Gerçekten, çevremize baktığımızda şikâyetçi halimizde haklı sayılabiliriz. İşte iki Dünya savaşının acı sonuçları. İşte, kültür ve edebiyatımızın, medeniyetimizin çetin şartları. İşte, olanlar, olması beklenenler. İşte durumumuz. Öyle ki şikâyetsiz hayat sürenler aruk dışımızdaki bir dünyada yaşıyor gibidir. Şikâyetsiz yaşayanların ilgi ağları bizim dışımızda oluştuğu için onların kendisi de bizim dışımızda kalmıştır. Fakat bir de kendimize bakalım. Şikâyet ettiğimiz şeyleri yoklayalım. Uluorta bir şikâyet kokusu, şikâyet bulutu dolaşıyor. Bizi besliyor, doyuruyor, üzüntüler ormanında direniş noktaları oluşturuyor, bize kol kanat geriyor. Ama neden şikâyet edildiği, niçin şikâyet edildiği, kime kim adına öfkelenildiği çoğu zaman belirgin bile değil. Ortadaki şikâyet ruhu objelerini yitirip kendi varlığından ibaret kalmış. Kaynağı ve hedefi belirsiz, belki de bilinçsiz bir şikâyet dalgası çoğumuzun gününü gün derdini dert etmeye yetiyor. Belki bunun belirgin hedefleri olsaydı, ne adına yapıldığı bilinseydi kendimize yararı ve yardımı olacaktı. Ama hayır! Şikâyet öyle yer etmiş ki, kendisinden başkasına hayat hakkı tanımıyor. Sebebine çare bulunsa, bu kendisini ortadan kaldıracağı için ona tahammal edemiyor.
Şikâyet, yaşama hakkını elinde bulundurmak nesi var nesi yoksa kullanıyor, kendi duruşuyla direniyor. Yani artık sebep gitmiş, şikâyet büyüye büyüye kendisinden ibaret kalmış. Şikâyet, hakkını arıyor. Bu ölçüde bir karışıklık gül bahçesinde ortaya çıksa bir yapı harabesi kadar acıklı olur. Şikâyet kendini iddia ederse, durum içinden çıkılmaza döner. Gerçi Müslümanlara rahatsızlık veren, acısını çektiğimiz durumları ve olayları bir bir sıralarsak, kendi içimizdeki akıl almaz zıtlıkları göz önüne alırsak, bunlardaki cesametin şikâyetlerimizi kat kat aştığını görerek şaşırabiliriz. Bu yüzden değil mi ki, şikâyetsizlikten de rahatsızlık duyuyoruz. Şikayetsiz yaşayanlan itici buluyoruz. Ama bu durumun kaynağını, doğuş sebebini ve amacını düşünmeden edemeyiz. Şikâyet, sürgit yaşaması gereken bir olgu değildir. Onun konusunu ortadan kaldırmak gerekir. Bunun çaresi ise bilinçsiz bir şikâyetten, yersiz, anlamsız ve gereksiz bir rahatlığa geçiş değil elbet. Olanlara razı olmak değil elbet. Şikâyet biraz da ortaya çıkardığı görünümlerle, durumlarla, saldığı vehimlerle yaşıyor. İnsan ruhundaki yönsemelerle, sanatla, fikirle ilgisi olmayanlar, sağlıklı bir yola ve yönteme sahip olduğumuz gün şikâyetin tozu ve dumanına kanşarak yok olup gidecek unsurlar ve davranışlar bu durumdan pek akıllıca yararlanıyor. Ve elbet yaşama sebebi ve beslenmesi şikâyet ruhunun sürüp gitmesine bağlı olanlar, bunun ortadan kalkmasına razı olamıyor.
Sadece günübirlik ilişkilerden gıdalanan bir yaşama biçimi bu durumu ortadan kaldıramaz. İnsanlık tarihinin her dönemi bize bunu gösteriyor. Bir kere şikâyet ruhu kaynağını ve hedefini yitirince oluşturduğu bozuk ilişkilerin, bozukluğu ölçüsünde kaçınılmaz bir parçası olmuş, artık kendi kendini ortadan kaldıramamıştır. Kaldıramıyor da. Bilinçsiz, kendini dinleyemez bir şikâyet takıntısı fertlerde başını alır giderse, bu inşam çok tehlikeli bölgelere sürüklüyor. Farkında olmadan “Hakka nza”nın sınırlannı zedelemeye gidiyor. Güven duygusu da böyle. Güvensizliğin yuvarlanarak katlanmasıyla, sebebi ve kaynağı sadece kendisi, yani güvensizlik olduğu zaman, insanı benzer cinsten bir tehlikeli alana sürüklemekten geri kalmıyor.
Şikâyet, şikâyet, şikâyet… Bitmek tükenmek bilmeyen şikâyet. Bir de bakıyorsunuz ki artık kendisini kaybetmiş, bütün sorumsuzluğunu üzerine almış gidiyor. Kimi kime şikâyet ediyorsun? Niçin?
Kim adına? Birden kulağımız bu nida ile çınlıyor: Rabbim! Ne kadar şikâyet ediyoruz!
Oysa Hakkın nimetlerine bakalım. Ne kadar geniş! Rahmetine bakalım. Ne kadar bol! Bunlar hep soyut kavramlar olarak mı kalıyor? Anlamı ve önemi hayatımızdan uzak mı görünüyor? Ya da yaşayışımızla bu kavramların hayattaki tecellisini göremiyor muyuz? Hayata uygulanmasını düşünemiyor muyuz? Bu kadar geniş, insanın da insanlığın da hayatına yetecek olan ve onu aşan nimetleri hayat içinde tasavvur edemiyor muyuz? Hatırlayalım: Hakk’m iki meleği şu anda ve her anda iki omzumuzun başında. Unutmayalım: Bizim çokça gördüğümüz, göre göre yorulduğumuz mihnetler gibi Hakkın nimetleri de yam başımızda. Sadece ona el uzatmak. Uzatabilmek. Gönül açmak. Açabilmek. Kalbimizle onun arasına giren lekeyi silmek. Silebilmek. Başımızdaki yasak olmayan meyveyi yiyebilmek. Ah! İşte bunlan yapabilmek.
Dönüp bir velinin hayatına bakalım. Olgun Müslümanlardaki dünyaya tebessümle bakışı analım. Şikâyetten nasıl çekinirdi onlar? Sosyal ilişkilerse, onlar da içindeydi. Elemse, acıysa, ıstırapsa bizden çok onlanndı. Hakk’a ulaşma azmiyse, cehdiyse, onların davranış- lan yanında bizimkiler ancak birer şuursuz kımıldanış olabilir. Hemen hepsinin hayatında elemi görüyoruz. Ama şikâyetin tuzağından nasıl kurtuluyorlar, Hakk’m nimetine nasıl bağlı kalıyorlar, bugünkü ölçülerle izahı mümkün değil. Ferdin ve toplumun davasının onlarda ulaştığı inceliği bir kenara koyalım. Düşününüz. Sadece bir insan olarak düşününüz. O adamı düşününüz ki bedeninde bir ağ- nyı ömür boyu taşır da yakınlanna açmaz. Dostlan üzüntüsüne katılmasın diye. En doğrusu Haktan şikâyet olmasın diye. Hazret-i Sıddık yılanın zehrine bile sabırla dayanmamış mıydı? Hak ne versin ki katlanmayacak olalım?
Hiçbir velinin hayatında bugünküne benzer bir şikâyet psikolojisi göremezsiniz. Şikâyet onların hayatında öylesine incelmiştir ki hiçbir zaman kendinden ibaret kalmasına meydan yoktur. Hatta bizdeki anlamında şikâyet yoktur. Belki şikâyetin sebepleri üzerinde düşünmek vardır. Şikâyete yol açacak durumların ve olayların büsbütün sürgün edilmesi için çaba gösteriş vardır. Olanlara galip gelmek ve şikâyet psikolojisinden uzak kalabilmek, sanıyorum ki Hakk’ın rahmetinin ve nimetinin genişliğini ve bolluğunu her zaman düşünebilmektendir. Mihnet ne kadar artarsa artsın onlar bunu yenik düşüp nimetleri düşünmekten uzak kalmadılar. Her yerde Hakk’ın nimetini görebildiler. İşte bu yüzden onlar dünyaya tebessümle baktılar. Evet. Her problemin, görünen ve görünmeyen âlemde madem ki bir çözümü vardır, her hastalığın bitsek de bilmesek de mâdem ki bir ilâcı vardır, muhakkak ki, Hakk’ın nimetleri bizim mihnetlerimizden geniştir. Acılar, elemler ne kadar artarsa artsın, mutluluğa giden yollan ne kadar tutarsa tutsun Hakkın nimetleri daima onun üzerindedir. Şikâyetlerimizin sebeplerini ortadan kaldırabilmek için, şikâyet tozlannm bulanıklaştırdığı suyu antmak için, problemsiz hayata ne kadar uzak kalmamız gerekiyorsa, şikâyeti aşanlara bundan da fazla yaklaşmamız gerekiyor.
Temel kavramlann kendisini, duygularımızın yürekten gelişini bir yana koyarak, günümüzde, insan ilişkileri bağlamında aldığı sınırlı biçimlerin yansımasına bakmakta ve sadece böyle olmakta devam ettiğimiz sürece şikâyet bulutu yakamızı bırakmayacaktır. Kendisinin ve sebeplerinin üzerinde düşünebilmemiz için elimizdeki bütün fırsatları çalacaktır. Oysa biz, kavramların ve duygu öğelerinin temellerine yöneldikçe, bunlarla uğraştıkça, bulutlar dağılıp ışığın önü açılacak, şikâyetimiz aydınlık kazanacak, şikâyet sebepleri anlaşılacak ve şikayetin konuları üzerinde düşünme imkânı olacaktır.
Ebubekir Eroğlu – Yenileme Bilinci,syf:81-84
0 Yorumlar