”Kur’an Müslümanlığı”nın İddiaları ve Gerçekler

2-ve-3-eski-kuran ''Kur’an Müslümanlığı”nın İddiaları ve Gerçekler

……

II.“Sünnet Vahiy değildir” İddiası

Mealciler, Sünnet-i Seniyye’nin “vahiy” değil, Allah Rasulü’ne ﷺ yalan-yanlış olarak isnad edilen bir takım sözler olduğunu iddia etmektedir. Bu noktada Çekralevi de, “Biz yalnızca Allah’ın indirdiği Kur’an’a ittiba ile sorumluyuz. Bazı hadislerin kat’i bir şekilde Peygamber’e ulaştığı farz edilse de yine bağlayıcı olmazlar. Çünkü hiçbiri Allah’tan gelen vahiy değildir.”8 der.

Cevab: Allah Rasûlü Heva ve Hevesinden Konuşmaz

Kur’an-ı insanlara Allah Rasûlü tebliğ etti, o açıkladı, o hayata taşıdı. Allah Teâlâ neyi, nasıl emrettiyse o da, o şekilde ve o surette beyan etti. Muhal farz… Aksi durumda olacakları Kur’an şöyle beyan etmektedir: “Eğer Peygamber bize atfen bazı sözler uydurmuş olsaydı, elbette O’nu kıskıvrak yakalardık. Sonra da O’nun can damarını koparırdık. Hiçbiriniz buna mani olamazdınız.”9

Bu ayeti tebliğ eden bir Peygamber’in helal, haram koyma10 yetkisi olmasaydı, helal ve haramlara dair koyduğu ölçülerden dolayı hayatta kalamazdı. Lakin bu noktada bir derdest etme hali olmadığına göre Allah Rasûlü’nün bütün ameliyelerini Şer’i ölçüler çerçevesinde yaptığı ortaya çıkar. Ayete göre Peygamber-i Ekber’in ﷺ din adına konuştuğu her şey Allah Teâlâ’nın muradına uygun olmalıdır. Bu da ancak Allah’ın, Rasulü’ne ﷺ bildirmesiyle mümkündür. Bu durumda doğrudan dine taalluk eden Sünnet de vahiydir. Zira Sahabe ve sonraki kuşaklar da Sünnet’i vahiy kabul etmiştir. Eğer Sünnet vahiy olmasaydı –haşa- Allah’a rağmen konuşan bir Peygamber’e ittiba ettiklerinden dolayı sahabe Allah’ın Kitabı’nda övülmezdi.11

Sahabe hem Kur’an’ı anlama noktasında, hem de sâir hususlarda Sünnet’in Sahibi’ne iktida ettiğinden ayet-i kerimelere muhatap olma noktasında büyük mesafeler aldı. Dünya düzenini değiştirdi, Hakk’ı hakim kıldı. Devrin iki büyük imparatorluğundan birini ortadan kaldırdı, diğerini küçük bir alanda yaşamaya mahkum etti. Peygamber’in izinde yürüyen sahabenin helak edilmemesi, bir musibetin onları dağıtmaması, Peygamber’den söz ve fiil planında sadır olan rivayetlerin vahiy olduğunun delilidir. Aksi takdirde Allah Teâlâ, Sünnet’in sahibi olan Efendimiz’i ve O’na iktida eden sahabeyi helak ederdi.

Kur’an-ı Kerîm -miras gibi birkaç husus dışında- ahkamı ana hatlarıyla belirledi. Tafsilatı ise Kur’an’ı beyan etme vazifesi kendisine verilen 12 Allah Rasulü’ne ﷺ bıraktı. Müminlere de, O’na itaat etmeyi emretti.

III.“Sünnet’e ‘Vahiy’ Demek Hadisleri Kur’an Seviyesine Çıkarır” İddiası

Mealcilere göre, İslâm’ı beyan noktasında Peygamber’den sadır olan Sünnet’i, “vahiy” kabul etmek, onu Kur’an-ı Kerîm’in seviyesine çıkaracağı gibi, Kur’an’ı da Sünnet’in derecesine düşürür.

Cevab: Kur’an, Sünnet, Sünnet de Kur’an Değildir

Allah Rasûlü Kur’an’la Sünnet’in birbirinden ayrılması noktasında fevkalede hassas davranmış; ayetleri deri parçaları üzerine yazan sahabe sayfaların kenarına hadisleri de yazınca onlarda bir Kur’an melekesi oluşana kadar yazmayı yasaklamıştır. Lakin daha sonra devlet başkanlarına gönderdiği mektuplar dahil olmak üzere pek çok hadisi bizzat yazdırmış; “Ebu Şah için yazın.” buyurmuştur. Ulema da Kur’an’la Sünnet’i kesin çizgilerle birbirinden ayırmıştır13:

Kur’an-ı Kerîm lafzı/nazmı itibariyle mucizedir. Lakin Sünnet böyle değildir.
Kur’an’ın tilavetiyle ibadet olunur. Fakat Sünnet’in böyle bir hususiyeti yoktur.
Allah Azze ve Celle Kur’an-ı Kerîm’i değişmekten ve tahriften korumayı bizzat üzerine almıştır. (Sünnet’in Kur’an-ı Kerîm’i beyan etmesi cihetiyle, hadisi şeriflerin de umumî manada korunduğu bir hakikattir.)

Kur’an’ı, -Sünnet’te olduğu gibi- mana üzere rivayet etmek caiz değildir.
Kişinin abdestsiz bir şekilde Kur’an-ı Kerim’e tutması haramdır.
Kur’an-ı Kerim’in lafzı gibi manası da Allah’a aittir. Sünnet ise sadece mana cihetiyle vahiydir.14

Bu ve benzeri farklardan dolayıdır ki fıkıh usulü, hükümlerin delillerini tadat ederken ilk olarak Kur’an-ı Kerîm’i, ikinci olarak da Sünnet’i tahlil etmiş ve her birini kendi bağlamında değerlendirmiştir. İslâm irfan tarihinde “Kur’an-ı Kerîm eşittir Sünnet’tir.” diyen tek bir alim yoktur.

IV. Sünnet’le Amel Etmek Şirktir İddiası

Mealciler, Sünnet-i Seniyye’nin hüküm koymada belirleyici olduğunu kabul etmenin “Hüküm ancak Allah’ındır.”15 mealindeki ayete aykırı olduğunu ve “şirk” bağlamında değerlendirileceğini iddia etmektedirler. Konuyla ilgili Hoca Ahmeddin şunları söylemektedir: “İnsanlar şirki canlandırmak için pekçok farklı yol ihdas etti.

İnceleyin:  Ulemaya İftira Etme İslamoğlu

Asıl itaat edilecek olanın Allah Teâlâ olduğuna inanıyoruz diyorlar; fakat itaat makamı olan Allah’a itaate bağlı olarak Rasulü’ne ﷺ de uymayı Allah’ın bize emrettiğini söylüyorlar. Bu fasid delile dayanarak da her nev’i şirki tashih ediyorlar.”16 Bütün mealcilerin aynı merkezden idare edildiği ya da birbiriyle derin bir dayanışma içerisinde olduğunu resmetme noktasında M. İslâmoğlu’nun Diyanet’in bir hutbesi üzerine twitter hesabına yazdığı ibare önemlidir: “Diyanet’in bugünkü hutbesini yazan zat, Tevhid dini olan İslâm’ı, Allah ile Peygamber’in ortaklaşa kurduğu limited şirket zannediyor. Kella!”17

Cevab: Tevhid Binasına Asılan “Şirk” Tabelası

Şirki ortadan kaldırmaya memur olan, Mekke’de ilk olarak “Lâ ilahe illellah/Allah’tan başka ilah yoktur.” diyen bir Peygamber’e itaat etmeyi Kur’an-ı Kerîm “tevhid”in gereği; Mealciler ise “şirk”in bizzat kendisi olarak nitelemektedir. Bu gün yeryüzünde Allah’tan başka ilah olmadığını söyleyen, yalnızca “Muhammed Allah’ın Rasulü’dür. ﷺ” diyen Müslümanlardır. Onlar Allah Rasulü’ne ﷺ itaat etmeyi de Kur’an-ı Kerîm’den öğrendiler.

Mealcilerin bu ifadeleri tarihin en büyük çelişkilerinden biridir. Kur’an’a göre amel ettiklerini iddia edenler, Kur’an’ın talimatı gereği Allah Rasûlü’nün buyruklarına itaat etmeye “şirk” diyor. Bu husus en hafif ifadeyle Allah Azze ve Celle ile birlikte O’nun Rasulü’ne ﷺ de itaat etmeyi emreden ayetleri inkar etmektir: “Bir mümin erkek veya kadının, Allah ve Rasûlü hüküm verdiğinde artık işlerinde bundan başkasını seçme hakları yoktur. Allah’ın ve Rasûlü’nün emrine isyan edenler doğru yoldan açıkça sapmışlardır.”18

Ayeti kerimede “Allahu ve Rasulühu/Allah ve Rasulü” ifadesi geçmekte ve “Rasul” kelimesi “Allah” lafzına “muğayeret” ifade eden “vâv” harfi ile atfedilmektedir. Buna göre Allah ve Rasûlü ﷺ iki ayrı şey, iki ayrı kaynaktır. İnsanlar hükmü doğrudan Allah Teâlâ’dan alamadıklarına göre “Allah” lafzından Kur’an-ı Kerîm, Rasul lafzından da “Sünnet” anlaşılır.

“Hayır! Rabbine yemin olsun ki, aralarında çıkan ihtilaf hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı hissetmeksizin onu kabullenmedikçe ve boyun eğip teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar.”19 Kur’an, kadın-erkek her mümini Peygamber-i Ekber’in ﷺ hükmüne uymaya davet ediyor.

Allah Azze ve Celle de zatına yemin edip, “Ey Peygamber! Senin verdiğin hükme razı olmayan, kararından dolayı rahatsızlık duyan iman etmiş olamaz.” buyuruyor. Buna göre bir davanın çözümünde Allah Rasulü’ne ﷺ müracaat edip verdiği hükümle amel etmek Mealcilerin iddia ettiği gibi şirk mi, yoksa tevhid mi olur?! Ne varki, yüz yıldır yapılan tahribatlar neticesinde “İman ve İslâm Atlası”ına yabancılaştırılan millet, kendi yerleşkesinde yabancılar gibi dolaşıyor ve “hidayet” diye “dalalet”e çağrıldığını fark edemiyor. Ne Kur’an’ı ne de Sünnet’i tanıyor. Şirk tabelasının, tevhid binasına; tevhid tabelasının da şirk binasına asıldığını anlayamıyor. Mealcilere göre şirk olan Allah Rasulü’ne ﷺ itaat, Kur’an’a göre ise bizzat tevhittir.

Kur’an-ı Kerim’in kıyamete kadar geçerli; ayetlerin de bütün zamanlarda karşılığı olduğuna göre; yaşarken Allah Rasûlü’nün kendisine, vefatından sonra da sahih hadislere müracaat etmek bizzat Kur’an-ı Kerim’in emridir. Sahih bir hadisin hükmüne razı olmak, bizzat Allah Rasûlü’nün risaletine razı olmaktır. Eğer Allah Teâlâ, bütün zaman ve mekanlarda Efendimiz’in hakemliğine başvurmayı murat etmemiş olsaydı, ayet-i kerimedeki “yühakkimûke/seni hakem yapıyorlar” 20 fiiline “Kâfu’l-Hitâb”ın ve “Kadayte/Hüküm verdin” fiiline de “Tâu’l-hitâb”ın bitişmesi doğru olmaz, bilakis ayetin şöyle olması gerekirdi, “Hattâ yuhakkimû’l-Kur’an’e/Kur’an’ı hakem yapıncaya kadar” ve “Mimmâ Kada fihi’l-Kur’an/Kur’an’ın verdiği hükümden” şeklinde olurdu. Mesele açıktır… Topyekün bütün insanlığın kurtuluşu Allah’a ve Onun Rasulu’ne ﷺ itaate,21 iman ya da inkarları da itaat edip, etmemelerine bağlıdır.22 Sünnet’i devre dışı bırakmak insanlığın hidayetine karşı düzenlenen bir suikasttır.

Kur’an-ı Kerîm daha pek çok ayette insanları Allah ve Rasûlü’nün hükmüne itaat etmeye davet eder. Bu gün aramızda olmadığından dolayı Efendimiz’in hükmüne ancak hadis mecmualarına müracaat ederek ulaşabiliriz. Eğer hadislerin sahih olanları mevzularından ayırt edilmeyecek olsa, Allah da onlara ittiba ile Ümmeti sorumlu tutsa ve bundan dolayı da hesaba çekseydi şüphesizki bu, O’nun adaletine uymazdı. O halde Allah Rasulü’ne ﷺ itaati emreden ayetler umumi manada Sünnet’in de korunacağının teminatıdır.

İnceleyin:  Fezâil Konularında Zayıf Hadislerle Amel Edilmesinin Kabulü

Mealcilerin, “Hüküm ancak Allah’ındır.”23 ayetiyle istidlal etmeleri de doğru değildir. Çünkü Allah Rasûlü bizzat Allah Teâlâ tarafından Kur’an-ı Kerîm’i açıklamakla memur kılınmış24, bu noktada söyledikleri de bizzat Allah Teâlâ tarafından kendisine vahy edilmiştir.25 Dolayısıyla sahih hadislerin ihtiva ettiği hükümler Allah Rasûlü vasıtasıyla bizzat Allah Teâlâ’dan alınmıştır. Bu yüzdendir ki Allah’a ve Rasulü’ne ﷺ itaati26 emreden Kur’an-ı Kerim, “Rasule ﷺ itaat eden Allah’a itaat etmiştir.”27 buyurmaktadır.

Buna göre Kur’an-ı Kerîm ve Sünnet-i Seniyye bütünlüğünü şirk kabul etmek, şirktir. Çünkü Allah Teâlâ kullarını kendisinden aldıklarını tebliğ eden Sünnet’in sahibine itaat etmeye çağırıyor28; Kur’an’a ve Sünnet’e itaatten yüz çevirenlerin ise kafir olduklarını belirtiyor.29 Sünnet’le amel etmeye “şirk” demek Allah Azze ve Celle’ye rağmen hüküm koymaktırki, bu da şirkin tam kendisidir.

………

VIII. “Sünnet Ümmet’i Böldü” İddiası

Mealciler, Kur’an-ı Kerim’in tek bir millet örgüsünden bahsettiğini; ne var ki Sünnet’in Müslümanların fırkalara, gruplara bölünüp parçalanmasına sebep olduğunu savunmaktadır. Bu noktada Abdullah Çekralevi şöyle demektedir: “Müslümanlar Amr’ın, Zeyd’in rivayeti gibi isnad kültürüne bağlı kaldıkları müddetçe parçalanmışlıktan kurtulamaz, tek sancak altında toplanamaz, bir fikir ocağı onları bir araya getiremez.”42

Kur’an Müslümanları/Mealciler açıkça şunu söylemektedirler: “Peygambere itaat çerçevesinde uydurulan hadisleri ihtiva eden kitapları terk etmedikçe Müslümanların iki yakası bir araya gelmez.”

Cevab: İnsanların Hevası Adedince Din İcad Etme Projesi

İslâm Ümmet’i en ağır darbeleri “vahdet”ten bahseden çevrelerden yemiştir. Bugün Irak’ı ve Suriye’yi Şiileştiren ve bu süreçte on binlerce Müslümanı katlederek mezhep katliamında Şah İsmail’e dahi rahmet okutan İran da, Humeyni’yle Müslümanların karşısına “vahdet” temasıyla çıkmış; “Ne Şiilik, ne Sünnilik, Yaşasın İslâm Birliği!” demişti.

Eğer iddia edildiği gibi Sünnet’in devre dışı bırakılması Müslümanların saflarını birleştirecek olsaydı, Mealciler yek vücut olur, kısa zamanda pek çok fırkaya ayrılmaz, liderlerinden birbirine aykırı görüşler sadır olmazdı.

Sünnet’in Ümmet’i parçaladığını söyleyenler bugün bir ilmihal kitabı yazmaktan aciz oldukları gibi namazın kaç vakit olduğu noktasında dahi ittifak edememişlerdir. Bir kısmı namazın beş, diğeri dört, üç, başka bir grup da iki vakit olduğunu savunmaktadır. Tekbirle başlayıp selâmla biten salâtı/namazı ıstılahi muhtevadan lügat anlamına nakleden Nur Ahmed şunları söylemektir: “Salat/namaz Allah’tan olursa ‘rahmet’; mahlukattan, meleklerden, insanlardan ve cinlerden olursa kıyam, ruku’, dua ve tesbih anlamındadır. İşte Kur’an’ın ruhuna uygun olan namazın anlamı budur.”43 Nur Ahmed’in bu ifadesi Sünnet-i Seniyye’yi reddetmedeki esas gayelerini izhar etmektedir. O gaye de namazın vakitleri gibi Ümmet’in icma’ ettiği bir hususta da dört ayrı fırkaya bölünüp, “vahdet” sloganıyla Ümmet’i paramparça etmek, insanların “heva”sı adedince din icad etmektir.

Kur’an-ı Kerim’i Sünnet-i Seniyye ile anlayan Hanefi, Şafii, Maliki ve Hanbeliler’den oluşan Ehl-i Sünnet’in yekünü ise namaz vakitlerinde ihtilaf etmek şöyle dursun ne rekatlarında ne de rukunun ve secdenin şeklinde ihtilaf etmiştir. Sadece bu husus bile Sünnet’in bölen değil, birleştiren olduğuna misal olmaya kafidir. İşte Kilise bunun için, Kur’an-ı Kerim’le Sünnet üzerinden savaşmaktadır. Eğer Kur’an’ın “Namaz kılınız!” buyruğunun nasıl anlaşılması gerektiğini Allah Rasûlü Ümmet’ine göstermeseydi, bu gün herkesin hevasına göre bir “namaz” şekli olacaktı. Kimi “salât”tan dua etmeyi, kimi mücerred bir halde Allah’a yönelmeyi anlayacak, kimi namaza ayakta, kimi oturarak başlayacak; kimi her rekatta bir secde, kimi üç secde yapacak. Kimi farzları bir, kimi iki rekat kılacaktı. Ne var ki Allah Azze ve Celle kullarına rahmet etti, Peygamber-i Ekber’i ﷺ gönderdi; o da Sünnetiyle İslâm’ı derin ihtilaflara medar olmaktan korudu.

Dr. İhsan Şenocak

Tam Metin için bkn:https://ihsansenocak.com/kilisenin-en-son-en-tehlikeli-oyunu-sunnet-i-reddeden-kuran-muslumanligi/

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir