Soren Kierkegaard – Kırdaki Zambak ve Gökteki Kuş ”Alıntılar”

unnamed-188x300 Soren Kierkegaard - Kırdaki Zambak ve Gökteki Kuş ''Alıntılar''
Yarının kaygısı yarının olsun,
Her günün derdi kendine yeter…
——————————-
Ah, ne koşulsuz bir sevinç; Onundur saltanat Ve güç, kudret ve şan, şeref ebediyen. “Ebediyen”, bak işte o gün, ebediyet günü, tabii hiç son bulmaz. Onun için sen sadece buna, saltanatın ve güç, kudretin ve şan, şerefin ebediyen Onun olduğuna, sadece buna sımsıkı tutunacaksın, o vakit senin için de, hiç son bulmayan bir ”bugün”, kendine ilelebet yakın kalabileceğin bir ”bugün” olur. O halde bırak gök kubbe çöksün, ve her şey tarumar haldeyken yıldızlar vaziyet değiştirsin, bırak kuş ölüp gitsin ve zambak sararıp solsun: Senin ibadet ederken sevincin, ve bu sevinç içinde sen, bugün dahi her zevalden yine de sağ salim çıkacaksıniz.
——————————-
Ders öğreneceksin, hiç değilse zambaktan ve kuştan ders öğrenmekle işe başlayacaksın. Zira şu muhakkak ki, hiç kimse zambağın ve kuşun sevinç duyduğu şeyin, ve buna benzer şeylerin hiç de sevinç olmadığına dair ciddi bir kanaate sahip olamaz! Velhasıl, senin yokken var hale gelmiş olman, halen var olman, var olmak için gerekene “bugün”e sahip olman; yokken var hale gelmiş olman, insan haline gelmiş olman; görebiliyor olman, düşün bir, görebiliyor, duyabiliyor, koku, tat alabiliyor, hissedebiliyor olman; güneşin senin için parlıyor olması senin rızan için; o yorulunca, aynı parlamaya başlaması, ve ardı sıra yıldızların yanması; kışın gelmesi tüm tabiatın kıyafet değiştirmesi, yabancı kılığına bürünmesi seni memnun etmek için; ilkbaharın gelmesi, kuşların sürüler halinde akın etmesi sana sevinç vermek için; nebatatın filizlenip yeşillenmesi, ormanın gürleşip güzelleşmesi, çiçeği burnunda gelin gibi sana sevinç vermek için; sonbaharın gelmesi, kuşların uçup gitmesi, kendilerini naza çekmek için değil, ah, hayır, sen onlar için üzülmeyesin diye; ormanın ziynetlerini saklaması, gelecek seferin rızası için, yani, gelecek sefere sana sevinç verebilmek için: bütün bunların sevinç olmadığı düşünülebilir mi! Ah, azarlamayı bir göze alabilseydim!
——————————-
Hiç kimse iki efendiye kulluk edemez, ya birine sevgi ve öbürüne nefret duymak zorundadır, ya da birine bağlı kalmak ve öbürünü hakir görmek zorundadır, hem Tanrıya hem paraya pula, hem Tanrıya hem bu dünyaya, hem iyiye hem kötüye kulluk edemezsiniz.
——————————-
Zambağın yerinde bir insan veya biz insanlar olsaydık, hayat buluşla yok oluşun aynı şey olduğu düşüncesinden dolayı umutsuzluğa düşer, ve akabinde, umutsuzluk yoluyla, kendimizi, sırf bir anlığına bile olsa olabileceğimiz şey olmaktan alıkoyardık. Zambakta bu farklıdır; o koşulsuz itaatkârdı, o bu yüzden letafet içinde neyse o olarak kaldı, 0 gerçekte tüm olabilirliğiyle var oldu, tam o anın ölümü demek olduğu düşüncesini kendine dert etmeden, hem de koşulsuz dert etmeden. Ah, zambak ile tüm letafeti içindeki zambak arasında fark olsaydı, ödül bu zambağın hakkı olmalıydı;
——————————-
Tabiatta, Kutsal Kitabın dediği şey muteberdir: ”Bir serçe bile, Tanrının iradesi dışında, yere düşemez”10; ve bu sırf O her şeye kadir olduğu için değildir, her şey koşulsuz itaat olduğu için, takdir buyuran bir tek O olduğu için de böyledir: en ufak bir itiraz bile olmaz, tek bir kelime, tek bir iç çekiş bile işitilmez; takdir Onun olunca, koşulsuz itaatkâr serçe koşulsuz itaat içinde yere düşer. Tabiatta her şey koşulsuz itaattir. Rüzgârın uğultusu, ormanın fısıltısı, ırmağın şırıltısı, Yazın vızıltısı, yaprakların hışırtısı, otların mırıltısı, işittiğin her ses, her bir ses, her şey riayettir, koşulsuz itaattir, o vakit sen, tıpkı gök cisimlerinin itaatkârca hareket edişlerindeki ahenkte Tanrıyı duyabildiğin gibi, bunun içinde de11 Tanrıyı duyabilirsin. Ve sert fırtınanın hiddeti ve tüy gibi bulutun uysallığı, ve deniz suyunun damla gibi akıcılığı ve bir arada kalışı, ve ışık huzmelerinin sürati, ve sesin ondan da daha büyük olan sürati: Bunların hepsi itaattir. Ve güneşin tam vaktinde doğuşu, ve tam vaktinde batışı, ve rüzgârın ilahi emre amade, yön değiştirivermesi, ve suların belli saatlerde yükselip alçalması, ve mevsimlerin arasındaki 0 kesin uyumluluk: Hepsi, hepsi, topyekün itaattir.
——————————-
Etrafındaki tabiata iyice bir dikkat et.Tabiatta,her şey itaattir, koşulsuz itaattir. Burada, “Tanrının iradesı egemendir, cennette olduğu gibi, dünyada da” ;9 veya bu ilahî kelam bir başka şekilde zikredilmek istenirse, şu da uygun olur. Burada, tabıatın ıçinde, ”dünyada da cennette de muteber olan Tanrının iradesidir.” Tabiatta her şey koşulsuz itaattir; burada -ki beşeri dünyada da aynıdır –hiçbir şeyin, en ufak bir şeyin bile, Tanrının iradesi dışında vuku bulamaması, sırf O her şeye kadir olduğu için değildir, hayır, bu bir o kadar da burada her sev itaatten ibaret olduğu içindir.
——————————-
Oralarda, zambağın ve kuşun yanında sessizlik vardır, dedikti. Ama bu sessizlik, ya da, ondan öğrenmeye çalıştığımız şey, süküt etmek, hakikaten itaat edebilmenin ilk şartıdır. Etrafındaki her şey, oralardaki o muhteşem sessizlik gibi olduğu vakit sen bundaki hakikati hissedebilirsin, hem de sonsuzluğu vurgusuyla hissedebilirsin, ki o şudur: Sen senin efendin olan Tanrıya sevgi duyacaksın ve yalnız ona kulluk edeceksin; ve sonra sen, Tanrıyı bu şekilde sevecek olamn sen olduğunu hissedebilirsin, tüm dünyada bir sen, o muhteşem sessizlikte bir başına olan sen, öyle bir başına ki, her bir şüphe, ve her bir itiraz, ve her bir mazeret, ve her bir kaçamak, ve her bir soru, kısacası her bir ses, senin kendi iç varlığında süküta erer, her bir ses, yani, senin etrafındaki ve içindeki, Tanrınınkinden gayrı, her bir ses, sana bu sükut yoluyla söz söyler. Eğer senin etrafında ve içinde böyle sessizlik hiç olmasaydı, o vakit sen itaati öğrenmemiş ve asla da öğrenemeyecek olurdun. Ama eğer sen bu sükütu öğrenmiş isen, o vakit itaati öğrenmen de elbet mümkün olacaktır.
——————————-
O halde bu ya ya da ne demeye gelir, Tanrı ne talep eder; zira ya ya da bir taleptir, tıpkı sevenlerden biri diğerine ya ya da dediğinde olduğundaki gibidir, sevenler tabii birbirinden sevgi talep ederler. Lakin Tanrı sana bir sevgili gibi mukabele etmez, sen de ona bir sevgili gibi mukabele etmezsin. Burada ilişki başkadır: Yaradılanın Yaradanla olanıdır. Peki o vakit o bu ya ya da ile ne talep eder? İtaat talep eder, koşulsuz itaat; sen Ona her şeyde koşulsuz itaatkâr olmadığın vakit Onu seviyor olmazsın, ve Onu sevmiyor isen, o vakit Ondan nefret ediyor olursun; eğer ki sen her şeyde koşulsuz itaatkâr değil isen, o vakit Ona bağlı kalmış olmazsın, ya da, eğer sen koşulsuz olarak ve her şeyde Ona bağlı kalmıyor isen, Ona bağlı kalmış olmazsın, ve eğer Ona bağlı kalmıyor isen onu hakir görüyor olursun.
——————————-

İnsanların arasında, iş güç dünyasında, insana bağlanmak ve onu hakir görmek arasında büyük bir mesafe olduğunu düşündüren birçoklarıyla münasebet içindeki bir insan şöyle diyebilir: ”Şu insanla münasebet kurmaya hacet görmüyorum, ama bundan hiçbir suretle onu hakir gördüğüm sonucu çıkmaz.” Ve insanın birçoklarıyla olan hoşbeşten ibaret, esasen derinliği olmayan, iyi kötü umursamazlık içinde süren sosyal münasebetlerinde de bu böyledir.

İnceleyin:  Bir İnanç Olarak Evrim

Bu insanlar sayıca azaldıkça, aradaki münasebette hoşbeş faslı da azalır, yani münasebet daha bir derinlik kazandıkça, ya ya da da bu münasebetin kuralı haline gelmeye başlar; ki Tanrıyla münasebette en derin anlamda ve koşulsuz hoşbeş yoktur. İki sevgiliyi ele alalım, bu ilişkide de öyle uzun boylu hoşbeş yoktur, çünkü ilişki çok derinliklidir: onlar ve onların ilişkisi için muteber olan: ya birbirine bağlı kalmak ya da birbirini hakir görmektir. Ve şimdi sen, zambağın ve kuşun yanında, kesin hiç kimsenin olmadığı, dolayısıyla senin için Tanrıyla olandan başka hiçbir sosyal münasebetinde bulunmayan o sessizliğin içindeyken, evet, tek muteber olan şey: ya Ona bağlı kalmak ya da Onu hakir görmektir. Orada hiç mazeret yoktur, zira orada hiç başka kimse yoktur, ve her hâlükârda, senin Tanrıyı hakir görmeyecek şekilde bağlı kalacağın başka hiç kimse yoktur, zira tam da bu sessizliğin içinde, senin Tanrıya ne kadar yakın olduğun besbellidir.

——————————-
Ve sonra, “şair” susabilmek için sessizlik aramaz, söz söyleyebilmek için arar -şair gibi söz söyleyebilmek için. Oradaki sessizlikte şair kahramanlık hayali kurar, lakin yine de onu gerçekleştirme raddesine gelemez – zira şair tabii ki bir kahraman değildir; ve o belagat – muhtemelen de sadece bunu kazanır, ve belagatli olarak kalır, çünkü o kahramanlığın mutsuz sevgilisidir, oysa kahraman onun mutlu sevgilisidir, çünkü bu mahrumiyettir onu, mahrumiyetin şairi esasen yaptığı gibi, belagat sahibi yapan şey – velhasıl o belagat sahibi olur, ki bu belagat, şiirdir. O, orada sessizlik içinde, tüm dünyayı yeniden yaratmak ve mutlu kılmak için büyük tasavvurlar kurar, büyük ama hiçbir zaman gerçek olmayacak tasavvurlar – hayır, ama tabii şiir olurlar. Oradaki sessizlikte 0 kara kara ızdırabını düşünür durur, her şeyde ama her şeyde ızdırabını yankılandırır – evet, hatta akıl hocaları, kuşu ve zambak bile, ona ders verecekleri yerde, hizmet etmek zorunda kalırlar; zira bir çığlık tek kelimeyle şiir olmaz, ama cığlığın sonu gelmez yankısı baslı basına siirdir.
——————————-
Oralarda zambağın ve kuşun yanında sessizlik vardır. Peki bu sessizlik ne ifade eder? Tanrıya huşuyu, hükmedenin o olduğunu, akıl ve idrakin sırf ona mahsus olduğunu ifade eder. Ve bu sessizlik, aynen, tabiatta olabildiği gibi, Tanrıya huşu demek olduğu için, taparcasına sevgidir, ve oradaki sessizlik bu yüzden o denli şanlıdır. Ve bundan dolayı, bu sessizlik böyle şanlı olduğu için, insan tabiatta Tanrıyı hisseder o halde her şeyin ona karşı huşu içinde süküt etmesinde elbette şaşacak bir şey yoktur! O konuşmasa bile, her şeyin ona huşu içinde süküt etmesi, insanın üzerinde sanki O konuşmuş gibi bir tesir uyandırır.
——————————-
Kuş susar ve sabırla bekler. Gönül ağrısı ne kadar fazla da olsa susar. Çölün ve kimsesizliğin mahzun ağıtçısı bile susar. Uç kere içini çeker, akabinde susar, sonra tekrar üç kere içini çeker; ama o aslında sesini çıkarmış olmaz. Zira ne olduğunu söylemez, şikayet etmez, kimseyi suçlamaz, o sadece tekrar susabilmek için içini çeker. Öyle ki süküt onu adeta patlatmak ister gibidir, bu yüzden iç çekmek zorundadır, sessiz kalabilmek için. Kuş ızdıraptan kendini kurtarmış değildir, ama suskun kuş acıyı daha uzun sürdüren şeyden kendini kurtarır; acı ve kahra dair bir sürü laftan, ki bu acı ve kahrı daha beter bir şeye, tahammülsüzlük ve kahırlılık vebaline döndürür. Zira kuşun ızdırap içindeyken susmasının bir parça sahtelik olduğunu hiç sanma; başkalarına karşı ne kadar sessiz de olsa, aslında yüreğinin en derininde sessiz kalmadığını, kaderinden yakındığını, Tanrıyı ve insanları itham ettiğini, ve ”kahır içindeki yüreği vebale soktuğunu” hiç sanma.
——————————-

Akşam sessizliği kırların üzerine çöktüğünde, ve sen vadiden doğru sığırların böğürmelerini uzaktan uzağa duyduğunda, veya çiftçi kulübesinden doğru, bir köpeğin aşina havlamaları uzaktan uzağa kulağına geldiğinde: bu seslerin sessizliği bozduğu söylenemez, hayır, onun sessizlikle arasında gizemli, ve böylelikle de sessiz bir uyuşum vardır; ki bu sessizliği arttırır.

İnceleyin:  Sevgiye En Lâyık Varlık: Allah

Gelin şimdi, ders alacağımz o zambağı ve kuşu daha bir yakından izleyelim. Kuş susar ve sabırla bekler; o her şeyin kendi vaktinde olacağını bilir, veya daha doğrusu, buna kesinlikle inanır, kuş bu yüzden sabırla bekler; ama gününü ve saatini bilmenin üstüne vazife olmadığım da bilir, onun için susar. Uygun vakit gelince elbet olacaktır, der kuş, ya da hayır, kuş bunu demez, o susar; mamafih onun sessizliği belagatlidir, ve bu sessizlik böyle inandığını söyler, ve böyle inandığı için susar ve sabırla bekler. Sonra 0 ana geldiğinde, kuş bunun o an olduğunu anlar; ondan istifade eder, ve hiç utanca düşmez.

Zambak da böyledir; o da susar ve sabırla bekler. ”Bahar ne zaman gelecek?” diye sabırsızca sormaz, zira onun kendi vaktinde geleceğini bilir, ve mevsimleri tayin etmek kendi üzerine vazife olsa bile bunun bir şeye yararı dokunmayacağını da bilir; ”yağmur ne zaman gelecek?” veya “güneş ne zaman çıkacak?” veya ”şimdi de pek fazla yağdı,” veya ”şimdi de pek sıcak oldu,” da demez; bu sene yaz nasıl olacak, uzun mu yoksa kısa nu sürecek diye de önceden sormaz; hayır o susar ve sabırla bekler o bu kadar saftır, ama yine de hiç aldanmaz, ki bu sırf cingözlüğün başına gelebilen şeydir, aldatmayan ve aldanmayan saflığın değil. Sonra o an gelir, ve o an geldiğinde, o bunun o an olduğunu anlar, ve ondan istifade eder. Ah, saflığın derin hikmetli akıl hocaları, acaba insanın, konuşurken de, ”o anın” varlığını fark etmesi mümkün olamaz mıydı? Hayır. 0 an ancak sükütta fark edilir; zira insan konuşurken, bir kelime bile etse, anı elden kaçırıverir; o an sırf süküt içinde vardır.

——————————-
Şair şöyle der:, Konuşmak insanı hayvana üstün kılıyor, evet, hiç şüphesiz – ama susabildiği takdirde.
——————————-
Velhasıl, insan, dini bakımdan, bir anlamda geri geri giderek başlangıca varır. Başlangıç esasen insanın başladığı şey değil, vardığı şeydir; ve insan ona geri geri giderek varır. Başlangıç bu şekilde suskun kalma hüneridir; zira tabiat gibi suskun kalmak hiç hüner değildir. Ve bu şekilde en derin anlamda süküt etmek, Tanrının huzurunda suskun kalmak, Tanrı korkusunun başlangıcıdır. Ve Tanrı korkusu nasıl ki hikmetin başlangıcı ise, süküt da Tanrı korkusunun başlangıcıdır. Ve Tanrı korkusu nasıl ki hikmetin başlangıcından daha fazlası, ”hikmet”, ise, süküt da aynı şekilde Tanrı korkusunun başlangıcından daha fazlasıdır, ”Tanrı korkusu”dur. Bu sükütta birçok dilek ve arzu düşüncesi Tanrı korkusuyla kesilir; bu sükütta, şükrün laf kalabalığı da bu Tanrı korkusuyla kesilir.
——————————-

Susmak’, ya da susmayı bilmek.

Zira konuşma elbette ki insanı hayvana, ve, eğer öyle isteniyorsa pekâlâ tamam, zambağa da üstün kılar ama, konuşabilmek bir meziyettir diye, bundan, susabilmenin bir hüner olmadığı, veya basit bir hüner olması icap ettiği sonucu çıkmaz. Aksine, tam da insan konuşabiliyor diye, tam da bunun içindir ki, susabilmek bir hünerdir, ve insandaki bu meziyet onu o kadar rahat ayartabildiği için de, susabilmek büyük bir
hünerdir. Velakin insan bunu suskun akıl hocalarından: zambaktan ve kuştan öğrenebilir.

——————————-

“Ah, ah, keşke bir çocuk olabilseydim,” der şair, ”ya da keşke çocuk gibi olabilseydim, ah, ah, masum ve neşeli bir çocuk” “ah, ah, ama ben kendi hesabıma erkenden yaşlandım, günah ve keder sahibi oldum!”

Ne garip; zaten hakkıyla dendiği gibi şair bir çocuktur. Ve yine de şair bu vaaza akıl erdiremez. Zira şairin hayatının temelinde, arzulanan şey olabilmenin verdiği umutsuzluk yatar; ve arzuyu bu umutsuzluk doğurur. Ancak ”arzu” biçareliğin icadıdır. Zira arzu pekâlâ bir an için teselli eder ama, daha yakından bakıldı mı, yine de teselli sağlamadığı görülür; ve tesellinin, çaresizliğin icat ettiği teselli olduğunu söylememiz bu yüzdendir. Ne tuhaf bir öz çelişki!

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir