Tevhidi Mücaadele Ekseni
Paylaş:

Tevhidi açıdan Allah, sürekli bir faildir. Ama İslam tümtanrıcı değildir. Yanı Allah ile kâinat ilişkisi bir özdeşlik ilişkisi olmayıp, ya­ratıcı ile esen arasındaki illiyete dayanan bir ilişkidir. Ama bu bir neden-sonuç ilişkisi gibi anlaşılmamalı; çünkü nedensellik ilişkisi dünyava ait bir kavramdır, yani yaratılmışlar arası bir ilişkidir. Doğal ola­rak eser, yaratıcısına işaret eder. Ancak dünya bir imtihan ve insa­nın kendisini ortaya koyma ve gerçekleştirme dünyası da olduğu ve dolayısıyla da bir mizansen olmadığı için, insan özgürdür; ve bu öz­gürlüğün sıhhati ve imtihanın şartları gereği, olumlu ve olumsuz içerimlere de haizdir. Bu dünyanın olası en mükemmel dünya olduğunu söylemek ise doğru değildir. İlahî yaratıcılık sürmektedir çünkü; ve, Allah da özgür olduğu için farklı dünyaları yaratması (yaratmış ol­ması) da mümkündür. Beri yandan yaratıcılık, insanın özgürlüğü ıcabınca da sürdürülmektedir; yani dünya sırf bu açıdan da olsa nakıs bırakılmıştır. Ama bu öyle bir nakışlıktır ki, mükemmelliği de insana sezdirmekte, insanı kendisine müştak kılmaktadır.

Beri yandan tevhid, bir toplumsal şiarı da ortaya koyar. Bu ise, adaletsizliğe ve zulme dayanan batıl sistemler karşısında harekete ge­çen güçlerin birliği anlamındadır. Sınıflara, ırklara, cinsiyete, toprağa ya da kana dayalı ayrıştırıcı ve somut nesnel koşulların icbarı­na dayalı bir toplumsal mücadele ekseninden ise, tevhidi mücaadele ekseni, tüm toplumsallığı kesebilen (kapsayabilen), özgür seçimlere ve imana dayanan, beri yandan ise toplumsal mecburiyetlere mebni olmadığı için özgürleştirici bir niteliğe de haiz olan, zulme ve toplumsal-siyasî-iktisadî güçlerin tanrısallaştırılmasına (bu güçlerin zor­balığına) karşı olan tüm kesimleri kendi safları içerisine alan bir an­layıştadır. Bu kesimler içerisinde mağdurlar, mazlumlar, mustazaflar, sömürülenler, toplumsal-siyasal-dinsel sistemler tarafından kul ya da köle kılınanlar olduğu gibi, bu mağduriyederin hiçbirisini ya­şamadığı halde, kendi rızasıyla baskı, sömürü, şirk ve inkâr sistemi­ne karşı olan, hatta Müslüman olmasa bile haksızlıklar karşısında ada­leti savunan kesimler de yer alabilir. O halde bu mücadele, doğal bir toplumsal antagonizmaya değil, bu antagonizmalan dikkate alsa da, temelde kendi inşa ettiği bir kavramsallığa, yani tevhidi mücadele eksenine (hak-batıl mücadelesi) dayanmaktadır. Bu mücadeledeki temel somuduk, iman’ın tekilliğine ve kararlılığına dayanan, ama kap­sama alanının geniş tutulması nedeniyle de aslında oldukça çeşidenmiş olan bir toplumsal somuduktur. Bu anlamda ise iman ve tevhid, so­yut bir düşünsel ya da kalbî değişim olmayıp, her şeyden önce somut bir İnsanî ve toplumsal durumun, perspektifin ve mücadele ekseni­nin seçimi ve bu eksen dahilinde inşa edilen bir toplumsal somut­luk içerisinde yer almak anlamına gelmektedir.

İnceleyin:  Merhamet

Ümit Aktaş, İnsan ve İslam