Zafer
Bir millet zafere kavuşmak istiyor. Bir insan zafere kavuşmak istiyor. Milletlerin ve fertlerin hayatı her adımda bu istekle idare ediliyor. Bir millet, bir diyar, bir ülke istiyor. Bir milletin insanları para, mevki, şeref, aile ve dâva istiyorlar. Gazeteler bu zaferleri yazıyorlar. Halk kütleleri bu zaferleri alkışlıyor. “Filân adam şef, başkan oldu… Filân pehlivan birinciliği kazandı… Filân takım maçı kazandı… Filân genç yüzme yarışını kazandı… Filân tayyare bileti büyük ikramiyeyi kazandı… Bilmem ne palası filân satın aldı… Filân millet harbi kazandı… Filân parti seçimi kazandı… Filân adam hakaret dâvasını kazandı.” Bu adamlar ne kazanıyorlar ve insanlığa ne kazandırıyorlar?
“Bir gazete baskı adedini artırmaya çalışıyor. Bir öğret¬men dil kurumuna aza olmaya çalışıyor. Bir memur âmirinden hulûs kazanmaya çalışıyor. Bir tüccar sermayesini arttırmaya, bir asker rütbesini yükseltmeye çalışıyor. Bir küçük büyük olup âmirleşmeğe çalışıyor. Bir siyasî rakibini aldatmaya, bir kadın âşıkını aldatmaya çalışıyor. Bir esnaf da müşterisini kandırmaya çalışıyor.” Bu insanların hepsi çalışıyor. Neye yarıyor bu çalışmalar, kendileri için ve insanlık için?
Filhakika bu kazançlar ve bu çalışmalar gerçekten zafere ulaştırıyorlar mı? Ruhumuzun, ama hepimizin ruhumuzun aradığı sükûn ve selâmete kavuşturuyorlar mı? Bize öyle geliyor ki kazandıkça kaybediyoruz. Kaybetsek kazanacaktık. Başkanlığı, maçı, ikramiyeyi, harbi küçük gören, ruhumuza yabancı ve ona nazaran bayağı gören bir irademiz olsaydı ve bu irade bütün kuvvetiyle kendine sarılarak kendini isteseydi, kendi ruhunu ve bütün insanlıkta müşterek olan külli ruhu isteseydi kurtulacaktık; hakikata ulaştığımızı anlıyacak ve selâmete kavuşacaktık.
Varlığımızın en trajik hâdisesi olan mukadderatımız meselesi en doğru ve ruh ile aranan çözümüne kavuşacaktı. Ruh ile ruhu istemesini bilmiyor, sonra sürünüyoruz. Nihayet yine bir ıztırap kurtarabiliyor. Ruhu inkâr edip ancak balta ile, yumrukla istemesini bilenler, İskender’ler, Napolyon’lar ve Sezar’lar, kendi ruhlarım bomboş ve milletlerini âtîsiz ve talihsiz bıraktılar, kıtaların yıkımına sebep oldular. Bunların arasından, “ruhunuzu yapınız, dünya yapılacaktır’’ diyebilen bir müjdeci çıkmadı. Bize ebedilik vadeden âyetleri bunlar getirmediler. Felâket içinde bile ruhunu muhafaza eden şu millete bakın: Ellerindeki varlık hep alınmıştır; lâkin ruhları duruyor.
Zulüm görüyorlar; lâkin ıztırap silâhlarıdır. Kaybetmiştirler; fakat kazanacaklardır. Onlar inanıyorlar ve inandıkları için, şerefleri çiğnenmiş, hayatları çiğnenmiş, ümitleri çiğnenmiş olduğu halde onlar ayaktadır. Zaferle etrafa çevrilip parıldamıyan ve toprağa çivilenmiş dolaşan meyus, muztarip gözleri birbirlerine çevrildiği zaman sanki şöyle söylüyor: “Ne güzel ıztırap! Zafer geldiği zaman da bunu duyacak mıyız? Bu İlâhî rüyayı, bu ıztırabı kaybetmeseydik.
Heyhat zafer geldiği zaman gaflet de geliyor. Muzaffer gözler etrafi görmüyorlar. Milyoner tüccar çok fakirdir. Onda servet arttıkça varlıklar tükeniyor, tokluklar tükeniyor. Şöhret zavallısı, mektep budalası âlim bilmiyor… Arzın her köşesinde ateşe dokunan eller biliyor; öğrenen bilmez, yaşıyan bilir. Zaferi kazanan zaferi bilmez. Kaybeden bilir o metaın değerini.
Kullandığını kaybeden, kullandığı azar azar yokluğa karışan beden için hayat her an elden giden bir nesnedir. Ruh için o her an kazanılmaktadır. Onu ruh ile karşılamış ve ruh ile yaşamakta olan hakim öyle söylüyordu: “Demek ki hayata mahkûm oldum. Demek ki ebedîliğe mahkûm oldum ve artık kan bahasına bile yokluğu ele geçiremem…”
Zaferimiz ebedî olmalıdır ve iyi araştırılırsa her zaferin gayesi ebedîliği kazanmak, ebedîlik âleminde bir ülkeyi ele geçirmektir.
Siz çok istiyorsunuz ve sanki iradenizle bir şey istemiyorsunuz. Sizin elinizden bir ekmeğiniz alınmış… Onun yerine iki ekmek istiyorsunuz. Çok bir şey isteyebilmiş değilsiniz ve iradenin sonsuzluğa giden hareketini bu noktada durdurup bitiriyorsunuz. Halbuki bir ekmeğinizi elinizden alana siz bir ekmek daha verseniz, hem ruh inceliğiyle hem de güler yüzle verseniz, iradeniz sonsuzluğa doğru gidişinde yol alacaktır. Senirkent köylüleri gibi olunuz; size zulmeden candarmaları doyurunuz. Muvaffak olursunuz. Böyle yaparsanız kaynağı aynı olan iradelerimiz çatışmaz, aynı ahenkte birleşir ve kendinden geldiği Allah’a doğru ilerler. Gandi dünyaya, Dr. Tola Anadolu insanına ruhunu tanıtmak istedi.
Ne küçük isteklere kurban gidiyorsunuz?.. Bir memuriyet, adi bir şöhret, bir miktar para, bir müsabaka zevki, bir ev, bir kadın, herhangi bir saadet, bir rahatlık sanki… Bunları ancak bir iradeyle istememesini bilseniz sonsuzluğu isteyeceksiniz. Bir bahçıvan bir ağaç kazanır; bir ressam dünyanın bütün ormanlarını kazanmıştır. Bir genç bir güzel kazanır; bir âşık dünyanın bütün güzelliklerini… Her ihtiras fani bir şey kazanıyor; ruhuna hükmetmesini bilen ve onu hâkimiyetle yedip sahibine teslim eden insan herşeyin sahibi olur. Kendi kendine sığmaz. Ey kalbi kendi göğsüne sığmayan, Rabb’ine kavuşmuş insan! Başın sonsuz boşlukta vecd ile raksedi- yor. Yalnız sırrını fâşetme. Zira halk anlamaz, küçülürsün.
Siz zafer arıyorsunuz, değil mi? Herşeyden vazgeçmelisiniz. Kan, kardeş ve akrabanızdan, ikbalinizden, istikbalinizden, şervet ve şöhret heveslerinizden. Bu olmayan şeylerin hepsi size düşmandır. Bunların iğreti olduğunu bildiniz mi, ruhunuzu kendi kendine zulümden kurtardınız, demektir. Zavallı fersiz gözler, sen daha bir diploma ile bir şehvet merakından kurtulamadın. Senin mürşidin yoktur, senin hayatın yoktur.
Zaferin ikinci şartı da, sabretmektir. Sabrın erkânı üçtür: Sonu olmamak, yanıp yakılmamak, mükâfat ummamak. Buna da tahammülün yoksa yanıp kül olursun. Ruh sahibi olanlar böyle oldular: Eyüp Peygamber Rabb’inin verdiği bütün hastalıklardan bir kere şikâyet etmedi. Gandi düşmanı olan Ingilizlere bile garazkârlık gütmedi, kendi katiline karşı zalim olmadı. Erzurumlu Hüseyin Avni yirmi beş yıllık hüsranın içinde bir kere yese kapılmadı. Dostlarına, yetiştirdiği çocuklara kadar hepsi onu inkâr ettiler. Bir kere de o kâfir olmadı. Iztırabı tattıkça seveceksiniz. Halbuki ruhun düşmanı olan saadete siz hemen teslim oluyorsunuz.
Zaferin üçüncü şartı af ve şükürdür. Şahsınıza yapılan zulümleri affediniz ki zalim olmayasınız. Elinizden kapanı affediniz ki hain olmayasınız. Yoksa dost, kardeş, akraba ve ortak olduğunuz halde hep birbirinize düşman olursunuz. Düşmanlıkta ise iradeniz küçük ve fani varlıkları kendine siper yaparak sade yol kesmeye çalışır ve bütün iradelerden aynı ilâha doğru götüren yollar tıkanmış olur. Hiçbiriniz bir şey kazanmış olmazsınız. Nefisinize yaklaştıkça zaferden uzaklaşıyorsunuz. Hallaç a göre: “Ruh, nefis ve şehvet bağlarından sıyrıldı mı, insan Allaha yaklaşır ve kendisinden insanın doğduğu İlâhî ruh o adama girer. Ondan sonra o adamın her hareketi Allah’ın hareketidir ve onun her emri Allah’ın emridir.”
Beşerin sefil ihtirasları ile meydana getirilen hareketlerin kâbusundan İlâhî iradenin saltanatına doğru yol almak: İşte bizim için asi zafer budur.
Kaynak:
Nurettin Topçu – Yarınki Türkiye