümlenecek, kadına ve erkeğe bağımlılıktan kurtarılacak bilimsel bir sorun olarak alınmaktadır. Doğal üreme şekli ise şimdilik kaydıyla, ama aile ekse­ninden uzaklaştırılarak sürdürülmektedir. Bu uygarlığın mensupları cinsel haz ve isteklerini evlilik bağıyla kayıtlamadıkları gibi, bu yine illâ da karşı cinsle birleşme, bir sevgi bağı, bir kadın ve erkek ilişkisi ola­rak da değerlendirilmemektedir. Süre giden evlilikler de eşler arasın­da bağlayıcılık ifade etmediğinden (sistemin mantığı gereği), evlilik dışı cinsel ilişkiler, serüvenler, eşdeğiştırmeler, çarpık ve sapık ilişkiler, cinsel yozlaşmalar, cinselliği yadsıma eğilimleri, eşcinsel ilişkiler ya da çözülemeyen sorun ve bunalımlarıyla bu uygarlık,sınırsız bir hazcılığın uyuşturduğu yine sınırsız bir doyumsuzlukla insanlığı hayvanlardan dahi aşağı olan bir seviyeye doğru çekmektedir.

Ümit Aktaş, İnsan ve İslam

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir