Teknoloji İle Ne Yaparız?

2278318_810x458-300x170 Teknoloji İle Ne Yaparız?

Mircea Eliade, Dinsel inançlar ve Düşünceler Tarihi’nde şöyle der:,”Her yenilik bir toplu ölüm tehlikesi­ni de beraberinde Şaşıyordu.” Atom bombasını üreten ve binlerce kilometre uzakta kullanılmasını sağlayan, teknoloji değil miydi? İki dünya savaşı da ölüm kusan savaş teknoloji sindeki gelişmelere paralel seyretme­miş miydi?, Teknoloji hayatımızı kolaylaştırdığı gibi, onu gerçek özünden uzaklaştıran, toplu ölümlere geçit veren bir dizi tehlikeyi de beraberinde getiriyor.

Otomobilin hayatımıza girişini örnek alalım. Ula­şımda devrim yarattığı bir gerçek fakat öte yandan ya­pılan yollar ve yarattığı kirlilikle çevreye ve yaşantımı­za etkisi de ortada. Tıpkı internet gibi, sunduğu konfor çoğu kez yıkıcı yönlerini perdeliyor. Park yeri bulmak­ta zorlanacağımızı, trafikte saatler kaybedeceğimi­zi bilsek bile tercihimizi arabayla gitmekten yana kullanmıyor muyuz? Metro durağına beş yüz metre yürümek yerine, trafikte bir saat sıkışıp kalmayı tercih etmiyor muyuz? Demem o ki, bir teknolojik yenilik sa­dece cismi ile sınırlı kalmıyor, yaşantımızı dönüştürüp yönlendiriyor.

Teknolojik yenilikleri tarafsız değerlendirmekte ve yeni teknolojilerle aramıza mesafe koymakta zorlanırız.

Çoğu kez toplumsal eğilimlere göre davranırız. Ne de olsa kimse çağdışı ya da tutucu olmak istemez! Za­ten teknoloji de o yıkıcı yönünü hep gizlemede ve inkâr­dadır. Bilim, toplum menfaatine değil sermayenin lehi­ne kullanılmaya başladığından beri doğru ile yanlış, zararlı ve zararsız büyük ölçüde birbirine karışmıştır.

Öte yandan bugün, internetin bilgiye erişim nokta­sındaki üstünlüğünü inkâr etmek de yanlış olur. İnter­net sayesinde aylarca sürecek bir araştırmanın süresi kısalır, e-posta ile anında haberleşiriz; hatta bazı uy­gulamalar aracılığıyla dünyanın öbür ucunda, ev sa­hibinden ev bile kiralarız. İnternetin hayatı kolaylaş­tırıcı, zenginleştirici ve hoşnutluk verici yanı gün gibi aşikâr. Dürüst olmak gerekirse, internet olmadan da tüm bu sayılanlar gerçekleştirilebilirdi. Ancak oldukça yavaş ve düşük bir verimle.

İnternet, günümüz şartlarının yoğun, kopuk ve par­çalanmış aktivitelerine bir cevap niteliğinde. Meşgul hayatlarımızda, birçok teknolojik ihsan sayesinde bambaşka şeyleri tecrübe edebiliriz. Sanal ağa bağ­lanmak, bu tecrübeleri organize etme fırsatını bize ve­rirken hemen hepsini aynı anda mezcetmektedir. Aynı şekilde internetin sosyal ve psikolojik tabiatı, günü­müzün sosyal ve psikolojik değişimine bir cevaptır. Tarihsel süreç içerisinde birey istikrarlı bir şekilde toplumun üzerinde konumlanıyor. Kendi arzularımızı tatmin etmek, diğer insanlarla olan ilişkilerimizi den­gelemekten çok daha önemli bir hale geliyor. Yaşam gittikçe daha akılcı, daha içe dönük ve daha doğrudan biçimde kişisel arzuların doyumuna yönelik bir kisve­ye bürünüyor. Bundan yirmi sene önce bir babaanne, herhalde torununa bakmak yerine “Ben hayatımı ya­şayacağım, siz başınızın çaresine bakın,” demezdi ya da Facebook’ta doğum tarihini yazarak doğum gününü unutan çocukları ve torunlarına hatırlatma yapmazdı.

Geçtiğimiz günlerde, babaanne olan bir danışanım, to­run ve çocuklarının kendisine pek az uğramasını Face­book’ta yazarak şikâyet ettiğini anlatıyordu. Babaanne bunu sosyal medyaya yazdıktan sonra bütün aile eve hücum etmişti!.. Artık eskisinden daha fazla yalnız va­kit geçiriyoruz ve bu durumu kimse sorgulamıyor. Hal­buki internetin derinlerde taşıdığı tehlikenin çok daha karanlık bir veçhesi var, onun üzerine henüz eğitebil­miş değiliz. Bugün internet diğer tüm araçlardan daha geniş bir şekilde hayatımıza nüfuz etmiş, televizyonu bile saf dışı bırakmış durumda. Yaşamı algılayış ve ya­şayış biçimlerimize, daha önce hiçbir teknolojik geliş­menin yapamadığı oranda etki ediyor. Akışkan modern zamanın eritme tenceresine atılacak ilk kutsalımız, geleneksel sadakatlerimiz oluyor; elimizi ve ayağımı­zı bağlayan görenekler ve zorunluluk gibi görülenler…

İnceleyin:  Kemal Sayar,Sadettin Ökten - Dünyaya Geldim Gitmeye ''Alıntılar''

Sosyolog Ulrich Beck, günümüz modern toplumunda “ölü ve hâlâ yaşıyor” diye tanımladığı zombi kurumlara aile ve komşuluğu örnek verir. Hayat “elimizden kaçıp giden dünya”da çok hızlı değişiyor ve bu değişimden aile de payına düşeni alıyor. Hızlı kapitalizm, küresel­leşme, dijital devrim, bireycilik, zayıflayan sosyal bağ­lar ve medya/kültür endüstrisi akışkan modernliğin veçheleri olarak hayatlarımıza nüfuz ediyor ve insana dair kavrayışlarımızı dönüştürüyor.

Sözgelimi, çok da eski olmayan bir tarihe dek ev­lilik uzun süreli kutsal bir birliktelik olarak görülü­yordu. Bugün ise birçok insan için bir çeşit dönemsel anlaşmaya, vazgeçilebilir bir şeye dönüştü. Aşka ruh­sal esenliğin yegâne biçimi olarak bakılıyor, aşktan o kadar çok şey bekleniyor ki bir tür seküler kurtuluş addediliyor. Modern Batı toplumlarında hayatın neşeli anlarının sorumluluğu artık evlilik bağının omuzla­rında. “Evliliğinde mutlu musun?” sorusu, mutluluğun karşı konulamaz bir mecburiyet olarak telakki edildiği günümüz toplumunda giderek kolay bir vazgeçişe kapı aralıyor. Tahammül kayıplara karışıyor. Metafizik bir gücün bizi izlediğini düşünmüyorsak eğer, hayatın haz ve zevklerine balıklama dalmamıza kim mâni olabilir?

Meçhulün Kahramanı

Siber âlem pek çok geleneksel sınırı tersyüz ediyor. İş ve oyun, ciddi söylem ve eğlence, erişkinlik ve çocuk­luk, kamusal ve mahrem arasındaki sınırlar muğlakla­şıyor. Cep telefonu aramaları ve sesli mesaj bildirimle­ri, her birimizin özel alanına arsızca giriyor. Duymak istemediğimiz ses ve kelimeler ruhun ancak sessizlikle onarılan kuytuluklarına çarparak uğultuya dönüşüyor. Kişisel bilgilerimiz sosyal paylaşım ağlarında teşhir ediliyor. Narsisistik teşhirciliğin teşvik edildiği bir dünya sahnesi haline geliyor internet. Teşhirciliğin di­ğer ucunda dikizcilik var. Bir gözetleme kulesi olarak internet. Çevrimiçi araştırma zahmetine giren bir kim­se, kolaylıkla her birimiz hakkında pek çok malumata ulaşabilir. Bu da giderek görünmez veya namevcut ol­mayı zorlaştırıyor.

Neil Postman, Teknopoli adlı kitabında yeni tekno­lojik araç gerecin hayata dair önceliklerimizi değişti­receğini, kültürün o derin anlamından koparılarak sa­dece araçlarla ilişkilendirileceğini yazmıştı. Bir “tık”la bize bilgi sunan protez belleğimizin yapıtaşlarından biri de Google. Ancak hayatın “google’laştınldığı bir zamanda, arama motoru bizim neyi, ne kadar bilme­mize müsaade ediyorsa o kadarını biliyoruz. Biz Google’ın müşterilerdi değil, ürünleriyiz: Eğilim, merak ve tercihleri reklam verene satılan ürünleriz. Biz onu kul­landığımızı sanırken,o bizi kaydeder ve hakkımızda profil oluşturur. Biz onun hakkında pek az şey bilsek de o bizim hakkımızda çok şey bilir. Bu yönüyle pa- noptikonu[*] da aşan bir gözetim mekanizmasıdır. Baş­ka bir örneği sosyal paylaşım ağı Facebook üzerinden verebiliriz: Facebook ütopik bir ihtimali ayakta tutar.

İnceleyin:  Tekno Dünyada Kullanıcı Narsisizmi

Geçmişte kaybedilen şimdi bulunacaktır. Bu gezegenin sakinleri, canları hangi yüzlerini sunmak istiyorlarsa, dünyaya onu sunarlar. Bukalemun benlikler. Facebook giderek bir hafıza silici olarak işlev gösterir. Sınırsız yüzümüzün olması, bağlanma gücünde bir azalmayı ve insan yaşamında bir daralmayı ifade eder. Sosyal med­yada sahte kimlik ve sınırsız yüz üretilebilmesi, kişiyi hem kendini tanımaktan, hem de sosyal yaşamın içine girebilmekten uzaklaştırır. Medya doygunluğu çağın­da birey, hayatını bir bütün olarak değil, parçaların ve bölümlerin toplamı olarak yaşamaktadır. Tamamlana­mayan, kırık dökük, paramparça hayatlar.

Teknolojideki değişimler kişiler arası iletişimin do­ğasını değiştiriyor, kendiliğinden gelişen toplumsal etkileşimler azalırken, elektronik etkileşimler artıyor. Böylece kişiler arası iletişim hünerlerimiz kayıplara karışıyor. Uzlaşma, konuşma başlatma, beden dilini ve yüze dair ipuçlarını okuma gibi beceriler bize yeni dostlar edinmek ve var olanları derinleştirebilmek için rehberlik eder. Bunlar öğrenilmediğinde içine kapa­nan birey, sığınak olarak internette teselli arıyor. Dış dünya, bilgisayar odasına büzüşüyor. Yüz yüze etkileşi­min azalması empati duygusunu da köreltiyor. Birinin duygularını incitir ama tepkisini görmezseniz yaptığı­nızın neye yol açtığını anlamaz ve bunu telafi çabası içine girmezsiniz. Aşırı internet kullanımıyla duygusal zekâmız azalıyor ve yüz ifadelerini anlamakta zorluk yaşayabiliyoruz.

Siber âlem, meçhule attığımız kement. Onu avcumu zun içine alacağımızı sandığımız anda onun tarafın­dan yutuluyoruz. Makine uygarlığında merhamet yok­tur. Teknolojinin bize dayattığı hızlı olma zorunluluğu, bilişsel yeteneklerimizi zayıflatıyor. Kısa dönem hafı­zamız zedeleniyor. Eskiden ahenk içinde çalışan beyin parçalarımız arasında iletişim bozuklukları oluşuyor. Merhamet, zihnimizin bir bütün olarak ve dingin bir şekilde çalışabilmesiyle mümkünken bu değişimin bizi merhametten uzaklaştırmaması mümkün olabilir mi?

“İnsan meçhulün kahramanıdır,” demişti Peyami Safa. Bir karadelik gibi insanı öğüten modern tekno­lojilere bakınca, bir kahramanın zafer çığlıklarından çok, bir kurbanın iniltileri duyuluyor.

İnternet ile olan bireysel ve toplumsal ilişkimiz, onun hayatımızdan çalıp götürdükleri, bize getirdiği sosyal ve psikolojik maliyet üzerine düşünmeliyiz. Bir araya gelmek için kullanabileceğimiz bir teknolojiyi, kendimize duvarlar ördüğümüz bir yalıtma tekniği­ne dönûştürmemeliyiz. İnternet artık uygarlığımızın daimi bir parçası, ondan kaçamayız. Hayatımızdaki tahakkümünü pasif bir şekilde kabul etmek yerine, insanlığa hizmet etmesinin, ipler bizim elimizde ol­malı. Teknolojinin kulları değil efendisi olacağımız; onun insanın hayrına olmayan taraflarını eleştirel bir dikkatle törpüleyebileceğimiz bir bilince ihtiyacımız var. Ağa kapılan sinekler olmayı kabullenenleyiz. Hür irademizle bizi karga tulumba hapseden bir teknolo­jiye karşı, insan olmanın özüne sadık kalarak diren­meliyiz. Ağın yuttuğu, birörnekleştirdiği “hiç kimse” ler olmak çok kolay. Hiç kimse. Niteliksiz adam. Çağın anlamsızlık buhranının bireysel tecellileri. İnsan o ağda açtığı gedikle kendi insanlığına bir yol bulacak.

Samimiyet ve sahiciliğini koruyarak. Yüz yüze iletişi­mi, dostane sohbeti sanal ağların sunduğu yapaylığa feda etmeyerek. İnsanın kendisiyle arasındaki mesafe­nin giderek çoğaldığı bir zamanda kalbi ve ruhu diri tutarak.

Kemal Sayar-Berna Yalaz – Ağ:Sanal Dünyada Gerçek Kalmak,syf.43-50

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir