Müslümanın nimetleri kutludur. Müslüman, nimetleri’kutlu bilir. Bir batılının, bir komünistin, bir puta- tapanın gözünde, yenilen ve içilenler… tarınlaşmamışsa maddeleriyle neyseler ondan ibaret bilinir ve öylece değerlendirilirler. Hatta, lûgatlarında «nimet» kelimesini tam karşılayacak bir kelime bile yoktur. Nimeti tanrılaştırmaksa, her şeyden önce nimete zulümdür. Çünkü: nimetin her tarafından kulluk sızar. Nimetler de, her türlü güç ve imkânlarını Yaratıcının görülmesine çevirirler. Nimetin tüketilme özelliği biraz da burdan geliyor. Her nimet, sanki, insanda insana bir haz sunarak fani oluyor ve aradan çekilirken insanı Yaratıcısıyla başbaşa bırakıyor. Sanki nimetin ödevi, kendiliğinden bir ruh ve şuur gücüyle Yaratıcıya dönmeyen insanı içgüdülerinden yakalayarak Allaha çevirmek, Allahla insan arasına bir köprü kurmak ve sonra aradan en alçakgönüllü bir biçimde çıkmaktır. Nimet ve sofra, Allahın önünde fani olmanın ne zengin tablosudur! İşte böylece, her şey birbirine nimet olarak, her şey birbirinin içinde yok olarak çekiliyor ve ortada yalnız O kalıyor!
İslâmda, adeta, nimet, emek için değil, emek, nimet içindir. Emek, peşin bir nimet şuurdur. Yoksa, her kişi» eninde sonunda, az çok bir rızka ulaşacaktır. Ama önce fiille sonra sözle ve kalble nimetin fizikötesinden gelen çerçevesini idrak etmeyenin, yani alınteri dökmeyenin (emek, hamd ve şükürle nimeti karşılamıyanın) ulaştığı rızkla, müslümana gelen rızk arasında, daha doğrusu bu iki nzka kavuşma tarzı arasında, doldurulamıyan bir uçurum vardır.
Bunun için hiç bir kullanılma değeri kalmasa da, yerde bir kuru ekmek parçası bile görse, bir müslümanın onu kaldırıp ayak altından kurtarması geleneği, yalnız bizim medeniyetimizde görülen bir saygı örneğidir ve bu gelenek ne güzel bir gelenek ve ne güzel bir örnektir! Hele o ekmek parçasının bütün nimetlerin sembolü olduğu düşünülürse..«
Müslüman, nimetlerde gök sofrasından (maide-den) bir iz bulur. İşte belki de bundan, Cennet nimetleri, yine de, Kur’anda dünya nimetleriyle canlandırılmaktadır.
Nimetleri, bir de zihin ve ruh nimetleriyle birlikte düşünen insan, nasıl sürekli bir mucize karşısında olduğumuzu fark eder. Güzün dallardan mercan gibi sallanan narlar örneği dudaklarımızdan dökülen ve çağları aşan bir çift söz de bir nimettir. Allahı zikir edenin gönlünde doğan nur da bir nimet… Güneş, uzayan deniz, bir çam ormanı, göz ve vücut için nasıl bir nimetse, düş, yerinde ve gereğinde hayal, düşünce, ses, ahenk duygusu, sevgi ve sempati, coşuş, kuvvet ve kudret… bütün bunlar da nimetlerdir.Batmakta olan bir topluluğun içinden çıkan gerçek bir ender, bir nimettir. Peygamberler, veliler, kahramanlar, şehitler ve gaziler, hep hep nimettir insanlığa Asker, bir millete bir nimettir. Biraz da bundan, kerlik ocağı kutludur.
Nimetlerin çevresini bir din halesi sarmıştır. Bir ışık. İşte, dua, hamd ve şükür, bu haleyi meydana getiren din ışıklarıdır.
Cömertlik ve cimrilikte bundan ötürüdür ki, nerdeyse, imanla ilgili görülmüştür.
Fakat, nimetlerin bu yüce yanı görülmeyince, bu kez aynı nimet, en büyük bir ceza gibi çarpar insanı. Nimetin çarpmasından hiç bir insan ve millet kendini kurtaramaz.
Komünistler, çağımıza kan ve ateşle girdiler. Ekmek tanrılaştırıldı böylece. Ekmek, bir nevi, yunanlıların savaş tanrısı haline getirildi. Halbuki, nimet Allahın önünde başeğdiren, barışa götürendir.
Ne Grek, ne Roma, ne sonraki batı medeniyetinde bir nimet değerlendirişi, düşüncesi ve şuuru vardır. Yalnız islâmdadır bu.
Yahudi, kadri bilinmeyen bir nimetin çarptığı bir ırktır. Müslümanların çöküş yıllarında, nimete verilen değer en mücerredinden en müşahhası olan ekmeğe doğru bir küçülme, bir büzülme, bir gerileme belirtir. Git git yalnız ekmeğe olan saygı kalmış, öbürlerine olan saygı ortadan kalkmıştır. İşte, şimdi, yeniden, ekmekten başlayarak, en mücerred nimetlere doğru gelişen bir nimet değerlendirmesinin çığırım açmak zorundayız.,.
Sezai Karakoç – Kıyamet Aşısı
0 Yorumlar