BAŞ MİHRAKI: ‘Farmasonluk’ (‘Serbest Yapı Ustalığı’) ve ÖNCÜ ETKİNLİKLERİ:
İktisâd ile Sanayi 1300lerin başlarında vuku bulmuş kovuşturmalardan Templaris mensupları darmadağınık durumda Avrupanın çeşitli yöre’ terine göçüp türlü etkinliklerle geçimlerini temîn ederken; Iskoçyaya sığınmış olanlar, alışılmış sanatlardan taş, yapı ve duvar işçiliği ve ustalığına devâm ettiler.
ispanyada yaklaşık bin yıl sürmüş Islâm döneminin ardından Müslümanlarla birlikte Yahudîler de ülkeden çıkarılmış yahut din değiştirmeğe icbâr edilmişlerdir. 1492de ispanyadan, 1495de de Portekizden sürülmüş olan Yahudîlerin bir kısmı, Felemenk ülkesine iltıcâ etmiş; oradan da zamanla İngiliz adasına göçmüştür. Ortaçağ boyunca Hıristiyanlarca hor görülmüş, kovuşturulup kırıma uğramış Yahudîlere ticâret dışında bütün iş güç kapıları kapalı tutulmuştur. Batı ile Orta Avrupalı Yahudîler, Avrupada mal değiş tokuşuyla meşgulken, gerek Müslüman ispanyadaki gerekse öteki Islâm ülkelerinde yaşayan dindaşları, Müslümanlığın yaygın olduğu bölgelerin yanında, Hıristiyan toplumlarıyla dahî ticârî ilişkiler kurmuşlardır.
Bu yoldan zamanla başta mal olmak üzere, para bakımından da servet sâhibi olmuşlardır. Onbeşinci yüzyılın sonları ile Onaltıncı yüzyıl başlarında zanaat ile ticârette Avrupanın en önde gelen ülkeleri hâline gelen Felemenk ile Ingiltereye göçüp yerleşen bir kısım İspanyol ile Portekiz Yahudîsi, yanlarında getirdikleri mal, para ile hünerlerini, bahsedilen ülkelerde yatırıma ve uygulamaya rahatça aktarabilecekleri ortamlar bulmuşlardır. Öncelikle de İngilterede karşılaştıkları iki toplulukla tarihî bir ortaklığa girmişlerdir. Bunlardan biri, kıta Avrupasından İngiliz adasına sığınmış Templarisler; öbürüsüyse, daha Onüçüncü yüzyılda cereyân etmiş sürtüşmelerden hânedâna karşı siyâsî ve iktisâdî cihetlerden güçlenerek çıkmış olan toprak zâdegânıdır.
İşte, bu üç farklı öbek, Onyedinci yüzyılın sonlarına doğru ‘buluşarak’ kelimenin tam anlamıyla bir ‘akıl izdivâcı’, daha doğrusu, ‘menfaat izdivâcı’ kuracaktır -her ne kadar, ‘izdivaç’, çiftler arasında olursa da! Sözü edilen üç unsurun yerleştiği mahal, İngiliz adasının bellibaşlı şehirleridir. Bunların başındaysa, Londra gelir. Toprakla uğraşmağı bırakıp şehre yerleşen, böylelikle de Yakınçağ tarihinde yeni bir toplum-iktisât sınıfını teşkil edecek olan Kentsoyluluğu (Fr: Bourgeoisie) gündeme sokan bu zâdegân takımı, mal -mal ile mal- para mübâdeleleri sonucunda biriken sermâyeyle Sanayi devriminin başını çekmiştir.
Nisbeten kısa sürelerde büyük miktarda mâlî değer taşıyan malların, yalınkat beden gücü gereksinilmeksizin ortaya çıkarılması anlamına gelen sanayi, başka bir deyişle, fabrikalaşma, geçmişteki bütün öteki üretim araçları ile tarzlarından bambaşka bir olaydır. Burada hammadde denilen işlenmemiş malzemeden mamul maddenin çıkarılması işini üstlenen cıhâzlara makine; birden fazla makineyi barındıran yapılara da fabrika denmiştir. Sanayi, şu hâlde, Yeniçağ dindışı Avrupa medeniyetinin mekanik biliminde temellenen felsefe-bilim sisteminden türetilmiş Maddeci-Mekanisist dünyagörüşü çerçevesinde oluşturulmuş yöntemler kullanılarak mekanik araçlarla maddî yapıların ortaya koyulmasıdır. Bu yolla ortaya koyulanlara mamul madde denir. Mamul maddeyse, hammaddenin, fabrika denilen mahalde bulunan makinelerin işleminden geçirilmesiyle meydana getirilir.
Makineleri çalıştıran kişiye işçi, onun ortaya koyduğu güceyse emek denir. Başka bir deyişle, insanın makine çalıştırma gücü, emektir. İnsanın kol gücü ve el mahâretiyle makine çalıştırma edimi ve bunun toplum ile siyâset düzlemindeki yansımasıysa emekçiliktir.
Mamul maddenin üretilmesi için elzem olan hammaddenin temîn edildiği tabiî-coğrafi-siyâsî yöreye sömürge (Ing: Colony) adı verilir. Mamul maddenin, para karşılığında elden çıkarıldığı yere de pazar (Ing: Market) denir. Çoğu kere sömürge ile pazar, aynı yörede buluşmuştur. Bunun temini için genellikle silâhlı devlet kuvvetleri yahut gayrıresmî -şirketlere ait (Hindistana ve Malayanın bâzı illerine İngiliz tâcı hesâbına el koyan East India Company gibi)— birlikler işe koşulmuştur.
Bundan böyle, en az masrafla en büyük kazancı elde etmek -kâr- ana hedeftir. Taş, toprak, maden, ağaç, insan, istisnâsız her şey, maddî ve manevî bütün birimler ile değerler, az önce bahsettiğimiz gâyeye yönelik araçlardır. Gâyeye ulaşmak çabasında olan birey hâliyle beşerdir. Başka bir anlatışla, ALLAH Tebliğinde bildirilmiş tekmil değerleri temelden red ve inkâr edip kendisini bunlardan bağımsız ilân eden ve yeni yükselen medeniyette baş rolü oynayan bireylilik durumundaki beşerdir.
Bundan önceki -kısmen Eskiçağ Ege medeniyeti istisnâ sayılırsa- bütün medeniyetlerde esas câmia (Ing: Community) iken, burada merkeze kayan tek başına oluşuyla bireydir. O, artık dünyanın odağı durumundadır. Maddî’mâlî menfaatine erişmek amacıyla ona bütün araçlar, gereçler ile yollar mubahtır. Tek başına altından kalkamayacağı güçlükleri yenmek için başka bireylerle mukavele yahut ittifak akdedebilir. Bu yeni medeniyetin en önde gelen fikir babalarından Thomas Hobbes (1588-1679), toplumun (îng: Soci- ety) bireyler arasında akdedilmiş mukavelelerden vucut bulduğunu öne sürmüştür. “Herkesin herkesle savaş” (L: “Bellum omni- um contra omnes ) durumunda bulunduğu bir dünyada “insan insanın kurdudur” (L: “Homo homini lupus”).
Mukavele veya ittifak akdları, bu sürekli mücâdele ve rekabet ortamındaki süreli ‘ateşkeslerdir. Dikduran -artık, ‘başıboş’ anlamında- serbest insan (L: Homo erectus liber), kibirlidir ve dünyaya menfaatleri açısından yukarıdan bakar. Mukaveleler veya ittifaklar, işler ikmâl olunur olunmaz sona ererler. Bu, ailenin esası olan Evlilikten tutunuz da, toplumun en üst ve karmaşık teşkilâtlanışını ifâde eden Devlet yapılanışına dek uzanan bir durumdur. Mukavele veya ittifak süreleri geçici barış zamanlarıdır.
İşte, Friedrich Nietzsche’den (1844′ 1900) Yeni İnsanın tasvir ve tavsifi:
“Ecce Homo”: “Elbette! Biliyorum aslımı, esasımı;
Aynen alev, yanmağa doymayan,
Yana yana kendini bitiren.
Neyi tutsam, nurlanıveriyor;
Neyi bıraksam, kararıveriyor.
Hiç şüphe yok: Ben alevim!’’
“Yeni Denizlere:“Gitmek istiyorum oraya;
Güvendikçe güveniyorum kendime ye kavrayışıma. Deniz uzanıp gidiyor alabildiğine;
Cenevizli gemim almış başını, yelken açıyor maviliklere. Her şey, yeni, yepyeniymişçesine parlak gözüküyor bana. Yatmış zaman ile mekân öğle uykusuna.
Gözün -koskoca Bakıyor bana -sonsuzluk!”
Bu ‘nevzuhur’ trajik insanın ilişkilerinde gördüğümüz hercaîliği, avâmî söyleyişle, “öküz öldü, ortaklık bitti” atasözüyle de özetleyebiliriz. Buna karşılık, ‘eski’ inanmış insanınkilerini de yine Mevlâna Celâleddin Rumî’den bir beyitle dile getirelim: “Canın canıma karışmıştır; seni inciten her şey, beni de incitir”. Atasözümüz, ‘’confédératif’, faydacı ilişkileri ele verirken, Mevlânanın beyiti bize içden bütünlüklü olanları yansıtmaktadır.
‘Confédératif, faydacı ilişkilerden doğan ittifakların esası, daha önce bahsi geçen ‘menfaat izdivâcı’dır. Böylesi ‘izdivâç’lardan tarihte yepyeni bir sayfa açacak boyuttakisiniyse, İNGİLİZ-YAHUDÎ İTTİFAKI olarak adlandırıyoruz. Söz konusu ‘İttifak’, çenber çenber, daire daire yükselen yahut genişleyen çeşitli alt birimlerin veyahut ortaklıkların meydana getirdikleri bir karma yapıdır. Birbirlerine karşıtmış gibi gözüken siyâsî, fikrî, iktisâdî hareketler ile akımların,aslında belirli bir çekirdek teşkilâttan, kuruluştan türeyip yönlendirildikleri ilk ‘bakışlar’da göze çarpmaz.
Teoman Durali,Çağdaş Küresel Medeniyet
0 Yorumlar