Edeb kanda haya kanda resûle iktida kanda
Begüm sıdk ü safa kanda dutup kalbi kasavetler
Hakîkî
Edep nerde kaldı, utanma nerde kaldı. Ya Peygamber’e uyma? A beyim, kalpleri kasvetler istila etmiş, doğruluk ve esenlik ne gezer!
ESKİLER hoşlarına gitmeyen bir hale şahit olduklarında “el- hayâ ve el-edep!” diye hayıflanma nidası salıverirlerdi. Buradaki edep kelimesi terbiyeli olmayı, hayâ ise kalpteki utanma duygusunu karşılar. Hayâ karşılığı olarak Türkçemizde “ar” diye bir kelime vardır. Ar ve hayâ örneği insanlar veya arsız insanlar… Ve arsızlaşan kalpler… Allah’tan, akraba ya da yabancılardan, vicdanından utanmayan pervasız kalpler…
Kalp nefse daima arlı olmayı, hayâyı önerir; nefis ise yasaklı bir işe bulaşarak veya iyi bir şeyi terk ederek kalbe mukavemet gösterir. Hayâ sahibi olan kalp, arsızlaşan ise nefistir. Çünkü hayâ kalbin hamurunda mevcuttur ve yerinde kullanılırsa insanın ruhunu da tabiatını da güzelleştirip onu ahlâk örneği haline getirir. Bu konuda kişi kendini daima kontrol et- inekle yükümlüdür. Söz gelimi nefsimiz çirkin davranışlardan rahatsız olup onları terk ediyorsa bu bizim ar sahibi olduğumuzu gösterir; buna şükredilir. Değilse zaten arsızlık insanın yüzünü kızartacaktır.
İslâm tarihinde hayâ örneği olarak bilinen kişi Hz. Osman’dır. Resûlullah Efendimiz, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer hâne-i saadete ziyarete geldiğinde rahat davranır, öyle karşılar ama Hz. Osman geldiğinde hemen derlenip toparlanır, bunu merak edenlere de “Meleklerin bile hayâ ettiği insandan benim hayâ etmemem doğru olmaz” açıklamasını yaparmış.
Müslüman toplumların en önemli vasıflarından birisi kalplerindeki hayâ vasfıdır. Ahlâk ve terbiyenin esasları yüzyıllar boyunca hep ar duygusuyla yoğrularak sürüp gitmiştir. “Eğer utanmıyorsan istediğini yapabilirsin” (Buhârî, “Enbiyâ”, 54) hadisi dillere peleseng olarak hâlâ toplumsal hayata yön vermektedir. Öyle ya, kişi ar duygusundan sıyrılmışsa, ayıplanmaktan kaygı duymuyor, utanmıyorsa artık onu kötülükten ne alıkoyabilir? Oysa kalbinde hayâ hisseden birisi, yapacağı işin doğru olup olmadığım önce vicdanında sorgulayacak, kötü ise utanacak, yapmaktan vazgeçecektir. Bu bakımdan kalbin hayâsı insanın gidişatında da belirleyicidir. Çünkü kalp bir olay, söz veya oluşum karşısında kendine “Sonunda bundan utanır mıyım?” diye sorar. Utanılacak bir şey ise yapmaktan vazgeçer, utanılmayacak bir şey ise yapar. Demek ki kalpteki hayâ, hayatın da belirleyici unsurudur. Yani insan, kötü olabileceğinden şüphe edilen şeylerden ancak hayâ sayesinde uzak kalabilir; kanunlar, polisiye tedbirler ve jandarma korkusuyla değil.
İnsan hayâ duygusunu kalbinden aklına da indirirse ona uygun bir düşünme ve muhakeme yeteneği kazanır. Toplumda Benim kalbim temiz!” diye gezen nice insanlar vardır ki düşünme ve muhakemeleri temiz değildir. Oysa kişinin düşüncesi temiz olmadan kalbinin temizliği bir işe yaramaz. Hayâ sahibi olmadan, ar daman çatlayan biri için kalp temizliği meziyet midir ki?
Sûfiler hayâyı ikiye ayırırlar. Kulun her hal ve tavrında Allah tarafından görüldüğü bilincinden doğan hayâ veya Allah’a yakınlıktan doğan hayâ. Birincisi dervişe katlanmayı, belâlardan şikâyet etmemeyi; İkincisi ise Allah ile olup halk ile ilişkiyi koparmayı öğretir.
[*] İbn Teymiyye, Kalp Amelleri, s. 116.
İskender Pala – Kalp,syf.290-292
0 Yorumlar