Mümin Kim?
Paylaş:

musluman_dokuyan2 Mümin Kim?

Hadis:

“Sizden biri, kendisi için istediği bir şeyi kardeşi için istemedikçe hakkıyla iman etmiş sayılmaz.”(Rudani,Cem’ul Fevaid, c. 1, s. 57.)

Kendim için sevdiğimi, senin için de sevmeliyim.

Bütün hadis-i şerifler aslında anlam itibarıyla birbir­lerini tamamlıyor. Bize müstakil bir dünyanın, bir İslâm dünyasının nasıl teşekkül edeceğinin ipuçlarını veriyor. Ben bu hadis-i şerifleri doğrusu belli bir maksat güderek seçmedim; bililtizam, önüme geldiği şekilde seçtim. Fa­kat neticede bunların tamamına baktığımda şu anlamın açığa çıktığım gördüm: Bu hadis-i şeriflerin tümü, insa­nı bir şey vermeye teşvik ediyor, bir şey vermenin orta­mını hazırlıyor. Bir sevgi ortamı hazırlıyor. Kendinden, nefsinden, fikrinden vermeyi öngörüyor.

Şimdi okuduğumuz hadis-i şerif de bunlardan biri…

Kendiniz için istediğinizi din kardeşiniz için de iste­medikçe, gerçek mümin (iman etmiş) olmazsınız, belki de olamazsınız deniyor. Dikkat: Müslüman olmazsınız denmiyor, mümin olmazsınız deniyor…

Tarihimizde bu durumun pratik örneğinin uygula­masını Fatih Sultan Mehmet zamanında görüyoruz. Bir müşteri, esnafa geliyor, alışveriş yapmak istiyor, fakat esnaf, müşteriye, “Ben siftah yaptım, sen bu alışverişi komşu arkadaşımla yap.” diyerek onu komşusuna gön­deriyor. Bu, kendisi için istediğini komşusu için de iste­mektir. Esnaf ne ister kendisi için? Alışveriş yapılması­nı… Görüyor ki komşu esnaf alışveriş yapmamış, onu, komşusuna sevk ediyor. İşte, hadis-i şerifin anlamıyla örtüşen bir örnek…

Yine Yermük’te, savaş bitmiş, savaş meydanında ya­raklar var. Huzeyfe (ra), elinde bir kırba su ile dolaşır­ken, “su” diye inleyen amcasının oğlu Haris’i görüyor. Suyu ona götürdüğünde yakmda “su” diye inleyen Ik- rime (ra) fark ediliyor. Haris, İkrime’yi işaret ediyor, kır­badaki suyu ona gönderiyor; Huzeyfe oraya gidiyor, fa­kat ona gittiğinde Ayyâş’ın (ra) inlemesi işitiliyor, o da “su” diye inliyor; İkrime de “O arkadaşıma götür.” diye­rek reddediyor suyu ve Ayyâş’a götürdüğünde ise onu ölmüş buluyor. Tekrar îkrime’ye dönüyor, o da ölmüş. Haris’e geldiğinde o da ruhunu teslim etmiş… Burada, bu hadis-i şerifte de kendisi için istediğini komşusu ve­ya kardeşi için isteyenin tipik bir örneğini görüyoruz.

İnceleyin:  Ey Ebu Zer, Çorba Pişirdiğinde...

Bir başka hadis-i şerif… Bunun metni de çok güzel olduğu için alıntılamak istiyorum:

“Bir adam, Peygamber’e (sav) gelip ‘ben muhtaç (ve açım)’ dedi. Bunun üzerine [Peygamber (sav)] hanımla­rından birine haber gönderdi. O şöyle dedi: ‘Yanımda su­dan başka bir şey yok.’ Sonra ötekine haber gönderdi. O da diğeri gibi söyledi. Hülâsa hepsi aynı şeyi söylediler. Bunun üzerine Allah Resulü (sav) şöyle buyurdu: ‘Bu­nu misafir edecek kimse yok mu? Allah onu esirgesin.’

Ebu Talha hemen kalkıp, ‘Ben misafir ederim’ dedi. Onu alıp evine götürdü ve hanımına, ‘Yanında yiyecek bir şey var mı?’ diye sordu.

‘Hayır, çocukların yiyeceğinden başka bir şeyimiz yok.’ dedi.

‘Onları bir şeylerle oyalayıp uyut! Misafirimiz içe­riye girdiğinde sanki yiyormuş gibi göster! Yemek için elini sofraya uzattığı zaman, lambayı düzeltecekmiş gi­bi kalk ve söndür!’

Kadın onun dediği gibi yaptı. Misafir yemek yedi, on­lar yemeksiz ve aç yattılar. Sabahleyin Peygamber’e (sav) varınca, Peygamber (sav) şöyle buyurdu: ‘Filan ve falan­dan Allah memnun kaldı ve güldü. Ya da Allah (onun hâline) taaccüp etti.”(Age, c. 7, s. 45.)

Şimdi dikkat edilmeli: Resulullah’m evinde yiyecek bir şey bulunmadığı gibi, sahabenin evinde de yok. An­cak çocuklarına yetecek kadar nevaleleri var. Öyle biri kendisi için ne isteyebilir? O akşam, yemeğini çocukla­rıyla beraber yemek, değil mi? Buna rağmen yemekten sarfınazar ediyorlar. Misafir rahatsız olmasın diye ço­cukları da oyalayıp kendileri de yer gibi yapıyorlar. Işık­lar sönük olduğu için misafir kamını doyurup yatıyor, kendileri de aç yatıyor.

Bu hadis-i şerifin mefhum-ı muhalifi nedir? Yani, “Siz­den biri, kendisi için istediği bir şeyi kardeşi için isteme­dikçe hakkıyla iman etmiş sayılmaz.” sözünün mefhum- ı muhalifi, tersinden söylenişi, “Kendin için istemediğini din kardeşin için de isteme!” veya “Bana kötülük yapılmasını istemiyorsam, benim de başkasına kötülük yapmamam gerekir.” Mefhum-ı muhalifinden de böyle bir neticeye ulaşıyoruz.

İnceleyin:  Takva Nasıl Gerçekleşir?

Bu hadis-i şerifin bize telkin ettiği anlamın genel so­nucuna baktığımızda, Fatih Sultan Mehmet zamanın­da, kendisine gelen müşteriyi komşusuna yönlendiren o esnafı hatırlayarak söyleyelim: Burada ne oluyor? Bu­rada gelir dağılımındaki adalet sağlanmış oluyor. İkin­cisi: Kendisinin sattığı mal ile komşusunun sattığı mal arasında zaten kalite itibarıyla farklılık yok. Üçüncüsü: Gelir dağılımında adaletsizlik olduğu takdirde ne olur? Birisi çok kazanır, birileri de mecburen daha az kazanır. İnsanoğlunun cibilliyetinde haset diye bir duygu var. Ha­set şu: Bende yoksa kimsede olmasın! Bu, gıpta etmek­ten, imrenmekten veya kıskançlıktan farklı bir şey… Ha­set, Ebu Cehil’in karakteri, yani “Bende yoksa kimsede olmasın!” diyor. Oysa Müslüman’ın ahlâkı bunun tam tersini öngörüyor; erdemli olmayı, daha da ötede tak- valı olmayı öngörüyor. Erdemli olmak, iyiliğe karşı iyilikle mukabele etmek; takva ise iyiliğe, daha yüksek bir iyilikle mukabele etmektir.

Müslüman ahlâkı, bize erdemden de öte, takvayı ge- rektiriyor.

Rasim Özdönören – Hadislerin Işığında Hz.Muhammed,syf.95-98