Türkiye’de İslâmcılık düşüncesi genel olarak üç ayrı dönemde mütalaa edilir: İlk olarak Meşrutiyetken hilafetin kaldırılmasına kadar olan dönem, ikinci olarak hilafetin kaldırılmasından 27 Mayıs darbesine kadar ikinci dönem, son olarak da 27 Mayıstan günümüze kadar olan son dönem.
Bu genel dönemlendirmelerin dışında karakter, İslâmcıların savunduğu tezler, kadro yapısı ve siyasal yapı bakımından Tanzimat, 1939 ile 27 Mayıs yılları arası, 1980 ile 1994 dönemi, 1994 ile 2001 arası ve AK Parti iktidarı sonrası önemli kırılmalar da içerir. Fakat genel planda dünyadaki eğilimlere bağlı olarak ortaya çıkan, uluslararası sistemin dengelerine göre konum alan ve dünya sisteminin karakterine bağlı metotlara evrilen İslâmcılık, 1980 sonrasında yani 12 Eylül ya da 24 Ocak gibi tarihlere bağlı olarak söylem, maddi güç, sentezci anlayış itibariyle İslâmcılığın yapısından farklılaşmaya başladı.
İslâmcılık düşüncesi zaten Batı Medeniyetinin gelişimine, modernite ve kapitalizmin umumi yapısına bağlı olarak mo- dernite karşıtı bir modernleştirici olarak doğduğu için genel refleksleri bağlamında modernden ayrı, dünya sisteminden bağımsız ve kapitalizmin dışında hiçbir zaman olmadı.
İslâmcılık modern olanı yani çağın getirdiklerini hesap etme anlayışı açısından kapitalist İktisadî kültürün ürettiği siyasanın peşinde olduğu için modern karakterini, geleneğe olan büyük mesafesini, geleceğe ilişkin Aydınlanmacı “yeryüzü cenneti” fikrini kapitalist ilerleme, gelişme ve kalkınma kavramları etrafında yürütür. Bu bakımdan kapitalist iktisadi felsefe ve kültürün kabul edilmesi değil “sahiplenilmesi, içselleştirilmesi” esasında çok daha başarılı olarak 1980’li yıllardan sonra doğmuştur. 1960 sonrasında dinî ritüellerin rahatlıkla yerine getirilmesinden doğan hürriyet algısı zamanla İslâm’ın hayata teşmil edilmesi görüşü etrafında gelişirken öteki taraftan İslamcılardaki medeniyet anlayışı yine Batı Medeniyetine öykünerek gerçekleştiği için “İslâmî yeryüzü cenneti” görüşünün alt yapısı; “kalkınma”, “büyük Türkiye”, “ilerleme” “sanayileşme”, “ağır sanayi” söylemleriyle teşekkül etmiştir. Bu kadar savunmaya, bu kadar söyleme ve siyasete rağmen İslâmcıların bu yolda bir adım dahi atamamasının nedeni ne olabilir?
Dünya sisteminin işleyiş tarzı; yani klasik merkez-çevre teorisinde merkez çevrenin hiçbir zaman İktisadî sistemin, pazarın, üretimin, dağıtımın hatta tüketimin cüzi dahi olsa kontrolü ve denetimine dâhil olmasına izin vermedi. Çevre ülkeler, insan, mal, hammadde, enerji gibi kaynaklarını merkeze akıtırken, merkez çevrenin, şeker fabrikası, termik santral, baraj gibi mecburi tesisler dışında sanayi kurmasına, büyük ticari işletmelere sahip olmasına kesinlikle müsaade etmedi. Türkiye’de
I.ve II. Dünya Savaşları arası dönemde uçak, tank yapıldığı halde devlet dünya sisteminin baskıları neticesinde bunları üretenler ağır cezalara, iflaslara çarptırıldı; otomobil gibi basit bir sanayi ürününün bile üretimine neoliberal dönemde dahi izin verilmedi; kısmen montaj yapmasına müsaade edildi. Çevre ülkeler belki sanayinin getirdiği artı kâra sahip olmasın diye kontrollü ve denetimli olsalar da esasında kapitalist iktisadın hiçbir kuralına kapitalist iktisadı kullanabilme adına imkân verilmemiştir; çevre ülkelerin kapitalizmin sadece tefecilik, sömürü, faiz ve hammadde ihracı, mamul madde ithalatı gibi konularda kendilerine alan açmalarına ses çıkarmadı. Bu sebeple “Islâmcı yeryüzü cenneti” hayalleri, İslâm medeniyetini diriltme söylemleri kapitalist dünya sistemi içinde zaten mümkün değildir.
Neoliberalizmin Nedeni; Neoliberal Islâmcılığın Misyonu
Klasik dünya sistemi çevre ülkelerin “piyasa”ya, pazara yani sisteme katılmasına müsaade etmemiştir. Neoliberal dünya sistemi ise Müslümanların, çevre ülkelerdeki yetenekli, istekli, kenarda köşede kalmış ne kadar farklı dini, kültürel, etnik unsur varsa onların pazara, piyasaya girmesine, “piyasanın kuralları”m istedikleri gibi işletmesine müsaade etmiş; bundan da hem siyasal hem İktisadî büyük menfaatler sağlayarak, dönüşümün gerçekleşmesini sağlamıştır. Türkiye de neoliberalizmin açtığı yolda, neoliberal ilkeler doğrultusunda İslamcılar ve Müslümanlar 1980 sonrasında İktisadî ve siyasi sistemin içinde “özne” ve “aktör” olma yolunda ilerlemiş, “sistemi sahiplenmiş”, kendi özgürlük alanlarını genişletmeye, iktisaden refaha sahip olmaya, siyasal sistemi dönüştürüyor görüntüsü altında kapitalizmin yeni dünya sisteminde çevredeki pürüzlerin ortadan kalkmasına yardımcı olmaya devam ederken kadim modernleştirici gücü ve misyonu yürütmektedir.
Neoliberalizm, bir programdır, kapitalizmin doğal bir gidişatı, tarihin ilerlemesi ya da sürecin bir devamı değil; kapitalist olamamış, modernleşmesini tamamlayamamış kesimlerin, sisteme dahil olması, kapitalizmin muhalifleri eliyle de yükselebilmesi, klasik dünya sistemin ürettiği düşmanlıkların, merkez – çevre modelinde ortaya çıkan çevredeki rahatsızlıkların giderilmesi, merkezin yavaşlayıp kapitalist ilerlemeyi gereği gibi yerine getirememesi, hantallaşması nedeniyle doğmuştur.
Ulus devletlerin korumacı, refah devleti anlayışıyla biraz daha merhametli hale gelmesine bağlı olarak, şirketlerin büyük kapitallerin egemenliği devralarak, merkeze sıkışmaktan kurtulup, üretim ve tüketimle beraber görece kârı çevre ülkelere taşımasının, kapitalist İktisadî ve siyasi kültürü küreselleş- tirmesinin ve piyasa anlayışını genişleterek, hem ulus devletler hem dünya sistemi bazında itibar görmeyen kesimlerin talep- leri doğrultusunda onların da sisteme katılması, benimseyip sahiplenmesinin adıdır neoliberalizm.
Neoliberal İslâmcılık genel olarak 1980 ile 2015 yılları arasını kapsar. Dünyada neoliberalizm 1970lerde gelişme göstermiş fakat asıl büyük sıçramasını “ülkeleri teslim alarak” gerçekleştirmiş; muhafazakâr – dindar gelişmeye açık liderler; Thatcher ve Reagan ile dünyada yayılmaya başlamış, İran, Pakistan, Mısır, Türkiye gibi ülkelerde darbeler, suikastlar vasıtasıyla siyaseti belirleyip neoliberalizme açık eğilimleri öne çıkarmıştır. Bu bakımdan neoliberalizm 1980’li yıllarda çok hızlı dönüşümlere imza atsa, iletişimden ulaşıma, finanstan tüketim kültürüne kadar bir dizi dönüşümü gerçekleştirse de İslâmcılar üzerindeki etkisi yeni olduğu için sonuçları 1990Tı yıllarda görülmeye başlamıştır.
Bu bakımdan neoliberal Islâmcılığın kabaca 1. 1980 – 1994 arası, 2. 1994 – 2001 arası, 3. 2001 ve sonrası olmak üzere üç dönemi vardır.
Neoliberal İslâmcılığın Üç Dönemi
1.1980-1994 Dönemi: Sistemin Neferi Radikalizm,Seküler Sufilik, Taşralı Cemaatçilik
1980’li yıllara damgasını Özal ve onun dört eğilimi, bu siyasî harekete bağlı iktisat egemen oldu. Genel kanaat özal’ın aynen Reagen ve Thatcher gibi muhafazakâr, dindar fakat dışa açık, “piyasaları göz önünde tutan büyük oranda “Amerikancı” portre çizdiği yönündedir. Özal’ın dinî cemaat ve tarikatlara “yol verdiği”, onları güçlendirdiği, desteklediği ve büyüttüğü görüşleri genellikle onun İslâmcılığa da açık olduğu kanaatini güçlendirir. Neoliberal siyasi kültür karakter icabı dindarları sevdiği için muhafazakârlık ile İslâmcılık arasını bulurken İslâmcılık ile milliyetçiliğin arasını belirgin olarak açar. Hâlbuki Özal neoliberalizmin küreselieşmeci, dışa açılma taraflısı, şirketleşme ve finans merkezli pazar mantığından dolayı, dini cemaat ve tarikatların şirket kurup, finans sektörü içinde yer almalarını sağlamış, onlara böyle bir “vizyonu” göstermiştir.
80 li yıllarda cemaat ve tarikatlar anonim şirkete, şeyhler yönetim kurulu başkanına, müntesiplerde iştirakçiye dönüşmüştür. Şirketin büyüklüğü, kârı ve yaygınlığı aynı zamanda cemaat ve tarikatın gücünü gösterir. Dolayısıyla son derece küçük ve belki de yok olmaya mahkûm olan bir cemaat örneğin Hüseyin Hilmi Işık’m takipçileri Işık-İhlas Grubu belki de silinip gidecek küçük bir cemaat olarak varlıklarını devam ettirecekken holdingleşerek nicelik bakımından hayli büyümüşlerdir. Cemaat ve tarikatların genel İktisadî yapıya bağlı olarak büyümeleri esasında imkânları artan grupların yayınlarında da önemli gelişmelere neden olmuştur. Tarikat ve cemaatlerdeki bu büyüme İslâmî kesimin tüm tonlarına yayılmaya başladı. Büyüyen dini grupları takip eden öteki İslâmî gruplar aynı metodu kopya etmeye başladı. Siyasal anlamda İslâmî kesimi dışarıda bırakan Özalın neoliberalizmi, daha çok İslâmî kesimin, bireylerin, cemaat ve tarikatların dönüşümüne yöneldi. Milli Görüş hareketi bu dönemde yasaklanan siyasal partiler içinde yer aldı. Belki bunun da etkisine bağlı olarak siyasal manada İslâmî kesimin dönüşümü 90lı yılların ilk çeyreğine tekabül eder. Zaten neoliberal siyasi ve İktisadî kültürle tanışan, o aşıyı alan Müslümanlar zaman içinde Milli Görüş’ün dönüşümünü talep etmeye, partiyi neoliberal ilkeleri benimsemeye zorladı.
80li yıllar tarikat ve cemaat gibi yapılanmaların yanında Türkiye’de İslâmî kesimin radikal eğilimlerinin çok daha baskın olarak gözüktüğü, radikal hareketlerin müstakil öbeklenmeler içine girdiği yıllar olacaktır. Bilhassa Kürt hareketinin İslâmcılık içinde ağırlığının artması, neoliberalizmin radikal İslâmcılıkla etnik yapılanmaları destekleyen, özgürlükçü ve marjinal hareketlere yönelen karakteri, İran Devrimi’nin, Afgan Cihadının etkisi radikalizmin genel İslamcı yapıdan ayrıldığını da gösterir. 27 Mayıs sonrasında gözlenen İslamcılık hareketinin müstakil, milliyetçi ve muhafazakâr kesimden ayrışan yönü, ikinci ve belki daha büyük bir kırılmaya uğrayarak 80li yıllarda kendini daha net ifade etmeye başladı. Milli Görüş partilerinde, bağımsız entelektüel yapılarda, matbuatta hatta cemaat ve tarikatlarda bile etkili olan tercüme hareketleri, Pakistan, Mısır ağırlıklı Seyyid Kutup, Mevdudi, Muhammed Kutup, Malik Bin Nebi, Haşan El Benna, İslâmî kesimde, 27 Mayıs sonrasında dili, metodu ve anlayışı belirlemişti.
Türkiye’de radikalizmin kendini dayandırdığı Cemaleddin Afganî, Muhammed Abduh, Reşid Rıza ve Pakistan-Mısır aydınlarının etkisi 1960-1980 arasında hemen tüm Müslümanları etkisi altına almıştı. Dolayısıyla tercüme hareketleri sadece radikalizmi değil 90’lara sarkan birçok İslâmî grubu da etkilemişti. 12 Eylülün gerekçelerinden Konya mitinginden, partinin yayın organlarına, Akıncılar Derneği’nden sonraki dönemlerin ANAP’lı, sağcı yazarlarına kadar birçok isim tercümelerden etkilenmiş fikri yapısını ve siyasallığını bunlara göre kurup geliştirmişti.
1960-1980 arası tercümelerden etkilenmeyen, Osmanlı bakiyesi çok az kesim kalmıştı. Sonraki yıllarda bunlara tevessül etmeyenler “îslâmcı olarak kabul edilmemiş”, milliyetçi fakat daha çok muhafazakâr tasnifi içine yerleştirilmişti. Öyle ki Nurettin Topçu’nun tavrı yanında Necip Fazıl’da benzer kategoriler içine yerleştirilmiş; Türkiye’ye, Osmanlı’ya dair fikir beyan eden herkes bu açıdan milliyetçi muhafazakâr kalıpları arasında değerlendirildi. 1980 darbesinden, Özal ve neoli- beralizmden sonra kökleri 27 Mayıs dönemi ve tercümelere dayanan İslâmcılık aniden ve çok sert bir savrulmanın içine girdi. Bu dönemde Refah Partisi’nin 1986’da Necmettin Erba- kansız, 1987’de Erbakan ile girdiği seçimlerde yüzde 7’lerde kalması, değişim ve dönüşümün önemli işaretleri arasında yer alır. Daha önce çok farklı kanatları olan partiye bir kısım Müslümanların İran Devrimi etkisiyle de “sistemin partisi” olarak bakması, ANAP’m dört eğiliminde kendine yer bulan tarikat ve cemaatlerin radikal ve sert bulması ayrışmanın işaretlerin- dendir.
Radikalizm esasında biraz da neoliberalizmin etkisiyle 80 öncesi tezlerinden uzaklaşan İslâmcılardan farklı olarak, 1960 – 1980 arası görüşleri ve tercümelerin mantığını tekrarlayan, sürdüren kesimlerin inadı olarak kendini ayırdı. Radikal hareketlerin uzun 80’ler boyunca evrilmesi gerçekleşse de esasında İslâmî kesimin tümünde önemli bir dönüşüm yaşanmış, tercümelerle ortaya çıkan atmosfer terk edilmiştir.
Terk edilen esasında tercümelerin kavramları kadar belki ondan daha çok dünya sisteminin klasik modeli, Soğuk Savaş şartları, dili, yöntemleri, algılarıdır. İslâmcılar kolaylıkla neoliberal dile biraz da sistem karşısında kendine özgürlük havası veren yeni sistemin uzattığı “gül”e uzanarak katılmışlardır. İran Devrimi hayallerinin de etkisiyle tercümelerin kurduğu büyüyü sürdüren radikalizm, 80’lerde sistemden uzak kalmanın mahrumiyetini 1990’lı yıllarda fazlasıyla telafi etme imkânı buldu.
Neoliberalizm sağ ve muhafazakâr kesim içinde kalan, RP’de öbeklenen, tarikat ve cemaat yapılanmalarına özen gösterse de 90lı yıllarda dengeli bir dağılıma gitti. Radikaller, etnik yapılar bilhassa Kürtler, uzun 80’ler ve çok daha uzun 90’lardaki mahrumiyetin acısını 2000’li yıllardan sonra çıkararak, iktidar denkleminde diğer tüm yapıların önüne geçmeyi başardı. 80’lerin ortasından itibaren demokrasi düşmanlığına rağmen demokratik taleplerde bulunan İslâmcılara radikaller de eklenirken, Müslümanların taleplerini sistemin dışlamasına karşı durarak tekliflerin monolitik bir İslâmî talepten, “ortak yaşamaya” yöneltmeye başladı.
İslâmî tezler, iktidar için çoğulculuk, hoşgörü ve bir arada tezleri arasında tamamen geri plana itildi. 80’li yılların yayın organlarındaki ümmetçi, İslâmî taleplere dayalı dil ve söylem 90’lı yıllarda bilhassa Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla değişmeye başladı. RP’nin Milliyetçi Çalışma Partisi (MÇP) ve Islahatçı Demokrasi Partisi (IDP) ile yaptığı ittifak, pür İslâmî tezlerin gevşetildiğinin, sisteme eklemlenmek isteğinin de bir göstergesiydi. Bu talep 90’ların ilk çeyreğindeki “garson devlet” ve “bir arada yaşama” temalı parti programıyla da deklare edilmiş oldu. RP’ye oy vermenin “şirk” olduğu hususu radikal çevrelerde gevşetilirken, neoliberalizme endeksli imkânları artan tarikat ve cemaatlerin RP’ye bakışında çok büyük oynamalar olmadı. Bunda RP’ye verilecek destek neticesinde elde edilen elden çıkacaklardan çok daha az olacağı kanaati vardı. RPM desteklemek, 80 sonrası neoliberal desteğin kesilmesi, maddi imkânların yok olması manasına gelirdi. Merkez sağın uzun yıllar donuk olmasına rağmen hâlâ Meclis’te yer bulması tarikat ve cemaatlerin korkulu desteğinin etkisine de örnektir. Tarikat ve cemaatler artık neoliberal sistemin iyiden iyiye güvenini kazandıktan, RP siyaset sahnesinden çekildikten sonra merkez sağdan desteğini çekmişlerdir.
2.1994 – 2001 Dönemi: İslâmcıların Para, Kariyer; Devlet ile Buluşması
Bu dönemde RP, siyasal İslâm ilk defa çok yüksek oy oranına ulaşarak öncelikle belediyeleri alıp arkasından iktidarın büyük ortağı olma imkânına kavuştu.1 Bu dönemde İslâmcılık İslâmî tezlerle siyasete sözünü söylemesinden, Türkiye’nin İslâmî dönüşüm geçirmesi fikri yerini Müslümanların Türkiye’de “haklı olduğu yeri” alması gerektiği şeklinde bir yaklaşıma bıraktı.
Bu açıdan İslâmî kesim ile diğerleri arasındaki keskin ayrım 1960 – 1980 arasında dile getirilen “cahiliye toplumu” anlayışı iyiden iyiye yok oldu. Cahiliye kavramı sadece radikallerin değil İslâmcıların genelinin kendi abdestli namazlı ama “geleneksel inanış” içindeki anne ve babalarına da yöneltilen bir itham olmuş, İslâmcılık, tezlerini büyük oranda bu temel üzerine bina etmişti.2 Artık siyasal İslâm ile birlikte İslâmcılar dikte ederek, yukarıdan siyasetle ya da zor kullanarak toplumu dönüştürmekten vazgeçmeye Müslümanların haklarını ve hakkı olan yerini alabileceği bir siyaset arayışına girmişti. Toplum ayrışmaların değil “anlama ve anlaşılma”, diyalogun zemini olarak algılanmaya başlandı. Dolayısıyla İslâmî tezlerin geriye itilip, iktidara bağlı, sistem nezdinde kabul edilmeye dayalı siyasetin, fikriyatın işletilmesi “Türkiyelilik” kavramı etrafında modernleşme projesinin, sisteme eklemlenmenin meşruiyet biçimi haline geldi.
1980 – 1994 arası neoliberal kavramları ve siyasayı tanıma, bu kültürün gelişmeye başladığı yılları oluştururken 1994 – 2001 arasında İslamcılar neoliberalizmi benimsemeye, içselleştirmeye başlamıştır. Öncelikle belediyelerde RP’nin üstünlüğü, buradaki istihdam imkânları, entelektüellerden alt kesime kadar sistem ve iktidar dışına itilmiş kesimlerin artık tanınma ve kabul edilebilme ihtimali, “ihtiyatı”, sistemi, elitleri “ürkütmeme” tavrına dönüşmeye başlamıştır. Akabinde RP’nin yüzde 20yi aşan oy oranı İslâmcıların yönünü iyiden iyiye belirledi. İslâmî kesim şirketleşme mantığını ileri götürürken cemaat ve tarikatlar artık medya kuruluşlarına sahip olabilen büyük güçler haline gelmeye, “sivil toplum kuruluşu” olarak anılmaya başladı. Genellikle başörtüsü üzerinden kısıtlanan haklar dışında İslâmcılar yavaş yavaş cumhuriyet dönemi boyunca mahrum oldukları alanlara sirayeti başladı. 28 Şubat süreci İslâmcıların neoliberalizme dolayısıyla sisteme eklemlenmesine çok büyük etkide bulundu.
RP’nin AİHM’e başvuruda bulunması, partinin kapatılması, yeni siyasal anlayışlar, 28 Şubata karşı çıkan liberal – sol ile olan ittifaklar, savunma psikolojisi, tüketim toplumunun gelişimi, yeni sektörler İslâmcıların siyasal ve İktisadî alandaki görünürlüğünü, etkinliğini artırdı. Bu süreçte giyim kuşamdan, kamusal görünürlüğe kadar pek çok alandaki ciddi dönüşümler üzerinde durulmayı hak ediyordu. Zira cemaat ve tarikatların toplumu yönlendiren değil kendi varlıklarını ikame edip büyütmeye gayret eden varlığı Müslümanların artık Türkiye’de Cumhuriyet dönemi boyunca kısıtlanan imkânlarını istediği gibi kullanabilme şartlarının doğması neoliberal İslâmcılığın iktidar olma, dünya sistemi içinde önemli aktörler arasına girmeye başladığının işaretiydi.
Soğuk Savaş sonrası şartların yerli yerine oturmaması, dünya sisteminin neoliberal ilkeler doğrultusunda ilerlemesine, “tarihin sonu” ve “medeniyetler çatışması” tezlerine rağmen siyasal olarak küresel bir düzenin sağlanamaması, Türkiye’de 90’lı yılların önemli bir çatışma sathı oluşturmasına neden oldu. Bu belirsizliği 11 Eylül 2001 hadisesi bozdu çünkü bu olay sadece Türkiye’de değil dünyada da taşların yerine oturması, Soğuk Savaş sonrası dünya sisteminin renginin belli olması açısından belirleyici oldu.
3.2001 Sonrası Dönem: Neoliberal İslâmcılığın İktidarı
Esasında bu dönem 2002 ile başlatılabilir. Fakat 11 Eylül 2001 ile açılan ve dünyada Soğuk Savaş şartlarını bitiren siyasal kesinti, İslâm’ın dünyada “medeniyetler çatışması” tezi ile düşman ilan edilmesi bu dönemin ruhunu oluşturur. Buna göre dünya sistemi 11 Eylül ile Müslümanların dünya sistemi içindeki yerlerini tamamen belirleyecek şartları kurgularken neoliberalizmin yeni koşullar etrafında yeni organizasyonlara gitmesi, bilhassa Arap Baharı ile de İslâm âlemine siyasal bir nizam getirme çabasına girer.
Türkiye bu bakımdan neoliberal politikaları muhafazakâr, demokrat ve İslâmcı kimliklerle birleştirerek yeni bir sentezle uygularken İslâm dünyasının önünde rol model olarak yerini almış, medeniyetler çatışması karşısında medeniyetler ittifakı girişiminin, Arap Baharı modellerinin öncülüğü rolüne soyunmuştur.
Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da eski sisteme dair aktörler yerlerinden olurken sınırların değişmesi süreci başlamıştır. Libya’dan Suriye’ye kadar neoliberal pazara katılmamış, kendini sistemden, kapitalist İktisadî kültürden korumayı başaran Müslümanlar, yastık altındaki birikimleri dâhil artık yeni organizasyonlarla birlikte kapitalist pratiklere katılır olmuştur. Bu açıdan dünyanın küreselleşmeyle birlikte girdiği süreçte yeni tekniklerin, ekonomilerin etkisi gündelik hayatı dönüştürürken, İslâm dünyası bu değişimi gerek zorla gerek demokratik yollardan daha hızlı yaşamıştır.
Neoliberalizm Türkiye’de 2002 seçimleriyle birlikte etkisini çok daha hızlı göstermeye başlamış, neoliberal dönüşümü Türk milleti İslâmcılar eliyle gerçekleştirmiştir. 80 ve 90’lı yıllarda İslâmcı siyasete destek olmayan fakat neoliberal uygulamalarla iyice hacmi genişleyen tarikat ve cemaatler bu dönemde AK Parti üzerinde ittifak kurdular. Gündelik hayatın organizasyonundan, İslâmcıların devlet imkânlarından yararlanabilme potansiyellerine bağlı olarak zenginleşmeleri yine bu dönemde ziyadesiyle çoğalmış, kamusal hayatta görünürlüğü artan dindarlık, İslâmî dönüşüm amacının yerini almış, o hedefi karşılamıştır. Genel olarak “devlet bizim idareciler değil” anlayışındaki İslâmî kesim için muhafazakar demokrat kimlikli iktidar kâfi gelirken, neoliberalizmin bu dönemde marjinal kimlikleri, radikalleri, Kürtleri ve diğer etnik unsurları dönüşümde aktör olarak kullanması neticesinde neoliberal ilkelerin uygulanmasında sorunla karşılaşılmamıştır.
Neoliberal İslâmcılık bu dönemde çok önemli programları yürüttü; Kemalist sistem vurgusu üzerinden birçok millet gerçeğine de temas edip, algıları değiştirdi. 1980’li yıllarda kapitalist iktisat ilmi ve pratiğiyle karşılaşan, 19901ı yıllarda İktisadî kültürle gündelik yaşamım, İslâmî giyim kuşam, hedef ve görünürlüğünü değiştirmeye başlayan İslâmcılar 2000’li yıllardan sonra kapitalist İktisadî ve siyasi yapıyı “mesele” olmaktan, hayatındaki sekülerleşme, İslâmî umdelere sadakatsizliği sorun olarak görmekten vazgeçmiştir. Dahası neoliberalizmin klasik merkez-çevre görüşünü reddederek genişleyip büyümesini çevredekilerin üzerine de bindirmesi, bu açıdan çevreye de ufak tefek imtiyazlar ve kârlar vermesi İslâmcılığın “güç ve iktidar” rüyalarına neden olmuş, İslâmcılık kamudaki ayrıcalıkları, Kemalist sistemin bir takım geri adımlarını “kazanım’’ olarak görmüştür. Türkiye’de İslâmcılık bu açıdan dünyadaki İslamcılığın, İslâm ülkelerinin neoliberalizmi savunma ve sahiplenmesinde öncü ve model olmasını sağlamıştır.(3)
Sisteme Uyumdan Sahiplenmeye
Bu dönem uyum, eklemlenme gibi kelimelerle açıklanabilir mi? Bu kelimelerin ağırlığı dönemin karakterini anlatmaya yeterli gelir mi? İslâmcılık genel itibarla 1980 sonrasında hususen 2000’li yıllarda klasik İslamcılık görüşleri uyarınca kapitalizm ve modernizmle karşılaşmış, onu alt etme, aşma gibi kaygıları ortadan kaldırarak öncelikle entegre olmayı sonrasında da sahiplenerek modernleştirme misyonunu kabul etmiştir. İslâmcılık en baştan beri Müslümanların geri kalmasını, halkın imanına, geleneksel itikada, hurafe ve bidat adı altında Müslümanların Batıklardan ayrılan inceliklerine dolayısıyla tarihi birikime yüklemiş, modern çalışma, ilerleme, teknik ve teknolojiyi hatta gerekirse rasyonel zekâyı devşirmeyi sistemleştirmişti. İslâm ve Batı arasındaki mücadeleyi dinin din ile değil ideolojiyle çatışmasını, medeniyetin medeniyetle mücadelesi gibi sunan İslâmcılık, Batı medeniyetini makbul ve üstün kabul ettiği için medeniyet teorileri bağlamında medeni gelişimin birbirini etkileyip devşirmeler gerçekleştirmenin normalliğini, Batının tekniğini almayı hedefleyerek esasında dönüşümü daha en baştan gerçekleştirmeyi savunmuştu. İçtihat kapısının açılması gerektiği düşüncesinden, felsefe ve düşüncenin İslâm’da kapalı olduğu savunmalarına kadar tüm fikirler Batı medeniyetinin ilerleme anlayışını, rasyonel hatta pozitivist ideolojisini bünyeye intibak ettirme kaygısı gütmüştü.
Neoliberal İslâmcılık, lslâmcılığın “Batının tekniğini alıp kültürünü bırakma” munisliği ve iyimserliğini “taşralı uyanıklığı” ile hayata geçirmiş, aktif dindarlığı, kamuda artık dinî olanın özgürlüğünü İslâmî gelişim olarak kabul edip Batının değil Müslümanın kültürü olarak ele almıştır. Teknik ve teknolojik gelişimi, iletişim ve ulaşım sahasındaki gelişmeleri, maddi zenginliği içselleştiren politikaları ise “Batının tekniğini almalıyız” fikrinin tabiî neticesi şeklinde sunmuşlardır. Esasında neoliberal İslâmcılık, modernleşme sonrası İslâm düşüncesinin, İslâmcılığın genel teorisinin hayata geçirildiği görüşündedir. 2000li yıllardaki AK Parti iktidarı İslâmcılara bu açıdan göz ardı edilemeyecek ölçüde maddî imkânlar sunmuş, devlet ve yönetim kademesinde var olmalarını sağlamış, savundukları görüşlerin İslâmî tezlerinin sistemle yüz yüze gelmesine vesile olmuştur.
İslâmcıların sistemin içinde, devlet kademesinde, neoliberal iktisatta yer bulmaları, İslâmî tezlerini karşılamaya yetip de artmıştır bile. Bu açıdan neoliberal İslâmcılık bir bakıma modernleşme dönemi İslâm düşüncesinin İslâmcılık fikrinin zirvesi, genel toplamı ve nihai sonucudur. Neoliberal İslâmcılığın üçüncü dönemini yani iktidar aşamasını genel olarak üç başlık altında değerlendirmek mümkündür.
Yazının Devamı için bkn(2):http://ilimcephesi.com/neoliberal-islamcilik-2/
0 Yorumlar