‘Güzelden ve güzellik’ten bahsederiz ama güzeli ve güzelliği çevreleyen, inşa eden aslî unsurları, kavranılan, erdemleri, değerleri ya görmezden gelir ya da onlardan pek söz etmeyiz. O kadar ki güzelin güzelliği yok etmesi, dilediği her şeyi yapmayı, mesela haddi aşmayı, vicdansızlığı kendine hak olarak görmesi gibi çarpık bir noktaya geliriz. Güzellik, insanın içindeki cevherdir ya da bir şeye baktığında gördüğü inceliktir. Güzel ise o cevheri lâyıkıyla işleyen ve taşıyandır. İnsan kendisini kendisi yapan şeyi bulur ve onu ince ince dokursa güzelleşir. Güzelleşmenin sayısız yolu vardır. Mühim olan insanın hangi güzellik algısına sahip olduğudur. Güzellik algısı şekilden ibaret olan, güzelin ruhunu anlayamaz, ona anlatılamaz da.
Güzellik algısı hayli tahrip olmuş insanların çağında safi güzele, ruhunu koruyan bir güzelliğe rastlamak neredeyse imkânsızdır. Vücut gibi artık bakışlar da deforme olmuştur. Bozulan bakışlar, baktığının ruhuna eğilemez, göze ilk çarpan şeye dikkat kesilir ler. tik gördükleri güzel de olabil ir, kusurlu da. Güzelin karşıtına çirkin derler ama güzelin karşıtı biçimsiz leşen, doğasını, anlamını kaybedendir.
Her insan aynı ölçülerde yaratılmamış, her insana aynı ölçüde kendinden memnuniyet duygusu verilmemiştir. İnsanın yüzünü, rengini seçemeyişi adaletsizlik değil, insanın yüzü ve rengi sebebiyle üstün bir varlık olarak görülmesi adaletsizliktir. Aksi hâlde güzellik bir zulüm enstrümanı olurdu. Çünkü hiçbir varlık aynı derecede ve eşitlikte güzel değildir. Bununla birlikte insana emanet olarak verilen bütün güzellikler ödünçtür, hepsi geçicidir çünkü insan, bedeninin hiçbir zerresini kendi çabasıyla elde etmemiştir. Buna mukabil ruhunda yeşerttiği güzelliklerin hepsinde kendi hissesi vardır. İşte insanı insan kılan da o güzelliklerdir.
İnsan denilen varlık seçemediği yüzüyle değil, kalbinden haline yansıyanla değerlidir. Yüz ruha öyle aittir, ruhtan öyle bir parçadır ki ancak sahici bir yüzü olan ikiyüzlülükten, cahillerden ve cehaletten yüz çevirebilir. Yeni bir dünyanın başlangıcı olan hakikat günü geldiğinde ancak ‘bazı yüzler güzelliği ile panldaya cak’, ışıl ışıl olacaktır. O gün ‘bazı yüzlerse’ ruhlarında taşıdıkları şey sebebiyle ‘kararacak’, bazıları da ağaracaktır’. Yüz, ruhun aynasıdır. Bu aynanın cilası, şahsiyetli bir ruhun öz bakımından yani ruhundaki incileri döküp «açmayışından, değerini yere dökmeyişinden kaynaklanır, itibar, saygınlık, kendine yakışanı yapma, zarafet, hâl, tavır ve hareketlerine dikkat etme, kendini ince ince işleme, karakterini inşa etme, kendini de âlemi de kalbiyle düşünme gibi hasletler ruhuna özen göstermekle kazandır. Yeryüzü insan için yürüme derslerini icra etme mekânıdır. İnsan insandan istikametiyle ayrılır. Kimileri yürüdükçe kabalaşır. Kimileri de yürüdükçe incelir, burada misafir olduğunu idrak eder ve dikkatle bütün adımlarım güzele yöneltir.
Sırf estetik müdahalelerle sonradan seçden, başkasına benzeme arzusuyla değişim geçiren yüzler sadece yüzlerine değd, karakterlerine de müdahale eder, kişiliklerinin değişmesine sebep olurlar. İnsanın kendi yüzüne, onu önceki hâlinden bambaşka bir hâle çeviren bir müdahalede bulunması o insanın psikolojik anlamda da kendini dönüştürmesi, ‘ben o değilim’, ‘ben buyum’ demesi anlamına gelir. Elbette insanın hayatım kabusa çeviren ve estetikle ‘düzeltilen acil vakalar burada konu dışıdır. Tamamen keyfî, arzular ve bazlara uyarak yaradılışıyla oynanan yüzler, insanı kimlıksiz- leştirir ve nihayetinde sonu gelmez isteklerinin kölesi kılar. Efemine tavırların artması, kadının kadın ve erkeğin de erkek olmaktan çıkma eğilimleri, estetik müdahalelerin yaygınlaşmasıyla doğrudan ilgilidir. Güzelliği gençlikle’ sınırlandıran ve daima genç kalmanın güzellik olduğunu dayatan anlayış, güzelliği de her türlü anlamdan soyutlar.
Güzelliğin bir kriteri yoktur ve güzel alternatifi olmayandır. Ancak güzelin üstünde güzel vardır, tıpkı akim üstünde akıl olması, elin üstünde el olması gibi. Güzeller de kendi içinde merhameti, sevgisi, şefkati, görgüsü, insanlığı, inceliği, işaret ettiği, sözü sohbetiyle birbirinden ayrılır. Neden bazı insanların yeri kalbimizde başkadır? Neden yüzü güzele kırk günde doyulur da huyu güzele kırk yılda doyulamaz denmiştir? Sûrete takılıp kalanlar, hakikatte saldı olan güzelliği, sîreti göremezler. Bir insanın, bir eşyanın, bir çiçeğin ruhuyla konuşamaz, onun varlığını hissedemezler. Bazı yüzler vardır, insana aradığı, unuttuğu tadı ve anlamlı hisleri hatırlatır. Bazı insanları görme arzumuzun gerisinde adı konmayan bu hisler vardır. Bizi bir insana meftun eden o insanın yüzüne yerleşen, kalbinden suretine yürüyen anlamdır.
Divan şairleri, güzeli tasvir ettikleri şiirlerinde, onu daha çok fiziki özellikleriyle anlatırlar. Güzelin yanakları rûh, hat, levh ve ruhsârdır. Parlaklığı hurşîd, mâh ve âteştir. Güzeli tarif eden renkler gül, gülgûn, nesrin, âl, gülberg ve lâledir. Güzel hep taze ve gerçek olamayacak kadar peridir. Divan şairleri, güzeli görmede ustalaştıkları gibi onu tasvir etmede de son derece cömert davranmış, onu anlatmak için mazmunlar geliştirmişlerdir. Divan şiirlerinde güzel, gönle hitap ettiği kadar göze de hitap edecek şekilde anlatılır. Güzelin kirpikleri, ok gibi câna batar ama onu
o yüksekliğe koyan mâşukun ona bakışıdır. Sevenin muhabbeti olmasa sevilenin güzelliği ehemmiyetsizdir. Güzel, ruhunun kaynaklarıyla güzelleşir fakat buyandan da güzele güzel denmesi, bakanın onda gördükleriyle de ilgilidir.
Sanat, güzeli herkesten ayn bir gözle temaşa etme ve onu ortaya çıkarma, anlama ve anlatma çabasıdır. Edebiyatsa güzeli dil ile icra sanandır. Edebiyat dışında matematik, fizik, felsefe, müzik, resim gibi başka sanat ve ilim alanlarına bakıldığında bunların her birinin, güzelin mahiyetini kavrama konusunda bir araç olduğu görülür. Güzelin mahiyetini kavrayan varlık üzerine düşünür, aşkın bir varlığın olduğunu kabul eder ve metafizik denilen madde ötesi alanda düşünce yürüyüşlerine çıkar. Mutasavvıfların “devir nazariyesi” olarak nitelendirdikleri varlık felsefesi, insanın tekamül yolculuğundan harekede her şeyin bir gün aslına rücu edeceğini, “Ondan geldik, yine Ona gideceğiz” anlayışını, güzellik ve estetik ışığında ele alır. Buna göre yaratılmış her güzellik, mudak güzellikten bir pay almıştır. Güzellik maddî olana değil mânâ âlemine aittir. Maddî güzellikler biçim değiştirir, dönüşür, başkalaşır yok olur ama o güzelliği vücuda getiren yok olmaz, değişmez ve ebedîdir. Bu hakikati ufuk edinen, kendini var edene sadakade bağlanır ve yalnız Ona iltica eder. Kendine verileni de dünyada gördüğü güzelliklerin de iHDilık Vaırhka ait olduğunu idrak eder.
Heidegger Ay’ın bizzat parıldayarak doğmadığını ancak ödünç alınan ışıkla doğduğunu ve parladığını söyler. (1) Demek ki güzel, başkasına muhtaç olmaktan imtina etmez, ötekinin varlığına ihtiyaç duyar. Güzel olan taklitçi değildir ama başkasından aldıklarını kendi karakterine göre şekillendirir. Başkasının kopyası olmaz ama kendinden başka güzellerin izine bakarak kendi yolunu inşa eder. Kendini en iyi, en güzel ve biricik zanneden insan hem ruhunu sakatlar hem de
kendindeki güzellikleri heba eder. Galenos, kendinin olağanüstü olduğunu sanan, başkasına akıl danışmayı ve başkasına ihtiyaç duymayı hakir gören kimselerin büyük yanlışlar yapmaya daha meyilli olduğunu söyler. [2 Kendini tanıyan, ruhuna eğilen, aczini, kusurunu, eksiğini bilen insanlarsa başkalarına danışmayı, başka izlere bakmayı önemli bir vazife olarak bilirler. Yani ‘kendilik bilinci’ ve ‘kendini tanıma^ ‘kendini bilme’denilen şey, kişinin kendindeki güzellikleri hissetmesi ama bunlardan kendine büyüklük, üstünlük payesi çıkarmamasıdır. Güzel sahip olduğu değerlerin farkındadır, izzetinefsine, itibarına düşkündür. Kendini itibarsızlaştıracak, değersizleştirecek söz ve eylemlere karşı daima teyakkuzdadır. Ruhunu incitenden, şahsiyetine hürmeti olmayandan hızla uzaklaşır.
Güzel, vaktini ziyan etmeyen, bilincini açık tutan, harekete geçen, eylemi kuşanandır. Zaman, en iyi hareketle algılanabilir. Durgun vakitlerde zaman hiç geçmez, hareketli vakitlerdeyse zaman su gibi akıp gider. Güzel vakti zarifleştirir, onunla sohbet etmek kitap okumak gibi zamana derinlik katar. Kalp hatıralarda, gezinirken bu zarif vakitlerin serinliğini yeniden duyar. Zamanın kokusu denilen şey, vaktin ruhunu hissettiren insanların dimağımızda bıraktığı etkidir. Güzel, sonu gelmez telaşelerin esiri olmaz, her dem kendi vaktini anlandı kılar.
Güzel bazen karanlıkta, bazen aydınlıktadır. Güzel, kavranması zor olan, kavramak için ince işçilik isteyendir. Güzellikse bütünüyle anlamdır. Anlamsızlık ondan uzaktır. İsrail’in attığı bombaların kapsüllerine çiçek eken Filistinli kadının nasırlı elleri, dünyanın en güzel elleridir. O eller, kendisine bakanla konuşur, söyleşir, dertleşir. Bomba kapsüllerini saksı yapan, onlara çiçek diken, o saksdan toprağa özenle yerleştiren kadın tepeden tırnağa asalet ve zarafettir. Asalet de zarafet de güzeli çevreleyen, yalnız güzele ait olan hasletlerdir. Zarafet, hiçbir kalıba dökülemez. Irk, soy, makam, mevki, zenginlik, şöhret gibi suni değerlerin hiçbiri asaletin ve zarafetin semtine yaklaşamaz. En çok kadınlar üzerinden dile getirilen, kadınları tek tip bir kalıba dökmeyi amaçlayan ve kadına dayardan güzellik algısı, sorgulanmalı ve reddedilmelidir. Güzelliğin iade-i itibarı yani hayatımıza geri dönüşü sahte, plastik, sentetik güzellik anlayışının ve bu anlayışı pazarlayan endüstrinin tam karşısında durmakla mümkündür.
‘Yeryüzü, güzel ve iyi olanı kötü, sahte, plastik, amorf ve çirkin olandan ayırt etmek için yaratılmıştır. ‘Kim lerin daha iyi davranışlarda ve güzel işlerde bulunacağını denemek’ maksadıyla çeşitli güzelliklerle süslenip insana imtihan olarak verilmiştir.3 Yeryüzü, kıyamete değin hak ile bâtılın, iyi ile kötünün, güzel ile güzele düşman olanın birbiriyle mücadelesine şahitlik edecektir. Bütün ağırlıklar, sorumluluklar, zorluklar güzelin yoluna çıkacak ama o yaşadığı her güçlüğü bir imtihan bilip yoluna devam edecektir. Başkasının dünyasını, hanesini, yerini ve yurdunu gasp eden, hem zâlim olup hem de mazlum muamelesi görmek isteyen, narsist, bencil ve kendini özel yaratılmış, seçilmiş bir varlık zannederek Israillileşen her şeye karşı başkaldıracaktır. Bir kere kendini güzelleştirmeye niyet etmişse insan, kendini var edene hürmeti artar. Zorluklar, yokuşlar, çetin yollar onu yıldıracağı yerde gücüne güç verir, şahsiyetini derinleştirir. Bir yerde herkes kırılır, gücenir ama yalnızca bazılarımız işine ve yoluna bakar. Kırıldığı anda kalmak insana hiçbir fayda getirmez, üzüntüleriyle birlikte yola çıkmayı, onlardan kendine korunaklı bir alan örmeyi ve içindeki insanla konuşmayı öğrenmeli insan, ruhen güzelleşmenin yolu biraz da buradan geçer.
Walter Benjamin, büyük kentlerde yaşamanın ve modernliğin bir sonucu olarak gözün etkinliğinin, kulağın etkinliğine oranla daha fazla ve daha etkili olduğunun altını çizer.4 insanlar arasındaki karşılıklı ilişkileri belirleyen gözün etkinliğidir. Birbirini hiç tanımayan insanlar otobüste, tramvayda, metro, tren ve kafelerde birbiriyle tek kelime olsun iletişime geçmedikleri halde birbirine bakmak, birbirlerini incelemek “zorundalar.” Birbirine bu denli maruz kalan, anlamlı ilişkiler kuramayan, insanın şekline, tarzına ve tipine dair çok fazla fikri olan ancak insanın ruhuna ilişkin merak duymayan bir toplumda güzel de lâyıkıyla anlaşılamaz. Böyle bir toplumda endam zekâya, ahlaksızlık edebe, vicdansızlık vicdana, kabalık tevazuya galebe çalabilir. İnsan haysiyetiyle oynayan teknik ilerleme çağında robotlar ve yapay zeka, insana galebe çalabilir ve insan kendinden şüpheye düşebilir. Nitekim yapay zekâ insanın yerine düşünüyor, şiir de yazıyor, güzellik de pazarlıyor.
“Güzellik seyredenlerin nasibidir”5 der Halil Cibran. Öyledir fakat güzellik yalnız seyirlik bir varlık değildir. Güzel olan tefekkürü harekete geçirir. Bir kez güzeli anladıysa insan, Gül’ü gül ile tartmak, dağı da dağın üstüne, heybetli olanın yanma koymalı. Her şey dengiyle güzel. Her şeye yaradılışına uygun bir üslupla yaklaşılmak
Güzelin saygınlığı zaman zaman savrulmalar, dağılmalar, gerilemeler yaşasa da aslma dönmek için verdiği çabadan, kendi özünü kavramak ve korumak için gösterdiği sürekli gayretten ileri gelir. Güzelin kıyası olmaz, güzellik kıyaslanmaz. Kıyas kendini geliştirmek, olgunlaşmak, güzelliğe erişmek, huylarım güzelleştirmek içinse iyidir. Aksi hâlde her tür kıyas hasedi, fesadı, kötülüğü, huzursuzluğu, mutsuzluğu getirir ve inşam aşağı çekerek değersizleştirir.
Hatice Ebrar Akbulut – İncelmiş Vakitler,syf:
Dipnotlar:
1.Martin Heidcgger, Kendileyiş, Çev.: Ömer Faruk Pek.«A Dergah Yay., 2022, İst., s. 56.
[2] Galenos, Ruhun Duygulanımlarının ve Hatalarının Teşhis Tedavisi, Çev.: Nur Nirven, Albaraka Yay., 2023, İst., s. 46
3-Kehf,18/7
4.Benjamin, Pasajlar, Çev.: Ahmet Cemal, YKY, 2017, İst, B2.
5.Halil Cibran, Bir Gözyaşı Bir Gülümseme, Çev.: Kenan fc- nalioğlu, Türkiye tş Bankası Kültür Yay., 2023, İst, s. 26.
0 Yorumlar