MEVLÜT YILMAZ[1]
Giriş
Gerçeklik, toplumsal açıdan oluşturulması noktasında gündelik hayat ve bilgi konularına önemli göndermelerde bulunmaktadır. Gerçekliğin sosyal bir kurulum ürünü olduğunu gündelik hayatta gözlemlemek mümkündür. Gündelik olanın sosyolojik içeriği çerçevesinde toplumların analizi ve toplumdan topluma farklılaşan sosyo-kültürel, ekonomik, siyasal durumların incelenmesi noktalarında gündelik hayat ve bilgi, gerçekliği belirleyici faktörler olarak değerlendirilebilir. Gündelik hayat ve bilgi gerçekliğinin felsefi kökleri göz ardı edilmeden gerçekliğin sosyal bir kurulumu olarak kuramlaştırılan ve bilgi sosyolojisi alanında ciddi problemlerle birlikte sunulan, toplumun nesnel ve öznel gerçekliklerinin bütünleştirilmesinden hareket eden bu yaklaşımda, gerçekliğin ortaya çıkması açısından epistemolojik açıklamalara da yer verilmektedir. Bunun yanı sıra çalışmada daha çok var olan köklerin toplumsal yansımalarına açıklık getirilmeye çalışılmaktadır.
Bu çalışma, toplumsal analiz ve değerlendirmeler için açıklayıcılık değeri noktasında önemli görülen mikro ve makro düzeyde açıklama şekillerinin bir sentezi olması açısından teorik bir yaklaşımm geniş bir yelpazede sunulmasını amaçlamaktadır. Bu perspektiften toplumların nesnel ve öznel gerçekliklerinin yanında temel yapı taşı olarak görülebilecek gündelik hayat ve bilgi gerçekliği, odak noktası olarak çözümlenmeye çalışılacaktır.
Çalışmada, öncelikle kuramsal açıdan günlük ile gündelik arasındaki fark açıklığa kavuşturulacaktır. Buradan hareketle gerçeklik, gündelik hayat, gündelik hayat gerçekliği, bilginin gerçekliği ve sosyal gerçeklik gibi çalışmanın önemli kavramları açıklanmaya çalışılacaktır. İkinci bölümde kuramsal açıdan bilgi sosyolojisi alanında önemli görülen K. Mannheim, A. Schutz ve P. Berger ve T. Luckmann’ın teorileri, konu açısından değerlendirilecektir. Çalışmanın merkezinde ise gündelik hayat ve bilgi gerçekliğinin toplumsal, yani gerek öznel gerekse de nesnel bir gerçeklik olarak ele alınması söz konusu edilmektedir. Burada özne ve özneler arası bilinçliliğin, gündelik hayat ve bilgi gerçekliğini ne şekilde ele aldığı, zamansal ve mekânsal açıdan toplumsal görünümleri örneklerle açıklanmaya çalışılmaktadır. Diğer yandan sosyal etkileşimler ve etkileşimin temelini oluşturan dilin toplumsal kurulumu hakkında bazı değerlendirmelerde bulunulmaktadır. Bu noktalardan hareketle P. Berger ve T. Luckmann’ın, “Gerçekliğin Sosyal İnşası” adlı çalışmalarındaki diyalektik önermeler zinciri çerçevesinde toplumsal kurulumun açıklayıcılık niteliği gözler önüne serilmeye çalışılmaktadır.
Gündelik Hayat ve Bilgi Gerçekliğinden
Sosyal Gerçekliğe
Gündelik hayat ve bilginin gerçekliğinin sosyolojik açıdan çözümlenmesi noktasında kavramsal bir değerlendirmenin yapılması gerekmektedir. Bu çerçevede gerçeklik, Yılmaz (2009: 24)’ın da en geniş anlamda belirttiği gibi, iki ayağının üzerinde durmayı başararak ilk aleti yapan ve sosyo-ekonomik-politik yaşamı başlatan insanoğlu için evrende, doğada ve toplumda yar olan ya da gerçekleşen her şey olarak değerlendirilebilir.
Berger ve Luckmann, gerçekliği irademiz dışında gerçekleşen ve bu çerçevede bir varlığa sahip olan tanıdığımız, “bildik” şeylere ait bir nitelik olarak değerlendirmekte ve gerçekliğin “sosyal bir inşa” süreci olduğunu ileri sürmektedirler. (2008. 3). Bu açıdan gerçekliğin toplumsal olarak kurulan ve var olan nesneler dünyasını karşılayan bir olgu olduğu söylenebilir. E. Durkheim ise, “dünya bize gösterildiği ölçüde var olmakta” derken gerçekliğin, insanların onun hakkındaki bilgileri kadar değişken bir nitelik gösterdiğini ve söz konusu olan gerçeklik konusunda açıklama getirilebilecek bir bilginin olmamasının, gerçekliği ortadan kaldırdığını ifade etmektedir (McCarthy, 2002:15).
Gerçekliğin geniş kapsamlılığı ve belirli bir bilgiyi gereksinmesi noktasında söylenenler, toplumsallığın birçok (sosyal, ekonomik ve sembolik ilişkiler) yönüne göndermede bulunmakta ve özellikle son yıllarda üzerinde durulmaya başlanan gündelik hayat ile olan ilişkisi noktasında dikkat çekmektedir.
Gündelik hayat konusundaki açıklamalara geçmeden önce gündelik olgusu ile günlük kavramı arasındaki farklılığın ortaya konulması gerekmektedir. Çünkü Lefebvre ve Regulier (2005:80)’e göre gündelik kelimesi bir programlama nesnesidir. Gündelik olma hâli ise gündelik hayatın türdeş, tekrarlamak ve fragmanlara ayrılmış kısımlarını ifade etmektedir. Kavram, bireylerin üstünkörü ve kayıtsız bir şekilde yaptıkları işlere ve işlevlere göndermede bulunmaktan ziyade, bu işlevlerin ortak paydasına ve sıralanma mantığına göndermede bulunmaktadır.
Gündelik hayat konusunda temel çalışmalara sahip Lefebvre (2007: 32), gündelik olan her şeyin hesaba tutulduğunu ve sayıldığını (para, dakika vb. cinsinden); bunun içinde sadece nesnelerin değil, yaşam tarzlarının da olduğunu ifade etmektedir. Gündelik hayatı tanımlarken içinde yaşadığımız toplumun gündelikliğini ortaya çıkaran nitelikleri saptamak gerekliliğinden bahseden Lefebvre (2007:40- 41)’ye göre, görünüşte anlamsız olgular arasında esas olan bir şey yakalayarak, olgu- lan düzene sokarak, onu tanımlamak söz konusu edilmelidir.
Ayrıca gündeliklik, sadece bir kavram olmakla kalmamakta; küreselliğin, devletin, tekniğin ve teknikliğin, kültürün veya onun çözümlenmesinin içine yerleştirilmesi gerekliliği üzerinde durulmaktadır. Onun için Lefebvre açısından önemli olan, köylü dolabının bir üsluptan mahrum olmaması ve en fazla kullanılan, en basit şeylerin (kaplar, çanaklar vb.) bile çevreye ve toplumsal tabakalara göre farklılaşmasıdır. Bu açıdan Lefebvre (2007:78) için gündelik olan toplumun aydınlıklarının ve karanlıklarının, boşluklarının ve doluluklarının, güçlerinin ve güçsüzlüklerinin yansıtıldığı bir düzlem olarak kabul edilebilir.
Gündelik kavramının sosyolojik hinterlandı çerçevesinde gündelik hayatın statik değil, aksine dinamik bir bakış açısıyla değerlendirilmesi gerekir. Gündelik hayat, hem bir alan hem de ara bir istasyondur, aynca bir aşama ve bir atlama tahtası olarak da görülebilir. Gündelik hayat; gereksinimler, iş, zevk, ürünler ve yapıtlar, edilgenlik ve yaratıcılık, araçlar ve amaçlar vb.lerden oluşan bir andır, olanaklı olanı bütüncül olarak gerçekleştirmek için kendisinden yola çıkmanın kaçınılmaz olduğu diyalektik bir etkileşim olarak değerlendirilebilir (Lefebvre, 2007:24). Bu diyalektik ilişkinin toplumsal olanın içine gizlenmiş ve ona indirgenmiş durumda olan sosyal yaşamın bilgisinin, ancak ve ancak gündelik hayatın çözümlenmesi ve kritik edilmesiyle mümkün olabileceğini belirten Lefebvre (1995: 53), sosyolojik analizde gündelik hayat ve bilgi arasındaki bağın önemine dikkat çekmektedir.
Bilgi, gündelik hayatın temel parametrelerinden biridir. Uçak (2010: 705) tarafından çok yüzlü bir kavram olarak ele alman bilgi, McCarthy (2002: 15)’ye göre, “farklı toplumsal gruplar ya da insan toplulukları tarafından kabul edilen her türlü düşünce kümesine, onların gerçek olarak kabul ettikleri olgulara ilişkin fikirlere gönderme yapma” perspektifinden değerlendirilmektedir. Genel bir çerçeveden bakıldığında ise bilgi, Bü- yükkantarcıoğlu (2006:19)’nın ifadesiyle insanoğlunun gerek biyolojik gerekse de doğada zihinsel gelişimi sonucu edindiği kazanımlardır. Sosyolojik anlamda yapılacak bir tanım ise kısaca ‘”…neyin doğru,geçerli, kabul edilir ve gerçek olduğuna yönelik edimlerimiz ve inanışlarımız; diğer bir deyişle ‘bilme biçimlerimiz'” olarak ifade edilmektedir (Büvükkan tarcıoğlu, 2006: 8).
Bilginin bu şekilde açıklanması, özellikle sosyolojik gelenek açısından “gerçekliğin bilgisi” veya bireylerin kendi dünyaları ve benlikleri hakkında gerçek ve doğru kabul edilen olguları insanlara gösteren bilgiler ve düşünceler olarak anlaşılmasını beraberinde getirmektedir (McCarthy; 2002: 50). Bilginin gerçekliği, bu noktada aslında var olan şeyin bir kanıtı hükmündedir ve gündelik hayat gerçekliği ile paralel yansıma alanları söz konusudur.
Gündelik hayat, toplumu oluşturan bireylerce belirli bir tutarlılık çerçevesinde algılama, anlamlandırma ve anladığını aktarma süreciyle var edilen bir gerçeklik olarak değerlendirilebilir. Bu süreçler gündelik hayatta insani ilişki ve etkileşimlerin temelini oluşturmaktadır. Gündelik hayat gerçekliğinin, gerçekliğin göz ardı edilen en önemli alanı olarak incelenmesi gerektiğine değinen Berger, düzenlenmiş ve kalıplaşmış bir nitelikteki gerçeklik olarak algılanan bu gerçekliğin, belirli kalıplardaki etkileşimlerin diğer bireylerle paylaşılmasıyla so- runsallıktan uzak ve saf bir yapı oluşturduğunu belirtmektedir (Polama, 1993:262).
Bu çerçevede sosyal gerçekliğin, toplumsal olarak hareket eden bireylerce kendilerini temsil eden ve bu temsiliyeti toplumun diğer üyelerine iletebilen semboller ve anlamlardan oluştuğu ifade edilmektedir. Gerçekliğin kaçınılmaz bir şekilde sembolik olduğu, bu sembolik oluşun ise bireyi temsil eden araçlar temelinde gerçekleştiği belirtilmektedir (McCarthy, 2002: 41). Görüldüğü üzere gerçeklik, daha çok sosyal açıdan var olan bir nesneler dünyasına karşılık gelmektedir. Var olan bu gerçeklik, oluşturulan “şey” hakkında bir bilgiyi gerektirmekte ve bu durum şimdi ve burada”lığı ile ortaya çıkan gündelik ha- yatta daha net gözlemlenebilmektedir. Bu noktadan hareketle gündelik hayat ve bilgi gerçekliğinin toplumsal kurulumdaki temel rolünün farklı bakış açıları çerçevesinde ele alınması, çalışma açısından bütünleştirici olacaktır.
Gerçekliğin Toplumsallığı: Gündelik Hayat ve
Bilgi Gerçekliğinin Kuramsal Boyutu
Sosyal yaşamın gündelik olarak idame ettirilmesiyle bir gerçeklik olarak ortaya çıkan gündelik hayat ve bilgi, yaşanılan toplumun sosyo-kültürel, ekonomik, politik, sembolik vb. kodlarını kendi içinde barındırmaktadır. Bu çerçevede gündelik olanın, gündelik hayat ve bilgi gerçekliğinin toplumsal art alanı olarak önemli bir yer işgal etmesi dikkat çekicidir. Bu konuda Michel de Certeau[2] ve arkadaşlarının (2009: 25) “gündelik, bize her gün verilen, bizi her gün sıkıştıran, hatta şimdiki zamanın baskısı nedeniyle ezendir. Her sabah uyanma anında sorumluluğunu yeniden üstlendiğimiz şey, hayatın ağırlığı, yaşamanın ya da böylesi bir yorgunluk, böylesi bir arzuyla şu veya bu koşul altında yaşamanın zorluğudur. Neredeyse köşeye çekilmiş, zaman zaman örtük yol tarihimizin yarısıdır.” ifadeleri özellikle gündelik olanın belirli bir ritim dâhilinde işlediğinin ve anlamsal açıdan çok yüklü olduğunun vurgulanması olarak okunabilir.
Bütün sıradanlığı ile gündelik hayatın tekrarlardan oluştuğu; işteki ve iş dışındaki tavırların, mekanik hareketlerin, yani el ve vücudun devingenlikleri, rotasyon veya gidiş gelişler gibi durumlar; saatler, günler vs. zamansal ifadeler, çizgisel tekrarlar ve döngüsel tekrarlar, doğal zaman ve akılcı zaman vb.etkinliklerin incelenmesinin, yeniden üretimin çözümlenmesine götürdüğü vurgulanmaktadır. Kısaca ifade edilecek olursa belirtilen durumlar çerçevesinde gündelik hayat, nesneleri veya yapıtları üreten etkinliklerin kendilerini yeniden ürettikleri, kendilerini kuran ilişkilere yeniden başladıkları, bu ilişkileri yeniden ele aldıkları ya da tam tersine kademeli değişikliklerin yaşandığı bir analizi mümkün kılması açısından önemli görülmektedir (Lefebvre, 2007: 28 – 29).
Lefebvre (2007: 35)’nin ifadesiyle gündelik hayat, “mütevazı ve sağlamdır, doğal olandır, kısımları ve parçaları belirli bir zaman kullanımı içinde kuşkuya meydan vermeyecek bir biçimde birbirlerine bağlanan şeydir. Gündelik hayat tarih taşımaz. Görünüşte göstergesizdir; kişiyi meşgul eder ve uğraştırır, yine de söylemeye gerek duymaz, zaman kullanımında gizli olan etiktir, kullanılan bu zaman dekorunun estetiğidir.” Gündelik hayalın günlük yaşanan şeylerde nasıl gizlendiği ve toplumsal farklılaşmanın temellerini nasıl oluşturduğu, sosyolojik analizin yapı taşlan olarak değerlendirilebilir. Bu açıdan Lefevbre, son dönemlerde bilimsel açıdan gündelik hayatın incelenmesi ve bu çerçevede eleştirilmesi[3] gerektiğini savunan bir duruş sergilemektedir. Bu noktada gündelik hayatın sıradan insan, ortalama yurttaş açısından deneyimlenirken çok fazla bir düşünümsellik barındırmamasına, yalnızca yaşanılmasına, bir eklemlenme ve kendini kaptırma yönünde bir beklenti içinde olsa da gerçekte gündelik yaşamın itaat gösterme ilişkisini misallendirecek bir totaliteyi kendinde muhafaza ettiği de gözden kaçırılmamalıdır (Aytaç, 2007:212).
Gündelik hayat, bireylerce yorumlanan ve öznel bir anlamı içinde muhafaza eden bir dünya olarak algılanmaktadır. Ayrıca bu algılama sırasında dünyanın herhangi bir nesne gibi değerlendirilmesi noktasında gerçekliğin sosyal bir inşa sürecinin ürünü olduğu söylenebilmektedir (Erbaş, 1992:161 -162).
Geri beslemenin yeri olarak değerlendirilen ve hayati önemde görülen gündelik hayatın iki görünümü söz konusudur; gündelik hayat, “artakalan” şey olarak, yani düşünebilen ve toplumsal pratikten çıkarılabilen, belirlenmiş ve ayrışmış tüm etkinliklerden artakalan şeydir. Ayrıca toplumsal bütünün ürünü ve bir denge yeri; aynı zamanda tehdit edici dengesizliklerin çıktığı bir yer olarak değerlendirilmektedir. (Lefebvre, 2007: 44). Yine gündelik hayatın iki kanadı olduğundan söz eden Lefebvre, bunlardan ilkinin “gündelik hayatın sefaleti” olduğunu, burada nesnelerle ve insanlarla kurulan ilişkiler, sayıların ve ölçümlerin hâkimiyeti, gerçeğin baskı altında olmayan yönüyle dolaysız ilişki, yinelenme olgusunun yer aldığı belirtilmektedir. Diğer kanat ise “gündelik hayatın büyüklüğüdür” ki burada süreklilik söz konusu ve değeri bilinmeyen bedenin, mekânın, zamanın ve arzunun uyarlanması gibi pratikler, bu alanı teşkil etmektedir (2007: 47 – 48).
Gündelik hayat bir uzay zaman dışında olmanın yanında bireysel özgürlüğe ve akla, bireyin iş bilirliğine bırakılmış bir alan olarak da kabul edilemez. Gündelik hayat itina ile incelenen bir nesne hâline dönüşmüştür. Bu örgütlenme alanının, iradi ve planlı bir öz düzenlemenin uzay zamanı hâline geldiği vurgulanmaktadır. Örgütlenen bu gündelik hayat, kapalı bir devre, özellikle üretim-tüketim-üretim etrafında dönen bir kapalı devre, hâline gelmiştir (Lefebvre, 2007:86). Bu niteliğinin yanı sıra gündelik hayat, tüm çelişkilerin belirlenmiş yaşam ile yaratın yaşam arasındaki çatışmanın, yabancılaşmanın ve özgürleşmenin alanı olarak da görülebilir. Bu noktada gündelik hayattaki değişim ve dönüşümlerin, genel manada yaşanan değişimin ölçütü kabul edilebileceği söylenilebilir (Lefebvre, 1995: 54). Bir gerçeklik olarak ortaya çıkan gündelik hayat ve bilgi, toplumsal gerçekliğin önemli bir alanı olma noktasında sosyal yaşamı kuşatmış durumdadır. Bu açıdan gerek genel anlamda sosyoloji bilimi gerekse de bir alt dal olarak bilgi sosyolojisi alanında gerçekliğin toplumsallığının, farklı yaklaşım tarzları çerçevesinde ele alınması gerekmektedir.
Bilginin Toplumsal veya Varoluşsal Belirleyiciliği ve
Karl Mannheim
K.Mannheim (1893-1947)’in bilginin toplumsallığı ve varoluşsal belirleyiciliği çerçevesinde oluşturduğu kuram, belirli bir dönem gerçekliğin toplumsallığı açısından kurumsallaşmış yapıların, yani nesnel toplumsallıkların bilgi gerçekliğinden hareketle açıklanması noktasında gündelik hayat ve bilgi gerçekliği konularına önemli katkılar sunmaktadır. Mannheim’in, Kari Marx ve Emile Durkheim gibi erken dönem sosyoloji teo- risyenlerinin düşüncelerinden etkilenerek oluşturmuş olduğu bu kuramı bilgi sosyolojisinin kalbi olarak nitelendirilmektedir.
Marx’ın, özellikle üst yapı-alt yapı dikotomisinde ifade ettiği ekonomik alt yapının tüm gerçeklikleri belirlemesi gibi bir deterministik yaklaşımı ile Durkheim (1982:171)’in “toplumsal yaşam, ona dâhil olanların oluşturduğu algılama biçimiyle değil, onların bilincinde olmadığı esas gerekçelerle açıklanmalı- dır. Bu gerekçelerin, birlikte hareket eden bireylerin gruplaşma yönteminde aranması gerektiğini de düşünüyoruz. Bizce bu boyut, kendini apaçık belli ediyor.” şeklindeki ifadeleri, böyle bir kuramın oluşmasında önemli etkiler bırakmıştır (McCart- hy, 2002:33 – 36).
Hekman, Mannheim’i bu derece önemli hâle getiren şeyin, onun, aydınlanman anlayışın savunduğu saf hakikat yaklaşımının yanlış olduğunu vurgulaması ve reddetmesi olduğunu ileri sürmektedir (1999: 74). Onun bu karşı çıkışının, özellikle tarihselci ve toplumsal bir varoluşun desteklenmesi noktasında kayda değer olduğu söylenilebilir. Toplumsal belirleyicilik ya da varoluşsal belirleyicilik kuramının temel amacının, insanlık bilgisinin toplumsal ve maddesel koşullardan kaynaklandığını ve bunlarla birlikte değiştiğini göstermek ve toplumsal varoluşun zihinselliğe, bilince ve tümüyle düşünsel hayata göre ontolojik hâkimiyetini vurgulamaya çalışmak olduğunu belirten McCarthy (2002: 37), başka bir ifadeyle toplumsal varoluşun “bir varlıkbilimsel mutlak şeklinde dondurulan” bir gerçeklik olarak kabul edildiğini ve zihinsel görüngüler dışarıda bırakılarak sosyal gerçeklikle “işlevsel bir alakası olan görüngüler” şeklinde ele alındığını ileri sürmektedir.
Yıldırım (2007: 96)’a göre Mannheim, bilginin bağlamsal olduğunu, bu bağlamın tarihsel ve sosyolojik varoluşun içinde şekillenen grupların oluşturduğu ilişkiler çerçevesinde inşa edildiğini belirtmektedir. Burada ne tarihsel olan toplumsal bağlamdan ayrı bir gerçeklik oluşturabildiği ne de bireylerin tutum ve görüşlerinin zamanlan aşan bir hakikat sunabildiği savunulmaktadır.
Mannheim için toplum, matematik ve doğa bilimleri dışında insani tahayyülün yalnızca ortaya çıkmasında değil, aynı zamanda içeriğinin belirlenmesinde de önemli bir faktör olarak değerlendirilmekte ve ideoloji ile ilişkisi bağlamında ele alınmaktadır. Yine Mannheim, sosyal gerçekliğe ilişkin ideoloji gibi çarpıtılmış imajlar oluşturan ve aynı zamanda ideoloji dışında gerçekliği bu imaj doğrultusunda dönüştürme gücüne sahip “ütopik” düşüncenin de gücü olduğunu savunmaktadır (Berger ve Luckmann, 2008:15 -16).
Mannheim (1936), “İdeoloji ve Ütopya” adlı klasik eserinde, kavramlarımızın ve kuramlarımızın “gerçek yaşamdaki etkinci amaçlar için yaratılmış” olduğunu belirtmekte ve “bilgimizin toplumsal kökleri hakkında düşünmeye ve aynı dünyanın farklı gözlemcilere farklı görüneceğine ilişkin endişe verici gerçekle” yüzleşmeye zorlayan özel toplumsal durumlara değinmektedir. Bu çerçevede Mannheim, özellikle tarihsel ve toplumsal faktörlerin temel belirleyiciliği noktasından hareketle bilginin nasıl şekillendirildiğini açıklamaya çalışmakta ve ideoloji konusundaki düşünceleriyle belirli bir tarihte düşünsel hayatın sosyo- politik hayatla olan ilişkisi çerçevesinde ele alınması Onun, bilgi sosyolojisi alanında önemli yere sahip oluşu, özellikle hermeneutik yöntem çerçevesinde yaptığı kuramlaştırmalardan kaynaklanmaktadır. Bilginin zamansallığı ve sosyal faktörlerce belirlenmesi, onun temel çıkış noktası olarak değerlendirilmektedir. Mannheim’in toplumsal ve varoluşsal belirleyicilik kuramı, özellikle bilgi sosyolojisi alanında belirli bir dönem merkezi bir konumda yer almış ve sosyal olayların açıklanmasında önemli derecelerde etkin olmuştur. Ancak, A. Schutz, ileride açıklanacak kuramsal yaklaşımı ile sağduyu ve gündelik hayat dünyası çerçevesinde oluşturulan toplumsallığın sübjektif (öznel) yönüne dikkat çekmiştir.
Sağduyu Dünyası – Gündelik Hayat Dünyası ve
Alfred Schutz
A.Schutz gündelik hayat ve bilgi gerçekliği açısından sağduyu dünyası ile gündelik hayat dünyası arasında bilgi temelli bir ilişkinin varlığı üzerinde durmakta ve toplumun sübjektif (öznel) çözümlemesinin önemine vurgu yapmaktadır. Bilinç şekillerinin ve onların fenomenolojik analizinin sosyolojik önemi üzerinde duran Schutz, Weber/in “insan eylemi, öznel anlam- larca belirlenir” düşüncesinden etkilenmiştir. Faaliyette bulunanın gerçekleştirdiği eyleme yönelik iki farklı anlamlandırma söz konusu olduğunu belirten Schutz, ilkin yorumlayıcının fikrî dünyasında gerçekleşen nesnel bir anlamlandırmanın oluştuğunu, sonra da eylemcinin zihninde gerçekleşen öznel bir anlamlandırmanın varlığını savunmaktadır. Öznel anlamlandırmanın sağduyuya (common sense) dayandığım vurgulayan Schutz, eylemcinin kendi eyleminin anlammı kendisi yükleyerek yarattığı dünyaya “saf deneyimin orijinal dünyası”; baş- kalarının değer yargılarına göre gerçekleşen eylem alanına ise gündelik yaşam dünyası” denmesi gerektiğini belirtmektedir (Erbaş, 1992:161). Bu bakımdan Schutz’un temel argümanının, sosyolojinin sosyal aktörlerin bilimsel ve gündelik bilgi arasındaki temel farklılıkların kavranabilirliği ve yaşantı dünyasının sağduyu bilgilerini organize etmek için tipleştirmeyi nasıl kullandığı noktasında yoğunlaştığı söylenilebilir. Fenomenolojik yöntem, sosyal eylem için bilginin farklı yönlerinin birbirleriyle olan ilişkisini incelemeyi amaçlamaktadır (Tumer, 2006:536).
Schutz’a göre gündelik hayat, başkalarıyla etkileşim içinde paylaşılan bir özneler arası alan olarak kabul edilmekte ve bu özneler arası dünyanın gündelik hayatm içinde sıklıkla tekrarlanan gerçekliği de kapsayan çok boyutlu gerçekliklerden oluşmaktadır. Schutz açısından bu dünya, “gerçekliği olduğu gibi kabul gören sağduyu (common sense) dünyası”dır. Bu gerçeklik, birey tarafmdan kabullenilen ve sorgulanmadığı sürece de şüpheleri gizleyen bir gerçeklik olarak değerlendirilmektedir. Sağduyunun gerçekliği ve gündelik var oluşu, sosyal dünyadaki “pratik ilgiler” çerçevesinde kavramlaştırılmaktadır (Polama, 1993: 243).
Bu çerçevede D. McCarthy (2002:39), A. Schutz (1971)’a atfen bilgilerin iki sürece maruz kaldığım, toplumsal olarak üretilen bilginin toplumsal olarak dağıtıldığını belirtmekte ve bunun yanında toplumun bilgi stoğunu oluşturan bilgilerin bireyden bireye ve gruptan gruba değişen ölçülerde açıklık, kusursuzluk ve incelikle donatıldığı ve kullanıldığı gerçeğine göndermede bulunmaktadır.
Gerçekliğin Sosyal İnşası ve
Peter Berger – Thomas Luckmann
Fenomenolojik bir yöntem çerçevesinde ele aldıkları önemli eserleriyle gerçekliğin toplumsal boyutu üzerinde yoğunlaşan Berger ve Luckmann, bilgi sosyolojisi alanında önemli bir kuramın ortaya çıkmasını sağlayan temsilciler olarak gösterilebilir. Yeni bir bilgi sosyolojisi kurma düşüncesi çerçevesinde hareket eden P. Berger ve T. Luckmann’ın “gerçekliğin sosyal inşası” kuramı, Avusturya Alpleri’nde başlayan sohbet içinde ortaya atılan fikirlerden geliştirilmiştir. “Gerçekliğin Sosyal İnşası (The Social Construction of Reality, 1966)” adlı çalışmada gündelik hayat gerçekliğinin, toplumsal kurulum sürecinde, özellikle bilgi eksenli bir çözümlemesi yapılmaya çalışılmaktadır. Ayrıca tek bir gerçeklikten söz edilemeyeceğini, bunun yerine objektif ve sübjektif gerçeklik olarak toplumun çözümlenmesi gerektiğini vurgulayan Berger ve Luckmann (2008), gündelik hayatı merkeze alarak düşünceler geliştirmişlerdir.
Polama (1993:261)’ya göre, Berger ve Luckmann nesnel gerçekliği, “kendi isteklerimizden bağımsız olarak algıladığımız ‘onlardan uzaklaşmayı (wish them away)’ istemeyeceğimiz fenomenlere uygun bir nitelik olarak” değerlendirmekte ve “… bizim hep bilgi ya da gündelik yaşamımız içinde fenomenlerin gerçek olduğu ve bunların özel karakterler taşıdığı kesinliğini ‘aradığımızı’ gözlemlediğini” belirtmektedir.
Diğer yandan Berger ve Luckmann’ın önemli çalışmasını, toplumsal yapılanmacılık (social constructionism) düşüncesinin ayrıntılı bir analizi olarak değerlendiren Büyükkantarcıoğ- lu’na (2006:41) göre bu çalışma, gündelik yaşam içinde gerçeklik olarak algılanan olguların genelde toplumsal ürün olduğunu, bilginin bu yapılanma içinde ortaya çıktığı ve anlam kazandığını vurgulamaktadır. Yine her toplumun kültürü ve gündelik yaşam pratiklerinin kendisi için geçerli ve gerçek olarak tanımladığı bilgi birimlerinden oluştuğu ve bu nedenle bilgi ve gerçekliğin birbirleriyle etkileşen eş değerli bir kavram olduğu ifade edilmektedir. McCarthy (2002:45) ise toplumsal gerçekliğin kendi başına oluşan sosyal bir olay olmadığını, aksine üretilen ve aktarılan, anlamı bu aktarım sırasında oluşan iletişim sistemleri içinde şekillenen bir şey olduğunu belirtir. Ayrıca Berger ve Luckmann’ın merkezî noktalarının anlam sorunu ve anlamın toplumsal kurulumunu analiz etmek için felsefi, yazınsal ve tarihsel yaklaşımların etkin kullanımı olduğunu da eklemektedir.
Bu çerçevede bilginin toplumsal kökenleri ışığında şekillenen anlayışın yerini, bilgi ve gerçeklik sorununa odaklanan yeni bir bakış açısı almaktadır. Bu perspektifte, “zihinsel yaşamlarımız ne yalnızca toplum yapımızın ve örgütlenmemizin yansımalarıdır ne de varlığımızın temel ya da önde gelen varsayımsal önermesidir. İçinde yaşadığımız ve kendimizi yönlendirdiğimiz gerçeklikler gelişiminin her evresinde toplumsallaştırılmış bir bilinç içeren toplumsal ve üretken bir sürecin parçası ( McCarthy, 2002: 46).” ifadeleri, gerçekliğin toplumsallığına gündelik hayat ve bilgi gerçekliği penceresinden bakılması gerekliliğini öne çıkarmaktadır.
Zhao (2006:458)’ya göre, yarım asır önce bilgi sosyolojisi alanında önemli bir çalışma çerçevesinde ortaya çıkan bu kuram, gündelik hayat gerçekliğinin sosyal inşasının fenomenolojik bir açıklamasını sunmakta ve yazarlar birbirleriyle yüz yüze etkileşimlerde bulunan bireylerin “şimdi ve burada” çerçevesinde örgütlenen gündelik yaşam gerçekliğini tanımlamaya çalışmaktadırlar. Bu analizlerde bilginin, gerçekliğin sosyal bir inşa ürünü olduğu, toplumsal gerçekliğin kendi başına özerk/ bağımsız olamayacağı ve toplumun belirli olayları belirli anlam sistemleri içerisindeki üretimi sonucunda ortaya çıktığı üzerinde durulmaktadır. Fenomenolojik bakış açısından bilgi, toplum yapısından öte anlama sistemlerinde oluşan bir girişim olarak değerlendirilmekte ve bilgi, daha çok yapı olarak tasarlanan toplumdan öte anlam olarak tasarlanan toplum ile etkileşim hâlinde ele alınmaktadır (Yıldırım, 2007:11).
Berger ve Luckmann, kuramlarım üçlü bir sacayağı üzerine inşa etmişlerdir. Bunlardan ilki, gündelik hayatın gerçekliğinden hareketle toplumsal hayatın çözümlemesine yer verilmekte ve toplum nesnel ve öznel gerçeklikler olarak algılanmaktadır. Toplumun nesnel bir gerçeklik olarak kabul edilmesi, özellikle nesnelleşme, kurumlaşma ve meşrulaştırma açısından değerlendirilmektedir. Nesnel gerçekliğin, bireyin dünyasının yalnızca bir yüzü olduğunu söyleyen Berger ve Luckmann, öznel gerçeklik açısından da toplumun analize tabi tutulmasını gerekli görmektedir. Öznel gerçeklik olarak toplum incelemesinde ise içselleştirme, sosyalleşme ve kimliğin oluşumu noktalarından hareketle toplum ele alınmıştır. Onlar, genel anlamda şunu ileri sümektedirler: “Birey ile toplum, yani kişisel kimlik ile sosyal yapı diyalektiğinde bilginin rolüne dönük yaptığımız analiz, bütün sosyoloji alanları açısından can alıcı önemde tamamlayıcı bir perspektif sağlamaktadır.” Bu çerçevede gündelik hayat ve bilgi sosyolojisi alanları, toplumsal gerçekliğin açıklanmasında temel rolü üstlenmektedir. Gündelik hayatı şekillendiren ve gerçekliğin oluşumunda etkin olan bilgi, yenilenerek ve üretilerek gerçekliğin de üretimini sağlamaktadır (Berger ve Luckmann2008:268).
Yapılan kuramsal perspektiflere bakıldığında Schutz’un, gündelik hayat ve bilgi gerçekliğinin öznel yönünü vurguladığı ve özellikle sağduyu bilgisini öne çıkardığı söylenebilir. Mann- heim ise toplumsal yapının belirleyiciliğini kutsayarak toplumun kurumsallaşmış, nesnel yönüne ağırlık vermiştir. Her iki kuramsal yaklaşımın eksikliklerinin göz önünde bulundurulması çerçevesinde değerlendirilebilecek gerçekliğin sosyal inşası, gündelik hayat ve bilgi gerçekliğini nesnel ve öznel toplumsal gerçeklikler olarak ele alarak sosyolojik çözümlemeye önemli katkılar sunmaktadır.
Gündelik Hayat ve Bilgi Gerçekliğinin
Toplumsal Kurulumuna Sosyolojik Bir Bakış
Gündelik hayat, insanlar tarafından algılanan ve bu çerçevede yorumlanan, kendileri için tutarlılığa sahip bir gerçeklik olarak ortaya çıkmakta; ancak, bu gerçeklik, toplum bireyleri tarafından olduğu gibi kabul edilmekle kalmamakta, aynı zamanda onların eylemlerini ve uygulamalarını şekillendiren bir dünya yaratmaktadır ve bu eylem ve uygulamalar burada korunmaktadır. Bu açıdan gündelik hayat ve bilgi gerçekliğinin sosyal kurulum bakımından betimleyici olduğu kadar deneysel olan fenomenolojik analize önemli katkılar sunduğu ifade edilmektedir (Berger ve Luckmann, 2008: 31-32). Gerçekliğin ihmal edilen en önemli alanının, “gündelik hayat gerçekliği” olduğunu savunan P. Berger, bu gerçekliğin düzenlenmiş ve kalıplaşmış bir nitelikteki gerçeklik olarak algılandığını; tip- leştirilmiş etkileşimlerin diğer bireylerle paylaşılmasından dolayı olduğu gibi alınmış ve sorunsallıktan uzak bir alan olduğunu belirtmektedir (Polama, 1993: 262).
Bu akış açısından hareketle gündelik hayat ve bilgi gerçekliğinin irdelenmesinde, öncelikle bireyin öznel olarak bilinç düzeyi dikkat çekmektedir. Bilincin daima yönelimsel bir karaktere sahip olduğunu vurgulayan Berger ve Luckmann (2008: 33-34)’a göre birey, bilinç sayesinde farklı nesneleri ve farklı gerçeklik alanlarını ayırt edebilmektedir. Bu bakımdan gündelik hayat deneyimleri ile rüyalardaki figürlerin arasında farklı gerçeklikler olduğunu, birey, bilincin varlığı çerçevesinde bilebilir. Bilincin bu özel niteliği yanı sıra var olan çoklu gerçeklikler arasında kendini en üst düzeyde sunan gündelik hayat gerçekliğinin düzenlenmiş bir gerçeklik olarak kavrandığı göz ardı edilmemelidir.
Gündelik hayat gerçekliği, daha önceden nesnelleşmiş bir düzence oluşturulmuş gibi kendini sunmaktadır. Ancak bu gerçeklik, bireyin “burada ve şimdi”liği etrafında düzenlenmiştir ve sosyal hayatın merkezî bir konumunda yer almaktadır. Gündelik hayat gerçekliğinin “şimdi ve burada”lığı, aslında bireyin bilincinin gerçek olduğunun bir kanıtıdır. Yani bilincin gerçekliği ile gündelik hayat gerçekliği paralel bir seyir izlemekte ve birbirlerini etkilemektedirler. Gündelik hayat gerçekliğinin öznel olarak kendini sunuşu yanında özneler arası bir bilinç düzeyi de söz konusu olmaktadır. Bu durum, bireyin bilincinde olan gerçeklikler arasında katı sınırların belirginleşmesinde etkin konumdadır. Çünkü birey gündelik hayatın içinde yalnız başına değildir. Kendisi gibi sosyal etkileşimde F bulunan ve gündelik hayat gerçekliğinin farkında olan bireylerin “burada ve şimdi”liği ortak bir duyu bilgisi çerçevesinde oluşturulmaktadır (Berger ve Luckmann, 2008: 35).
Ortak duyu bilgisinin gündelik hayatın normal, kendiliğinden aşikâr uğraşılan içinde başkalarıyla paylaşılan bir bilgi olduğunu belirten Berger ve Luckmann (2008:37) ‘a göre gündelik hayat gerçekliği, kendini olduğu gibi kabul ettirmektedir. Çünkü gündelik hayat ve bilgi, bireyin anlık oluşan faaliyetlerini kuşatmış durumdadır. Benim için yaşadığım şu an, benim için bir gerçekliktir ve bu gerçeklik sosyal bir kurulumun sonucunda oluşmuş gerek öznel bir gündelik hayat ve bilgi gerçekliğidir gerekse de nesnel, kurumsal anlamda düzenlenmiş bir gerçeklik hüviyetindedir.
Gündelik hayat ve bilgi gerçekliğinin öznel ve özneler arası düzeyleri yanı sıra zamansallık açısından da bu gerçeklik çö- zümlenebilmektedir. Zamansallık, aslında önemli bir sosyallik göstergesidir. Zamansallığın, bilincin temel niteliklerinden olduğunu ve bilincin akışının sürekli zamansal anlamda düzenlenmiş olduğunu vurgulayan Berger ve Luckmann (2008:41-42), zamansallığın hem bireysel hem de bireyler arası bir boyutta etkiye sahip olduğu belirtilmektedir. Gündelik hayatın kuşa- tıcılığı, bireyin nasıl hareket etmesine ilişkin bilgilerle sağlanmaktadır. Örneğin basketbol oynarken bileğimin burkulması hâlinde oyunu hemen bırakmam gerektiğini ve burkulan yere buzla vs. ile müdahale etmem gerektiğine ilişkin bilgim belirli bir düzen çerçevesinde bende mevcuttur ve ben buna göre hareket ederim. Bu açıdan bireyin bilinç düzeyi gündelik hayatta bir gerçeklik olarak ortaya çıkan durumlarla bilginin gerçekliği çerçevesinde sosyal bir inşa olarak kendini üretmektedir. Takvim ve saat, toplumsal hayatta bireyi zamana göre düzenleyen ve şekillendiren bir araç olarak gündelik hayatın gerçekliğini yansıtmaktadır.
Bu açıklamalardan hareketle özellikle gündelik hayat ve bilgi gerçekliği ve kuşatıcılığı çerçevesinde oluşturulan sosyal etkileşim alanın önemli toplumsal yansımaları olduğu gözlemlenebilmektedir. Bu gerçekliklerin özne ve özneler arası bilinç noktasında paylaşılması, sosyal etkileşimin var olduğunun kanıtı hükmündedir. Özellikle yüz yüze ilişkilerde yaşanan etkileşimler, bireyler arasında “burada ve şimdi” etrafında şekillenmekte ve birbirleri üzerlerinde etki yaratabilmektedir. Bilindiği üzere etkileşim, belirli bir iletişime imkân vermekte ve bu iletişim bilgi temelinde gerçekleşebilmektedir. Yaşanan bilgi alışverişi, bireyin gündelik hayat ve bilgi gerçekliğinin “burada ve şimdi”liği noktasında toplumsal bir temel ortaya çıkarmaktadır. Bireyin jest ve mimikleri, yani bir ağlama ya da olumlama hareketi gibi sosyal davranışların temelinde gündelik hayat deneyimleri ve edinilmiş bilgiler yatmaktadır. Toplumsal farklılaşmanın nasıl belirlendiği, özellikle toplumdan topluma değişen niteliklerin neler olduğu ve sosyal davranışların değişimi konusunda nasıl bir süreç yaşandığı vb. sorular, aslında gerçekliğin sosyal kurulumunda gündelik hayat deneyimlerinin ve bu çerçevede oluşturulan bilginin bir gerçeklik olarak toplumların, grupların, kuramların analizinde oldukça merkezî bir konumda yer aldığını desteklemektedir.
Gündelik hayat ve bilgi gerçekliğinin, yüz yüze ilişkilerde ve karşılaşmalarda diğer bireyleri, nesneleri tanımada, anlamlandırmada ve etkileşimde bulunmada rehber olma rolü söz konusudur. Sosyal etkileşimde tipleştirmelerin varlığından bahseden Berger ve Luckmann (2008: 47)’a göre tipleştir- me, şeyler hakkındaki kalıp bilgileri kendinde barındırma ve bunlarla yeni durumlara uyum sağlama girişimidir. Örneğin yolda yürürken karşılaştığımız birey, gündelik hayat gerçekliği olarak şu an için buradadır ve onu öznel olarak bilinç sayesinde bir gerçeklik olarak algılama söz konusudur. Karşıdaki bireyi bir yabancı, bayan ve üzgün olarak yapılan tipleştirme- ler sayesinde bir anlamlandırma süreci yaşanır. Karşıdaki birey hakkında bilgiler, aslında gündelik olarak edinilmiş ve belirli bir anonimleşme sürecinden geçerek tipleştirilmiştir. Bu açıdan, öncelikle öznel bir gerçeklik olarak içselleştirilen bilgiler sosyal etkileşime girildikçe anonimleşmekte ve tipleştirmelerin ortaya çıkmasını sağlamaktadır. Bunu tersten de ele almak mümkündür.
Sosyal etkileşim açısından özne ve özneler arasında benliğin sunuluşunun toplumsal analizini yapmaya çalışan E. Goff- man ise toplumsal kurumlan nesnel bir gerçeklik olarak belirli bir düzende oluşturulan etkinliklerin gerçekleştiği ve algıyı kısıtlayan sabit engellerle çevrili yer olarak kabul etmektedir. Sosyal bir kurumu oluşturan bireylerin bir takım oluşturduklarım, bu kuramlarda belirli bir rutinin gerçekleşmesi sırasında rutinin sahnelendiği bir “ön bölge” ve sahne hazırlıklarının yapıldığı bir “arka bölge” söz konusu olmaktadır (2009: 222). O gündelik hayat ve bilginin gerçekliği noktasında nesnel bir gerçeklik olarak ön bölge; öznel bir gerçeklik olarak da arka bölgenin sosyal etkileşimler açısından çözümlenmesine yönelik farklı açılımlarla önemli katkılar sunmaktadır. Ayrıca Goffman’ın çerçeve çözümlemesi de gündelik hayat ve bilgi gerçekliği açısından tipleştirmelerin ve bilgi kalıplarının belirli çerçevelerde ele alınması gerekliliğine yapılan vurgu olarak okunabilmektedir.
Toplumsal yaşamın temeli olarak kabul edilen sosyal etkileşim ve ilişkiler, her türlü iletişimi kendi içinde barındırmaktadır. İletişimin en basit ve etkili aracı dildir. Bu açıdan tabii dil dışında iletişimi mümkün kılan farklı araçlar bulunmasına karşın gerçekliği algılama ve ifade etme sürecinde etkin ve yaygın bir şekilde kullanılan dili kimlik, algılama biçimleri, tutum ve davranışlar, sosyal ve bireysel özellikler gibi insana has olguları yansıtan bir ayna olarak değerlendiren Büyük- kantarcıoğlu (2006: 25) dilin, sosyal gerçekliğin sembolik bir yansıması olduğunu belirtmektedir. Gündelik hayat gerçekliği olarak dil, toplumu oluşturan bireylerin ifadeselliği açısından nesnelleşme niteliğini kendi içinde barındırmakta ve her türlü insani faaliyetler ürünü olarak şeyler üzerinde yansıma alam bulabilmektedir. Örneğin gündelik hayatın sürdürülmesinde evsel araç gereç olarak kullanılan “bıçak” gündelik hayat ve bilginin gerçekliği açısından belirli bir anlam kümesine sahiptir. Bu anlamlar sosyal bir kurulum süreci sonucunda oluşmaktadırlar. Bıçağın bir gereç olmanın ötesinde bir tehdit aracı olarak kullanılması (örneğin evin kapışma saplanmış bir bıçak) durumunda o, günlük bir nesne olmaktan çıkmış ve belirli bir anlam barındıran ve ileten gösterge hâlini almıştır. Gerçekte bıçağı kapıya saplayan kişi, ev sahibine bir mesaj iletmektedir. Bu mesaj aslında bıçak ile kişi arasında bir içselleşme ile öznel; genel olarak bir tehdit aracı olma noktasında ise nesnel bir gerçeklik olarak gündelik hayatta ortaya çıkmaktadır. Yine burada bıçağın bir anlam yükü taşıması noktasındaki göstergesellik, dilin ya da ifadeselliğin önemini vurgulamaktadır. Hızlı bir nesnelleştirici olarak dil, gündelik hayat gerçekliğinin idamesinin önemli bir teminatıdır (Berger ve Luckmann, 2008:52-53).
Herhangi bir nesnenin gündelik hayattaki yansıması bir göstergeyi gerekli kılmaktadır. Göstergeler, nesnelleşmenin önemli bir belirleyeni olarak öznel anlamlar dizgesini sunmaktadır. Bu nedenle göstergeler, bazı sistemler içinde kümelenmektedir. Bu kümelenmeler içinde en önemli gösterge sisteminin dil olduğunu vurgulayan Berger ve Luckmann (2008: 54-55), dilin toplumda gündelik hayatı oluşturanlarca ortaklaşa kullanılan nesnelleşmeler aracılığıyla şekillenen dilsel göstergelerle idame ettirildiğini ifade etmektedirler. Dil, hem bireyin kendi öznelliğinin hem de etkileşimde bulunduğu kişinin öznelliğinin bir gerçeklik olarak sunulmasını sağlayan önemli bir sosyal kurulum aracıdır. Dilin kaynağı esasında gündelik hayattır. Gündelik hayatta bireyin bilinç sayesinde kavradığı dil, “şimdi ve burada”lığı ile sosyal etkileşimin temelini oluşturan bir gerçeklik olarak ortaya çıkmaktadır. Dil bu açıdan toplumda yaşayan bireylere hayatlarının ilerleyen dönemlerinde, özellikle gündelik hayatın idamesinde yararlı olacak tecrübelerin bilgi çerçevesinde aktarılmasıyla yaşanacak içselleştirme ve var olan durumun nesnelleşmesine büyük katkı sağlamaktadır. Yine dilde meydana gelecek değişimlerin de aslında gündelik hayat ve bilgi gerçekliğinin değişimiyle paralel işleyen süreçler olduğu söylenebilmektedir.
Berger ve Luckmann (2008: 58-59)’a göre dil, “burada ve şimdi”liği aşma kapasitesi noktasında gündelik hayat gerçekliğinin farklı alanları arasında bağlantılar kurmakta ve bu bağlantılar bir bütünlük arz etmektedir. Ayrıca dil, mekânsal, zamansal ve sosyal açıdan şu an içinde burada olmayan şeyleri “burada” kılma özelliğine sahiptir. Kısaca yaşanılan dünya, dil vasıtasıyla ansızın bir gerçeklik hâline dönüşebilmektedir. Yine dil, nesilden nesile aktarılabilen ve gündelik hayatın bir gerçekliği olarak ortaya çıkabilecek bilgi stoklan oluşturması noktasında önem arz etmektedir. Buradan hareketle gündelik hayatın belirli bilgilerce kuşatıldığı söylenebilmektedir. Sosyal etkileşimler, gündelik hayat ve bilgi stoklarının oluşturduğu havuz ile sürekli bir alış veriş içerisindedir. Onlar nesnelleşmiş sosyal dünyaya temel bir mantığın yüklenmesinin dil aracılığıyla sağlandığını, meşrulaştırmanın temelinin dil üzerinden geliştirildiğini ifade etmektedir. Bu tarzda kurumsal alana atfedilen “mantık” toplumsal olarak kullanılan bilgi stoğunun bir parçası olarak olduğu gibi kabul edilmektedir. İyi sosyalleşen kişi, sosyal dünyasını bir bütünlük içinde kavrar ve açıklamalarım bu bilgi üzerinden geliştirir (2008: 61).
Sosyal etkileşim sırasında var olan bu bilgi stoklan, öznelere ve nesnelere belirli nitelikler atfederek sınırlarının çizilmesini ve birinin diğerinden farklılaşmasını sağlamaktadır. Bu açıdan gerçeklikler belirli sınıflandırmalara tabi tutulmaktadırlar. Bu sınıflandırmalar var olan bilgi stoklarına birleştinci, bütünleştirici araçlar sağlamaktadır. Gündelik hayat ve bilgi gerçekliği, özne ve özneler arası boyutta zamansal, mekânsal açıdan, özellikle sosyal etkileşimler ve dil çerçevesinde birey- toplum ilişkisini açıklamada önemli bir alan olarak değerlendirilebilir. Bu çerçevede birey bilinçli bir varlık olarak doğumundan ölümüne kadar sosyal bir kurulumun hem etkileneni hem de etkileyeni konumundadır. Bunu diyalektik bir ilişki ile üç boyutta ele almak mümkündür. Bu üç boyuttan ilki, dışsallaştırma olarak literatüre geçmiş olan Berger ve Luckmann’ın “Toplum bir insan ürünüdür.” önermesinden hareketle açıklanabilir. Dışsallaştırma (extemalization), bireylerin fiziki ve zihnî faaliyetlerinin her ikisinin dünyaya doğru devamlı taşmalarıdır (Berger, 2005:38). Wallace ve Wolf (2004:326)’un bu konuda verdikleri örnek oldukça aydınlatıcıdır. Sosyal etkileşimleri tatmin edici seviyede bulunan iki birey arkadaş olur. Bu iki özne, arkadaş olarak yeni bir toplumsal gerçeklik sergiler. Çünkü iki birey, “burada ve şimdi”liği ile gündelik hayat ve bilgi çerçevesinde bir gerçeklik olarak vardırlar. Burada bireyler isteyerek yeni bir sosyal varlık üretmişlerdir. Yani arkadaşlık, her sosyal etkileşim sonucu ortaya çıkması anlamında insani bir üretimin kaynağıdır ve bu süreklilik arz etmektedir.
İkinci olarak da “Toplum nesnel bir gerçekliktir.” önermesinden hareket edilir. Nesnelleşme (objectivation) asli üreticilerinin daha çok dışa yönelik bir olgusallığı çerçevesinde oluşan gerçekliğin fiziki ve zihnî faaliyetlerinin sonucu olarak değerlendirilmektedir (Berger, 2005: 38). Burada bireyin, gündelik hayatta belirli bir tipleştirme sonucu oluşan düzenlemeleri bir gerçeklik olarak algılaması söz konusudur. Yani birey, dünyaya gelmeden önce belirlenmiş bir nesneler düzeni içinde doğar. Bu nesnelerin belirlenmesi dil aracılığıyladır. Yukarıdaki arkadaşlık örneğine devam edersek bu olgu, aslında bireyler arasında mesaj ileticisi olarak kullanılan dil aracılığıyla yayılan bir anlam taşımaktadır. Yani karşıdaki iki kişi arkadaştır denilirse biz bu etkileşimin içeriğini bilebiliriz. Burada nesnel bir gerçeklik olarak değerlendirilebilecek gündelik hayat ve bilgi gerçekliği, dışsallaştırılmış ve kurumsallaşmış insan etkileşimlerinin bir arenası olarak değerlendirilebilir.
Üçüncü olarak ise “İnsan toplumsal bir üründür.” önermesi ile bu diyalektik süreç tamamlanmaktadır. Son süreç içselleşme olarak ifade edilmektedir. Burada aslında belirli bir alışkanlık hâline dönüşen ve kurumsal düzeni meşru bir zemine yerleştirilen süreç söz konusudur. Toplumsallaşma sırasında benimsetilen bilgiler, gündelik hayat ve bilgi gerçekliği nispetinde içselleş- tirilmektedir. içselleşme (internalization) ifade edilen realitenin kendini tekrar öznel bilincin yapılarına yönlendirmesi (Berger, 2005:38), yani bireylerin kendi iç dünyalarınca algılanması, anlamlandırılması ve iletilmesidir. Bu durum, gündelik hayatın öznel bir gerçeklik olarak algılanan yönüne gönderme yapmaktadır. Arkadaşlık örneği için sosyalleşme sürecinde öğrenilen ve algılanan bilgiler çerçevesinde şekillenen bir içselleştirme yaşanmaktadır. Berger ve Luckmann, bu sosyalleşmeyi birincil ve ikincil toplumsallaştırma olarak ele almaktadırlar. Birincil sosyalleştirmede çocukluk dönemlerinde yaşanan duygusal özdeşliklerle belirlenen etkileşimler söz konusudur. İkincil sosyalleştirmede ise sosyalleşen bireylerin yeni durumlar karşısındaki etkileşim süreci olarak değerlendirilebilmektedir.
Açıklamaya çalıştığımız bu üç boyut, gerçekliğin sosyal kurulumu açısından gündelik hayat ve bilginin kökenleri temelinde yükselmektedir. Üçlü diyalektik süreç, internetin gündelik hayat ve bilgi gerçekliğinin dönüşümünde ve gerçekliğin toplumsal kurulumundaki temel rolü çerçevesinde örneklen- dirilebilir. İnternetin sosyal yaşama eklemlenmesiyle yeni bir sosyal etkileşim ve ilişkiler matriksinin oluştuğunu ileri süren Zhao (2006), bu matriksi “müşterek çağdaşlıklar gerçekliğinin yükselişi” olarak kavramsallaştırmaktadır. Ona göre internet, üç diyalektik süreçte işleyerek gündelik hayat ve bilgi gerçekliğini dönüştürmekte ve toplumsal değişim yaşanmaktadır. Birinci aşamada, yeni bir uzay-mekân bölgesi olarak “şimdi ve burada”lık bölgesi oluşmaktadır. İkinci aşamada, iletişimin yeni bir modu olarak “elektronik text chat” ile gündelik hayat idame ettirilmektedir. Bu iki aşama ile birlikte yeni bir toplanma yeri olarak “online kamusal alanlar” oluşmaktadır. Bu perspektif gündelik hayat ve bilgi gerçekliğinin sosyal, ekonomik, politik, çevresel, kültürel vb. alanların analizinde belirleyici bir konumda yer aldığının güzel bir örneğidir.
Sonuç
Yapılan tüm açıklamalar çerçevesinde gündelik hayat ve bilgi alanlarının gerçekliğin sosyal olarak kurulumunda temel role sahip olduğu ifade edilebilir. Sosyal kurulum sürecinde gündelik hayatın fragmanlara ayrılmış kısımları ve yaşanan deneyimler, belirli bir bilgi stoğundan beslenmekte ve değişimle birlikte gündelik hayat ve onunla bağlantılı bilgi de değişip dönüşmektedir. Ortaya çıkan yeni durumlar belirli dışsallaştırma, nesnelleştirme ve içselleştirme diyalektiğinden geçmekte ve anonim hâle dönüşen yeni durum kurumsallaşarak normalleşmektedir. Bu açıdan gündelik hayat ve bilgi gerçekliği gerek nesnel gerekse de öznel bir gerçeklik olarak kendini sunmaktadır. Bilginin gündelik hayat üzerindeki kuşatıcılığı, aynı zamanda gündelik hayatın toplumsal hayat üzerindeki kuşatıcılığı anlamına gelmektedir. Bu çerçevede yapılacak bilimsel analizlerin, özellikle gündelik hayat ve bilginin nesnel ve öznel gerçeklikleri göz önüne alınarak yapılmasının daha aydınlatıcı olacağı düşünülmektedir.
Bu açıdan gündelik hayat gerçekliğinin bireyin bilinçliliğj çerçevesinde algılandığı, kendi varlığını ve dışındakileri bir gerçeklik olarak gördüğü, diğer yandan özneler arası bir etkileşime de bilinç sayesinde ulaştığı söylenebilir. Gerek özne gerekse de özneler arası bilinç düzeyinin belirli bir zaman ve mekânsallığı kapsaması, sosyolojik analiz bakımından önem arz eder görünmektedir. Bu noktada gündelik hayatın “burada ve şimdi”liği, belirli bir düzen içinde işlemekte ve sosyal olarak düzenlenmektedir. Toplumların sosyo-kültürel, ekonomik, politik, sembolik vb. tüm kodlarının inşa edildiği temel yapı olarak gündelik hayat ve bilgi gerçekliği, ayrıntılı bir çözümlemeyi hak etmektedir. Çünkü toplumlar arasında olay ve olgulara yaklaşım farklılıklarının temelinde, gündelik hayata ve onun idamesinde temel role sahip bilgilerin yattığı ileri sürülebilmektedir. Gündelik hayat ve bilgi gerçekliğinin sosyolojik analizi, bu açılardan kayda değer öneme sahiptir.
Gündelik hayat ve bilgi gerçekliği, toplumsal yaşamın kurulmasından sürdürülmesine ve nesilden nesile aktarılmasına kadar yaşanan süreçte önemli bir inceleme alanı olarak değerlendirilmektedir. Günümüz toplumlarının gündelik hayat deneyimlerinin fragmanlara ayrılması (boş zaman, eğlence, çalışma, internet vb.), modern hayatın “şimdi ve burada”lığı kutsaması (rasyonelleşme, kent yaşamı, moda vb.), gündelik yaşam ve bilgi gerçekliğinin kültürel alanda birçok yansıma alanı bulması (medya, evlilik, ölüm vb.) gibi konular, aslında toplumsal kurulumun nesnel ve öznel boyutları çerçevesinde gündelik hayat ve bilgi temelinde yapılacak çözümlemelerle daha iyi anlaşılabilir.
Editör:M.Hüseyin Mercan – Gelenek ve Modern Arasında Bilgi ve Toplum,syf:40-66
Dipnotlar:
[1] Araştırma Görevlisi, Fırat Üniversitesi Sosyoloji Bölümü
[2] M. de Certeau gündelik hayatı keşfederken özellikle eylemler, uygulamalar ve üretim sanatları kavramları çerçevesinde fikirler ileri sürmektedir. Bu bağlamda “halk kültürünün” ve doğal “halk edebiyatı” adı verilen bütün bir edebiyatın, kendini farklı bir şekilde göz önüne getirdiği söylenebilir: Bu kültür ve edebiyat bir şekilde kendini “eylem sanatına”, diğer bir deyişle işlevsel ve eklemli tüketim biçimlerine dönüştürmektedir. Uygulamalar “halk” zihniyetini, yani belirli bir davranış şekliyle ortaya çıkan herhangi bir nesneyi kullanma, değerlendirme sanatından ayrı düşünülemeyecek bir bütünleştirme ve oluşturma, sanatın düşünce ve bir düşünce tarzını oluşturur (2009: 48 – 49). (ayrıntılı bilgi için bkz. Certeau, 2009)
[3] Henri Lefebvre, “Critique of Everyday Life” isimli klasik eserinde, özellikle gündelik hayat bilgisinin önemine vurgu yapmakta ve Marxist bir düşünceden hareketle gündelik hayatın eleştirel açıdan değerlendirmesini sunmaya çalışmaktadır. Özellikle kapitalizmin gündelik hayat çerçevesinde kuşatıcı- hgı ve artı değerin sürekliliğini gündelik hayat vasıtasıyla nasıl gerçekleştirmekte olduğunun analitik bir çözümlemesini yapmaya çalışmaktadır (avrın tılı bilgi için bkz. Lefebvre, 1991).
Kaynakça
Aytaç, Ö. (2007). ” Kent Mekânlarının Sosyo-Kültürel Coğrafyası”, Fırat Univ., Sosyal Bilimler Dergisi C:17, S: 2.
Berger, P. L. & Luckmann, T. (2008). Gerçekliğin Sosyal İnşası, (Çev. V. S. Öğütle) Paradigma Yayınları, İstanbul.
Berger, P. L. (2005). Kutsal Şemsiye, (Çev. A. Coşkun). Rağbet Yayınları, İstanbul
Büyükkantarcıoğlu, N. (2006). Toplumsal Gerçeklik ve Dil, Multilingual / Baskı Matbaa, İstanbul.
Certeau, M. (2009). Gündelik Hayatın Keşfi; I Eylem, Uygulama, Üretim Sanatları, (Çev. L. A. Özcan). Dost Kitabevi, Ankara.
Certeau, M. & Giard, L. & Mayol, P. (2009) Gündelik Hayatın Keşfi; Isı Konut, Mutfak İşleri, (Çev. Ç. Eroğlu & E. Ataçay). Dost Kitabevi, Ankara.
Durkheim, E. (1982) “Maddeci Tarih Görüşü (Antonio Labriola Eleştirisi)”, The Rules Of Sociological Method, Çev. W. D. Halis, New York, PP. 167-174.
Erbaş, H. (1992). “Sosyolojide Fenomenoloji”, Ankara Üni., D. T. C. Fakültesi Araştırma Dergisi, XIV, 1-2.
Goffman, E. (2009). Günlük Yaşamda Benliğin Sunumu, (Çev. B. Cesar). Metis Yayınlan, İstanbul.
Hekman, S. (1999). Bilgi Sosyolojisi ve Hermeneutik, (Çev. H. Arslan & B. Balkız). Paradigma Yayınları. İstanbul.
Lefebvre, H. (2007). Modern Dünyada Gündelik Hayat, (Çev. I. Gürbüz). Metis Yayınlan, İstanbul.
Lefebvre, H. & Regulier, K. (2005), “Gündelik Hayat ve Ritmleri”, (Çev.
- Gen). Birikim Dergisi, S:191.
Lefebvre, H. (1995). Yaşamla Söyleşi, Sosyalizm, Günlük Yaşam, Ütopya, (Çev. E. Oğuz). Belge Yayınlan, İstanbul.
Lefebvre, H. (1991). Critique Of Everyday Life, Translated: John Moore, Verso Books, New York.
Mannheim, K. (1936). Ideology And Utopia, New York: Harcourt Brace& VVorld.
Mccarthy, E, D. (2002). Bilgi Kültürü Yeni Bilgi Sosyolojisi, (Çev. A. F. Yılmaz). Çiviyazılan Yayınları, İstanbul.
Polama, M. M. (1993). Çağdaş Sosyoloji Kuramları, Çev. H. Erbaş). Gündo- ğan Yayınlan, Ankara.
Tumer, B. S. (2006). The Cambridge Dictionary OfSociology, (General Editör). The Cambridge University Press, New York.
Uçak, Ö. N. (2010). “Bilgi: Çok Yüzlü Bir Kavram”, Türk Kütüphaneciliği, 24,4, Ss:705- 722.
VVallace, R. A. & Wolf, A. (2004) Çağdaş Sosyoloji Kuramları, (Çev. L. Elbu- ruz & M.Rami Ayaş). Punto Yayınlan, İzmir.
Yıldırım, E. (2007). Bilginin Sosyolojisi^ Kavramlar, Teoriler, Pratikler, Baran Matbaacılık, Bursa.
Yılmaz, B. (2009). “Gerçekliğin Toplumsal İnşasında Bilgi ve Bilgi Merkezi”, Bilgi Dünyası Dergisi, 10 (1).
Zhao, S. (2006). “The İnternet And The Transformationof The Reality Of Everyday Life: Toward A New Analytic Stance İn Sodology”, So- ciological Incjuiry, Vol. 76, No. 4, November PP. 458-47.
0 Yorumlar