Gerçekliğin İmalatı: Hakikat Sonrası ve Sosyal Medya

sosyal-medya-takip-940x470 Gerçekliğin İmalatı: Hakikat Sonrası ve Sosyal Medya

Nurdan Atalay,(Dr. Öğretim Üyesi, Mardin Artuklu Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü.)

Ebru Thwaites Diken(Dr.- öğretim Üyesi, Bilgi Üniversitesi, Sinema ve Televizyon Bölümü.)

 

‘öptü beni: Bunlar kâinat gibi gerçek dudaklardır dedi, İster gökyüzünden seyret, ister gözlerimden Körler onları görmese de yıldızlar vardır, dedi.’

Nazım Hikmet, Rubailer

Geçtiğimiz aylarda Twitter’da gazeteci Işın Eliçin ‘Hemen her şeye hakikat sonrası (post-truth) denmeye başlandı. Rica ederim yalana yalan densin.’1 diyerek, hakikat sonrası kav­ramının gerçek ve gerçek dışı ayrımını anlamsızlaştırmasına yönelik eleştirisini dile getirdi. 2016 yılında Oxford Dictionary tarafından yılın sözcüğü seçilen ve özellikle siyaset alanında git gide etkisini arttıran bu kavram, günümüzde yalana ne- den yalan denmediğini anlamak için bize kılavuzluk edebilir mi? Ya da başka bir ifade tarzıyla, hakikat sonrası kavramı »bize nasıl bir toplumsallık içinden seslenmektedir?

Bu makalede iki sav öne süreceğiz. Birinci savımız, sos­yal bilimlerde postmodernizmin hakikatin göreceliği üzerine söylemlerinin hakikat uğruna mücadele alanlarını daralttı­ğıdır. İkincisi ise sosyal medyanın yaygınlaşması ile birlikte deneyimlediğimiz, dolaşıma giren anlatıların, öznelerin ha­kikat üzerine söz söyleme gücünü arttırma iddiasına karşın, hakikatin kurulma süreçlerini daha da muğlaklaştırmasıdır. Başka bir deyişle, sosyal medyanın belli kullanımları, siyaset başta olmak üzere farklı alanlarda (ekonomi, din, sanat, ve­saire) hakikat uğruna mücadele zeminlerini aşındırmaktadır. Sosyal medyanın belli kullanımlarının hakikat fikrine dayalı bir yaşam pratiği üretmeyi olanaksız kılması, demokrasinin ön koşulu olan, prensipte herkesin sözünün bir kıymeti oldu­ğu kamusal alan olgusu sorunsallaştırmaktadır.

‘Yalana yalan diyemediğimiz’ süreçte, hakikat fikri uğru­na mücadele alanlarının daralması birkaç boyutuyla ele alına­bilir. Bunlardan ilki, hakikat sonrası çağda, siyaset alanının, sosyal medya mecrasında, ‘trolleme’ dediğimiz, algı yöneti­mi yapmak amacıyla bilgileri çarpıtma ve kasıtlı olarak ya­lan haber yayma yoluyla şekillendirilmesidir (Hannan, 2018). Oxford Sözlükleri Başkanı Casper Grathwohl’e göre, hakikat sonrası sözcüğünün kullanımı özellikle Britanya’nın Avrupa Birliği’nden ayrılmasını oylayan Brexit referandumu ve Donald Trump’m ABD başkam seçilmesini takip eden aylar­da artmıştır [2]. İkincisi hakikat sonrası çağda siyaset alanının ağırlıklı olarak anlık, duygulanımsal (affective) mekanizmalara dayanmasıdır (Böler & Davis 2017; Papacharissi 2015). Başka bir ifadeyle, hakikat sonrası çağda siyaset alanının rasyonel ve düşünsel mekanizmalardan çok kitlelerin kolektif duygu­lan tarafından şekillendirildiğini söyleyebiliriz.

Bu makaleye öncelikle hakikat sonrası kavramının neye karşılık geldiğini tartışarak başlayacağız. Daha sonra moder- nitenin hakikat fikrine ilişkin perspektifinin ne olduğunu kı­saca açıklayacağız ve postmodern düşünürlerin bu perspek­tife getirdiği eleştirilere değineceğiz. Hakikatin sürekli inşa edilebilirliğini kabul etmekle birlikte, hakikat istencinin etik ve siyasi bir boyutu olduğuna yaptıkları vurgu nedeniyle, Deleuze ve Guattari’nin hakikat kavramsallaştırmasını, ha­kikat sonrası tartışmasının özellikle sosyal medyada izlerini sürmek için kullanacağız. Bir parantez açarak, sosyal medya­yı karakterize eden, doğrusal olmayan, çok sayıda ve çeşitli tesadüfi karşılaşmalar Deleuze ve Guattari’nin toplum analiz­lerinde kullandıkları rizomatik[3] yaklaşım ile de uyumludur. Sosyal medyanın rizomatik yapısı bir aktörün eş zamanı ola­rak birden çok ağa katılmasını olanaklı kılar, ve aynı zaman­da bu ağların birbirlerine eklemlenmesine izin verir. Sosyal medyanın yatay iletişimi olanaklı kılan karakteri, siyasi özne­lerin söz söyleme alanlarım genişletiyor gibi görünmektedir. Oysa, bu makalede, bunun tam tersi bir sürecin işlemekte ol­duğunu tartışacağız. Siyasi öznelerin söyledikleri sözler tam da sosyal medyanın bu yapısı nedeniyle önemsizleşmektedir ve kamusal alanda kolektif yarara ilişkin tartışmaları belir­leyici ve çerçeveleyici olmaktan çok uzaktır. Bu süreci açık­larken kullanacağımız çerçeve hakikat, bilgi ve duygulanım (affect) arasındaki ilişkidir.

İkinci bölümde hakikat, bilgi ve duygulanım arasındaki ilişkinin özellikle siyaset içindeki yerim tartışacağız. Bu çer­çeve içinde, sosyal medya ve hakikat ilişkisini yeniden düşü­neceğiz. Sosyal medya farklı dünya görüşlerine ve toplumsal konumlara sahip insanların gündelik hiyerarşik yapılar dışın­da karşılaştıkları ve temas ettikleri bir alandır. Sosyal medyanın, kamusal alanda kendilerini ifade etme fırsatı bulamayan muhalif grupların görüşlerini ve alternatif haber kaynaklarının duyumlarını yaydıkları bir alan olduğu ve kitlesel pro­testolarda işlevsel olduğu tarihsel bir doğrudur. Buna karşın, ne aktörleri kamusal tartışmalara dahil etme mekanizmaları açısından, ne de kamusal bir ‘müşterek’ fikrinin tesis edilmesi anlamında sosyal medyanın kamusal bir alan sayılamayaca­ğı da literatürde tartışılmıştır. Bu bağlamda, sosyal medya­nın başat bilgi aktarım mekanizmasına dönüştüğü bu çağda kamusal, özel ve siyasal alanların hepsini aynı anda temsil etme iddiasmda olup, siyaset başta olmak üzere, toplumsal yaşamın çeşitli alanlarında hakikat uğruna verilen mücadele­yi zayıflattığını iddia edeceğiz.

Modernite, Hakikat (ve Sonrası)

Oxford Dictionary tarafından yapılan tanımlamaya göre, hakikat sonrası kavramı “nesnel hakikatlerin kamuoyu oluşturmada duygular ve kişisel inançlara göre daha az geçerli olduğu durumlarla ilişkilidir.”[4] Kavramı akademik ve gündelik tar­tışmalara sokan ise Hayes’in 2004 yılında yazdığı, The Post- Truth Era: Dishonesty and Deception in Contemporary Life isim­li kitabıdır. Hayes (2017:22) kavramın kendisini Nation’da Steve Tsecih’e ait bir makalede gördüğünü belirtmektedir. Kitap 2017 yılında Hakikat Sonrası Çağ: Günümüz Dünyasında Yalancılık ve Aldatma ismiyle Türkçe’ye çevrilmiştir. “Post- truth” kavramının, Türkçe’ye nasıl çevrilebileceği konusunda süregiden tartışmalara baktığımız da post-olgusal, gerçek-ö- tesi ve hakikat-ötesi gibi önerilerin olduğu görülmektedir. Bu makalede, Hayes (2017)’in Türkçe çevirisine referansla ‘ha­kikat sonrası’ terimini kullanacağız. Hayes’e (2017: 22) göre, “(B)bu terim gerçeği gizlemenin ille de yanlış olmadığı, pekâlâ yapılabileceği, bu nedenle de aslında kelimenin olumsuz anlamıyla “yalancılık” olmadığı etik sistemlere işaret ediyor.” Bu da yalanla gerçek arasında bir üçüncü kategorinin doğuşuna neden oluyor (Hayes, 2017:25).

Hayes kitap boyunca bu yeni etik sistemlerin kişisel hayat, akademi, siyaset, hukuk, medya ve teknoloji gibi alanlarda gelişme süreçlerini ve birbirinden nasıl beslendiğini tartışıyor. Sonuç kısmında ise bu yeni etik sistemlerin bizleri nasıl bir toplumla yüzyüze bıraktığını ve bu etik sistemden nasıl çıkabileceğimiz konusunda yorumlar yapıyor ve önerilerini sıralayarak bitiriyor. Başta sorduğumuz soruları hatırlarsak, Hayes’in “Mesele Akademik” başlığı altında yaptığı tartışmayı özetleyerek ve sorularımızı bu perspektif ile ele almaya başlamak yerinde olur. Akademide, hakikat sonrasında yalan ve nesnel hakikat karşıtlığının nasıl bir arada olduğunu tartışırken, hakikat peşine düşmek yerine anlatının peşinden koşmanın ve bunun sonucu ortaya çıkan nesnel hakikat karşıtlığı ile totaliterlik arasındaki ilişkiye vurgu yapıyor (Hayes, 2017: 181-183). Bunun sonucu olarak, “kurmaca ile kurmaca olmayan arasındaki sınır gitgide bulanıklaşmaktadır” (Hayes, 2017: 197). Bu tespitlerden yola çıkarak, şu soru sorulabilir? Neden hakikate ihtiyacımız var?

Modem toplum, yalanın daha kolay deşifre olduğu cemaatlere oranla karmaşık bir yapıdır. Simmel (1950; 313-315), karmaşıklaşan toplumsal yaşam içinde insanın doğruluğunu kendisinin test edemeyeceği kadar fazla önermeyle karşılaşacağını belirtirken, bu durum önermelerin doğruluğu konusunda giderek artan oranda karşımızdakinin dürüstlüğüne duyduğumuz inanca gereksinimimizin arttırır. Bu da modern toplumun işleyişini bir tür “kredi ekonomisine” bağımlı kılar. Bu yapıdaki toplumda yalan, sadece yalanı söyleyenin çıkarına çalışacaktır ve toplumun yalana maruz kalan kesimleri için çeşitli riskler içermektedir. Simmel bu noktada yalan söyleyenle yalana maruz kalan arasında eşitsiz bir durum olduğunu tespit etmektedir. Bu eşitsizliği önlemek ise, ancak yalanı toplumsal yaşamın dışına çıkarmakla mümkündür. Simmel’e göre ‘aydınlanma’ bu noktadaki iddiasıyla demokratik bir karakter taşımaktadır. Peki bu iddia ile Aydınlanma nasıl ilişkilendirilebilir?

Aydınlanmanın ve onun sonucunda modernizmin top­lumsal hayata dair taşıdığı en temel iddia, devletin toplumsal sözleşme etrafından yeniden şekillenirken ve kamusal alanın oluşurken akün temel yol gösterici olduğudur. Akim temel yol gösterici olması, hakikati ortaya çıkartacak ussallık ile ola­naklıdır. Aydınlanmacı akıl, topluma dair hakikatin bilimsel yöntemlerle ortaya çıkarılabileceğini savunur. Bilimsel yön­temlerle ulaşılan hakikat topluma dair üretilen diğer bilgiler­den ve kanaatlerden daha güvenilir ve evrensel olarak geçerli olacaktır. Bilginin alanı genişledikçe bilginin karşısında ko­numlandırılan cahillik küçülecektir. Fakat bu süreçte olan şey “daha çok bilgisizliğin farkına varmaktır” (Bauman, 2003:213).

En sık yapılan yanlış bu sürecin katı bir şekilde okunma­sıdır. Nitekim Berman’ın (2013:18), modernizmin ‘kendini bi­teviye eleştirme ve yenileme kapasitesine’ yaptığı vurgu ha­kikati ortaya çıkarma amacının sonucuna değil, sürecine yö­nelik olarak yapılan bir atıf olarak okunabilir. Ya da Bauman’a (2003:213) göre bu yüzleşme anı, esas olanın bilgiyi arttırma­ya dair bir çabaya karşılık gelmesidir. Bu noktada, Simmel, aydınlanmanın demokratik yönünü vurgularken çoğunlu­ğun çıkarına olan hakikatin ortaya çıkarılması çabasının da sonuçtan ziyade bir süreç olduğunu teslim eder. Hakikatin ne olduğunu anlamaya ya da sabitlemeye dair çaba bir alan içindeki aktörler arası iktidar mücadelesini de barındırır. Hakikati anlamaya ya da sabitlemeye dair çaba gösteren ta­rafların ‘hakikat fikri üzerinde uzlaştıkları bir ön varsayım­dır. Başka bir deyişle, hakikatin inşa edilebilir karakteri göz önünde bulundurulduğunda dahi, hakikat istencinin hakikat fikrine dayalı yaşam pratiklerinin ön koşulu olduğunun altı çizilmelidir.

Postmodernizmin ise temelde karşı çıktığı nokta burası­dır; çünkü, postmodernist kuramcılara göre üzerinde uzlaşa­bileceğimiz bir hakikat yoktur. Büyük anlatıların sonu gelmiş­tir ve düşünürün rolü “gerçekliği sağlamak değil, gösterilemeyen kavranabilir için yeni imalar icat etmektir” (Lyotard,1994: 58). Lyotard (1994:58) ‘buradan bir uzlaşma çıkmasının beklen­memesini’ özellikle vurgulamaktadır. Metnin yazarını sorgu­lama ve gerçeğin kopyasından ayrılmasının imkansızlığı ve bütün olup biteni açıklayacak büyük anlatırım imkansızlığı vurgulanmaktadır (Baudrillard, 2017). Bu kavramsallaştırma aynı zamanda hakikate dair bir mücadeleyi de imkânsız kıl­maktadır. Bilginin hem gücü hem de bireyleri üretme kapa­sitesi (Foucault, 2017) hakikate dair genel bir tanımlama yap­mayı imkânsız kılmaktadır. Üzerinde uzlaşılacak bir hakikat yoksa hatta hakikatin artık var olmadığından bahsediliyorsa, bu, uğrunda mücadele edilecek bir hakikat olduğu fikrini de ortadan kaldırmaktadır.

Bu türden iddiaların politik sonuçları vardır, tıpkı haki­kat fikrine dayalı bir yaşam istencinin politik sonuçları oldu­ğu gibi, insanların bireysel deneyimlerinin ya da farklılıkla­rının büyük anlatıların karşıtaymış gibi sunulduğu durum­larda bu deneyimlere ya da hikayelerin bağlamına etki eden ekonomik, siyasi ve kültürel süreçler nasıl yorumlanacaktır? Gündelik hayatlarını işyeri, ev ve sosyal medya üçgeninde ge­çiren kadınların ve erkeklerin deneyimlerini kapsayan bir ha­kikatten nasıl söz edebiliriz? Eagleton’a göre (2000: 43), post- modernistlerin hakikate dair önerileri “pazarın yarattığı çok daha sakatlayın sofulukları perçinlemeyi başarmıştır”. Diğer düşünürlerin aksine, Deleuze ve Guattari’ye göre gerçeklik karmaşıktır ve bu karmaşıklığı yorumlama çabalan gerçek­liği aynı zamanda sınırlandırmaktadır. Bu nedenle Deleuze ve Guattari bütün üst anlatılara karşı eleştirel bir tavır geliş- tirirler (Sanıp, 1997:142). Fakat bu tavır, “Lacan’ın gerçek diye bir şeyin olanaksız olduğu biçimindeki betimini kabul etmeyerek söz konusu betimi tersyüz eder. Gerçeklik arzuların kurduğu bir şeydir” (Sarup, 1997:146).

Bu makalede, özellikle sosyal medyanın hakikat fikrini nasıl aşındırdığına bakarken, Deleuze ve Guattari’nin haki­kat fikrine yaklaşımını temel alıyoruz. Bunun sebebi, düşü­nürlerin hakikatin inşa edilebilirliğini tanıması, hakikati her daim bir ‘Yeni’ ile ilişkilendirmeleri ve hakikatin kendisinden ziyade hakikate ulaşma yolundaki istenç ve sürece odaklanmalarıdır. Nitekim Simmel için de bu süreç hakikatin ken­disini ortaya çıkarma fikrinden daha önceliklidir. Kaldı ki, kendinden menkul bir hakikat fikri, modernitenin kendini öz düşünümsel bir biçimde eleştirmesi ve yenilemesi gerektiği olgusuyla ve bilginin bir toplumsal mücadeleler alanı olduğu bilgisi ile çelişir.

Deleuze ve Guattari’nin bilgi ve hakikat arasında kurdu­ğu ilişkiyi referans almamızın başka bir nedeni, düşünürlere göre, hakikat fikrinin özellikle siyaset alanında aşınmasının nedeninin siyasetin giderek artan bir biçimde affektif meka­nizmalara dayanmasıdır. Sosyal medyanın belli kullanımlarının bu süreçte rolü büyüktür. Sosyal medya kamusal olarak paylaşılan duygulanımları çoğu kez kamu yararına değil, aksi yönde dönüştürmektedir ve yalanın siyasetteki giderek artan belirleyiciliğini pekiştiren bir işlev görmektedir. Her ne kadar siyasetin, hakikat ve yalanla ilişkisi her zaman karma­şık olsa da, kitle iletişim araçlarının yaygınlaşmasıyla bu kar­maşık ilişkinin izini sürmenin zorlaşacağı izleyen bölümde tartışılacaktır.

Hakikat, Bilgi ve Affect

Kitle iletişim araçları toplumdaki anlam kodlarını ve genel geçer değerleri göstergeler dolayımıyla izleyicilere aktarırlar. Bunu yaparken önemli söylemsel etkiler yaratır­lar (Eagleton, 1996: 307) ve gerçekliğin nasıl sunulduğunu belirlerler (Eagleton, 2000: 28). Hayes (2017: 229) de önce televizyonun, sonra da sosyal medyanın hakikat sonrasının ortaya çıkışını ve de kabulünü hızlandırdığını belirtmiştir. Geleneksel medya, faktüel olmayan hakikatler üreten bir propaganda makinesi olarak tartışılmıştır. Althusser (1994) toplumsal formasyonu ve onu ortaya çıkaran üretim ilişkileri içindeki emek gücünün hem nicelik olarak hem de sosyo-kül- türel olarak yeniden üretilmesi gerektiğini söyler. Bu bağ­lamda medya devletin en önemli ideolojik aygıtlarından bi­ridir. İdeoloji kendisini gündelik yaşamın bütün alanlarında (aile, okul, iletişim, ekonomi) ürettiği için, medyanın faktüel hakikat olarak sunduğu şeyler çoğu kez ‘objektif gerçekliği’ yansıtmazlar. Aksine, faktüel hakikatlerin söylemsel temsil­leri, var olan iktidar ilişkilerinin korunması ve sürdürülme­sine yönelik olarak belli anlamlan, egemen güçler lehine inşa ederler. Bu anlamda, kitle iletişim araçlarının, faktüel haki­katleri aktarırken, hakikat olgusunu verili bir düzenin normları içine sıkıştırdığını söyleyebiliriz (Gitlin, 2001). Geleneksel medyanın sunduğu’gerçeklik’, düzenlenmiş olmasına (anlamı törpülenmiş, sivriltilmiş, kaydırılmış) ve izleyiciye belirli bir çerçeve içinde sunulmuş olmasına karşın, medya metinleri, çoğu zaman, kitleler tarafından objektif gerçeklik olarak al­gılanırlar (Gitlin, 2001: 121-124). Başka bir deyişle, faktüel hakikatler toplumsal değer yargılarıyla yüklüdürler. Bu ne­denle, kendilerini tartışmayı mümkün kılan normları ve yasa­ları tasdik ederler. Neyin hakikat olarak inşa edildiği, alanda söz söyleyen toplumsal aktörler arasındaki güç ilişkilerini de ifşa eder. Bu yanıyla, faktüel hakikat, söylemsel üstünlüğün belirleyici olduğu bir görelilik zemininde ifade edilir. Sonuç olarak, gerçek olan ve olmayan ayrımına dayalı olan faktüel hakikat, hakikat kavramının çok dar anlamlı bir yorumudur.

İnceleyin:  Küreselleşme ve Kültür

Deleuze ve Guattari’ye göre, hakikat fikrinin, verili ola­nın, normların ve yasalılık halinin dışında bir konumlanışı vardır. Deleuze ve Guattari, Nietzsche’den esinlenerek, haki­katin nasıl tartışıldığını belirleyen asıl etmenin, hakikatin var oluşu veya içeriği sorunu olmadığını; hakikat istencine ve ha­kikate ulaşma yolunda insanların ne yaptıklarına ilişkin, etik ve siyasi bir soru olduğunu söylerler (Goodchild, 2005:42-44). Zira, hakikat fikrini, verili bir toplumsallığın çizili çerçevesi içinde tartışmak, bu çerçeveyi yeniden üretecek, düşüncenin ‘yersiz yurtsuzlaşmasının’ imkanlarını ortadan kaldıracaktır. Deleuze ve Guattari’ye göre, “Yeni’nin yaratılmasından başka hakikat yoktur” (Goodchild 2005: 116). Hakikatin mekânı virtüeldir. Virtüel kavramı tüm toplumsal ilişkilerin şu an oldu­ğundan daha farklı bir biçimde kurulabileceği gerçeğine işa­ret eder (Deleuze & Guattari, 1987: 94). Dolayısıyla hakikatin bu dünyaya ait bir temsili düşünülemez. Hakikatin zamanı, “‘olmuş’ ile olacak’m çakıştığı bir zamandır” (Diken 2013). Henüz aktüel olmayan ama olabilecek bir potansiyelin zama­nı geçmiş ile geleceği kendisinde çakıştırır. Bu zaman krono­lojik değildir, mesiyanik bir zamandır. Mesiyanik zaman kro­nolojik zamanı kesintiye uğratan, tarihin akışında bir kırılma yaratan zamandır.

Tüm bu nedenlerle, Deleuze ve Guattari, hakikati lexis içinde inşa edilen bir şey olarak görseler de, bu perspektif, postmodenizminin düz anlamda ‘hakikatin sonu’ önerme­si kapsamında ele alınamaz (Goodchild, 2005: 42). Bunun bir nedeni, hakikatin üretildiği koşulların, bilginin hakikat ile olan ilişkisi üzerinde belirleyici olmasıdır. Spinoza’dan Nietzsche’ye ve Deleuze’e uzanan entelektüel gelenek, ha­kikat fikrini, kamusal olarak paylaşılan duyguların toplum­sal alanı yapılandırmasına ilişkin bir sorun olarak görürler (Gilbert in Hannan, 2016:95).

Hakikat sonrası kavramı, özellikle siyaset alanında, ka­muoyunu, rasyonel düşünce ve somut verilerden ziyade kolektif duygulanımların ve yaratılmış algının oluşturduğu bir duruma işaret eder . Demokrasinin temeli olarak görünen rızanın üretiminde temel olan “güvenilir/doğrulanabilir bilgi’den “affektif” olana doğru kaymıştır (Fish,-2016: 212).

” Demokrasinin en asli unsurlarından biri olan rızanın üretimi konuya ilişkin bir kamuoyunun üretimini de gerektirir. Bu kamuoyunun üretimi sürecinde sosyal medyanın belli kullarımları, özellikle de trolleme, hakikatin ölçüsü olan (özellikle aydınlanmacı perspektif için) bilimsellik ve mantıksallık gibi kriterlerin askıya alınmasını kolaylaştırmış; bu kriterlerin yerine tweet’leme sayısı gibi popülerlik ölçüleri hakikatin nasıl inşa edildiğini adeta belirler hale gelmiştir (Hannan, 2018: 220).

Bir parantez açarsak, siyasetin tarihsel olarak affektif bir işleyişi olmuştur. Başka bir ifade ile, öznenin siyaset ile ilişkisi, akılsal olduğu kadar, duygusal ve bedensel olarak deneyimlenir. Modern toplumların gösteri toplumları olarak örgütlenmesi bunun bir karinesidir. Bu kavrayış temelinde, hakikat sonrası kavramının politika alanında iki farklı olguya karşılık geldiği söylenebilir. Birincisi, kitleleri yönetim sanatı olan politika, sıkça ve belli bir siyasi amaca yönelik olarak,. gerçek dışı anlamında yalana başvurur; başka bir deyişle, faktüel hakikati doğrudan gizler, üstünü örter, çarpıtır ve yanlı temsil eder. Yukarıdaki bölümde sosyal medyanın bu süreçteki araçsallığına işaret edilmiştir.

İkinci olarak, politikanın insanların rasyonel düşünme edimlerinden çok, haset, hınç, linç istemi gibi kolektif duygulanımlarına hitap eden bir söz söyleme zemini yarattığını söyleyebiliriz. Politikanın bireylerin faktüel gerçeklere dayalı rasyonel düşünme ve bilme biçimlerinden ziyade “bedensel (visseral) ve duygusal (emotional)” yanlarına hitap eden affektif (affective) bir olgu olduğu sıkça tartışılmıştır (Laybats and Tredinnick, 2016: 204). Duygulanım (beğeni, nefret, heyecan) yaratmaya endeksli bir içerik üretme edimi siyaseti hakikat fikrinden uzaklaştırır. Bu tür içerik üretimi sosyal medya mecralarının siyasal iletişim aracı olarak kullanılmaya başlamasıyla artmıştır. Ya da Hayes’e referansla sosyal medya “her yaştan katılımcı için genişletilmiş bir ergenlik dönemi gibidir” (2017: 263). Ancak şunu da unutmamak gerekir: her ne kadar sosyal medya bu imkanları arttırmışsa daz siyasetin yalanla ilişkisi ontolojik bir ilişkidir.

Antik Yunan’dan beri, dinleyenlerin zihinleri üzerine ha­kimiyet kurmak ve algılarını şekillendirmek için retorik sa­natı kullanılmaktadır. Platon Devlet’inde devletin temelinin mitlere dayandığını söyler ve retoriksel yalarım devleti inşa etmedeki rolünden bahseder. Makyavelli de (2010: 502-503), prenslerin talihin değişen rüzgarına karşı hazırlıklı olmala­rı ve hem doğruyu hem de yalanı kullanmalarını önermiştir. Arendt (1972: 6) siyaset ile yalanın bağını şu sözlerle ifade eder: “doğruluk hiçbir zaman bir siyasi erdem olarak görülme­miştir. .. .yalanlar, çoğu kez, kulağa, gerçeklerden daha akılcı gelir; zira, yalan söyleyen, dinleyicinin neyi duymayı arzu ettiğini daha önceden bilmenin avantajına sahiptir ve imal ettiği yalanı kamu­nun tüketmesi için titizlikle hazırlamıştır”. Fakat Arendt (1972:7) aynı zamanda, kitlelerin yaşamlarına devam edebilmek için yalanla hakikat arasındaki çizgiyi tümüyle görmezden gel­meye zorlandıkları noktada yalanla hakikat arasında seçim yapma noktasına geleceğini de vurgulamıştır. Arendth’ın burada tartıştığı, yalanın siyasete içkin olmasının yanı sıra, yalan söyleyenle yalan söylenenin arasındaki asimetrik iliş­kidir. Bu noktada aslında Simmel’in Aydınlanma ve siyasetin demokratikleşmesi ile birlikte doğan yalanın gündelik hayat­tan atılması beklentisi, modern toplumlarda ancak yalan ve hakikat arasındaki sınır ihlal edildiğinde ortaya çıkmaktadır.

Yalanın gündelik hayattan atılması beklentisinin oluşa­bilmesi, içinde yaşadığımız toplumsal hayatta gerçek ile onun imgesi arasmda, benzer şekilde, orijinal ile kopya arasındaki farkın ayırdma varılıyor olmasını gerektirir. Oysa, imajlar ve imgeler tarafından inşa edilen bir toplumsallık içinde, gerçek ile gerçek olmayanın ayrımını yapmak giderek zorlaşmakta, hatta bu ayrım önemsizleşmektedir. Sonuç olarak, hakikat fikrine dayalı yaşam pratiklerinin üretilebileceği alanlar kay­bolmaktadır. Kamuoyunu sosyal medya gibi siyasal iletişim araçlarının belirlediği hakikat sonrası çağmda kamuoyu algı yönetimi ile yönlendirilmektedir. Bir sonraki bölümde sosyal medyanın bir siyasal iletişim aracı olarak kullanılmasının ve sosyal medya iletişiminin kendi niteliklerinden kaynaklı özel­liklerin hakikatin oluşturulabileceği alanları nasıl aşındırdığı anlatılacaktır.

Sosyal Medya ve Hakikat Fikri

Sosyal medyada yer alan siyasal iletişim için, yalan ile ha­kikat arasındaki sınır giderek artan bir biçimde bulanıklaşmış- hr. Sosyal medyada kasıtlı olarak yayılan yalan haberler siya­setin söylemsel alanının hakikat fikrinden gitgide uzaklaşma­sını beraberinde getirmiştir. Kıta Avrupa’sında ve Amerika Birleşik Devletlerinde sağ popülizmin yükselişine baktığı­mızda, trolleme faaliyetlerinin siyasi gündemin belirlenme­sinde ve kitlenin algısını oluşturmada belirleyici rolü olduğu­nu görüyoruz. Örneğin, İngiltere’de göçmen karşıtı İngiltere Bağımsızlık Partisinin (UKIP) genel başkanı Nigel Farage’in Brexit kampanyası kapsamında, İngiltere’de yasaların yüzde yetmiş beşinin Avrupa Birliği tarafından yapıldığı (Chakelian 2016, içinde Hannan 2018: 222) ve Avrupa Birliğinin İngiltere ekonomisine haftalık maliyetinin 350 milyon sterlin olduğu (Henley 2016, içinde Hannan 2018:222) gibi, sosyal medyada yaydığı yalanların Brexit oylamasının sonuçlarını önemli öl­çüde etkilediği tartışılmaktadır. Benzer şekilde, Fransa’da aşı­rı sağa Le Pen, rakibi Emmanuel Macron hakkında Bahama adalarında yüklü bir banka hesabı olduğuna dair yalan haberler yaymıştır (Hannan 2018: 222). Almanya’da ise, Gatestone enstitüsü Avrupa dışından Almanya’ya gelen göçmenlerin Alman kadınlarına tecavüz ettikleri, bulaşıcı ve ölümcül has­talıkları Almanya’da yaydıkları gibi yalan haberler yaymıştır (Hannan 2018: 222). Uluslararası Sosyal Medya Demeği yö­netim kurulu bakanı Said Ercan Türkiye’nin dünyada sosyal medyayı en çok kullanan ülkelef arasında altına sırada ol­duğunu ifade ediyor; bilmediğimiz insanları takip ettiğimiz­de onların algısına teslim olduğumuzu söylerken, insanlara takipçilerini iyi seçmeleri gerektiği uyarısında bulunuyor[6]. Nitekim, sosyal medyada yalan haber yaymak yoluyla yapı­lan algı yönetimi bir süre önce kriminal bir suç kapsamına alınmıştır. Ancak bazı ülkelerde, bu durum, sosyal medyada paylaşılan muhalif içeriklerin dolaşıma girmemesi hedefiyle bir baskı aracı olarak kullanılmaktadır.

Yalan haberlerin yapılandırdığı bir kamusal alan olarak sosyal medya bilginin hakikat ile olan ilişkisinin neredeyse tamamen kopmasına sahne olmaktadır. Bu bağlamda, ha­kikat sonrası kavramındaki ‘post’ eki, hakikatin geçmişte kalmış bir olgu olduğuna işaret etmez; aksine, dijital görsel teknolojilerin mümkün kıldığı, hızlı dolaşıma giren bilgi, eksik/yanlış bilginin gerçeği gerçek olmayandan ayırmanın imkansızlaşmasına işaret eder (Hongladarom, 2018: 2). Ya da Hayes’e referansla, yalanla hakikat arasında bir üçüncü kate­gorinin yaratılmasına karşılık gelmektedir. Erken dönem in­ternet teknolojilerinin toplumsal hayatta yarattığı en önemli etkilerden birinin gerçek hayat ve sanal hayat ayrımının tesis edilmesi olduğu düşünülebilir. Şöyle ki, ortaya çıkışı itibarıy­la üniversitelerdeki mühendislik bölümlerinin kullandığı bir teknoloji olan internet ortamında, ilk kullanıcıların profilleri belirgin ve sayılan oldukça azdı (Irak ve Yazıaoğlu 2012: 9). Bu yanıyla sanal ortamda kurulan iletişimler aynı zamanda gerçek kimlikler arasında kurulan iletişimler ile örtüşüyordu. Bu durum internet teknolojilerinin hızının artmasıyla ve daha geniş kitlelerce kullanılmaya başlanmasıyla birlikte değişmiş­tir. Web ortamlarındaki “sanal hayatın gerçek hayata taşma- sı’na giden süreç 20001i yıllarda ivme kazanmıştır (Irak ve Yazıcıoğlu 2012:12) ICQ isimi chat yazılımı, sosyal ilişkilerin sanal ortamda da kurulmasına imkân vermiş ve sanal kimlik kavramının ortaya çıkmasını da beraberinde getirmiştir (Irak ve Yazıcıoğlu 2012: 12). Web 2.0 teknolojisinin gelişmesiyle beraber sanal kimliklere sahip gerçek kişiler aynı anda içerik sağlayıcıları olmuşlardır. Youtube, siteler ve bloglar gibi mec­ralarda kişisel hikayeler anlatıldıkça, sosyal medya herkesin eşit söz söyleyebildiği demokratik bir mecra görünümünü kazanmıştır. Facebook’un doğuşuyla beraber, sanal ortamlar­da geçirilen vakit, neredeyse gerçek sosyal ortamlarda geçi­rilen vakit kadar gerçek; sanal ortamlarda kurulan ilişkiler, neredeyse gerçek sosyal ortamlarda geçirilen ilişkiler kadar gerçek algılanır olmuştur.

Özellikle siyaset alanının sosyal medya üzerinden şe­killenmesine aracı olan mecra ise Twitter olmuştur (Irak ve Yazıcıoğlu 2012). Facebook kişilerin siyasi görüşlerini pay­laşmalarına imkân verse de, Twitter/ın internette kısa mesaj atmaya izin vermesi, bu mesajların isteyen herkes tarafından okunabilmesi ve bu iletişimin mobil cihazlarla sağlanabilme­si onu siyaset alanında etkili bir iletişim aracı kılmıştır (Irak ve Yazıcıoğlu 2012: 18). Irak ve Yazıcıoğlu’nun ifadesiyle: “Twitter gerçek hayatta bir olay olurken, o olayın içinden çıkma­dan sanal hayatın içinde de o olayı var etmenin mecrası oldu” (Irak ve Yazıcıoğlu 2012:18-19). Twitter bu bağlamda gazete ve te­levizyonlar gibi geleneksel medya araçlarının yerini almaya başlamıştır. Örneğin, geleneksel medyanın yüklü miktarlar ödeyerek satın aldıkları görseller, Twitter’da kullanıcılar tara­fından paylaşılmakta ve konular da hashtag özelliği ile ilgili kişiler için etiketlenebilmektedir (Irak ve Yazıcıoğlu 2012:19)

Sosyal medyanın siyaset alanındaki rolünü inceleyen akademisyenler Twıtter’ın bir kamusal alan sayılıp sayıla­mayacağını tartışmışlardır (Shirky, 2008; Papacharissi, 2010). Bir grup akademisyen sosyal medya aktivizminin Arap is­yanlarında olduğu gibi politik örgütlenmeyi güçlendirdiği ve özgürlük alanını genişlettiğini savunmuştur. Buna örnek gösterilen olaylardan biri, Anonymous grubunun Wikileaks ödemelerini engelleyen Paypal, Visa ve MasterCard sitelerini hacklemesi olmuştur. (Fuchs, 2014: 258). Toplumsal protes­tolar esnasında binlerce insanın kısa sürede belli alanlarda (Kahire’de Tahrir meydanı, Atina’da Syntagma meydanı gibi) toplanmasına olanak veren Twıtter’ın kişisel alanı siyasal alanla bağlantılandırdığı tartışılmıştır (Papacharissi, 2010: 164, içinde Fuchs, 2014: 256).

Bazı görüşler ise sosyal medya mecrasında oluşan kamu­nun olumlanmasının, dijital kapitalizmin emek sömürüsünü, web ortamındaki güç asimetrilerini ve hedef gözeten reklam­cılık faaliyetleri gibi sosyal medyanın ticari ve iktidarın kitle­leri yönetmesine imkân veren boyutlarını görünmez kıldığını eleştirirler (Fuchs 2014: 256). Sosyal medyadaki ‘tıklama ey­lemciliğinin’ siyaset alanını daralttığı da tartışılan olgulardan biridir (Fuchs 2014: 256).

Sosyal medyanın iktidarlara muhalif grupların örgütlen­mesi için etkin kullanıldığı kanıtlanmış bir olgu olmakla bir­likte, Twitter mecrasının, eşit söz söyleme hakkı olan özneler arasında siyasal iletişimin kurulduğu yeni bir kamusal alan teşkil ettiği savı abartılıdır. Zira, 2009 yılında yapılan bir araş­tırmaya göre, Twitter’da gündem teşkil eden konuların sade­ce yüzde yedisi siyaset ile ilişkili, yüzde otuz sekizi ise eğlen­ce ile ilişkili konular olmuştur (Fuchs 2014:263). Buna karşın, muhalif dünya görüşlerine sahip, örneğin Michael Moore gibi belgesel yapımcıları pop starlara göre çok daha az takipçi sayısına sahiptir (Fuchs 2014: 263). Bu veriler bize gündelik toplumsal yaşamdaki yapıların web ortamına transfer edildiğini düşündürür. Bir diğer nokta ise Twitter kullanıcıları arasındaki asimetrik takipleşme rakamlarıdır. Dolayısıyla herkesin sözünün eşit şekilde duyulduğunu iddia etmek ola­naksızdır. Herhangi bir alanda (tıp, sosyoloji, siyaset) popüler figürlerin, geleneksel medyada yer alan yüzlerin, sansasyonel içerikli yorumlar yapan bireylerin daha çok takipçi sayısına sahip olduklarını; buna karşın, insanların duymak istemedik­leri şeyleri söyleyenlerin, daha iyi eğitimli olmasına rağmen ekran yüzü olmayan uzmanların, sansasyonel içerik barındırmayıp kamusal yarara daha çok hizmet eden içerik sağlayan­ların takipçi sayılarının daha az olduğunu görüyoruz.

İnceleyin:  Dr.Haccac Ali - Seküler Aklın Haritası ''Notlar''

Biz sosyal medyanın özellikle de siyaset alanında hakikat fikrini aşındıran önemli zeminlerden biri olduğunu düşünü­yoruz. Bunun birkaç sebebi var. Yukarıda da belirtildiği gibi, trolleme gibi faaliyetler siyasiler hakkında yalan haber yaya­rak onların oy potansiyellerini, güvenirliklerini, itibarlarını zedelemeyi hedeflerler. Bunun dışında Twitter’ın bir medya olarak kendi nitelikleri de bu sonucu doğurmaktadır, ilk ola­rak, yine yukarıda belirtildiği üzere, Twitter’ın anındalık öğesi bir olaya şahit olan herkesin kamusal olarak görsel paylaşma­sını mümkün kılmış, geleneksel medyanın (çoğu kez egemen grupların baskısıyla) görsellerin paylaşımı üzerindeki teke­lini kırmıştır. Bu habercilik adına olumlu, demokratik alanı genişleten bir gelişme olarak görülebilir. Ancak, Twitter’ın herkesi ‘olay yerinden bildiren’ ve görsel paylaşan birer mu­habire dönüştürmesi, gazeteciliğin eğitimini almış ve bu eği­timde etik davranış kodlarını öğrenmiş ‘gerçek’ muhabirlerin uzmanlıklarını önemsizleştirmiştir (Irak ve Yazıcıoğlu 2012: 28-29). Bu bağlamda, görsellerin belli anlamlan imlediği ve hiçbir görme biçiminin objektif olmadığı düşünüldüğünde (bakınız Berger, 2018), Twitter’da paylaşılan haber içerikleri- nin pek çoğunun genel geçer yargılara dayalı, selektif odaklı ve etik kodlardan yoksun olduğu görülecektir.

İkinci olarak, Twitter’da bir konuyu anında tweet’lemek, konuyu ayrıntıları ile ve doğru olarak aktarmanın önüne geç­miştir (Irak & Yazıcıoğlu, 2012: 29). Zaten anındalık öğesinin her şeyden önemli hale gelmesi, herhangi bir konunun ay­rıntılarını doğrulamak için gerekli süre olmadığı anlamına da gelmektedir (Irak ve Yazıcıoğlu 2012:29). Herhangi bir Twitter kullanıcısının takipçi sayısını artırması da, ancak bir haberi ilk tweet’leyenin kendisi olması, o haberin diğer twitter kul­lanıcıları tarafından re-tweet’lenmesi, ve böylece, haberin ilk tweet’leyenin ismiyle iletilmesi ile mümkün olmaktadır (Irak ve Yazıcıoğlu 2012: 29). Takipçi sayısı ile ölçülen popülerlik kaygısı haberleri anında, gerçek veya yalan olduğunu teyit bile etmeden; hatta kimi zaman, kullanıcının görünürlüğünü artırmak amacıyla kasıtlı olarak sansasyonel içerikli, çarpıtıl­mış haberleri bilerek yaymasına neden olmaktadır.

Twitter mecrasında paylaşılan haberleri okuduğumuz­da çoğumuz tepkilerimizi toplumsal filtrelerden geçirmeden verme eğiliminde oluruz (Irak ve Yazıcıoğlu 2012: 30). Ne de olsa karşımızda yüzyüze iletişimde olduğumuz, söyledikleri­miz olumsuz algılandığında bize tepki verecek gerçek kişiler yoktur. Twitter’ın anındalık öğesi, yazılanlara yapılan yo­rumların da anında verilen tepkilerden oluşmasını beraberin­de getirmektedir. Sözler düşünsel bir filtreden geçirilmeden söylendiğinde çoğu kez, sınıfsal, etnik ve benzeri kültürel ve ekonomik kodları yansıtırlar. Sosyal medyadaki hız ve ano- nimlik gibi özellikler, kamusal alanda çoğu kez açıkça ifade etmeye çekinilen, misojini ve homofobi gibi duygu, tutum ve yaklaşımların rahatça ifade edilebilmesini, yandaş bulabilme­sini ve toplumsal nefreti ve kutuplaşmayı artıran ifadelerin kartopu etkisiyle çok sayıda kullanıcıya ulaşmasını sağlar.

Habermas’m kullandığı anlamıyla kamusal alanda, yurt­taşların kamu yaran hakkında ve kamu yararına ilişkin ko­nuşma özgürlüğü, herşeyden önce müşterekleri artırmayı amaçlayan bir özgürlüktür. Oysa Twitter gibi mecralardaki filtreden geçirmeden söz söyleme farklılıkların altının daha çok çizilmesini, çelişkilerin daha sivri bir dille ifade edilme­sini de sağlamıştır. Hakikat fikrinin toplumsal müşterekler ile olan ilişkisi düşünüldüğünde, Twitter mecrası hakikat is­tencini kıran ve hakikat fikrinin inşasını zorlaştıran bir mecra olarak karşımıza çıkmaktadır.

Twitter’m en fazla yüz kırk karaktere izin vermesi, söz söyleyenin sözünü kısa, adeta slogansal bir biçimde ifa­de etmesine teşvik etmektedir (Irak ve Yazıcıoğlu 2012: 18) Bilginin söze dökülürken kısaltılması ve basitleştirilmesi, emojiler gibi gösterenlerle desteklenmesi, detaylı bir gerek­çelendirmeyi imkânsız kılmakta, neden ve sonuç ilişkilerim görmemizi engellemektedir. Herhangi bir bilginin hızlı ya­yılması bilginin doğruluğundan ve yararından ziyade, çok sayıda takipçisi olan biri tarafından tweetlenmesine bağlıdır (Irak ve Yazıcıoğlu 2012:41). Akış hızı slogansal, kitlesel duy­gulanımları tetikleyici bilgi paylaşımlarım teşvik etmektedir. Twitter’da daha uzun tweet paylaşımları ile ilgili, paylaşımı yapacak kişi, takipçilerini uyarmaktadır.

Twitter komplo teorilerinin yayılması için de çok uygun bir mecradır. Komplo teorileri de karmaşık, çok katmanlı, çok sayıda aktörün güç ilişkilerinin belirlediği siyaset alanındaki mücadeleleri basitleştirerek açıklamaya yarar. Böylece insan­lar toplumsal olguların arkasındaki karmaşık ve anlamlandır­ması uzun süren ilişkileri düşünmek yerine kestirme bir açık­lama bularak hayatı anlamlandırmayı seçerler. Baumanın (2000) terimleriyle iç grupların bir dış düşman belirleyerek bir arada kalmalarım sağlayan komplo teorileri Twitter’da çok hızlı bir şekilde yayılabilmekte ve siyaset alanım daraltmak­tadır. Aynca bu teorilerin çıkış noktasını ve dağılış süreçlerini izlemek de Twitter gibi mecralarda daha zordur.

Aynca Twitter diğer sosyal medya uygulamalarının aksi­ne belirli çevrelerden yönlendirilen ve bazen kişileri bazen de paylaşımları hedef alan çok sayıda bot ve trol hesap içermek­tedir. Bu hesaplar, Twitter’ın özellikle hastag gibi uygulama­larını kullanarak haber akışını manipüle etmektedir. Aynı za­manda Twitter’ın kullanıcı sayısını şişirmekte ve reklamların gerçek kutlamalara erişimini engellemektedir.[7]

Son olarak, sosyal medya kullanımı bir yurttaşın kamusal alana bağlılığının karinesi olan bireyselliğini de tehdit etmek­tedir (Hongladarom, 2018). Twitter ve benzeri mecralar bire­yin sürü psikolojisi ile hareket etmesini kolaylaştıran tekno­lojilerdir. Bir diğer işlevi de, aslında herkesin kendi gibi dü­şünen bireylerle kendi sürülerini oluşturmasıdır. Bu da, yine, Habermas’a referansla, kamusalı küçük adacıklara bölme tehdidini taşınmaktadır. İnternetteki kullanıcının anonimliği özelliği de bireyleri kamusal alan hakkında bir sorumluluk hissetmekten kurtarır. Yine Hayes’e başvurursak, bireyler sonsuz ergenliğin tadım çıkarmaya devam ederler.

Sonuç Yerine

Modernizmin vaadi herkes için adil ve eşit bir dünya yaratmaktı. Modern toplumsal hayat bu vaade ulaşmak için örgütlenen mücadelelerin alanıdır. Bu yazının çıkış noktası hakikat fikrinin izini modernist yorumlarından günümüze dek sürmektir. Hakikat istenci toplumsal aktörlere, uğru­na mücadele edecekleri bir referans noktası sağlamaktadır. Hakikat fikrinin önemini yitirdiği akışkan bir dünyada, uğ­runa mücadele edilen alanların ortadan kalktığım görmekte­yiz. Özellikle de postmodernizmin hakikatin göreceli olduğu önermesi, hakikatin inşa edilebilirliği önermesini yapmaktan çok daha öte bir anlam kazanmıştır. Hakikat sonrası olarak adlandırılan çağ, yukarıda da ifade edildiği gibi, gerçek ile gerçek olmayanın ayrımının önemini yitirdiği bir anlam yaratma sürecinin egemen olduğu bir çağdır. Bu ‘ne için müca­dele edeceğiz’ sorusunun cevabını aramayı imkânsız kılmak­tadır; çünkü önümüzdeki probleme dair ortaya koyabileceği­miz fotoğraf net bir fotoğraf değildir.

Bir örnek verirsek, modernizm çerçevesinde tarihi güç- lülerin yazdığını söylerken, büyük anlatılan eleştirel bir oku­maya tabi tutabiliriz ve söylenmeyenin ardındakini açığa çıkarabiliriz, görünmez kılmanı görünür kılabiliriz. Hakikat sonrası çağda ise, tarihi kimin yazdığını, anlatıları kimin kur­duğunu tanımlayabilecek araçlardan yoksunuz. Sosyal med­ya bizi bu araçlardan yoksun kılmanın bir aracı olarak işlev görmektedir.

Modernizm çağında var olma, görünür olma, kitle içinde, herkesten farklılaşmaya çalışarak biricik olma arzusu özne- leşmenin itici gücü olmuştur. Sosyal medya herkesi görünür kılarken – Andy Warhol’un dediği gibi: “herkes bir gün onbeş dakikalığına ünlü olacaktır”. Öte yandan, sosyal medyanın belli kullanımları öznenin söylediği sözü değersizleştırmektedir. Söz daha fazla duyulmakta, ancak paradoksal olarak sözün etkisi daha az olmaktadır.

Genel olarak, sosyal medyanın hakikatin tanımlanma­sı için mücadele edenlerin gücünü zayıflattığını söyleye­biliriz. Çünkü yukarıda tartıştığımız üzere, sosyal medya, Aydınlanmanın kamusal alan vaadini dönüştürüp, herkese söz söyleme imkânı yarattığı yanılsaması içinde, sözlerin bir­birine karıştığı, herkesin konuşuyormuş ve dinleniyormuş izlenimine kapıldığı, fakat söylenen sözlerin duyulmadığı bir mecradır. Bunun yanı sıra, hem söz söyleyenler arasındaki eşitsizlik eşitleniyor iddiasının aksine, aslında, hem eşitsizlik­ler- kişiler arası, şirketler arası, diller arası, artmakta, hem de toplumsal ayrımlar keskinleşmektedir. Zira, sosyal medya ne kamusal alan, ne özel alan, ne de siyasal bir alandır. Buna karşın, tüm bu alanların yerine geçme iddiasında bulunmaktadır.

Zülküf Kara – Gerçeklik, Arzu ve Göçebelik Üzerine,syf:101-123

* http://www.diken.com tr/trump-ve-brexitetkisi-oxford-sozlugune-gore-yilinkelimesi-hakikat-sonrasi/ p gres

Kaynakça

Althusser, L. (1994). İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları. İstanbul: İletişim Yayınlan.

Arend t, H. (1972). Crises of The Republic: Lying in Politics, Civil Disobedience, On Violence, Thoughts on Politics and Revolution. San Diego, New York, London: Harcourt Brace and Company.

Baker, U. (2016). Kanaatlerden İmajlara: Duygular Sosyolojisine Doğru. İletişim Yayınları: İstanbul.

Baudrillard, J. (2017). Simülakrlar ve Simülasyon, Ankara: DoğuBatı Yayınlan.

Berman, M. (2013). Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor. İstanbul: İletişim Yayınlan. (13. Baskı).

Deleuze, G. (1988). Spinoza: Practical Philosophy. San Francisco: City Lights Books.

Deleuze, G. & Guattari, F. (1987). A Thousand Plateaus: Capitalism and Schizophrenia Vol II. Minneapolis and London: University of Minnesota Press.

Eagleton, T. (2000). Postmodernizmin Yanılsamaları, İstanbul: Ayrıntı.

Eagleton, T. (1996). İdeoloji. İstanbul: Ayrıntı Yayınlan.

Erarslan, R. (2013). “Her An ve Her Yerde Görünür Olmak: Sosyal Medya”. The Turkish Online Journal ofDesign, Art and Communication- TOJDAC October, Volüme 3 Issue 4.

Fish. W. (2016). “Post-Truth” Politics and ülusory Democracy”, Psychotheraphy and Politics International, 14 (3), 211-213. Doi:10.1002/ pp.1387.

Fuchs, C. (2014). Sosyal Medya: Eleştirel Bir Giriş. İstanbul: Nota Bene Yayınlan.

Gitlin, T. (2001). Media Unlimited: How the Torrent of Images and Sounds Overuhelms Our Lives. New York: Metropolitan Books.

Goodchild, P. (1996). Arzu Politikasına Giriş: Deleuze ve Guattari. Ayrıntı Yayınlan: İstanbul.

Gilbert, C.(2016). “Not Intended to be A Factual Stement: On Truth and Lies in an Affective Sense,” in Hannan, Jones (eds) Truth in the Public Sphere. Lexington Books: London.

Hannan, J. (2016). Truth in the Public Sphere. Lanham, MD: Lexington.

Hannan, J. (2018). “Trolling Ourselves to Death? Social Media and post- truth politics”. European Journal of Social Communication, Vol 33 (2), pp. 214-226.

Hongladarom, S. (2018). “Anonymity and Commitment: how do Kierkegaard and Dreyfus fare in the era of Facebook and “post- truth”?”, Al & Society, published online: 23 March 2018; accessed 01.07.2018.

Irak, D., Yazıcıoğlu, O. (2012). Türkiye’de Sosyal Medya. İstanbul: Okuyan Us Yayınlan.

Kalpokas, I. (2017). Ajfective Capacity in Post-Truth Politics: Re-Reading Spinoza’s Ethics,https:liwww.psa.ac.ukJsitesJdefault/fileş/corıference/pa- pers/2018/PSA%20Full%20Paper.pdf(Erişiın Tarihi. 03.09.2018).

Keyes, R. (2017). Hakikat Sonrası Çağ: Günümüz Dünyasında Yalancılık ve Aldatma, İzmir: DeliDolu.

Laybats, C., Tredinnick, L. (2016). “Post Truth, Information, and Emotion”, Business Information Review, 33(4): 204-206.

Makyavelli, C. (2010). “Prens”, Batı’ya Yön Veren Metinler II içinde, Alev Alatlı (Der.), S. 497-504, Kapadokya: Kapadokya Meslek Yüksekokulu.

Paracharissi, Z. A. (2010). A Private Sphere: Democracy in a Digital Age. Cambridge: Polity.

Sarup, M. (1997). Post-Yapısalcılık ve Postmodemizm, Ankara: Bilim ve Sanat Yayınlan.

Shirky, C. (2008). Here Comes Everybody, London: Penguin.

 

Dipnotlar.

1.Eliçin, 14 Haziran 2018

[2] http://www.diken.com.tr/trump-ve-brexit-etkisi-oxford-sozlugune-gore-yilin- kelimesi-hakikat-sonrasi/

[3] Deleuze ve Guattari (1987) rizom kavramını toplumu açıklamak için bir metafor olarak kullanırlar. Toplumda bütünlüğü olmayan çoklukları ifade etmek için kullanılan bu metafor işleyişi itibarı ile bir ağaç köküne benzetilebilir. Köklerin her biri bütüne bağlı olmakla birlikte, eylemsel olarak her birinin ayrı bir işleyişi vardır. Sosyal medyadaki çoklu, çeşitli, doğrusal olmayan, her an her yerden içine gmlebıbr olan yapıyı karakterize etmek için de bu metaforun kullanılabileceği

[4] ‘Relating to or denoting circumstances in which objecti ve facts are less influential in shaping public opinion than appeals to emotion and personal belief.’ https:// en.oxforddictionaries.conı/definition/post-truth (erişim tarihi. 23.09.2018)

1041

[6] https://www.haberler.com/sosyal-medyada-paylasim-yaparken-iki-kez-dusu- nun-10187639-haberi/

[7] https://www.washingtonpost.eom/technology/2018/07/06/twitter-is-sweeping-out- fake-accounts-like-never-before-putting-user-growth-risk/?noredirect»on&utm_ term=*.ef927a6b9a70 (erişim tarihi, 18.10.2018)

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir