Yüce Allah’ın; “Bilin ki Allah, kişi ile kalbi arasına girer…” buyruğu ile ilgili olarak şöyle denilmiştir. Yüce Allah’ın bu nassı, O’nun, kulları hakkında küfrü ve imanı hükmetmiş olmakla birlikte, kâfir kişi ile kendisine yerine getirmesini emretmiş olduğu iman arasına girip, bunun sonucunda kâfire iman etme kudretini vermediği takdirde o imanı kazanamayacağını, aksine, onun zıddı olan küfre güç ve kudret verdiğini ortaya koymaktadır. Aynı şekilde mü’min için de böyledir, onun ile küfür arasına engel olmaktadır. Bu nass ile şanı yüce Allah’ın, hayrı ve şerri, kulun bütün amelini yaratan olduğu açıkça ortaya çıkmaktadır. İşte Hz. Peygamberin: “Kalpleri evirip çeviren hakkı için hayır…”[1] buyruğunun anlamı budur. Yüce Allah’ın bu fiili, saptırdığı ve yardımından mahrum bıraktığı kimse hakkında adaletinin bir tecellisidir. Zira Allah, onlardan kendilerine vermekle yükümlü olduğu bir hakkı engellemiş olmuyor ki, O’nun adalet sıfatı zail olsun. O, kendilerine lütuf olarak vermek imkânına sahip olduğu birşeyi vermemiştir. Yoksa, kendisinin onlara vermesi gereken haklarını esirgemiş değildir.
es-Süddî der ki: Kişi ile kalbi arasına girer ve böylelikle kişi O’nun izni olmaksızın iman edemez. Yine O’nun izni, yani meşîeti olmaksızın küfre sapamaz. Kalp, düşüncenin mahallidir. Buna dair açıklamalar, daha önce el Bakara Sûresi’nde (2/7. âyet, 3. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır. Kalp Allah’ın elindedir. O, ne zaman dilerse kalbi akletmesin diye kul ile kalbi arasına vereceği bir hastalık, yahut bir afet sebebiyle girer. Bunun da anlamı şudur: O halde, aklınızın zail olması ile buna imkân bulamayacak hale gelmeden önce Allah’ın ve Peygamberinin çağrısına uymakta elinizi çabuk tutunuz.
Mücahid de şöyle demektedir: Yani, Allah, kişi İle onun kalbi arasına yaptığını bilemeyecek hale gelene kadar girer. Nitekim Kur’an-ı Kerimde de şöyle buyurulmaktadır: “Muhakkakki bunda, kalbi olan… kimse için elbette bir öğüt vardır.” (Kaf, 50/37) Burada kalpten kasıt akıldır.
Şöyle de açıklanmıştır: Allah, kişi ile kalbi arasına ölüm ile girer ve bu durumda artık geçmiş olanlarını telafi etme imkânı kalmaz. Bir diğer açıklama da şöyledir: Müslümanlar, Bedir günü düşmanların çokluğundan korkuya kapıldı. Şanı yüce Allah, kişi ile kalbi arasına girdiğini ve bunu da onların korkularını güvenliğe değiştirmek suretiyle buna karşılık düşmanlarının güvenlik duygusunu da korkuya dönüştürmek suretiyle gerçekleştirdiğini onlara bildirdi.
Şöyle de açıklanmıştır. Yani, yüce Allah işleri bir halden bir başka hale evirip çevirir. Bu da kapsamlı bir açıklamadır.
Taberînin tercih ettiği açıklama şekli bunun, şanı yüce Allah’ın, kulların kalplerine kendisinin onlardan daha çok hâkim olduğunu ve dilediği takdirde kendileri ile kalpleri arasına girerek, yüce Allah’ın dilemesi müstesna insanın hiçbir şey idrâk etmesine imkân vermeyeceğini haber vermektedir.
“Ve muhakkak O’nun huzurunda toplanacaksınız” buyruğu, önceki buyruğa atfedilmiştir. el-Ferrâ der ki: Eğer bu buyruk, istinaf (bir cümle başı) olarak okunursa; Ve muhakkak…” buyruğundaki hemzenin esreli okunması gerekecektir. Ancak üstün okunuşu da doğrudur.[2]
25;Bir de İçinizden yalnızca zulmedenlere erişmekle kalmayan bir fitneden sakının. Hem bilin ki Allah, şüphesiz azabı çetin olandır.
Bu buyruğa dair açıklamalarımızı iki başlık halinde sunacağız:[3]
1-Kötülüklere Karşı Tepki Göstermemenin Cezası:
îbn Abbas der ki: Yüce Allah mü’minlere, aralarında münkerin yayılmasını kabul etmemelerini emretmekte, aksi takdirde azabın onların tamamını kuşatacağını bildirmektedir. ez-Zübeyr İbnü’l-Avvâm da bu buyruğu böylece te’vil etmiştir. Çünkü o, Cemel olayı günü otuz altı yılında cereyan etmişti- şöyle demişti: Ben, bu âyet-i kerime ile bizlerin kastedilmiş olduğunu ancak bugün öğrenmiş oldum. Ve ben, bu âyet-i kerimenin yalnızca o dönemde muhatap alman kimseler hakkında olduğunu zannediyordum. Hasan-ı Basrî, es-Süddî ve başkaları da âyeti böylece te’vil etmişlerdir. es-Süddî der ki: Bu âyet-i kerime özel olarak Bedir’e katılanlar hakkında nazil olmuştur. Cemel vakası günü fitne onlara isabet etti ve birbirleriyle çarpıştılar.
İbn Abbas (r.a) da der ki: Bu âyet-i kerime Rasûlullah (sav)’ın ashabı hakkında nazil olmuştur. İbn Abbas devamla der ki: Yüce Allah mü’minlere kendi aralarında münkerin yaşamasını kabul etmemelerini emretmektedir. O takdirde Allah onların hepsini kuşatacak bir azap gönderir.
Huzeyfe b. el-Yeman’dan da şöyle dediği nakledilmektedir: Rasûlullah (sav) buyurdu ki: “Ashabımdan bir gurup arasında fitne baş gösterecektir. Allah, bana olan sohbetleri sayesinde bunu kendilerine bağışlayacaktır. Fakat onlardan sonra bu hususta bazı kimseler onların izinden gideceklerdir, Allah ise bu sebepten dolayı onları ateşe koyacaktır.”[4]
Derim ki: Sahili hadislerin desteklemiş olduğu teviller işte bunlardır. Müslim’in Sahihinde Zeynep bint Cahş dan gelen rivayete göre Rasûlullah (sav)’a şöyle sormuş: Ey Allah’ın Rasûlü, salih kimseler aramızda bulunduğu halde helak edilir miyiz? Hz. Peygamber: “Evet, kötülük yaygınlaşacak olursa” diye cevap vermişti.[5]
Tirmîzinin Sahih (Sünen’inde de “İnsanlar, zalimi görüp de elini (zulümden) alıkoymayacak olurlarsa, aradan fazla zaman geçmeden, Allah onların hepsini kendi nezdinden göndereceği bir azaba duçar eder.”[6] Bu hadis-i şerifler daha önceden geçmiş idi.
Buhârî’nin Sahih’i ile Tirmizî’de en-Nu’man b. Beşir’den gelen rivayete göre Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın hududu üzerinde duran (onları aşmayan) ile onların içine düşen (aşan)ın misali, bîr gemi içinde (yerlerini) kur’a ile paylaşan bir topluluğun misaline benzer. Onlardan kimisine geminin üst tarafı, kimisine de alt tarafı düşer. Geminin alt tarafında kalanlar, su almak istediklerinde üstlerinde bulunanların yanından geçtikleri için aralarında şöyle derler: Eğer biz, kendi payımıza düşen bölümde bir delik açıp da yukarımızda duranlara eziyet vermesek (daha uygun olmaz mı)? Şayet (üsttekiler), onları istekleriyle başbaşa bırakacak olurlarsa hep birlikte helak olurlar. Eğer onlara engel olurlarsa, onlar da berikiler de hep beraber kurtulurlar.[7]
Bu hadis-i şeriften de belli kimsenin günahları sebebiyle herkesin azaba duçar edileceği anlaşılmaktadır. Yine bu hadis-i şeriften, emr bil maruf, nehy anil münkerin terkedilmesi dolayısıyla cezaya hak kazanılacağı da anlaşılmaktadır.
İlim adamlarımız derler ki: Fitne eğer yaygın bir etki gösterecek olursa herkes helak olur. Bu ise masiyetlerin açıkça ortaya çıkması, münkerin yayılması ve bunların değiştirilmemesi halinde sözkonusu olur. Eğer, münker değiştirilmeyecek olursa, bu münkere kalpleriyle karşı çıkan mü’minlerin, o beldeden uzaklaşmaları ve oradan kaçmaları îcabeder. İşte, bizden önceki ümmetler hakkında da hüküm böyle idi. Nitekim, Cumartesi yasağını çiğneyenler ile ilgili kıssada da onlar, isyankârları terkedip onlardan ayrılmış ve; biz sizinle aynı yerde oturup kalkmayız, demişlerdi.
Selef -Allah onlardan razı olsun- de bu görüşü ifade etmişlerdir. İbn Ve-hb, Malik’den şöyle dediğini rivayet eder: Münker’in açıkça işlendiği yerden hicret edilir ve orada kalınmaz. O, bu görüşüne açıktan açığa faiz işleyerek, altından bir maşrapanın gerçek ağırlığından daha fazla bir miktara satılışına cevaz vermesi üzerine Muaviye’nin bulunduğu bölgeden (Suriye’den) Ebu’d-Derdâ’nın çıkıp gitmesini[8] delil göstermektedir. Bunu, Sahih de rivayet etmiştir, Buhârî de İbn Ömer’den şöyle dediğini rivayet etmektedir: Rasûlullah (sav) buyurdu ki: “Allah bir kavme azap indirdi mi, azap, onlar arasında bulunanların hepsine isabet eder, sonra da amelleri üzere diriltilirler.”[9]
İşte bu, umumi helakin kimisinin, mü’minler için bir arındırma ve temizlik, kimisinin de fasıklardan intikam için gönderildiğine delil teşkil etmektedir.
Müslim’in Abdullah b. ez-Zübeyr’den rivayetine göre, Âişe (r.anhâ) şöyle demiştir: Rasûlullah (sav) uykuda iken bazı organları hareket etti. Ben, ey Allah’ın Rasûlü ! Uykunda daha önce yapmadığın bir şeyi yaptın dedim, şöyle buyurdu: “Hayret ettiğim şu ki, ümmetimden bîr topluluk, Kureyş’ten bu Beyt’e sığınmış bîr adamı almak için gelecekler. Nihayet el-Beydâ denilen yere vardıklarında onların hepsi yerin dibine geçirilmiş olacaklar. Bunun üzerine biz: Ey Allah’ın Rasûlü dedik. Yol dolayısıyla (çeşitli maksatlı) insanlar bir arada bulunabilir. Şöyle buyurdu: “Evet, aralarından bu işe bilerek gelenler var, mecbur kaldığı için gelenler var, yolcu olanlar var. Fakat onlar, tek bir kîşi imiş gibi helak edilecekler, fakat değişik hallerde geleceklerdir. Yüce Allah onları niyetlerine göre diriltecektir.”[10]
Denilse ki: Yüce Allah: “Günah yükü taşıyan hiçbir kimse bir başkasının günahını yüklenmez” (elEn’âm,6/164,Fatır, 35/18); “Her bir kişi kazandıkları karşılığında rehin alınmıştır” (el-Müddesİr, 74/38); “Kazandığı iyilikler onun lehine, yaptığı kötülükler de aleyhinedir” (el-Bakara, 2/286) diye buyurmuştur. Bunlar ise, herhangi bir kimsenin başka bir kimsenin günahından dolayı sorumlu tutulmamasıni, cezanın yalnızca günahkâr kimse ile ilgili olmasını gerektirmektedir.
Buna cevap şudur: İnsanlar, açıktan açığa münker İşleyecek olurlarsa, onu gören herkesin o münkeri değiştirmesi bir farzdır. Eğer buna ses çıkarmayacak olursa, hepsi de isyankâr olur. Birisi, o münker fiilî işlemekle, diğeri de ona razı olmakla. Yüce Allah ise, hükmü ve hikmeti gereği mûnkerin işlenmesine rıza göstereni bizzat onu işleyen gibi değerlendirmiştir. O bakımdan, münkere razı olan da işleyenin cezasına katılmış olur. Bu açıklamayı İbnü’l-Arabi yapmıştır. Bu ise, belirttiğimiz gibi hadis-i şeriflerin muhtevâsıdır.
Âyet-i kerimenin anlatmak istediği de şudur; Zalime isabet etmekle kalmayıp salih olana da olmayana da isabet eden bir fitneden korkunuz, çekininiz.[11]
2-Mûnkerin İşlenmesi Dolayısıyla Azap Kimlere İsabet Eder:
Nahiv bilginleri “Erişmekle kalmayan” buyruğundaki “nûn” harfinin gelişini farklı şekilde açıklamışlardır. El Ferrâ der ki: Burdaki ifade, senin birisine; “Bineğin sırtından in, seni yere düşürmesin,” demene benzemektedir. Buna göre bu, nehiy lafzında emrin cevabıdır. Yani, eğer sen bineğin sırtından inersen, o da seni yere yıkmayacaktır. Bunun bir benzeri de yüce Allah’ın şu buyruğudur: “Yuvalarınıza girin… sizi ;çiğneyip ezmesin.” (en-Neml, 27/18) Yuvalarınıza girecek olursanız, o da sizi çiğneyip ezmez, demektir. Burada “nûn” ceza anlamı dolayısıyla gelmiştir.
Şöyle de açıklanmıştır: Bu “nûn”un geliş sebebi, buyruğun kasem gibi bir mana ifade edişi dolayısıyladır. Nûn ise, ancak nehiy fiili veya kasemin cevabı halinde gelir Ebu’l-Abbas el-Müberred de der ki: Bu buyruk emirden sonra bir nehiydir, Yani, buradaki nehiy, zalimlere yöneliktir. Bu da, siz zulme yaklaşmayınız anlamındadır. Sibeveyh de; Seni burada kesinlikle görmemeliyim, ifadesinin kullanıldığını nakletmektedir. Yani Burada bulunma, demektir. Çünkü ben, burada kim varsa onu görürüm.
el-Cürcânî de der ki: Buyruk, özel olarak zalimlere isabet eden bir fitneden (azaptan) sakının, demektir. Buna göre “Erişmekle kalmayan” buyruğu, nekireye sıfat mahallinde bir nehiydir ki, bunun da te’vili, zulmedenlere bu fitnenin isabet edeceğini haber vermek şeklindedir.
Ali, Zeyd b. Sabit, Ubey ve İbn Mes’ud ise elif siz olarak ve “Zulmedenlere erişecek bir fitne…” anlamını verecek şekilde okumuşlardır, el-Mehdevî der ki: Bu şekildeki okuyuşun, elifli okuyuşundan elifin kasredilmiş ve; dan hazfedildiği gibi, bundan da hazf edilmiştir. O, mana itibariyle “Ama hayır, Allah’a yemin ederimki mutlaka yapacağım,” ifadelerinde ve benzerlerinde olduğu gibi.
Aynı şekilde bunun cemaatin kıraatine muhalif bir kıraat olması da mümkündür, o takdirde mana: Bu fitne özel olarak zalim olanlara isabet eder, anlamını verir.[12]
————-
[1] Buhârî. Kader 14, Tevhid 11; Tirmizi, Nüzûr 13; Nesai, Eymân 1; Darimî, Nüzûr 12; Muvatta; Nüzûr 15; Müsned, II, 26, 67, 68, 127.
[2] İmam Kurtubi, el-Camiu li- Ahkami’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 8/12-13.
[3] İmam Kurtubi, el-Camiu li- Ahkami’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 8/13.
[4] Aynı manada nisbeten farklı lafızlarla: el-Heysemî, Mecmau’z-Zeuûid, VII, 233-234, “senedinde münker rivayetleri bulunan İbrahim b. Ebi’l-Feyyâd’ın bulunduğu” kaydıyla.
[5] Buhâri, Enbiyâ 7, Fiten 4, 28; Müslim, Fiten 1, 2; Tirmizi, Fiten 21, 23; tbn Mâce, Fl-ten 9; Muvatta, Kelâm 22; Müsned, VI, 428, 429.
[6] Tirmizî, Fiten 8, Tefsir 5. sûre 17; Ebû Dâvûd, Helakim 17; İbn Mâce, Fiten, 20; Müsned, I, 25”
[7] Buhâri, Fiten 6; Tirmizi, Fiten 12; Müsned, IV, 268, 269, 270.
[8] Nesai, Buyu’ 47; Muvatta’, Bııyû’ 33- Muvatta’Ğa kaydedildiği üzere olay kısaca şöyledir: Muâviye, belirtilen şekilde bir alış-verişi yapınca Ebu’d-Derda Allah RasûhTnün böyle bir alış-verişi yasaklamış olduğunu bildirir. Mııaviye bunda bir sakınca olmadığını belirtir Ebu’d-Derdâ da ona: “Senin bulunduğun bir yerde ben olmam” diyerek, Hz, Ömer’e gider, durumu ona bildirir, Hz. Öıner de Muâviyeye bu tur bir alış-veriş yapmamasını söyler.
[9] Buhârî, Ficen 19; Afüsned, II, 110.
[10] Buhâri, Buyu’ 49; Müslim, Fiten 4, 8; Ebû Dâvûd, Mehdi 11; Tirmizl, Fiten 10; İbn Mâce, Zühd 26; Müsned, VI, 105.[11] İmam Kurtubi, el-Camiu li- Ahkami’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 8/13-16.
[12] İmam Kurtubi, el-Camiu li- Ahkami’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 8/16-17.
0 Yorumlar