İstiklal Savaşımızın meşhur bir Ayıcı Arif‟i vardı, Samsun‟a ilk çıkanlardandı. Milli Mücadele‟de çeşitli hizmetleri görüldü, Albaylığa kadar yükseltildi, Eskişehir milletvekili oldu. Ne gariptir ki, 1926 İzmir Suikasti davasında asılanlardan biri de odur. Sebebi, Milli Mücadelecin ilk hatıratı olma özelliğine sahip anılarının kenarına aldığı bazı notlardı.
Ayıcı Arif‟in hatıratında bir nokta dikkatimi çekti. Diyor ki 2. bölümün hemen başında: Birinci İnönü zaferinden sonra “Daha önce Doğuyu aydınlatmış olan hürriyet ve istiklal güneşi, şimdi Batı‟yı aydınlatıyordu.”
Aslında Kâzım Karabekir Paşanın Doğudaki zaferlerini bilenler bu cümleye pek fazla şaşırmayacaklardır. Lâkin mevcut inkılap Tarihi kitaplarımızda Batı cephesindeki mücadelelerden başkası hemen hiç anlatılmadığı için „daha önce Doğuyu aydınlatmış olan güneş esprisi yeni neslin kafasında bir “pokemon” gibi parıldamaktadır. Ne de olsa birazdan göreceğimiz gibi bir zamanlar adı, Şark Fatihine çıkmış olan Karabekir Paşa‟nın adı tarihten silinmiştir.
İşte kızımın okumuş olduğu 8. sınıf İnkılap Tarihi kitabında İnönü’nün 15 fotoğrafı varken, Karabekir’in bir fotoğrafı zar zor yer alabilmiş bulunuyor. Anlamlı bir gösterge değil mi ?
1925 yılında, yani resmi tarihin temel kaynağı sayılan Nutuk un okunmasından 2 yıl önce yayınlandığı için Ayıcı Arif’in anılarından, henüz resmi tarihin köşeli anlatımı tarafından biçimlendirilmemiş bazı bilgilerin sızdığı gözden kaçmıyor. işte bunlardan birisi:
Hani fedakâr Anadolu kadınlarının kağnılarla cepheye silah taşıdığı yazılır, çizilir, filmlerde sık sık resimleri gösterilir ya, şu soru unutulur nedense:
Sahi bu silahlar nereden nereye götürülüyordu?
Sanki Batı cephesinden yine Batı cephesine, öyle değil mi? Ayıcı Arif e bakılırsa hiç de değil. Şöyle diyor kendisi: Yunanlılara karşı hazırlanan ordumuzun muhtaç bulunduğu silahlar ve malzemelerin büyük bir bölümü ta Erzurum’dan develerle, Diyarbakır ve Sivas’tan kağnılarla çekilmiş ve gönderilmiş… Karlı ve yağmurlu mevsimlerde, çamurlu ve batak yollarda yapılan bu büyük gönderme ve taşıma… Aylarca ve yıllarca devam etmiştir.
Demek Erzurum’dan, Diyarbakır ve Sivas’tan silah getiriyormuş çamurlar içinde o gıcırdayan kağnılar ha?
Doğu cephesi neden yok ?
Peki bu böyle de, neden İstiklal Savaşında Doğu cepheyi bir iki satır dışında hiç anılmaz? Bu kağnıların Doğudan girildiğinden söz edilmez? Hele hele develerden hiç bahis yoktur dikkat ettiyseniz.
Velhasıl Antep, Maraş, Urfa savunmaları dışında resmi tarihimizde zikredilmeyen, üstü örtülen bir tarih cereyan etmiştir. Doğuda. Bu, aslında Türkiye‟nin kurgulanmasındaki temel bir sakatlığa da işaret ediyor. İleride göreceğimiz gibi “İlk kurşunun bile İzmir‟e endekslenmesindeki inceliği anlıyorsunuzdur umarım.
Neyse.
Ayıcı Arif‟in hatıratında Birinci İnönü Savaşını anlatırken sadece bir yerde İsmet Paşadan bahsetmesi de epeyce tuhafıma gitti. Şöyle diyor:
10 Ocak günü İnönü‟ne gelen Batı Cephesi Komutanı Albay İsmet Bey bu heyecanlı ve kanlı savaş ile yakından ilgilenmiştir.
Bu kadar! Evet, sadece bu kadar!
Yani Yunanlılarla çarpışma 1921 yılının Ocak aynın 6‟sın- da başlamış, İsmet Paşa ise ancak ayın 10‟unda cepheye müdahil olmuşlar, nitekim geldiği günün akşamı zaten Yunanlılar geri çekilmiştir. (Birazdan göreceğimiz gibi zahmet etmeseydi daha iyi olurdu.)
Sizin anlayacağınız, İsmet Paşa‟nın Birinci İnönü Savaşının kazanılmasında herhangi bir pay sahibi olmadığını, Tevfik Bıyıklıoğlu haricinde bizzat savaşın içindeki bir subay olarak Miralay (Albay) Arif Bey de açıkça söylüyor.
Herhalde Ayıcı Arif‟in hatıratını yayınladıktan bir yıl sonra neden asıldığına dair bir ipucunu yakalamış oldunuz, değil mi? Susturulduğunu söylemek daha doğru olsa gerek.
Geçen bölümde İnönü savaşlarını İsmet Paşanın kazanmadığını, özel notlarına dayanarak yazdığım eski Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Albay Tevfik Bıyıklıoğlu’na bakılırsa, İsmet Paşanın özelliği, her başarıyı kendisinden bilmesi ve etrafa bu kanaati vermeye çalışmasıdır. Başlıca vasfı, en büyük hamisine ve velinimetine (Atatürk‟e) olduğu gibi yakın muharebe arkadaşlarına karşı da nankörlüğü ve vefasızlığıdır.
Birinci İnönü Savaşı hakkında yanlış bilinenler:
Tevfik Bıyıklıoğluna göre Ocak‟ın 10‟unda İnönü‟deki birliklerinin başına gelebilen İsmet Paşa, gelir gelmez 24. tümenin Yunanlılar karşısında gerilemesinden paniğe kapılarak 4. ve 11. tümenlere saat I4’te, hem de güpegündüz ricat (geri çekilme) emrini vermiştir. Halbuki 24. tümenin hücum taburuyla 174. alayın 1. taburu ve cephe süvari bölüğünün müdahalesi sayesinde İsmet Paşanın korktuğunun tersine, tehlike bir süre sonra bertaraf edilmişti. Eğer ille de bir ricat emri verecek idiyse hiç değilse havanın kararmasını bekleyebilirdi.
Savaş, bu birliklerin İsmet Paşanın geri çekilin‟ emrine rağmen, bir başka deyişle hava kararıncaya kadar çekilmeyi ertelemiş olmaları sayesinde kazanılmıştır. Bu sert direniş karşısında Yunanlılar tasarladıkları baskını gerçekleştiremeyecekleri hükmüne varmışlar ve Bozüyük u yakarak geri çekilmişlerdi.
En çarpıcısı, Yunanlıların geri çekildiğini 11 Ocak sabahı bir köylünün haber vermesidir. Bu, geri çekilmeyi bekleyen İsmet Paşanın başına konan bir talih kuşu olmuştur. Haber üzerine birliklerimiz Yunanlıların çekildiği hatta ilerleyebilmişlerdi.
Sonuçta İsmet Paşa gereksiz yere Kütahya‟da günlerce vakit kaybetmiş, savaşı cepheden uzak kalarak idare etmek istemiş, cepheye geldiğinde ise birlikleri derleyip toparlama becerisini gösterememiş ve gereksiz bir ricat emri vererek hatalarına hata katmıştı.
Tevfik Bıyıklıoğlu’na göre bu savaşın gerçek kahramanları 4. tümen komutanı Nazım, 11. tümen komutanı Arif ve 24. tümen komutanı Atıf beylerle, 50, 70 ve 127. alaylar, 24. tümen hücum taburu ve 174. alayın 1. taburu ve bunların cesur, fedakar komutan ve subay ve Mehmetçikleriydi. (11. Tümen Komutanı, yukarıda tanıttığımız, sonradan İstiklal Mahkemesi tarafından asılacak olan Ayıcı Arif tir.)
Ancak bunlardan hemen hiçbiri ödüllendirilmediği halde (ödüllendirilmesi gereken Atıf Bey, ödül bir yana, hemen sonra apar topar emekliye sevk edilmişti), muharebeyi müteakip İsmet Paşa sanki savaşı hakkıyla kazanan bir komutan imiş gibi tuğgeneralliğe yükseltilmiştir; dahası, kendisine bu zaferi armağan eden silah arkadaşlarına sözle dahi takdirlerini belirtme lütfunda bulunmamıştır.
Bunlara bir de Eskişehir-Kütahya bozgunundaki fecaat yönetimi eklenince hem Mustafa Kemal, hem de Fevzi Paşa, artık İsmet Paşanın büyük kuvvetlere komuta edemeyeceğini anlamış, bir daha ona bu tür önemli görevler verilmemiş, adeta cepheye yaklaşmasına müsaade edilmemişti. Bunun en büyük kanıtı ise ne Sakarya’da, ne de Başkomutanlık Meydan Savaşında Garp Cephesi Komutanı olduğu halde İsmet Paşanın adının geçmemesi değil midir?
Merhum Adnan Menderes’in 1950’lerin başlarında mecliste dediği gibi,
“Paşa, yeter artık.”
Mustafa Armağan- Küller Altında Yakın Tarih
0 Yorumlar