Kur’an’da İnsan Davranışının Dürtüleri

kuranda_gecen_deliller_1-300x152 Kur'an'da İnsan Davranışının DürtüleriMUHAMMAD UTHMAN NAJATI

Orijinal metinde Yasien Mohamed333 tarafından, giriş bölümü eklenerek
İngilizce’ye çevrilmiştir.

GİRİŞ334

Dürtüler bahsi, “kişilik, biyolojik dürtüler ile sosyal ve fiziksel çevre arasındaki etkileşimden kaynaklanan, kişinin güdüsel eği­limlerinin nispeten istikrarlı teşekkülü” olduğu sürece kişilikle ilişkilidir.335 Kişilik çalışması, yakın zamana kadar psikologlar tarafından kısmen göz ardı edilmiştir, çünkü geçmişte odak nok­tası, bütünsel insan ve onun motivasyonundan çok tüm organiz­malar için ortak olan ve laboratuvarda incelenebilecek süreçlerin araştırılması olmuştur. İnsan dürtülerine ilişkin bir araştırma, insan kişiliklerini farklı bir şekilde davranmaya ve düşünmeye sevk eden motivasyonları açıkladığı ölçüde, kişilik çalışmasının önemli bir parçasıdır.336

Arapça dawafi kelimesi için bulabildiğim en yakın İngilizce kar­şılık “dürtüler” kelimesi oldu ve bu terimi kullandığı bağlama ve alıntı yaptığı kaynaklara bakılırsa Najatinin de tam olarak kas­tettiği bu gibi görünüyor. Bununla birlikte, bu terim ilk olarak 1915 te Woodworth tarafından basit hayvanlardaki içgüdüsel davranışlar için geçerli olan “enerjinin gücü”nü ifade etmek ama­cıyla kullanıldığı için modern psikolojide kullanımdan kalkma­mış olsa da kullanışlılığını yitirmiştir.337 Daha sonra, bu terim insanın sosyal davranışına uygulanabilir hâle geldi ve Najati bu terimi işte bu anlamda kullanıyor. Çevirinin doğruluğu adına bu terimi kullanmaya devam ediyorum, ancak bu, benim insan mo­tivasyonu ve kişiliğinin dürtülerini tanımlamayı tercih edeceğim bir terim değildir.338

Freud, dürtü kavramına yönelik mekanik görüşü kullandı ve cinsel dürtülerin insan davranışı için tek motivasyon kaynağı ol­duğunu düşünen ilk kişiydi. Ancak günümüzde çoğu psikolog, sosyal güdüleri dürtülerle açıklama beklentisinden vazgeçmiştir. Hull, insanın sosyal davranışını açıklamak için daha uygun olan “özendirici” terimini ortaya koymuştur. “Dürtü” öğrenilmemiş ve varsayılan bir fizyolojik temele sahipken, “özendirici” önceki öğrenmeye bağlıdır, belirli durumlarda ortaya çıkar ve fark edi­lebilir herhangi bir fizyolojik temelden yoksundur.339 Freud’un aksine Adler, geçmişten gelen kişilik hükmünden ziyade geleceğe yönelik olumlu çabayı vurguladı. Allport, yeni ilgi ve güdülerin yaşamın herhangi bir anmda kazanılabileceğini ve “işlevsel açı­dan özerk” hâle gelebileceğini savundu. Bireyin kendi kişiliğini yaratması fikri, kişilik gelişiminde temel ilke olan Roger ve Mas- low’un kendini gerçekleştirme teorileriyle uyumludur.340 Öğre­nilmiş davranışı ve edinilmiş kişiliği “dürtüler” ile açıklamaya çalışmak bu nedenle ikna edici değildir ve şüphesiz bu terimin artık insan davranışı için kullanılmadığı bir çağa gireceğiz.

“Dürtü” terimi “içgüdü” teriminden ayırt edilmelidir; birincisi hem hayvanlar hem de insanlar için geçerliyken İkincisi esasen hayvan­lar için geçerlidir. Bu nedenle Najati, insan kişiliğinin hem fizyolojik hem de psikolojik boyutlarını kapsayacak şekilde “dürtüler” terimi­ni kullanıyor. Buradan hareketle, örneğin “dini” dürtüler, “psikolo­jik” dürtülerin bir alt kategorisidir. Aşk ve korku gibi duygular da psikolojik dürtülerin bir parçası olarak yer alır. Bunlar, varoluşçu psikologlar tarafmdan tanınan, ancak yalnızca dışarıdan gözlem­lenebilir davranışlarla ilgilenen davranışçılar tarafmdan doğrudan reddedilen öznel durumlardır. Müslüman bir psikolog olarak Najati, Kur’anı kendisine rehber edinir ve Kur’an’dan modern psikolojide insan dürtülerini destekleyecek ayetler bulur.

Najati, Maslowdan alıntı yaparak onun açlık ve susuzluk gibi bi­rincil veya fizyolojik dürtüler ile adalet ve güzellik değerlerine duyulan ihtiyaç gibi ikincil veya manevi dürtüler arasındaki ayrı­mını destekliyor. Bu her iki dürtü düzeyinin de yerine getirilmesi hem biyolojik hem de ruhsal ihtiyaçları olan eksiksiz kişiliğin ge­lişimine yol açar. Maslow, son yıllarda gitgide daha fazla psiko­logun, daha çok denge, homeostaz ve gerilimi azaltma kavram­larına odaklanan insan davranışına yönelik “dürtü” teorisinden uzaklaştığım açıkça ortaya koyuyor. Bilakis, bu kavramları kişilik gelişimi ve kendini tamamlama kavramlarıyla destekleme eğilimi vardır. Maslow bizzat kendini gerçekleştirme kavramım destek­liyor, ancak bunun kesin olarak tanımlanmış bir kavram olma­dığım ve bu kavramın anlamını “göstermenin” onu tanımlama­dan daha kolay olduğunu belirtiyor. Ona göre büyüme durağan bir kavram değil, kişinin yaşamı boyunca süreklilik arz eden bir şeydir. Büyüme ihtiyaçları, cinsellik, boşaltım, uyku ve dinlen­me gibi “temel” fizyolojik ihtiyaçlardan ayırt edilmelidir. Bunlar tatmin edildiği sürece gerilim azaltma ihtiyaçlarıdır, ancak yapıl­ması engellendiğinde hüsrana ve mutsuzluğa yol açarlar. Temel ihtiyaçların veya birincil dürtülerin tatmin edilmemesi, bedbaht ve psikolojik bozukluğu olan bir kişiliğe yol açabilir.341 Freud, cinselliği doğuştan günah ve kirli bir şey olarak gören Viyanah hastalarının bastırılmış cinsellik sorununu açıkladı. İçgüdülerin kötü doğasına ilişkin Stoacı veya Hristiyan kavramların zihinsel olarak sağlıksız veya nevrotik bir kişilik üretebileceğini makul bi­çimde kanıtladı, ancak haksız surette sorunu tüm dinlere genel­ledi İslam, dinin izin verdiği ölçüde yönlendirilmesi koşuluyla, cinselliğe, hatta tüm dürtülere karşı müspet bir görüşe sahiptir. Najati, cinselliğe ve insan davranışının diğer dürtülerine karşı İs­lâmî tavrı bu olumlu ruh içinde yansıtıyor.

Asli dürtü kavramı, yalnızca birincil dürtülerin veya ihtiyaçların tatminiyle ilgilenen insan kişiliğine yönelik olumsuz bir tutumu sürdürür. Neredeyse tüm motivasyon teorileri, dürtülerin can sıkıcı ve rahatsız edici olduğu, onlardan kurtulmak gerektiği ve tüm güdülenmiş davranışların bu tür sıkıntılardan kurtulmaya yönelik olduğu görüşünü paylaşıyor. Konuyla ilgili en uç noktada Freud un ölüm içgüdüsüyle sona geliyoruz.342 Sonuç olarak ge­rilim azaltma ve ihtiyaç azaltma kavramlarına varıyoruz. Mas- low un bu konudaki ifadesi şöyle:

Organizmanın birincil amacının can sıkıcı ihtiyaçtan kurtulup bu­nun sonucunda gerilimin bitmesini sağlayarak denge, homeostaz, huzur hâli ve acısızlığa kavuşmak olduğu anlayışı hemen hemen her zaman, ihtiyaca yönelik olumsuz tutumla ilişkilendirilir.”343

Bu yaklaşım, hayvan psikolojisinde ve ağırlıklı olarak hayvanla­ra yönelik çalışmaya dayanan davranışçılıkta anlaşılabilir, ancak insanın büyüme, kendini gerçekleştirme ve bireyleşme eğilimi­ni açıklayamadığı için bu yaklaşımı eleştiren Allport ve Maslow gibi birçok psikologa göre sorunludur. Maslow şöyle diyor: “Eğer güdüsel yaşam, esasen rahatsız edici gerilimlerin savunmacı bir şekilde ortadan kaldırılmasından oluşuyorsa ve gerilimi azalt­manın tek neticesi, daha fazla istenmeyen sıkıntıların ortaya çıkmasını ve sırayla ortadan kaldırılmasını pasifçe bekleme du­rumuysa, o zaman değişim, gelişim, hareket veya amaç nasıl or­taya çıkıyor? İnsanlar niçin gelişiyor? Niçin daha akıllı oluyorlar? Yaşamanın lezzeti ne ifade ediyor?”344

Mekanik “dürtü” kavramı, modern psikolojide ortaya çıkmıştır ve Najati, bu kavramı İslamileştirme girişiminde ilk olarak, kav­ramın insanlara yönelik olarak daha geniş bir şekilde anlaşılması­nı ve uygulanmasını tanımlıyor ve ikinci olarak, hem hayvanlarla paylaştığımız hem de insanlar olarak bize özgü olan çeşitli dür­tüleri destekleyen Kuran ayetlerini aktarıyor. Najati, okuyucuya bu dürtülerin ortadan kaldırılması değil, İslam hukukuna göre meşru biçimde kontrol edilmesi ve yönetilmesi gerektiğini hatır­latıyor. Bu dürtülerin, en temel biyolojik olanların bile tatmini, insanı teslimiyet ve şükran içinde Allaha yöneltmelidir. İnsanın temel ve üst düzey ihtiyaçlarının uygun şekilde karşılanması, ka­bul edilebilir, meşru davranışa ve sağlıklı bir kişiliğe yol açacaktır. Dürtülerin uygun olmayan şekilde doyurulması ise, insanın fit-ratından, Allah’a bağlılığa meyilli olan tabiatından sapmasına ve dolayısıyla sağlıksız bir kişiliğe sahip olmasına neden olacaktır.

ÇEVİRİ

Dürtüler» canlı organizmaları» temel biyolojik ihtiyaçların kar­şılanması gibi belirli hedeflere ulaşmaları için motive eder. Mo­dern psikologlar» fizyolojik dürtüler (veya birincil dürtüler) ile psikolojik dürtüler (veya ikincil dürtüler) arasında ayrım yapı­yor. Fizyolojik dürtüler fiziksel ihtiyaçları tatmin eder, yani vü­cutta bir kayıp veya dengesizlik varsa, insan davranışını bedensel kaybı telafi etmek veya eski denge durumuna geri getirmek için yönlendiriyor. Bununla birlikte, psikolojik dürtüler çoğunlukla eğitim ve sosyalleşme yoluyla kazanılıyor.

Fizyolojik Dürtüler

İlahî hikmet, Allah’ın her yaratılmış varlığın içine, onun işlevleri­ni yerine getirmesini sağlayan bazı özel nitelikleri yerleştirmesini gerektirir: “Bizim Rabbimiz, her şey e yaratılışını veren, sonra doğ­ru yolunu gösterendir” (20:50). Allah hem insanın hem de hay­vanların içine iki tür fizyolojik dürtü yerleştirmiştir: Biri bireyin korunması için diğeri ise türün devamı için esastır.

Fizyolojik dürtülerin, organik veya kimyasal bir kayıp meydana geldiğinde vücudun ihtiyaçlarını karşılayan bazı önemli fizyolo­jik işlevleri vardır. Bunların amacı, vücudu asli denge durumuna geri getirerek yaşamını korumaktır. Eğer beslenme eksikliği, sı­caklık veya soğuk ve yorgunluk nedeniyle vücutta iç denge kaybı varsa, dürtüler vücudu normal denge durumuna, yani homeos- taz durumuna getirmek için ne gerekiyorsa yapar.345 Böylece bi­rey, ihtiyacına veya iç dengesizliğin nedenine bağlı olarak yemek yer, kıyafetlerini değiştirir veya dinlenir. Bu faaliyetler fizyolojik temellidir ve insanın iradesiyle kontrol edilmez. Ter vücut ısısın­dan, yemek ise açlıktan kaynaklanır. Modern psikologlar bu iç denge ilkesini ancak son zamanlarda keşfettiler,346 ancak Kuran bundan on dört yüzyıl önce bu duruma işaret etti:

Yere (gelince,) onu döşeyip yaydık, onda sarsılmaz dağlar bıraktık ve onda her şeyden ölçüsü belirlenmiş ürünler bitirdik. (15:19) Göklerin ve yerin mülkü O’nundur; çocuk edinmemiştir. O’na mülkünde ortak yoktur, her şeyi yaratmış, ona bir düzen vermiş, belli bir ölçüyle takdir etmiştir. M7(25:2)

…O’nun katında her şey bir miktar (ölçü) iledir. (13:8)

Kendini Koruma Dürtüsü

Kuran, açlık, susuzluk, yorgunluk, sıcak, soğuk, acı ve nefes ile bağlantılı ayetlerde kendini koruma dürtüsünden bahsediyor. Allah, Ademe açlık ve susuzluk dertlerinden kurtulduğu cenne­ti hatırlatıyor. Allah, onu cennetten çıkarmak ve mücadele edip meşakkat çekmesi için yeryüzüne getirmek isteyen şeytana karşı uyarıyor.

İnsan, açlığını ve susuzluğunu gidermek için avlanır ve çiftçilik yapar; soğuk havalarda çıplaklığını örtecek giysiler yapar ve onu sıcaktan ve soğuktan korumak için evler inşa eder:

Bunun üzerine dedik ki: “Ey Âdem, bu (şeytan) gerçekten sana ve eşine düşmandır; sakın sizi cennetten sürüp çıkarmasın, sonra mutsuz olursun. Şüphesiz ki, senin acıkmaman ve çıplak kalma­man orda (cennette kalmana) bağlıdır. Ve gerçekten sen burada susamayacaksın ve güneş altında yanmayacaksın da.” Sonunda şeytan ona vesvese verdi; dedi ki: “Sana sonsuzluk ağacım ve yok olmayacak bir mülkü haber vereyim mi?” (20:117-120)

Bu ayet, susuzluk, açlık ve aşırı sıcak ve soğuktan kaçınma dürtü­lerine işaret ediyor. Aynı zamanda varlığını sürdürme dürtüsü ve mal edinme (temellük) dürtüsünden bahsediyor. Kendini koru­ma dürtüleri, varlığını sürdürme dürtüsüne hizmet eder ama mal edinme dürtüsü psikolojik bir dürtüdür. Şeytan, insanı ölümsüz­lük ve daimî mülkiyet arayışına yönlendirme girişiminde bu dür­tülerin farkındadır. Yukarıda, Adem’in İlahî uyarıyı unuttuğunu ve yasak meyveden yiyerek Allah’ın sözünden çıktığını belirte­lim.

Aşağıdaki ayetler, sıcaktan ve soğuktan korunmak, yorgunluk ve acıyla baş etmek gibi kendini koruma dürtülerine işaret ediyor:

Allah, site evlerinizi (İçinde) “güvenlik ve huzur bulacağınız yerler* kıldı ve size hayvan derilerinden hem göç gününde hem yerleşme gününde kolaylıkla taşıyabileceğiniz evler; yünlerinden, yapağılarından ve kıllarından bir zamana kadar giyimlikler, döşe­melikler ve (ticaret için) bir meta kıldı. Allah, sizin için yarattığı şeylerden gölgeler kıldı. Dağlarda da sizin için barınaklar, siperler kıldı, sizi sıcaktan koruyacak elbiseler, sizi savaşınızda (zorluk’ lara karşı) koruyacak giyimlikler de var etti, işte O, üzerinizdeki nimetini böyle tamamlamaktadır, umulur ki teslim olursunuz. (16:80-81)

İnsan, vahşi hayvanlardan ve düşmanlarından korunmak için dağlara, mağaralara, çadırlara ve evlere yönelir, insan, ayrıca ağacm gölgesinde oturarak ve uygun giysiler yaparak kendisini aşın hava koşullarından da korur; silah yaparak kendini savaşta düşmanlarından ve yaralanmaktan korur. Susuzluk, açlık ve yor­gunluk uzun süre giderilmemeye gelmez, ancak bu giderilmeyen dürtülere kendi rızası için sabreden mü’minlere Allah bir mükâ­fat vadediyor:

Medine halkına ve çevresindeki bedevilere, Allah’ın elçisinden geri kalmaları, kendi nefislerini onun nefsine tercih etmeleri ya­kışmaz. Bu, gerçekten onların Allah yolunda bir susuzluk, bir yorgunluk, ‘dayanılmaz bir açlık’ (çekmeleri), kafirleri ‘kin ve öf­keyle ayaklandıracak’ bir yere ayak basmaları ve düşmana karşı bir başarı kazanmaları karşılığında, mutlaka onlara bununla salih bir amel yazılmış olması nedeniyledir. Şüphesiz Allah, iyilik ya­panların ecrini kaybetmez. (9:120)

Korku ve açlık, sefil bir kişiliğe yol açar, ölüm korkusu, meçhul gelecek korkusu ve düşman korkusu bireyin mutsuzluğuna mut­suzluk ekler:

And olsun, biz sizi biraz korku, açlık ve bir parça mallardan, can­lardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır göste­renleri müjdele. (2:155)

Allah bir şehri örnek verdi: (Halkı) Güvenlik ve huzur içindeydi, rızkı da her yerden bol bol gelmekteydi; fakat Allah’ın nimetleri­ne nankörlük etti, böylece Allah yaptıklarına karşılık olarak, ona açlık ve korku elbisesini tattırdı. (16:112)

Şu evin (KÂbe’nin) Rabb’ine kulluk etsinler. Ki O, kendilerini aç­lıktan (kurtarıp) doyuran ve korkudan güvenliğe kavuşturandır. (116:3-4)

İnsanın dinlenmeye ihtiyacı vardır ve Kuran, insanın gündüz ça­lışıp gece dinlenme ihtiyacına işaret ediyor. İnsan sabahları zinde ve aktif uyanır ve günün aktivitelerini şevkle yapmaya hazırdır, ancak eve yorgun döner. Bedensel gerilimlerden ve psikolojik korkulardan kurtulmak için uyur. Bunlar, zor bir günün ardın­dan Allah’ın insanı rahatlatan nimetleridir:

İnceleyin:  İnsan-Toplum Doğasının Benzerliği

O, dinlenmeniz için geceyi, gündüzü de aydınlatıcı olarak sizin için yaratmıştır. Şüphesiz işitebilen bir topluluk için bunda ger­çekten ayetler vardır. (10:67)

O, geceyi sizin için bir elbise, uykuyu bir dinlenme ve gündüzü de yayılıp çalışma (zamanı) kılandır. (25:47)

Sizi geceleyin öldüren (uyutan) ve gündüzün güç yetirip etkile­mekte (yapıp kazanmakta) olduklarınızı bilen, sonra adı konul­muş ecel doluncaya kadar onda sizi dirilten (uyandıran) O’dur. Sonra en son dönüşünüz O’nadır. Sonra yapmakta olduklarınızı size O haber verecektir. (6:60)

İnsan Türünün Devam Ettirilmesi Dürtüsü

Kendini koruma içgüdüsünü ele almıştık. Şimdi ise cinsel dürtü ve annelik dürtüsü hakkında kısa bir bahse yöneliyoruz.

Cinsel Dürtü

Cinsel dürtü, insan türünün devam etmesinde hayati bir rol oy­nar. Bu dürtüyle bir aile oluşur, toplumlar ve milletler de aileler aracılığıyla oluşur. Toprağın işlenmesi, insanların birbirini tanı­ması ve medeniyetin bilgi, sanayi ve kültürdeki ilerleme yoluyla inşa edilmesi toplum aracılığıyladır. Allah şöyle buyurur: “Ey in­sanlar, gerçekten, biz sizi bir erkek ve bir dişiden348 yarattık ve bir- birinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca en ileride olanmızdır. Şüphesiz Allah, bilendir, haber alandır.” (49:13). Bir aile sayesinde eşler birlikte güvenlik ve huzur içinde yaşar. Bu ilişki ile beslenen sevgi ve merhamet duygulan onları uyum ve birliktelik içinde bir evlilik hayatına götürür, çocukların bakım ve yetişmeleri için sağlıklı bir ortam yaratır. Bu surette Allah şöyle buyurur:

Onda sükûn bulup durulmanız için, size kendi nefslerinizden eş­ler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet kılması da Onun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir kavim için ger­çekten ayetler vardır. (30:21)

Ey insanlar sizi tek bir nefsten yaratan, ondan eşini yaratan ve her ikisinden birçok erkek ye kadın türetip yayan Rabbinizden korkup sakının. Ve (yine) kendisiyle, birbirinizden dilekte bulun­duğunuz Allah’tan ye akrabalık (bağlarım koparmak)tan sakının. Şüphesiz Allah, sizin üzerinizde gözeticidir. (4:1)

Annelik Dürtüsü

Allah, hikmetiyle, bir kadında türün devamı için doğal bir dürtü olmasına karar vermiştir. Kadın fıtraten hamilelik ve doğum yü­künü taşımaya yatkındır; çocuğu emzirebilir ve çocuk kendine bakabilecek duruma gelene kadar ona bakabilir. Bu sorumluluğu doğal biçimde, şikâyet veya tereddüt etmeden taşır. Kuran, ha­milelik ve doğum sancıları çeken anneye şöyle işaret ediyor:

Biz insana anne ve babasını (onlara iyilikle davranmayı) tavsiye ettik. Annesi onu, zorluk üstüne zorlukla (karnında) taşımıştır. Onun (sütten) ayrılması, iki yıl içindedir. “Hem bana hem anne ve babana şükret, dönüş yalnız banadır.” (31:14)

Musa (a.s.) kıssasından bahsederken Kur’an, annenin çocukları­na olan sevgisini ve şefkatini anlatıyor. Anne, çocukları için en­dişeleniyor ve yanında olmadıklarında üzülüyor. Musa’nın (a.s.) annesi, oğlunun gidişinden dolayı üzgündü, ancak onun Allattın takdirine olan inancı güçlüydü ve iç huzurunu korumayı başar­mıştı:

İsa nın annesi ise, yüreği boşluk içinde sabahladı. Eğer müzmin­lerden olması için kalbi üzerinde (sabrı ve dayanıklılığı) pekiştir­memiş olsaydık, neredeyse onu(n durumunu) açığa vuracaktı. (28:10)

Oğlu ona dönünce, üzüntüsü gitti ve yeniden sevince kavuştu:

Böylelikle, gözünün aydın olması, üzülmemesi ve gerçekten Al­lah’ın vaadinin hak olduğunu bilmesi için, onu annesine geri ver­miş olduk. Ancak onların çoğu bilmezler. (28:13)

Psikolojik Dürtüler

İnsanın kişiliği benzersizdir ve davranışları yalnızca içgüdüleri tarafindan yönlendirilen hayvandan farklı olarak, insanın dav­ranışı temel, birincil dürtülerin yanı sıra ikincil, psikolojik dür­tüleri tarafından da belirlenir. Edinme dürtüsü ve dini dürtüler gibi bu psikolojik dürtülerin (el-dawafi en-nefsiyye) ayırt edile­bilir bir fizyolojik temeli yoktur. Çoğu modern psikolog, psiko­lojik dürtülerin sosyal çevreden edinildiğini kabul etse de Erich Fromm gibi diğer psikologlar, saygınlık, aidiyet, kimlik ve bir yö­nelim çerçevesi gibi psikolojik ihtiyaçları insanlara özgü olarak değerlendiriyor.349 Birincil dürtüler (örneğin açlık, susuzluk ve cinsellik) ile ikincil (veya manevi) dürtüler (örneğin adalet, iyi­lik, güzellik değerleri) arasındaki ayrımı ortaya koyan Abraham Maslow, ikinci türün insan doğasında doğuştan var olduğunu kabul etti. Hem Fromm hem de Maslow için, insan kişiliğinin ilerlemesi ve gelişmesi için ikincil dürtülerin yerine getirilmesi esastır. Aşağıda bahsedilecek olan bu ikincil dürtüleri psikolo­jik dürtüler kategorisi altında ele alacağız. Bu psikolojik dürtü­lerin çoğunun edinilmiş değil, insan fıtratında olduğunu belirten Fromm ve Maslow ile hemfikiriz. Batılı psikologlar, insanın fiz­yolojik boyutuna odaklanma ve tslami açıdan daha önemli olan insanını manevi yönünü göz ardı etme eğilimindedir. Fromm ve Maslow, insanın yalnızca dışa dönük, gözlemlenebilir yönüne odaklanma eğiliminde olan davranışçıları özellikle eleştiriyor, örneğin Fromm, dini dürtüyü insanda doğuştan gelen bir şey olarak tanımlıyor ve şöyle diyor:

Bir yönelim çerçevesine ve bir adanmışhk nesnesine duyulan ihtiya­cın köklerinin insanın varoluş koşulunda olduğu tezi, dinin tarihte evrensel olarak var olduğu gerçeğiyle fazlasıyla doğrulanmış gibi görünüyor…. laboratuvarı hasta olan ve başka bir kişinin düşünce ve duygularının katılımcı gözlemcisi olan psikanalist, belirli bir yö­nelim çerçevesine ve adanmıştık nesnesine duyulan ihtiyacın insa­nın fıtratında olduğu gerçeğinin başka bir kanıtıdır?50

Edinme Dürtüsü

İnsan, edinme dürtüsünü sosyal ve kültürel çevresinden kazanır. Yaşam deneyimi, insanın kendisini güvende ve emniyette his­setmesini sağlayan, onu yoksulluktan ve güçsüzlükten koruyan zenginlik ve maddi mal varlığına olan sevgisine tanıklık ediyor. Kur’an birçok yerde bu dürtüden bahsediyor:

Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara, hayvanlara ve ekinlere duyulan tutkulu şehvet insan­lara süslü ve çekici kılındı. Bunlar, dünya hayatının metaldir. Asıl varılacak güzel yer Allah katında olandır. (3:14)

Malı bir yığma tutkusu ve hırsıyla seviyorsunuz. (89:20)

Şeytan, Hz. Adem’in (a.s.) Allaha verdiği sözünden cayması için aklını çeldi: “Sonunda şeytan ona vesvese verdi; dedi ki: ‘Sana son­suzluk ağacını ve yok olmayacak bir mülkü haber vereyim mi?m (20:120). “Yok olmayacak bir mülk” ifadesini, insanda edinme dürtüsünün içgüdüsel olduğu anlamına gelecek şekilde yanlış yorumlamayın. Şeytan, daha önce olmayan bir dürtünün varlığı­nı şekillendirmede etkiliydi. Bu nedenle, görüşü modern antro­polojik ve psikolojik araştırmalar tarafından da desteklenmeyen McDougall’m351 düşündüğü gibi içgüdüsel değil, edinilmiştir.

Saldırganlık Dürtüsü

Saldırganlık dürtüsü, fiziksel veya sözlü, saldırgan davranış yo­luyla insan kişiliğinde kendini gösterir. Kur’an diyor ki:

Fakat şeytan, oradan ikisinin ayağını kaydırdı ve böylece onları içinde bulundukları (durum)dan çıkardı. Biz de: “Kiminiz kimini­ze düşman olarak inin, sizin için yeryüzünde belli bir vakte kadar bir yerleşim ve meta vardır” dedik. (2:36).

Bu ayet, kendi arzularını ileri sürmeye çalışan bireylerle rekabet hâlinde meydana gelen çatışma, düşmanlık ve zulüm gerçeğine işaret ediyor. Allah, meleklere insanın yeryüzündeki halifeliğin­den bahsettiğinde, onlar saldırgan bir tavırla tepki gösterdiler. “Orada bozgunculuk çıkaracak ve kanlar akıtacak birini mi var edeceksin?” (2:30) dediler. İmam Fahreddin Razi bu ayeti tefsir ederken şöyle diyor: “İnsan yapısındaki öfke, şehvet ve akim bir­leşimi, şehvet ve öfkenin icrasını mümkün kılar ki bu da fitneyi meydana getirir.”352 insan hayatında meydana gelen ilk saldırgan­lık örneği, Kabil’in kıskançlıktan kardeşi Habil’i öldürmesidir.

Onlara Adem’in iki oğlunun gerçek olan haberini oku: Onlar (Al­lah’a) yaklaştıracak birer kurban sunmuşlardı. Onlardan birinin- ki kabul edilmiş, diğerininki kabul edilmemişti. (Kurbanı kabul edilmeyen) Demişti ki: “Seni mutlaka öldüreceğim.” (Öbürü de:) “Allah, ancak korkup sakınanlardan kabul eder. Eğer beni öldür­mek için elini bana uzatacak olursan, ben seni öldürmek için elimi sana uzatacak değilim. Çünkü ben, alemlerin Rabb’i olan Allah’tan korkarım. Şüphesiz kendi günahını ve benim günahımı yüklenmeni ve böylelikle ateşin halkından olmanı isterim. Zul­medenlerin cezası budur.” Sonunda nefsi ona kardeşini öldürme­yi (tahrik edip zevkli göstererek) kolaylaştırdı; böylece onu öldür­dü, bu yüzden hüsrana uğrayanlardan oldu. (5:27-30)

Ayrıca Kur’an-ı Kerim sözlü saldırganlığa atfen şöyle buyuruyor:

Ey iman edenler, sizden olmayanları sırdaş edinmeyin. Onlar size kötülük ve zarar vermeye çalışıyor, size zorlu bir sıkıntı verecek şeyden hoşlanırlar, öfkeleri (ve düşmanlıkları) ağızlarından dışa vurmuştur, sinelerinin gizli tuttukları ise, daha büyüktür. Size ayetlerimizi açıkladık; belki akıl erdirirsiniz. (3:118)

Saldırganlık dürtüsü içgüdüsel midir yoksa edinilmiş midir? Lorenz ve Freud içgüdüsel olduğunu savunuyorlar, ancak diğer psikologlar bu karamsar görüşü reddederek edinilmiş olduğu­nu iddia ediyorlar. Erich Fromm ve Abraham Maslow, insanın doğuştan iyi olduğunu ve saldırgan dürtünün sonradan edinil- diğini savunur. Modern deneysel çalışmalar, çocuklarda fiziksel hareketlerinin kısıtlanması veya engellenmesi sonucunda saldır­gan davranışlar olduğunu ortaya koymuştur. [Bu çocuklar] bü­yüdükçe, sosyal, yasal veya fınansal nitelikteki engellerle karşı­laştıklarında çok sayıda başka durumda da saldırgan davranışlar sergilerler. Diğer çalışmalar bu görüşe karşı çıkmış ve fiziksel hareketleri engellenen çocuğun illa agresif bir şekilde davranma­dığını göstermiştir. Bazı çocuklar saldırgan olmayan bir şekilde yardım isterken bazıları ise bir geri çekilme stratejisi benimser veya kendini uyuşturucu veya alkole verir. [Tüm bunların] ço­cuğun eğitimi, ebeveynleri ile olan ilişkisi ve engellere saldır­ganlıkla yanıt vermeyi öğrenip öğrenmediği ile çok ilgisi vardır. Pek çok modern psikolog, saldırganlığın kısmen edinildiği görü­şündedir353 ve bu, Kur’an’ın insan doğasında hem iyiliğe hem de kötüye hazır bulunma durumu olduğuna dair görüşe uygundur: “Biz ona iki yol (hayır ve şer) gösterdik.” (90:10). İnsan doğasının ikiliği, insanın, biri erdemin dik ve zor yolu, diğeri ise kötülüğün kolay yolu olan iki yola meylettiğini gösterir. İnsan, iyilik ya da kötülük, başkalarına karşı nezaket ya da saldırganlık yolları ara­sında seçim yapar. Günün sonunda, insanın engellere saldırgan­lıkla veya geri çekilmeyle veya başka bir şekilde tepkisi, büyük ölçüde yetiştirildiği ve sosyal-kültürel çevresine bağlıdır.

Rekabet Dürtüsü

Rekabet dürtüsü, toplumun değerli olarak gördüğü, ekonomik, politik veya düşünsel olsun, belirli rekabet türlerini onaylayan eğitim yoluyla elde edilir. Kur’an, insanı takvada ve iyi amelde yarışmaya teşvik ediyor. O, derin insani değerlere bağlı kalmaya ve Allah’la, ailesiyle veya toplumuyla olan ilişkisinde, ilahi olarak tasarlanmış yaşam tarzını izlemeye teşvik edilir. Rekabet, Allah’ın affını ve rızasını ve sonunda cennete girişi hedef alır. Allah, aşağı­daki ayetlerde rekabet dürtüsüne işaret ediyor:

Şüphesiz hayırlı insanlar elbette nimetler içindedirler. Tahtlar üzerinde bakıp seyretmektedirler. Nimetin parıltılı sevincini sen onların yüzlerinde tanırsın. Onlara mühürlü, katıksız bir şaraptan içirilir. Ki onun sonu misktir. Şu hâlde yarışmak isteyenler, bunun için yarışsınlar. (83:22-26)

Herkesin (her toplumun) yüzünü çevirdiği bir yön vardır, öy­leyse hayırlarda yarışınız. Her nerede olursanız, Allah sizleri bir araya getirecektir. Şüphesiz Allah, her şeye güç yetirendir. (2:148) Rabb’inizden olan bir mağfirete ve cennete (kavuşmak için) çaba gösterip yarışın, ki (o cennet) genişliği gök ile yerin genişliği gibi olup Allah’a ve Resulüne iman edenler için hazırlanmıştır. İşte bu, Allah’ın fazlıdır ki, onu dilediğine verir. Allah büyük fazl sahibidir. (57:21)

Dini Dürtü

Dini dürtü içgüdüseldir; insanın ruhunun derinliklerinde, onu Allah’ı ve yarattıklarını düşünmeye, O’na ibadet etmeye ve zor zamanlarda O’ndan yardım istemeye sevk eden bir şey vardır. Al­lah’ın koruması ve gözetmesi duygusu, insanı güvende ve huzurlu hissettirir. Bu, tarih boyunca insan doğasında açıkça gösterilmiş­tir. Farklı toplumların farklı Tanrı anlayışları ve ibadet biçimleri olmasına rağmen, din ve Tanrı’ya tapınma konusunda ortak bir ilgileri vardır; bu da tüm insanlardaki dini dürtüye tanıklık eder. O, insan ruhunun derinliklerinde yatan bir dürtüdür. Kuranın aşağıdaki ayetleri, insandaki bu fıtri dini dürtüye işaret ediyor:

Öyleyse sen yüzünü Allah’ı birleyen (bir hanif) olarak dine, Al­lah’ın o fıtratına çevir; ki insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah’ın yaratışı için hiçbir değiştirme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din (budur). Ancak insanların çoğu bilmezler. (30:30) Hani Rabbin, Ademoğullarının sırtlarından zürriyetlerini almış ve onları kendi nefislerine karşı şahitler kılmıştı: “Ben sizin Rabb’iniz değil miyim?” (demişti de) onlar: “Evet (Rabb’imizsin), şahit olduk” demişlerdi. (Bu,) Kıyamet günü: “Biz bundan habersizdik* dememeniz içindir. (7:172)

îkinci ayet, insanın yeryüzünde yaratılmadan önce Allah’ı Yara- dan’ı olarak kabul ederek kendisi hakkında tanıklık ettiğini açık­ça ortaya koymaktadır. Dolayısıyla kıyamet günü bundan haber­siz olduğunu söyleyemez. Bu, insan doğasında Allah’ı ve Onun birliğini tanımak yönelik içgüdüsel bir hazır olma durumunun varlığını gösterir. Dolayısıyla Allah’ı bilmek ve tanımak/ıtrat (asli tabiat) ile bağlantılıdır. Bu tanıma» insan ruhunun [spirit] en de­rinlerinde en başından beri mevcuttu. Ancak, insanın ruhu be­deni tarafından kuşatıldığı için, Allah’ı ve en başından Onu tanı­dığını unutmuştur. İnsan, Allah’ı tanımak için bu bilinçsiz ikrarı uyandırmalıdır. İnsan» bu Allah bilgisine» kendi gerçek benliğini tanıyarak ulaşabilir. Gerçek benliğini tanımanın yollarından biri, insanın hayati tehlike içeren durumlarla karşı karşıya kalması­dır.554 Bu surette, Allah şöyle buyuruyor:

İnceleyin:  Kültürel Travmayla Yüzleşmek: Kolektif Acıların Kültürel Temelleri

Karada ve denizde sizi gezdiren O’dur. öyle ki siz gemide bulun­duğunuz zaman, onlar da güzel bir rüzgarla onu yüzdürürlerken ve (tam) bununla sevinmektelerken, ona çılgınca bir rüzgâr ge­lip çatar ve her yandan dalgalar onları kuşatıverir; onlar artık bu (dalgalarla) gerçekten kuşatıldıklarını sanmışlarken, dinde O’na gönülden katıksız bağlılar (muhlisler) olarak Allah’a dua etmeye başlarlar: “And olsun eğer bundan bizi kurtaracak olursan, mu­hakkak sana şükredenlerden olacağız.” (10:22)

Bilinç Dışı Dürtüler ve Dürtüler Arası Çatışmalar

Sosyal açıdan kabul edilemez olan dürtüler bilinçaltında bastı­rılır ve dil sürçmeleri ve konuşurken yapılan hatalarla dışa vu­rulabilir. Kur’an’da bu tür bilinçsiz dürtülere ve insanın bunları gizlemeye çalıştığına şu ayette işaret edilmektedir:

Yoksa kalplerinde hastalık bulunanlar, Allah’ın kinlerini hiç (or­taya) çıkarmayacağını mı sandılar? Eğer biz dilersek, sana onları elbette gösteririz, böylelikle onları simalarından tanırsın. And olsun, sen onları, sözlerin söyleniş tarzmdan da tanırsın. Allah, amellerinizi bilir. (47:29-30)

Bu ayet, Kur’an’ın bilinçdışının gücünü yüz yıl kadar yakın bir tarihte kendi psikanaliz ekolünü kuran Freud’dan çok önce orta­ya koyduğunu gösteriyor. Dürtülerin çatışması, kişi iki muhalif dürtü karşısında kendini tereddütlü, çaresiz veya kafası karışmış bulduğunda ortaya çıkıyor. Kur’an, iman bağlamında bu tür psi­kolojik çatışmalarla karşı karşıya kalan bu kişilerden bahsediyor.

Tereddütlüdürler ve inanç ile inançsızlık arasında ortada durur­lar. Allah şöyle buyuruyor:

De ki: “Bize yararı ve zararı olmayan Allah’tan başka şeylere mi tapalım? Allah bizi hidayete erdirdikten sonra, şeytanların ayar­tarak yerde şaşkınca bıraktıkları, arkadaşlarının da: ‘Doğru yola, bize gel’ diye kendisini çağırdığı kimse gibi topuklarımız üzerinde gerisin geri mi döndürülelim?” De ki: “Hiç şüphesiz Allah’ın yolu, asıl yoldur. Ve biz alemlerin Rabb’ine (kendimizi) teslim etmekle emrolunduk.” (6:71)

Bu ayet, şeytanın istekleri ile mü’minlerin istekleri arasında kalan insandaki psikolojik bir çatışmaya işaret ediyor. Şüphenin psiko­lojik etkisi ile ilgili aşağıdaki ayete dikkat edin.

Allah’a ve ahiret gününe iman edenler, mallarıyla ve canlarıyla ci­hat etmekten (kaçınmak için) senden izin istemezler. Allah takva sahiplerini bilendir. (9:44)

Arada bocalayıp dururlar. Ne onlarla ne bunlarla. Allah kimi sap­tırırsa, artık sen ona yol bulamazsın. (4:143)

Dürtülerin Kontrolü

Temel dürtülerin tatmini, insanın hayatta kalması için esastır; doğaldır ve bu nedenle İslam hukukunun (şeriat) öngördüğü sı­nırlar içinde kalmak şartıyla insan doğasını ihlal etmez. Bu ne­denle İslam, insanın doğal dürtülerinin bastırılmasını destekle­mez, bireyin ve toplumun yararına olan sınırlar içinde kontrol edilmesini ve yönlendirilmesini355 teşvik eder.

Arzudan vazgeçmek ile arzuyu bastırmak arasında bir ayrım ya­pılmalıdır. Arzudan vazgeçmek, kabul edilemez durumlarda ar­zuları tatmin etmeyi bilinçli bir şekilde reddetmektir. Arzuların bastırılması anlamına gelen, bu arzuların saf olmadığını düşü­nerek reddedilmesini içermez. Aynı zamanda, onu, suçluluk ve endişe duyguları yaratabilecek olan kişinin bilincinden tamamen uzaklaştırma girişimini de ihtiva eder.

Nihayetinde» arzunun bastırılması bilinçdışı seviyeyi etkiler. Arzu bilinçten uzaklaştırılıp bilinçaltında depolanır ve kendisini birçok davranış bozukluğu biçiminde gösterir.

Kur’an, arzuların önceden belirlenmiş sınırlar içinde kontrol edilmesini ve yönlendirilmesini ister. Birey içgüdülerini kontrol etmelidir, içgüdüleri onu değil. Kur’an, fizyolojik dürtülerin helal yollarla tatmin edilmesini teşvik ediyor:

Ey insanlar, yeryüzünde olan şeyleri helal ve temiz olarak yiyin ve şeytanın adımlarını izlemeyin. Gerçekte o, sizin için apaçık bir düşmandır. (2:168)

Ey iman edenler, içki, kumar, dikili taşlar ve fal okları ancak şey­tanın işlerinden olan pisliklerdir. Öyleyse bunlardan kaçının; umulur ki kurtuluşa erersiniz. Gerçekten şeytan, içki ve kumar­la aranıza düşmanlık ve kin düşürmek, sizi, Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçtiniz değil mi? (5:90-91) Eğer yetim (kız)lar konusunda adaleti yerine getiremeyeceğiniz­den korkarsanız, bu durumda, (onlarla değil) size helal olan (baş­ka) kadınlardan ikişer, üçer, dörder olmak üzere nikahlayın. Şayet adaleti sağlayamayacağınızdan korkarsanız, o zaman bir (eş) ya da sağ ellerinizin malik olduğu (cariye) ile (yetinin). Bu sapma­manıza daha yakındır. (4:3)

Kadınlarınız sizin tarlanızdır; tarlanıza dilediğiniz gibi varın. (2:223)

Yukarıdaki ayetler, cinsel dürtünün yadsınmasını veya bastırıl­masını ya da sınırsız tatmin edilmesini değil, uygun ve meşru bir şekilde tatmin edilmesini savunmaktadır.356 Dürtülerin kontro­lünün iki yönü vardır: Birincisi, İslam hukuku bağlamında dür­tüleri tatmin etmektir; diğeri ise bu dürtülerin tatmininde aşırıya kaçmamaktır, örneğin birinci yönle ilgili olarak İslam, haram yiyip içerek açlığın ve susuzluğun giderilmesini yasaklamıştır. Ayrıca şarap ve domuz gibi vücuda zararlı gıdaların tüketimini de yasaklar. İslam, evlilik dışı cinselliği de haram kılmıştır. Allah, Kur’an’da da belirttiği gibi, erkeği ve kadını cinsel dürtüyü evlilik içinde tatmin etmek, aile kurmak ve evlilikte istikrar ve huzur bulmak için yaratmıştır:

Onda sükûn bulup durulmanız için, size kendi nefislerinizden eş­ler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet kılması da O’nun ayetlerindendlr. (30:21)

Ancak şartlar evlenmeye müsait değilse, insanın iffetli olması ve şartlan düzelinceye kadar cinsel dürtülerini kontrol etmesi ge­rekir: “Nikah imkânı bulamayanlar, Allah kendilerini lütfundan zenginleştirinceye kadar iffetlerini korusunlar” (24:33). Kur’an, insanı cinsel içgüdülerini harekete geçirmeyecek, onları kontrol etmesine yardımcı olacak bir toplumda yaşamaya teşvik ediyor. Bu nedenle erkek ve kadınların bakışlarını indirmeleri ve müte­vazı tarzda giyinmeleri gerekmektedir. Oruç tutmak ve fiziksel egzersizler de cinsel iştahın kontrol altına alınmasına yardımcı olacaktır (bkz. 24:30-31). Yetişkin erkek ve kadınların serbestçe bir araya gelmesi İslam’da yasaktır. İslami kanun, bireyin cinsel tutkularını kontrol etmesine yardımcı olur (bkz. 24:58-59).

İkinci nokta, dürtülerin tatmininde ılımlı olmaktır. Tıbbi araştır­malar, yeme, içme ve dinlenmedeki aşırılıkların insan sağlığına zararlı olabileceğini kanıtlamıştır. Allah şu ayette açgözlülüğü yasaklamıştır:

Ey Ademoğulları, her mescit yanında ziynetlerinizi takının (gü­zel ve temiz giyinin). Yiyin, için ve israf etmeyin. Çünkü O, israf edenleri sevmez. (7:31)

Bu ayet sadece yeme ve içmede değil, tüm fizyolojik dürtülerde ölçülü olmayı ifade ediyor. Belki de sadece bu iki dürtüden söz etmek, bizi bu dürtülerin kendini koruma açısından önemi ve insanın onlar hususunda aşırıya kaçma eğilimi hakkmdaki nok­taya geri getiriyor.

Kur’an, aynı zamanda, edinme ve saldırganlık dürtüleri gibi psi­kolojik dürtülere de atıfta bulunuyor. İkincisiyle ilgili olarak, insanların fiziksel veya sözlü olarak saldırgan olmalarını yasak­lıyor: “İyilik ve takva konusunda yardımlaşın, günah ve haddi aşmada yardımlaşmayın” (5:2).357 Kur’an ayrıca insanı, edinme dürtüsünü kontrol etmeye çağırıyor. Faizi, sömürüyü ve hırsızlığı yasaklıyor, sadaka ve zekâtı emrediyor.358 Genel olarak Kur’an, in­sanı dürtülerini ve arzularını İslam hukukuna uygun olarak ılım­lı ve meşru bir şekilde kontrol etmeye çağırıyor. İnsan, fizyolojik ve alt psikolojik dürtülerinin kaynağı olan arzularının (nefsinin) kölesi olmamalı ve bunlar üzerinde tam kontrole sahip olmalıdır. Bu hususta Allah şöyle buyuruyor:

Kim azgınlık eder ve dünya hayatını tercih ederse, şüphesiz, ce­hennem onun sığınağıdır. Kim de Rabb’inin huzurunda duraca­ğından korkar ve nefsini arzularından alıkoyarsa, şüphesiz, cen­net onun sığınağıdır. (79:37-41)

Kuran, insanı hayatım dengede tutmaya ve hem günlük hayatta tatmin arayan bedeninin hem de Yaradana ve ahiret mutluluğu­na özlem duyan ruhun [soul] isteklerini tatmin etmeye çağırıyor. Allah’m bu dünyada kendisi için takdir ettiği İlahî görevi yerine getirmek için hem bu fizyolojik dürtüleri hem de manevi dürtü­leri tatmin etmek insanın görevidir. Bu şekilde insan, Allah’ı Ya- radan’ı olarak tanıyacak ve yalnızca O’na kulluk edecek, ahirette Allah’ın mağfiretini ve hoşnutluğunu kazanacaktır. İnsan hem bu dünyanın hem de ahiretin taleplerini karşılayabilirse, psikolojik çatışmalardan kurtulacak ve Allah’ın buyurduğu gibi emniyet, huzur ve mutluluk içinde bir hayat yaşayacaktır:

Allah’ın sana verdiğiyle ahiret yurdunu ara, dünyadan da kendi paymı (nasibini) unutma. (28:77)

Ey iman edenler! Ne mallarınız ne çocuklarınız sizi Allah’ı zikret­mekten, tutkuya kaptırarak alıkoymasın; kim böyle yaparsa, artık onlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir. (63:9)

Bu ayetler, İslam’ın manastır hayatını desteklemediğini açıkça ortaya koymaktadır: O, insanın hem fiziksel hem de manevi ih­tiyaçlarını karşılamayı amaçlamaktadır. Fiziksel ihtiyaçların tat­mini başlı başına bir amaç değildir; bundan ziyade, ahirette daha yüksek, daha kalıcı bir sonsuz mutluluk hedefine ulaşmanın bir yoludur. Bu surette, aşağıdaki ayetlerde Kur’an, kişinin dünyevi, fiziksel ihtiyaçlarının giderilmesinden bahsediyor. Bunu, Allah korkusunun, tamamıyla bu dünyaya ait fizyolojik ve psikolojik dürtülerle meşgul olmaktan daha iyi olduğuna dair bir hatırlat­ma izliyor. İnsan ancak takva sahibi olmakla Allah’ın nzasını ve ahiret mutluluğunu  idrak edebilir. Bu idrak, onun dürtülerini ve içgüdülerini kontrol etmesine ve tatminlerini meşru biçimde ve ölçülü bir şekilde yönlendirmesine yardımcı olacaktır:

Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe, sal­ma güzel atlara, hayvanlara ve ekinlere duyulan tutkulu şehvet insanlara süslü ve çekici kılındı. Bunlar, dünya hayatının metaldir. Asıl varılacak güzel yer Allah katında olandır. De ki: “Size bundan daha hayırlısını bildireyim mi? Korkup sakınanlar için Rablerinin katında, içinde temelli kalacakları, altından ırmaklar akan cen­netler, tertemiz eşler ve Allah’ın rızası vardır. Allah, kulları hak­kıyla görendir.” (3:14-15)

Dünya hayatı yalnızca bir oyun ve bir oyalanmadan başkası değil­dir. Korkup sakınmakta olanlar için ahiret yurdu gerçekten daha hayırlıdır. Yine de akıl erdirmeyecek misiniz? (6:32)

Bu ayetler, insanın dürtü ve arzularını ahirete tercih ederek on­ların tatmini ile meşgul olmasının, Yaradan’ını unutmasına ne­den olacağını teyit ediyor. Fakat insan, dünya hayatının kendisini Allaha kulluktan ve salih ameller yapmaktan alıkoymasına izin vermezse, dürtülerine ve arzularına tam olarak hâkim olacak ve böylece Allah ın rızasını ve mağfiretini kazanacaktır.

Dürtülerin Sapkınlaşması

“Dürtülerin sapkınlaşması” ifadesi aslında “dürtülerin gerçek amacından sapması” anlamına geliyor. Başka bir deyişle, bir kim­se kendi menfaati için aşırıya kaçarak ve gayrimeşru bir şekilde dürtülerini tatmin etmeye çalışırsa, gerçek amacından sapmış olur. Ancak dürtülerini kontrol ederse, gerçek amacından sapmış olmayacaktır. Tüm dürtülerin en inatçısı cinsel dürtüdür. Kuran, Lut kavminde cinsel dürtünün nasıl yozlaştığını şöyle haber ve­riyor:

Hani Lut da kavmine şöyle demişti: “Sizden önce alemlerden hiç kimsenin yapmadığı hayasız-çirkinliği mi yapıyorsunuz? Gerçek­ten siz kadınları bırakıp şehvetle erkeklere yaklaşıyorsunuz. Doğ­rusu siz, ölçüyü aşan (azgın) bir kavimsiniz.” (7:80-81)

Psikolojik dürtülerden en aşina olduğumuz, insanın mala karşı aşın sevgisinden kaynaklanan edinme dürtüsüdür. Mal, aslında Allah’tan bir emanettir ve insanın onu, Allah yolunda ve O’nun rızası için helal bir şekilde harcaması gerekir. Ayrıca mal, top­rağın işlenmesi, medeniyetin inşası ve insanlığın ilerlemesi için de önemlidir. Bazı insanlar için mal arayışı başlı başına bir amaç hâline gelir; onu biriktirirler ve onunla Allah yolunda başkala­rına yardım etmezler. Bu dürtülerin ölçüsüz tatmini ve insanın onları kontrol edememesi, insanı gerçek amacından, yani ken­dini koruma ve toplumun refahına yönelik amaçtan uzaklaştırır. Örneğin, ölçüsüz ve uygunsuz öfke, bir kişiyi başkalarına karşı baskıcı ve zalim yapar. Rekabet dürtüsü hususunda aşırılık, kişiyi güç ve hakimiyete takıntılı hâle getirir. Aşırı dinlenme, hareket­sizlik ve tembellik, kişiyi sorumsuz, iş birliği yapmayan ve fayda­sız bir kimse yapar. En iyi yol olan orta yol dışındaki tüm bu uçlar sapkınlığa yol açacaktır.

Allah, “Onlar, harcadıkları zaman ne israf ederler ne kısarlar; (harcamaları,) ikisi arasında orta bir yoldur.” (25:67) ve “Elini boy­nunda bağlanmış olarak kılma, büsbütün de açık tutma. Sonra kınanır, hasret (pişmanlık) içinde kalakalırsın.” (17:29) buyuruyor.

Editör:Amber Haque;Yasien Mohamed – Kişilik Psikolojisine İslami Yaklaşımlar,syf:239-259

[I] Kavramların, sonuçları gözlenebilir ve ölçülebilir işlemlerle tanımlanabileceğini savunan görüş. Ç.N

[2] İslâmî literatürde, İslam’ı yayma ve Müslümanları dinî görevlerini yerine getir­meye çağırma anlamında kullanılan bir terim. Ç.N

[3] Allah ve Allah’ın isimleri, sıfatları ve tecellileri üzerine manevi tecrübeyle doğru­dan elde edilen bilgi anlamına gelen tasavvuf terimi. Ç.N

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir