Sadece Meal Diyenlere Allame Hüseyin Cisri’den Reddiyye
Paylaş:

Kuran-Muslumanligi-250x250 Sadece Meal Diyenlere Allame Hüseyin Cisri'den Reddiyye

Bu aklı evvellerin “Peygamberimizin hadislerini terk ederek, yalnız Kur andan anlaşılabilen dinî hükümlere ümmeti davet” şeklindeki batıl fikirde bulunmalarına medar olan, eğer Peygamberimize nispet edilen hadisler içinde, Resul-i Ekrem’den sadır olduğu, ahkam istihracında muteber olan tarik ile sabit olmayan zayıf hadislerin de bulunması ve hatta birtakım uydurma hadislerin bile o hazrete isnat edilmekte olması ise, yani bu cihet iddialarınca alelıtlak hadislere itimadı izale ediyorsa, deriz ki:

Bu vadideki şüphelerin def edilmiş olduğu pek vazıhtır. Çünkü İslam dininin mütebahhir uleması içinde hadislerin rivayeti ve râvîlerin tercümei- hallerinin bilinmesi babında gayet mevsuk öyle tahkik ve tetkik erbabı zevat geçmiştir ki onlar rivayet edilen hadislerin derecelerini tayin ile her birinin halini ve sübut mertebesini izah ve beyana ihtimam eylemişler. Hadislerin sıfatlarını ve kısımlarını, râvîlerinin tarihî halleriyle beraber, hem de mükemmel ve matlup surette beyan hususunu iltizam eylemişler. “Hadis Istılahları” ismiyle büyük ve gayet vâsi, hususi bir ilim dalı ibda ederek ona dair pek çok kitaplar ve risaleler tedvin edip kasideler tanzim eyledikleri gibi; hadislerin râvîlerinin tercüme-i halleri için de ayrıca bir ilim dalı tasnif edip onda râvîlerin cerh ve tadiline müteallik makul ve meşru kaideler takrir eylemişlerdir. Hatta hadis kitaplarında nakil ve rivayet edilmekte olan her hadisin menzilesini tasrih ile aslî ve fer’î ahkamda hangileri mevsuk ve mutemettir ve hangileri değildir, birer birer tayin hususuna himmet sarf etmişlerdir.

Elhasıl, ekabir ulemanın ittifaklarıyla sabit olmuştur ki: “Mütevatir hadisler” ve İslam dininin erkanı olan bütün müçtehitler tarafından kabul ile telak-ki olunan “meşhur hadisler”, İslam itikatlarının ve dinî hükümlerinin hepsini ispat ve teyide salahiyetli olabilirler. Âhâd tarikiyle rivayet edilen sahih ve hasen hadisler de yalnız amelî ve fer’î ahkamda hüccete medar addolunabilirler. Zayıf hadisler ise asla hüccet kabul edilmeye şayan olmadıkları cihetle hiçbir hükmü ispata delil kılınamazlar ise de amellerin faziletleri babında onların da amele istinat tutulmaları caiz görülüyor.

Yani İslam Şeriatında sıhhatine bir mani bulunmayan amellerin ve ibadetlerin faziletine dair varit olan zayıf hadisler ile amel etmeye ve teşvik makamında o tür hadisleri rivayet ve zikretmeye müsaade olunuyor.

Evet! Birtakım uydurma hadisler de bazı kitaplarda görülmüş. Fakat bunlar ile asla ve hiçbir vecihle amel caiz görülmemiştir. Hatta öyle bir hadisi tilavet eden ve rivayet eden şahsın, onun uydurma ve iftira kabilinden bir şey olduğunu, ilim ehli nazarında muteber olmadığını ve onunla amel edilmediğini beyan eylemesi lazımdır. Eğer bilerek sükut ederse Peygamber-i Zîşana iftira edenlerin biri de kendisi olur.

İnceleyin:  İslam Modernizminin Allah ve Vahiy Tasavvuru

Kafî ve şafi beyanatı havi olan ve her hadisin itibar derecesini temyiz vazifesini ifa eden kitaplar ümmet uleması arasında münteşir ve mütedavildir. Rivayet olunan hadislerin hakikatlerine dair hiçbir şey ilim erbabına hafi kalmamıştır. Bu halde, Kur an-ı Kerime itimat olunduğu gibi hadislere de derecesine göre itimat olunmakta ne zarar tasavvur edilebilir? Her kelamı temyiz eden ve sübut mertebesine nazaran hüküm veren vukuf ve tenkit erbabına ne denilebilir?

Mesela, “İnsanların ihbarları ve sözleri arasında doğru da bulunur, yalan da. öyle ise hiçbir haberi tasdik etmemek ve kimsenin sözüne itimat etmemek lazım gelir” diyecek olsak acaba bize hak veren olur mu? Ne mümkün! Çünkü bu söz sırf ahmaklık eseri addolunur. Herkes bilir ki insanların ihbarlarını tetkik ve vakıalara tatbik etmek iktiza eder ki hakikat-i hal ve sözlerin mahi-yeti anlaşılsın, tetkik üzerine doğruluğu kesinleşen sözlerle amel olunsun ve yalan haberlerden içtinap edilsin. Yoksa insanlar arasında yalan vaki oluyor diye doğruların sözü de yalan ihtimaliyle hemen yalan addolunacak olsa dünya ve ahiret işlerine halel gelirdi. Hiç akıllı insan bu hataya düşer mi?

İşte İslam uleması da Resul-i Ekrem (s.a.v.) Efendimize nispet edilen hadisleri gereği gibi tetkik ile sahih olmayanlarına vâkıf oldular da Ahkam ispatında şunlara itimat olunmaz ve şunlara da asla Resul sözü nazarıyla bakılmaz” dediler. Ve kısım kısım tayin ettiler. Allah onlara bolca ihsanda bulunsun!

Bu aklı evveller derlerse ki: Biz hadislerin mertebelerine ne vecihle vukuf kesbedebiliriz ki itimada şayan olup olmayanları temyiz edelim?

Deriz ki: Evet! Siz temyiz edemiyorsunuz. Fakat bu halde sizin avam insanlardan addolunmanızla beraber havas insanlar olan ulemayı kendinize kıyas etmeye salahiyetiniz de olamaz. Onlar pekala bilip temyiz ediyorlar. Hiçbir cihet kendilerine nispeten gizlilik perdesinde kalmıyor. Siz şu cüreti bırakın da müracaatla memur bulunduğunuz. Ehli Zikre, marifet ve içtihat erbabına müracaat edin.

Yok, eğer bu aklı evvel cahillerin arz olunan şüpheleri “Resul-i Ekrem Efendimiz Hazretlerinden nakil ve rivayet edilen hadislerde, zahiri ifadeleri akıl kanununa ve kati burhanlar ile sabit olan İlmî meselelere ve muasır keşiflere muhalif ve mugayir olan birtakım hadisler de bulunuyor” iddiasından neşet ediyorsa, kusura bakmasınlar ama böyle batıl bir iddiaya binaen Kuran-ı Kerimde münderiç olan ahkamla iktifa edip de Peygamberimizin hadislerini terk ve ihmal nasıl caiz olabilir? Bu şüpheleri örümcek ağından daha çürük olduğundan; eğer bunların istinatları bu şüphelerden ibaretse, hakikaten İslam dininin hakikatlerine ve rükünlerine akıllarının ermediği

İnceleyin:  Hint Kur'ancılığından sonra Türk Kur'ancılığı

Pek kolay meydana çıkar. Çünkü yukarıda bir münasebetle beyan ve takrir edildiği vecihle, Müslümanların mütebahhir uleması kemal-i metanet ve ittifakla demiyorlar mı ki: “Zahire münafi olan kati bir delil bulunmadıkça bizler (bütün Müslümanlar) Kuran ile hadislerin zahiri medlullerinden ayrılamayız. Ama bir ayet veya hadisin zahiri manasına muarız kati bir aklî delil kaim olursa, o halde o ayeti veya hadisi velev biraz uzak olacak diğer bir manaya hamlederek tevil etmemiz vacip olur.”

İşte muarızı bulunan şer’î bir nass, bu vecihle tevcih edilerek kati olan aklî delillere tevfık ve tatbik olunması iktiza eder. Binaenaleyh bu tür nasslar ile zahiri manaların murad olunmadığı Şeriat uleması nezdinde maruf ve müsellemdir.
Kur’an ile hadisleri tetkik eden kimseler, kati olan aklî delile zahiren mu-halif olup da aklî delillere tevfık kabil olamayan ne bir ayet ve ne de sabit rivayetli bir hadis bulabilirler.

Ama kati nasslarda -ki manaları muayyen olup tevil kabul etmiyorlar- kati olan aklî delile muhalif olmak ihtimali yoktur. Böyle bir nassa muhalif aklî delil göstermek mümkün değildir. Bu hakikatin hilafını iddia edenler bir misal göstersinler de bakalım. Her kim iddia ortaya atıyorsa mutlaka burhan göstermesi gerekir.

Şu aklı evvel mütehakkimler bu tür şüphelerle Peygamberimizin hadislerini nazardan düşürmeye çalışacaklarına, şüphelerini izaleye muktedir olan mütebahhir ulemaya müracaat etseler; kendilerinin aklî delillere zahiren mu-gayir buldukları hadisleri onların ne güzel tevcih ve tatbik ettiklerini ve ne kftdar sırlar ve meziyetler istihraç eylediklerini görürlerdi. Böyle bir müra-catları vuku bulsa, İslam dininin kati nasslarında hakikatte ve aslında akla mugayir bir şer’î ifade olmadığını anlarlardı.

Bazı nassların zahiren akla muhalif olduğu tahayyül edilir. Ancak bu, ya Miakkusuru ve ilim azlığı sebebiyledir. Yahut da -Kurandaki müteşabihatta olduğu gibi- ulemanın, hakkı ve doğruyu taharri babında içtihat sarf etmeleri itirafıyla inkıyat etmeleri hikmet ve maslahatına binaen imtihana tabi olmaları sebebiyledir.

Hüseyin-i Cisr – Risale-i Hamidiyye