İfk Hadisesi: Risalet Evini Sarsan Algı Operasyonu

deve5-2-300x200 İfk Hadisesi: Risalet Evini Sarsan Algı Operasyonu

İfk Hadisesi olarak bilinen olay İslâm tarihinin en önemli olaylarından biridir. Ahzap savaşından sonra gerçekleşen bu ha­dise, Medine’de Peygamber Efendimizin kurduğu sisteme karşı girişilmiş, ilk ciddi psikolojik savaştır. Günümüzün tabiriyle “hard savaş/sert güçle başarıya ulaşamayan İslâm düşmanları, psikolojik savaş stratejileriyle hedeflerine ulaşmayı amaçlamışlardı. Organizeli gerçekleştiren bu algı yönetimi operasyonu, gerçekleştiği dönemde Medine İslâm Devleti’ni sarsacak boyutlara ulaşmıştır. Olayın psi­kolojik etkileri o denli güçlü olmuştur ki, bazı görüşlere göre, İslâm tarihinin en müessif olaylarının psikolojik temeli de İfk Hadisesi sırasında atılmıştı. Kanla, terle, hicretle, emekle kurulan; işkence ve ambargolara direnerek kurulan İslâm toplumu, bir cümlelik sözle sarsılmıştı. Bu olay algı yönetimi ve manipülasyonun ifead gücünü göstermesi açısından da son derece önemlidir.

Peygamber Efendimizin eşi, müminlerin annesi Hz. Aişe ye, münafıkların organize ettiği, içine bazı sahabelerin de dâhil olduğu iftira olayı, İfk Hadisesi olarak tanımlanmaktadır. Olay Hicretin en erken 4, en geç 6. yılında gerçekleşmiştir. Önce olayı anlatalım, sonra algı yönetimi ve manipülasyonun pek çok özelliğini barındıran bu olayı[127] analiz edelim.

Beni Mustalik Gazvesi dönüşünde Peygamber Efendimiz Medine yakınlarında bir yerde mola verdi. Hz. Aişe mola esnasında üze­rinde yolculuk ettiği deveden indi ve bir ihtiyacını karşılamak için mola yerinden uzaklaştı. Dönüşünde evlenirken annesinin hediye ettiği gerdanlığı düşürdüğünü fark etti. Gerdanlığını aramak için mola yerinden tekrar uzaklaştı. Uzun bir aramadan sonra Hz. Aişe gerdanlığını buldu. Döndüğünde, ordu hareket etmiş uzaklaşmıştı. Hz. Aişe’nin devenin hevdecinde[128] olduğunu zannetmişlerdi.

Hz. Aişe mola yerinde, nasıl olsa dönerler diyerek, oturdu. Or­dunun ardından gelen Saflan Bin Mu attal, mola yerinde Hz. Aişe yi görünce, varlığını belirtmek için “tnna Lillah ve înna İleyhi Raciun ayetini okudu. Hz. Aişe hemen yüzünü örttü. Saflan arkasını döndü, devesine diz çöktürdü ve Aişe yi devesine alıp, kendisi devenin yularından tutarak yaya bir şekilde, Medine’ye doğru yola koyuldu. Öğle vakitlerinde karargâha vardılar.

Medine’de münafıkların lideri olan Abdullah Bin Ubey, gelenlerin Saflan ve Hz. Aişe olduğunu öğrenince: “Vallahi! Ne o ondan, ne de o diğerinden kurtulur. Demek Peygamberinizin ailesi, bir adamla gecelemiş, sonra da devesinin yularından tutup yanınıza gelmiş? diyerek, Hz. Aişe’ye -haşa-iffetsizlik imasında bulundu (Erkocaaslan, 2008). Bu olayı fırsat bilen Abdullah Bin Ubey, bu iftirayı münafıkların içinde gündeme getirerek, organizeli bir şekilde Medine sokaklarında işlemeye başladı.

Medine, bu olayla çalkalanıyor, pek çok kişi bu olayı konuşuyordu. Peygamber Efendimiz de iftiradan haberdar olmuştu. Ama bundan Hz. Aişe’nin haberi yoktu. Hz. Aişe, gazve dönüşü hastalanmıştı. Peygamber Efendimiz, Hz. Aişe’nin zaman zaman yanma gelerek hatırını soruyordu. Ama Hz. Aişe Peygamberimizin, soğuk ve mesafeli olduğunu hissediyor ve buna bir anlam veremiyordu.

İftiranın etkileri günden güne artıyor, konu bir türlü açıklığa kavuşmuyordu. Olayın üzerinden günler geçmesine rağmen konuyu aydınlığa kavuşturacak bir ayet de inmiyordu. Hz. Peygamber bunun üzerine kendisine yakın sahabelerden bazılarıyla istişare etti. Üsame Bin Zeyd, Eyyub el Ensari, Hz. Osman, Hz. Ömer gibi sahabeler Hz. Aişe’nin lehinde bir yaklaşım sergilediler. Hz. Ali ise Peygamberimizin yaşadığı sıkıntıyı görüyor ve üzülüyordu. Onu teselli etmek amacıyla, onun evlenebileceği başka kadınlar olduğunu söylemişti. Hz. Ali’nin söylediklerinde Hz. Aişe aleyhine bir şey olmasa da, lehine de bir şey söylememişti. Hz. Aişe sonradan, Hz. Ali’ye bu yaklaşımından dolayı kırılmıştı. Bazı araştırmacılar, çok sonraları gerçekleşecek olan Cemel Vakası’nda bu kırgınlığın etkisi olduğunu söylemişlerdir.

Hz. Aişe’ye atılan iftira yaklaşık bir ay boyunca Medine evle­rinde ve sokaklarında konuşuldu. Bu süre zarfında ayet inmedi. Hz. Peygamberin endişesi bir ay boyunca devam etti. Sahabeden bazıları bu iftiraya ortak oldular. Bazıları, şüphe içinde kaldılar. Münafıklar ise, organizeli bir şekilde olayı işlemeye devam ettiler. Ta ki, bir ayın sonunda Hz. Aişe’yi temize çıkaran ayetler inene kadar. Ayetler algı yönetimi ve manipülasyon sürecine ilişkin çok önemli hikmetlere işaret etmektedir. Olay Nur Suresi’nin 11-20. ayetlerinde işlenmektedir.

(Peygamber’in eşine) bu ağır iftirayı uyduranlar şüphesiz sizin içinizden bir guruptur. Bunu kendiniz için bir kötülük sanmayın, aksine o, sizin için bir iyiliktir. Onlardan her bir kişiye, günah olarak ne işlemişse (onun karşılığı ceza) vardır. Onlardan (elebaşlık yapıp) bu günahın büyüklüğünü yüklenen kimse için de çok büyük bir azap vardır.

Bu iftirayı işittiğinizde erkek ve kadın müminlerin, kendi vicdanları ile hüsnüzanda bulunup da: “Bu, apaçık bir ifti- radır” demeleri gerekmez miydi?

Onların (iftiracıların) da bu konuda dört şahit getirmeleri gerekmez miydi? Mademki şahitler getiremediler, öyle ise onlar Allah nezdinde yalancıların ta kendisidirler.

Eğer dünyada ve ahirette Allah’ın lütuf ve merhameti üs­tünüzde olmasaydı, içine daldığınız bu iftiradan dolayı size mutlaka büyük bir azap isabet ederdi.

Çünkü siz bu iftirayı, dilden dile birbirinize aktarıyor, hak­kında bilgi sahibi olmadığınız şeyi ağızlarınızda geveleyip duruyorsunuz. Bunun önemsiz olduğunu sanıyorsunuz. Hâlbuki bu, Allah katında çok büyük (bir suç) tur.

Onu duyduğunuzda: “Bunu konuşup yaymamız bize yakışmaz. Hâşâ! Bu, çok büyük bir iftiradır” demeli değil miydiniz?

Eğer inanmış insanlarsanız, Allah, bir daha buna benzer tutumu tekrarlamaktan sizi sakındırıp uyarır.

Ve Allah âyetleri size açıklıyor. Allah, (işin iç yüzünü) çok iyi bilir, hüküm ve hikmet sahibidir.

İnananlar arasında çirkin şeylerin yayılmasını arzulayan kimseler için dünyada da ahirette de çetin bir ceza vardır. Allah bilir, siz bilmezsiniz.

Ya sizin üstünüze Allah’ın lütuf ve merhameti olmasaydı, Allah çok şefkatli ve merhametli olmasaydı (haliniz nice olurdu)!

İfk hadisesini ayetleri de dikkate alarak algı yönetimi ve ma- nipülasyon çerçevesinde analiz etmeden önce hadiseye ismini veren “İfk” kavramının anlamı üzerinde durmak yerinde olacaktır. Çünkü bu kavramın anlam alanı, algı yönetimi ve manipülasyon kavramlarına oldukça yakındır.

Sihir, İfk; Manipülasyon Modern Büyü müdür?

İfk sözlükte ‘Bulunması gerektiği, kendi cihetinden, yönünden başka tarafa çevrilmiş her şey” anlamındadır. Bundan dolayı esiş yönünden sapan rüzgârlara “mu tefikat” denmiştir.(İsfahani, Müfredat)

İfk terim anlamı olarak; eğrilik, sapma, gerçekleri olduğu gibi göstermeyip saptırma, gerçeği olduğundan başka bir şekilde gösterme gibi anlamlara gelir. İfk, içeriği itibariyle yalan ve iftira anlamına da gelir. İfk kavramından türeyen kelimelerden bazılarının, asıl anlamına bağlı olarak kazandığı anlamlara bakalım:

İfk kökünden gelen effâk, efîk veya efuk; insanları hak yoldan kendi batıl anlayışına çeviren kimse anlamına geldiği gibi, yalancı anlamına da gelmektedir.

Efîke kelimesi ise “döndürmek, bir kimseyi bir şeyden döndür­mek anlamında kullanılan bir mastardır. İfk kelimesinden türetilen bir başka isim ise mu tefikât’tır. Allah Teâla’nm Lut (as) ın kavmi üzerine yıktığı, altını üstüne getirdiği şeyler anlamında kullanılmıştır.

Tanımlardan da anlaşılacağı üzere, ifk kavramı manipülasyon kavramına oldukça yakın bir anlam yelpazesine sahiptir. Kavramın sözlük tanımında geçen; “bulunması gereken yönden/konumdan başka tarafa çevrilmiş”anlamı, çarpıtmayı, dönüştürerek bozmayı, eksiltme veya ekleme ile aslım tahrif etmeyi ifade etmektedir. Bu yönüyle ifk, yalanın bir çeşididir; işlenmiş, gerçeklikten bir paya sahip olan ama gerçekliği bozarak söylenen yalan. Bu bakımdan, yalanın ifk halinin yalan olduğunun anlaşılması için daha fazla çaba gerekmektedir.

Şuara Suresi’nin 222. ayetinde “Onlar, ‘gerçeği ters yüz eden (effak)’ günaha düşkün olan her yalancıya inerler? derken; Casiye Suresi’nin 7. ayetinde “Gerçeği sürekli ters yüz eden (effak), günaha düşkün olan herkesin vay haline!” denilmektedir. Bir şeyin altının üstüne getirmek de (tersine çevirmek) ifk kavramından türeyen bir kavramla ifade edilmektedir: “Altı üstüne getirilmiş (elmü’tefikate) şehirleri devirip yıktı” (Necm Suresi: 53).

İfk’in türevlerinin bu ayetlerde kazandığı anlamlar, manipülasyonun yönlendirme, seçme, ekleme ve çıkarma vb. yollarla bilgileri değiştirmek; bilgileri kendi çıkarı için kullanmak, hile yaparak (fiyatları ya da başka bir şeyi) istediği şekilde değiştirmek, anlam­larına oldukça yakındır.

Kur’an Hz. Musa’nın karşısına çıkan sihirbazların yaptıklarını da “ifk” olarak tanımlaması dikkat çekicidir.

Biz de Musa’ya, “Asam koyuver” dedik, o da koydu; hemen onların ifklerini (ye’fikune) yutmaya başladı. (Araf Suresi: 117)

Hz. Aişe hakkında çıkarılan şayianın da, sihirbazların yaptığı sihrin de ifk olarak tanımlanması oldukça manidardır.

İnceleyin:  Tehlikeli Hediye

Medyanın modern sihirbazların rolünü üstlendiğini düşün­düğümüzde, gerçekte sihir, insanların zihinlerim “yalan sözle büyülemek” gibi bir anlam içermektedir. İnsanların sözle nasıl büyülendiklerini Medine’de yaklaşık bir ay kulaktan kulağa yayın yapan fısıltı gazetesinin yaptığı etkiden görmek mümkündür.

Kavramın tanımından sonra ayetlere geçebiliriz.

İfk: Örgütlü Manipülasyon

Kur’an ilk olarak ifk’in bir grup tarafından yapıldığına işaret ediyor: “İçinizden bir grup? Burada grup kavramım ifade eden usbe kavramı, tesadüfen bir araya gelmiş bir topluluğu değil, örgütlü/ organizeli bir grubu ifade etmektedir (Rafsancani, 1990). Bu grup, Müslümanların içindedir ama onlardan ayrı bir amaca sahip olan kendi içinde örgütlü/organizeli bir gruptur (münafıklar).

Ayetler, bu olayın Müslümanlar için bir şer değil, bilakis bir hayır olduğunu ifade ettikten sonra,[129] ifki organize eden grubun bir liderinin olduğunu ve cezanın büyüğünü onun alacağım ifade ediyor. Bu kişi Abdulah Bin Ubey Bin Selül’dür. Buradan anlıyo­ruz ki, algı yönetimi ve manipülasyon sürecini yöneten bir lider bulunmaktadır. Bu liderin Medine’ye üflediği fısıltı bir ay boyunca her eve girmiştir ama ifk örgütünün lideri Hz. Aişe’yi açıktan suçlamamıştır. Burası önemli bir noktadır. Herkesin Hz. Aişe hakkında şüphe duymasını sağlayacak cümleleri kendi ekibinin arasında söylemiş, onlar vasıtasıyla da bütün topluma yayılmıştır.

12.ayet, Müslümanların, bir Müslümana karşı üretilen bir şayiaya karşı göstermesi gereken tavrın temel ilkesini veriyor: Hüsn-ü zan.

özellikle Müslümanların liderine (lider kadrosuna) yönelik bir manipülasyonun yıkıcı etkileri olabilir. Böyle bir durumda müslümanların tereddütsüz tavrı: “Bu apaçık bir iftiradır? şeklinde olmalıdır. Burada müslümana karşı hüsn-ü zan, kaynağı şüpheli manipülasyona karşı ise sui-zanla hareket etmek esastır.

13.ayet, bir manipülasyon durumunda, manipülasyonu boşa çıkaracak, hamleyi müslümanlara öğretiyor: Somut kanıt. Müslü- manlar böyle bir durumda, güçlü ve somut bir kanıt istemelidir. Hele hele iddia önemli bir iddiaysa çok güçlü kanıtlar ortaya ko­nulmalıdır. “4 şahit” bu gerçeği ifade ediyor. Yani, böyle bir iddiayı, 1, 2 ya da 3 şahitle ortaya atamazsınız; gözleriyle olayı görmüş dört şahit getirmelisiniz. Bu ayet gerçekten, manipülasyon çağında yaşayan bizler için çok önemli bir gerçeği bizlere hatırlatıyor. İfk örgütü, basit bir şey söylememişti. Fitne oklarım tam da İslâm toplumunun önderinin evine yöneltmişlerdi. Ortada sadece bir iddia vardı. Sadece bir söz. Bu bile, İslâm toplumunu bir ay boyunca psikolojik ve zihinsel bir eziyete/kaosa sürüklemeye yetmişti. İslâm toplumu böylesine zayıf olmamalıydı. Özellikle ayetlerin bir ay sonra inmesinin bir hikmeti belki de bu olabilir. Müslümanlar kan-ter ve gözyaşıyla kurdukları devletlerinin bir sözle sarsıldığına şahit oldular. Müslümanların kurduğu toplum bir iftirayla sarsılacak kadar zayıf olmamalıydı.

14.ayet, münafıkların oluşturduğu İfk örgütünün oyununa bazı sahabelerin de geldiğini ortaya koymaktadır. İfade çok çarpıcıdır: “içine daldığınız..?

Buradaki dalmak kelimesi; sürüklenmek, bir anda kapılıp gitmek anlamına gelen “efadtüm” ile ifade ediliyor. Rafsancani (1990) bu kavramla ilgili olarak şunları söylüyor:

Efadtüm kelimesi de anlam yönünde yüklücedir. Yaptığınız iş (fima ameltehüm) denilebileceği halde, “fima efadtüm” denmiş. Fazladan bir anlamı daha kapsıyor. Kaplama, yö­nelme, hücum anlamı vardır. Toplumu bir defada kaplıyor ve tuzağına düşürüyor bu şayia. Daha açık bir şekilde Bakara Suresi’nde (198. ayet) geçiyor: Fe izâ efadtum min Arafat” diye geçmektedir. Sizin topluluğunuz Arafat’tan Meş’ar-i Harama doğru, kitlelere halinde yöneldiği, hücum ettiği zaman (veya o intikali hareket). Burada da “efadtum” terimi kullanılıyor.

Buradan anlıyoruz ki, bu hadise (ifk) ortaya çıktığında toplum, adeta ‘hücum’ halinde bu şayiaya sürüklendi. Bu yüzden onlara büyük bir azap ulaşabilirdi.

İnsan, dedikoduya, magazinel haberlere ilgilidir. “Şu şununla şunu yapmış” türünden insanların mahrem ve özel alanlarına ilişkin haberleri konuşmak, dinlemek insanoğlunun önemli zaaflarından birisidir. Ayetten anladığımız kadarıyla, bazı müslümanlar hiç sorgulamadan, tereddüt etmeden, sonuçlarım düşünmeden bu algı yönetimi ve manipülasyonun taşıyıcısı oluvermişlerdi. Bunun stratejik hedeflerinden haberleri yoktu ama münafıkların organize ettiği planın bir parçası olmuşlardı. Dinleyerek, sessiz kalarak ve bu haberi bir başkasına taşıyarak, münafıkların yıkıcı amaçlarına hizmet eder duruma düşmüşlerdi. Eğer bu plan hedefine ulaşsaydı, kendi dilleriyle yaptıklarından dolayı büyük acılar çekecekler, kendi geleceklerini zulmün karanlığına teslim etmiş olacaklardı.

Merly Streep’in başrolünü oynadığı Şüphe adlı filmdeki bir sahne, asılsız bir sözü bir başkasına aktarmanın dramatik sonuç­larını etkili bir şekilde anlatmaktadır. Bir kişi, elinde kuş tüyüyle doldurulmuş bir yastıkla yüksek bir binanın teras katına çıkar. Yastığı yırtar ve yastığın içindeki kuş tüyleri rüzgârda savrularak bütün bir şehre yayılır. Kamera şehrin dört bir tarafına yayılan kuş tüylerini gösterirken, Rahip “Şimdi, bu kuş tüylerini yeniden geri getirebilir misiniz? Dedikodu işte böyle bir şeydir? der.

Ayetler, Risalet Evi’ni hedefleyen bu algı operasyonunun örgütlü/ organizeli bir operasyon olduğunu söylemiş ve örgüt liderinin ve kadrosunun daha büyük bir günah işlediğini belirtmişti. Ama bunun operasyonun bir parçası haline gelenler için kullanılan ifadeler de korkutucudur. Allah eğer, size merhamet etmeseydim, bu yaptığınız işten dolayı büyük bir azabı haketmiştiniz, diyor. Sonraki ayet “Biliyor musun, şu şununla şunu yapmış. Ben falan- canın yalancısıyım.” türünden bir tek cümlenin ağır bir bedeli olduğuna vurgu yapıyor:

Çünkü siz bu iftirayı, dilden dile birbirinize aktarıyor, hak­kında bilgi sahibi olmadığınız şeyi ağızlarınızda geveleyip duruyorsunuz. Bunun önemsiz olduğunu sanıyorsunuz. Halbuki bu, Allah katında çok büyük (bir suç) tur.

Bu, Allah katında büyük bir suçtur. Algı yönetmenleri manipü­latörler hiç bir emek gerektirmeyen, hiç bir maliyeti olmayan bu tür şayialarla Türkiye ve İslâm dünyasında büyük facialar yaşanmasına sebep olmuşlardır. 1955’te yaşanan gayrimüslimlere yönelik olaylar, Alevilere yönelik Maraş ve Çorum olayları, 1980 darbesine giden süreçte yaşanan daha başka pek çok olay, 1993 teki Sivas Olayları… Sonraları asılsız olduğu anlaşılan şayiaların yarattığı facialara bir kaç örnektir. “Türk bayrağını indirmişler, üstüne işemişler!” “Camiyi ateşe vermişler!”, “Hepinizi şöyle yapacağız!” demişler, türünden halkın öfkesine galeyana getirecek haberler bu tür ortamlarda sık sık tekrarlanır. Sadece “duyumlar”, “gördümler” üzerine hareket eden insanlar, sonraları tarihe geçecek, unutulmayacak acıların yaşanmasına sebep olabilmektedir. Şayiayı organize eden, ör­gütleyenler çoğu zaman, İfk olayında da olduğu gibi, kendilerini gizlemektedirler, örneğin Maraş olaylarında bir hafta içinde 100’ü aşkın Alevi öldürülmüş, 20 yılı aşkın devam eden davalarda pek çok kişi ceza almış ama olaylarda etkili olan 60 küsür kişinin kim olduğu tespit edilememiştir. Maraş olayları 12 Eylül darbesini hazırlayan önemli olaylardan biri olmuştur.

Günümüzde özellikle sosyal medya tam bir fısıltı ortamıdır. Sosyal medya ıfkı örgütleyenlerin kendilerini daha iyi gizleyebil­dikleri bir ortam olması açısından da algı yönetmenleri açısından önemli bir araçtır. Açılan sahte hesaplarla, kendilerini istediği kılıkta gösterebilen bu kişiler sosyal medyada paylaşılan bir haber, bir anda 10 binlerce kişi tarafından paylaşmak suretiyle yaygınla­şabiliyor. Doğruluğundan emin olmadığımız bir haberin, özellikle sosyo-politik sonuçları olan bir haberin paylaşılması Allah katında önemsiz bir şey değildir. Ayetlerden anladığımız kadarıyla öte dünyada bunun ağır bir hesabı olacaktır.

İfk olayında üstelik haberin kaynağı olan kişiler güvenilir kişiler değildi. Toplumun en güvenilmez kişilerinin, toplumun en güvenilir evine yönelik başlattığı bu algı operasyonunun böylesi bir etkiye sahip olması oldukça ibret vericidir. Hâlbuki sonraki ayette de ifade edildiği gibi, “Bunu konuşup yaymamız bize yakışmaz. Hâşâ! Bu, çok büyük bir iftiradır!’ demiş olsalardı, oyun bozulacaktı Bu kadar basitti. Ayet “acaba” bile demenin büyük bedeli olacağına işaret ediyor. Tavır net olmalıdır: “Bunu konuşmak bize yakışmaz. Bu büyük bir iftiradır

İfk hadisesi gerçekte Risalet Evi’ni hedef alsa da yan etkileri de olmuş, Saffan Bin Muattal’ın kimliği üzerinden Ensar m yaptığı tartışmalar, Evs ve Hazreç kabilelerini de yeniden karşı karşıya ge­tirmişti. Mescidde gerçekleşen şu olay İfk hadisesinin ne boyutlara ulaştığı hakkında bir fikir vermektedir.(akt. Aksu, 2004):

Hz. Peygamber (s) minberde hutbe okumak üzere ayağa kalkıp, Abdullah b. Übeyy’i kastederek: “Ey Müslümanlar! Ailem hakkında konuşan bir adama karşı beni kim savunacak? Allah’a yemin ederim ki, ailem hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyorum. Adı iftiraya karıştırılan bir adamdan söz ettiler. Onun hakkında da hayırdan başka bir şey bilmiyo­rum. Hâlbuki O, ailemin yanına benimle beraber girerdi. Bunun üzerine Sa’d b. Mu’az, ayağa kalktı ve: -Ey Allahın Resulü eğer O Evs kabilesinden (benim kabilem­den) ise intikamını alırız. O, din kardeşlerimiz Hazreç’den ise, bize emredeceğini yaparız, dedi. Bunun üzerine Hazrec’in lideri Sa’d b. Ubâde ayağa kalktı. Bu, aslında salih bir kimse olmasına rağmen, kabile taassubuna yenik düştü ve Sa’d b. Muaz’a:

İnceleyin:  Rainer Maria Rılke: Tanrı Arayışı ve Kayıp Oğul

-Yalan söylüyorsun, Allah’a yemin ederim ki, sen onu öldüremezsin!” dedi. Bunun üzerine, Sa’d b. Muaz’ın amcasının oğlu olan Üseyd b. Hudayr ayağa kalktı ve:

-Yalan söylüyorsun, Vallahi de öldürürüz, billahi de öldürürüz. Sen, münafıkları savunan, bir münafıksın! dedi. Derken, Evs ve Hazrec kabileleri ayaklandı; nerdeyse birbirlerine gire­ceklerdi. Allah’ın Resulü, minberin üzerindeydi. O, onları yatıştırmaya devam etti. Derken, sustular.

Ayetlerin sonunda Allah Müslümanları, bir daha böyle bir şeyi tekrarlamamaları konusunda uyarmaktadır. Bu uyarı, tarihin sonraki dönemlerinde de Müslümanların bu tür hadiselerle ye­niden karşılaşacağına yönelik bir işarettir. Gerçekten de, tarihin her döneminde Müslümanlar, klasik savaşa (cephe savaşına) karşı daha dirayetli durmalarına rağmen, algı operasyonları ve psikolojik savaşa karşı aynı dirayeti gösterememişlerdir.

Bugün de kavmiyetçi ve mezhepçi refleksleri sürekli besleyen yayınlar yapılmakta; İslâm toplumunun içine yerleşen/yerleştirilen merkezler fitne ateşine sözleriyle sürekli benzin taşımaktadırlar.

Kendi içinde birlik ve beraberliği vurgulayan Batı, Ortadoğuyla ilgili haberleri verirken, ayrımları ifade eden kimlik vurguları yap­maktadır: “Kürtlere karşı yapılan baskılar…” “Irak’ın güneyindeki Şifler…” “Sünni gruplar…” “Ezidi azınlık” “Alevi lider” “Şii hilali…” “Sünni alimler…” “Arap birliği” vs…

Halbuki 1945 yılına kadar birbirleriyle savaşan Batılı halklar, bu yıldan sonra kendi içinde birlik mekanizmalarım kurumsal­laştırmışlar ve aralarında yaptıkları savaşı bırakmışlardır. Avrupa ve Amerika tarihine baktığımızda kan ve savaştan başka bir şey bulamayız; 100 Yıl Savaşları, 80 Yıl Savaşları, 30 Yıl Savaşları, 1. Dünya Savaşı, 2. Dünya Savaşı… Bu kadar kanın üzerine, birbirine düşman ülkeler bir araya gelip, sınırlarını kaldırmışlar, tek bir parlemento kurmuşlar, farklı para birimlerini kaldırmışlar, ortak bir anayasa metni hazırlamaya başlamışlardır. Üstelik bu birliğin temelini kadim düşmanlar Fransa ve Almanya atmıştır. Birbirlerine hiç güvenmeyen bu iki üke menfaatleri bunu gerektirdiği için büyük bir birlikteliğin öncüsü olmuşlardır.

Uzun yıllar Almanya’da kalan bir hocam “Almanlar okullarda okutulacak tarih ders kitaplarını basmadan önce Fransızlara gönderiyor Fransa’nın kurduğu bir komisyon kitabı inceliyor. Eğer Fransızları incitecek bir ifade tespit etmişse, o ifadenin kitaptan çıkarılmasını talep ediyor Almanlar da bu talebi dikkate alıyor. Aynı şeyi Almanların kurduğu komisyon da yapıyor? demişti. Bu örnek, birlikteliğe gösterilen duyarlılığın vardığı boyutları göster­mesi açısından önemlidir.

Bizim coğrafyaya baktığımızda ise 1400 yıl önce gerçekleş­miş bazı olaylar hâlâ dün yaşanmış gibi âlimler, hocalar, şeyhler tarafından taptaze tutuluyor. Kendi içinde kavga yapmaya bu kadar istekli olan bir coğrafyadan kan ve gözyaşının eksik olması mümkün değildir. Psikolojik savaşa karşı, algı operasyonlarına ve manipülasyona karşı direnç gösteremediğimiz takdirde, Batının İslâm ülkeleri üzerindeki tahakkümünün sürmesi kaçınılmazdır. Bugün Avrupa Birliği süreci adı altında, hemen her şeyimizin AB standartlarına göre biçimlendirilmesi üzerinde daha derin düşünmemiz gerekir. Batıya “Bizi adam yapın demek olan bu yaklaşımın sahipleri, Batı’yla birlik olabileceğine inanırken, kendi coğrafyasındaki ülkelerle bu işin olmayacağına/olamayacagına ilişkin tezleri sürekli canlı tutmaktadır.

İfk hadisesi, Medine toplumunu bir kaosa sürüklemesine rağmen ayetlerin bir ay boyunca sürece müdahale etmemesi gerçekten çok manidardır. Toplum bir algı operasyonu karşısında sınanmış ve bir yalanın yarattığı/yaratacağı tahribat topluma adeta “yaparak- yaşayarak” öğretilmişti. Olay Nur Suresi’nin ilk ayetlerinde yer alarak ölümsüzleştirilmiş, bu olayın acı hatırası, bu tür olaylara karşı ümmeti uyanık tutmak için canlı tutulmuştur.

İfk Hadisesi: Kıssadan Hisseler

İfk olayına ilişkin şu tespitleri yapmak mümkündür:

1. Müslüman toplumun zaaflarını gözetleyen örgütlü gözler vardır. Manipülasyon, planlı organizeli bir süreçtir. Yalanı kurgulayanlar ile servis edenler arasında görünmeyen bir bağlantı vardır. Ağız­larıyla bu yalanı yayanlar medyayı ifade ederken, hangi yalanların yayılacağını tespit edip onu kurgulayanlar arka planda kalmaktadır. Medya bir bakıma sadece tetikçi rolünü oynamaktadır. Asıl önemli olan mutfakta bu yalanın hamurunu karardan fark edebilmektir. İfk olayı bize, farkında olmadan bazı Müslümanların da düşmanın tetikçiliğini yapabildiğini göstermektedir. Bu ise, manipülasyonun yayılma hızını ve etkisini arttırmaktadır.

2. Yalan gerçek bir olayın üzerine bina edilmiştir. Saffan ve Hz. Aişe’nin birlikte geldikleri doğrudur. Ancak bu birlikte yapılan kısa yolculuğun toplum tarafından, münafıkların amacına hizmet edecek bir şekilde algılanması sağlanmıştır. Gerçeklere yaslanmak kuralında aktardığımız gibi, gerçek ifk edilmiş; çarpıtılmıştır. Yalan, gerçeğin içine yedirilerek etkisi arttırılmıştır. Gerçeklere yaslanmayan bir yalan böylesi bir etkiye sahip olamaz.

3.Küllenmiş ama bitmemiş bazı öfke, çekememezlik, haset gibi duygular bu tür ortamlarda bazı müslümanları tetikçi yapmaya sürükleyebilmektedir. İfk olayında yalanı yayan bazı sahabelerin Saffana olan daha önceki olumsuz duyguları[130] bu iftirayı dillerine dolamalarına sebep olmuştur. Amacı Saffanın itibarını sarsmak olan bu kişiler, kendi küçük hesaplarından dolayı, büyük planı görememişler; iftiranın bir parçası olmuşlardır. Duyguların insanı sarhoş ettiğini, aklı gölgelediğini birinci bölümde ifade etmiştik. Bu konu bir sonraki bölümde daha ayrıntılı işlenmektedir.

4.Küçük öncüllerden büyük sonuçlar çıkarmak, büyük bir hatadır. Müslümanlar kanıt merkezli düşünmelidir. Varsayım ve zanla hareket etmek, insanları, algı operasyonunun bir parçası haline getirebilir. Saflan ve Hz. Aişe nin kısa bir yolculuk yapması, iftiranın bir kanıtı gibi sunulmuştur. Hâlbuki böylesi büyük bir olayı iddia edenlerin 4 şahit getirmeleri gerekir. Allah, iddia edilenin değil, iddia edenin kanıt getirme zorunluluğu olduğunu belirtmektedir. “Beraat-i zimmet asildir” ilkesi gereğince hareket edilmelidir.

5.Algı yönetimi ve manipülasyona karşı sessiz kalmak da suça ortak olmak anlamına gelmektedir. Nur Suresi 10. ayetin ifade ettiği gibi, herkes payı miktarında bu olaydan bir günah yüklenmiştir. Elbette ki, sessiz kalmak iftirayı yaymak gibi değildir ama, “sükut ikrardan gelir” denilmesine fırsat vermektedir. “Olayı şu da dinledi ama bir şey demedi. Yalan olsaydı karşı çıkardı. Demek ki o ada kabul ediyor? şeklinde algılanılmasına neden olmakta, manipüla­törlerin elini güçlendirmektedir. Bu sebeple Kur an algı yönetimi ve manipülasyona karşı cepheden direnilmesini emretmektedir. Bu, manipülasyonun ulaştığı herkes için bir görevdir. Aksi, kişiyi sorumlu kılar.

6.Önemsiz, küçük gibi görülen bir davranış, büyük sonuçlara yol açabilir Sahabeden bazıları, ayetlerden anladığımız kadarıyla, bu iftirayı ima eden sözleri önemsemeden söylemişlerdi. Hâlbuki yaptıklarıyla münafıkların yaratmak istedikleri kaosa önemli bir katkı sağlamış oluyorlardı. Çünkü içeriden bazılarının bu iftiraya destek olması, iftiranın inanılırlığını arttırıyor, Münafıkların, “Şu kişi de söyledi, şundan da duydum? diyerek, propagandalarını güçlendirmelerini sağlıyordu. Bu küçük gibi görünen imalar, işa­retler, sözler İslâm toplumunu yıkılmanın eşiğine kadar getirebilir.

7.Müslümanların zaafım gözleyen ifk örgütlerinin olduğu unutulmamalıdır. Bu bakımdan Müslümanlar, ifk örgütlerine malzeme olabilecek, onların bulanık suda balık avlamalarına fırsat verecek söz, davranış, ilişki/iletişim, tutum ve tavırlardan mümkün olabildiğince uzak durmalıdır.

8.İfk olayı, bizlere algı yönetimi ve manipülasyona karşı eği­timli olmamız gerçeğini hatırlatıyor. Müslümanlar, manipülasyon kaynaklarını ve algı yönetmenlerini taktığı/takabileceği maskeleri iyi tanımalıdır. Olayı anlatan ayetlerin, ilk olarak, ifki yayan örgütlü grubu tanıtarak vakayı anlatmaya başlamasının hikmeti bu olsa gerektir. îfk olayı, müslümanların samimiyet kadar hatta ondan daha fazla basirete ihtiyaçları olduğunu göstermektedir. Çünkü bu olay samimi olan bazı kişilerin, nifak ateşini farkında olmadan körüklediğini ortaya koymaktadır.

Mücahit Gültekin -Algı Yönetimi ve Manipülasyon,syf.232-246

Dipnotlar:

128. Olay tarih ve hadis kitaplarında ayrıntılı olarak anlatılmaktadır. Biz olayı kısaca özetleyerek anlattık.

129.“ Devenin üstüne Kadınların içine oturması için konulan, bir çeşit mahfil, sepet.

130.Bu olaydaki hayrı ilerleyen sayfalarda ele alacağız.

[131] Peygamberimizin şairi olarak bilinen Hassan Bin Sabit, ifk olayına adı karışanlar arasındadır. Daha önce Saffanla arasında kavgaya varan bir tartışma olmuştur. Haşan bin Sabit’in Saffanla arasının açık olması onun aleyhinde propaganda yapmasına neden olmuştur (Aksu, 2004)

 

 

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir