Günün gecesi var diye gündüzüne karşı çıkmak, yaşı da kurunun yanında yakmaktır. Ne var ki, tarihi süreç içerisinde geceye bakarak gündüze kara çalınmış, kurunun yanında yaş da yanmıştır. Bu günlerde, tam da bu süreci yaşıyoruz. Yanlışlar doğruya “emsal” olmuş, yüz yıldır hocaya, hacıya, tekkeye, medreseye saldırmayı varoluşunun gereği görenler, “cemaat” adını kullanan bir fitne yapılanmasından hareketle bütün cemaatlere saldırıyor.
“FETÖ bir cemaatti, yarın diğer cemaatler de aynı kalkışmayı yapabilir.” diyen süreç mühendislerinin nihaî amacı ise, “X yapısı Müslümandı, bütün Müslümanlardan da benzer hamleler beklenir.” diyerek durumu kendileri adına fırsata çevirmek…
Geceye kurban edilmek istenen kavramlardan biri de “Mehdîlik”tir. Sahtesinden hareketle hakikatine bir taarruz mu var ya da “hakikat” olarak bildiğimiz şey gerçekte sahte midir? Esasında iki asırdır Müslümanlar en iyi bildikleri mevzularda da bu derin şüphelere düştüler: “O, o mudur, yoksa O, ondan başka bir şey midir?” İşte bu yazı buna cevap arayacak.
Birine İstismar, Diğerine Taassub Hakim
Halimiz ekranlarda… Hiçbir mevzuda mahremiyet kalmadı, havas ne düşünüp konuşuyorsa, avam da aynı şeyler üzerine kafa yoruyor. Bir farkla ki; havasta istismar, avamda ise koyu bir taassub var.
Her sıcak gündemle, dinden bildiği bir “hakikat”i kaybeden ya da ondan şüphe duyan Müslümanların götürülmek istendiği nihaî nokta ise, onları dinlerinin bozulduğuna, asırladır İslam diye “uydurulan bir dine” göre yaşadıklarına ve Allah’ın emri olarak kabul ettikleri daha pek çok meselenin de “hurafe” olduğuna inandırmak. İşte asıl tufan burada kopacak. Çünkü Müslümanlar her krizde kendilerine çıkış yolu gösteren İslam’a iltifat etmeyecek, bilakis hiçbir şeyden olmadığı kadar ondan şüphe duyacak; İslamsızlıkta çözüm arayacaklar.
Daha Neler ve Neler!
Birileri, müseccel hainler üzerinden Mehdîlik tartışmalarını sürekli gündemde tutarak, konuyu Müslümanların İslam’dan kopuşuna vasıta yapma peşinde. Onun üzerinden daha derinlere inecekler. Yüz ifadeleri şunu anlatıyor; “Ey Millet! Siz ne gördünüz. Daha neler var, neler. Size din diye hurafe anlatmışlar.”.
Ahmed Emîn
Mehdîlikle alakalı Türkçe yazılan makalelerin kahir ekseriyetinde Duha’l-İslam sahibi Ahmed Emîn’in etkisi var. Manzarayı görünce, “Biri yanlış bir yol belirleyince ardından ne çok insan gidermiş.” demekten kendinizi alamıyorsunuz.
Aşağıdaki satırlar, son bir asırda Ahmed Emîn çizgisinde Mehdîlik üzerine yazanların ana fikrini oluşturur: Mehdî, sosyo-kültürel bağlamda uydurulan, “Renkli ve canlı süsleriyle birtakım maceraların, dünyevî ve siyasî emel sahiplerinin ve çaresiz kitlelerin alaka merkezi olan”1 bir teselli vasıtasıdır.
Goldziher Etkisi ve Mehdi İnkârı
İslam coğrafyasının siyasi işgale paralel olarak yaşadığı zihnî ihtilal sürecinde en çok tartışılan mevzulardan biri olan Mehdilik mevzuuna Oryantalistler yakın alaka göstermişlerdir. Bu konuda safi zihinleri kendi emelleri doğrultusunda yönlendirici çalışmalar da yapmışlardır. Müslüman düşünürlere tesiri itibariyle İslam modernizminin kurucu şahsiyetleri arasında kabul edebileceğimiz isimlerden olan Goldziher’e göre Mehdi anlayışı Yahudilik, Hristiyanlık ve Maniheizm gibi dinlere ait bir inanç olup, Ka’b’ul-Ahbar ile Vehb b. Münebbih tarafından Hz. Peygamber’e atfedilen rivayetler yoluyla Müslümanlar arasında yayılmıştır.2
Sahte mehdilerin müfsid faaliyetlerini ön plana çıkaran Müslüman yazarlar da, oryantalistlerin Mehdiliğin isnat merkeziyle alakalı Mazdeizm, Mecusilik, Yahudi ve Hristiyanlık gibi tespitlerini onaylamaktadır.3Ahmed Emîn’e göre Şia’nın “Beklenen Mehdîsi”, Emevilerin “Süfyânî” lakabını taşıyan kurtarıcısının olması Abbasilerin zoruna gider; bu çerçevede onlar için de “Mehdi hadisleri” uydurulur.4 Ahmed Serdaroğlu da Diyanet mecmuasında neşredilen “Mehdi Hakkında” başlıklı yazısında, Kur’an-ı Kerim’in Mehdi’den bahsetmemesini, Buharî ve Müslîm’de mevzu ile alakalı sarîh bir rivayetin yer almamasını, Mehdi anlayışının İslam’da olmadığına gerekçe yapar.5 Mehdîlik anlayışının Müslümanları İslamiyet için çalışmaktan mahrum bırakacağını da iddia eden bu taife6, rivayetlerin akla aykırı olduğunu da savunur. İsnâaşeriyye Şiâsı’yla, Ehl-i Sünnet’in Mehdi anlayışının özde birbirinden farklı olmadığını düşünenler de, bu inancın Ehl-i Sünnet’e Şia’dan intikal ettiğinin kuvvetle muhtemel olduğunu söylemektedir.7
Lügatta Mehdî
Allah Teâla tarafından hidayete erdirilmiş kişi manasına gelen Mehdî’nin, “Hâdî” şeklindeki İsm-i Fâil kalıbının anlamı ise “yol gösteren kişi” demektir. Kur’an-ı Kerîm’de aynı kökten gelen pek çok kelime geçmesine rağmen “Mehdî” zikredilmez. Lakin Allah Rasûlü ﷺ, Hz. Ali’yi “Hadî/Hidayete vesile olan ve Mehdî/Hidayete erdirilen”8 sıfatlarıyla zikreder; Hz. Muaviye için de, “Ya Rabbi! Onu doğru yola ulaştıran/Hadi ve ulaşanlardan/Mehdî kıl. Onunla insanları doğru yola ilet!”9 buyurmuştur. Istılahi manada, Mehdîlikle alakalı pek çok rivayet vardır.
30 Sahabînin Rivayetiyle Mehdî
Oryantalistlerin ve onlardan etkilenen yazarların başka dinlerden ya da Şia’dan Ehl-i Sünnet’e geçtiğini iddia ettikleri Mehdî’nin zuhûru noktasında ulemanın icması vardır. Buna göre âhir zamanda Allah Rasûlü’nün ﷺ Ehl-i Beytinden Muhammed b. Abdillah adında biri çıkacak, Müslümanlar ona tabi olacak, o da İslâm’ı ve Müslümanları zafere taşıyacak, küfrün belini kıracak, adaleti hakim kılacak.
Mevzuyla alakalı hadisler manevi tevatür derecesindedir. Suyutî bunların 40’tan fazla olduğunu söylemektedir.10 Allah Rasûlü’nden ﷺ Mehdi’nin zuhûruyla alakalı hadîs rivayet eden sahabe sayısı ise 30’dan fazladır. Bunlar arasında Osman b. Affân, Ali b. Ebî Tâlib, Talha b. Übeydullah, Abdurrahman b. Avf, Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Mes‘ud gibi sahabiler de yer almaktadır. Ebû Dâvud, Tirmizî, İbn Mace, en-Nesâî, Ahmed b. Hanbel, İbn Hibbân, Hâkim, Taberânî gibi büyük hadis imamları da bu rivayetleri eserlerine almışlardır.
Malum hadislerin bir kısmı sahîh, bir kısmı hasen, bir kısmı da zayıftır. Tarihi’nde, Mehdi ile alakalı rivayetlerin tamamının zayıf olduğunu söyleyen İbn Haldun yanılmış ve cumhura muhalefet etmiştir.11
Otuz küsur sahabenin Allah Rasûlü’nden ﷺ rivayet ettiği hadisleri mecmularına alan büyük hadis imamları ve onlardan hareketle Mehdî’nin zuhûrunu söyleyen ulemanın karşısında yer alanlar bu sistemi çürütecek delil ortaya koyamamış, makalelerinde -daha çok- zayıf hadislerin tahrîcini yaparak, sanki mevzuyla alakalı hadisler bu kadarmış gibi bir algı oluşturmuş böylece Mehdî hakikatini inkâr etmişlerdir.
Mehdî’nin Özellikleri
Allah Rasûlü ﷺ Mehdî’nin hakikisini, sahtesinden ayırt edecek ölçüleri şu şekilde tayin etmiştir:
“Dünyada sadece bir gün kalsa, -Zaide, hadisinde şöyle dedi: Allah o günü uzatır da- (Sonra bütün raviler ittifak ettiler.) o günde benden veya Ehl-i Beyt’imden, adı adıma, babasının adı da babamın adına uyan birini gönderir.”12; “Yeryüzü zulüm ve düşmanlıkla dolmadan kıyamet kopmaz. Sonra benim ailemden biri çıkar, yeryüzünü zulüm ve düşmanlıkla dolduğu gibi adaletle ve hakkaniyetle doldurur.”13; “Dünyanın ömründen sadece bir gün kalsa Allah Azze ve Celle benim Ehl-i Beyt’imden bir adam gönderecek, o da dünyayı daha önce zulümle olduğu gibi, adaletle dolduracaktır.”14; “Mehdî benim neslimdendir. O açık alınlı ve burnunun ortası kemerli olacaktır. Yeryüzünü zulümle dolduğu gibi, adaletle dolduracak ve yedi yıl hüküm sürecektir.”15; “Mehdî benim ailemden, Fatıma’nın neslinden olacaktır.”16
Ulemânın Görüşü
Süfyan-ı Sevrî, Berbehârî, Ahmed el-Bustî, Ebû Süleyman el-Hattabî, Beyhakî, Ebû Bekir b ‘Arabî, Kadı Iyaz, Suheylî, İbnu’l-Cevzî, Kurtubî, Kastallanî, Zehebî, Şâtibî, Sehâvî, Suyûtî, İbn Hacer Heytemî başta olmak üzere ulemanın cumhuru da bu hadislerle istidlal etmiş ve Mehdî’nin zuhûr edeceğini söylemişlerdir.17
İbn Hacer, Beyhakî’den, Mehdî’nin zuhûruyla alakalı hadislerin isnad cihetiyle son derece sahih olduklarını,18 Berbeharî de Şerhu’s-Sünne’sinde, Hz. İsa’nın inip Deccâl’ı öldüreceği, evleneceği ve Allah Rasûlü’nün ﷺ ailesinden birinin arkasında namaz kılacağını zikreder.19
Mehdî Neden Kur’an-ı Kerim’de Yok?
Kur’an mücmel olarak nazil oldu, Allah Rasûlü de ﷺ onu beyan etti. Allah Azze ve Celle müminlere hem Kur’an’a, hem de Sünnet’e ittiba etmeyi emretti. Haramların bir kısmı ayetle bir kısmı da hadisle sabit oldu. Bunlardan birine, “vahy-i metluv” diğerine ise “vahy-i gayr-i metluv” dendi. Zira kıblenin Mescid-i Aksa’dan Mescid-i Haram’a dönme sürecinde Allah Rasûlü ﷺ çok arzu etmesine rağmen20 “Artık yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir!”21 ayeti gelene kadar Beytullah’a yönelmedi. Eğer Mescid-i Aksa’ya doğru kılma noktasında bir vahiy olmasaydı, Allah Rasûlü ﷺ beklemeyecek, dönecekti. Kur’an-ı Kerîm’de Mescid-i Aksa’ya doğru namaz kılmakla alakalı bir emir olmadığına göre eski kıble “vahy-i gayrı metluv” ile sabittir. Yine Benû Nadîr kabilesi kuşatılınca askeri önlem gereği ağaçlar kesilince Yahudi ve münafıkların menfi propagandası üzerine Allah Teâla ağaçların kendi izniyle kesildiğini haber vermiştir.22 Lakin Kur’an’da böyle bir izne delalet eden bir ayet yoktur. Bu durum da göstermektedir ki Allah Rasûlü ﷺ vahy-i metlüv dışında ayrı bir kanaldan da Rabbinden vahiy almaktaydı. Kur’an-ı Kerîm Allah Rasûlü’nün ﷺ helal ve haram kılma yetkisinin de olduğunu bildirdi.23
Allah Rasûlü’ne ﷺ itaati emreden24, ona itaat etmenin Allah’a itaat etmek olduğunu bildiren25, ihtilaf anında Allah’a/Kur’an’a ve Rasulullah’a/Sünnet’e müracat yolunu gösteren26 ayetler “Allah Rasûlü ﷺ, size neyi verdiyse onu alın ve size neyi yasaklamışsa ondan da uzak durun.”27 bağlamında değerlendirildiğinde Mehdi’nin de dolaylı yoldan Kur’an’da yer aldığı anlaşılmaktadır. Zira Kur’an-ı Kerim Peygamber-i Ekber’in ﷺ sözlerine itaat etmeyi emretmektedir. Mehdî’nin zuhûru da Allah Rasûlü’nün ﷺ bu bağlamda zikrettiği hakikatlerdendir. Buna göre Allah Rasûlü’nden ﷺ sahih olarak rivayet edilen her hadisi tasdik etmek, Kur’an-ı Kerîm’e ittiba gibidir. Mehdî’nin zuhûruyla alakalı sahîh hadisler de Kur’an’ın kendisine ittibayı emrettiği Peygamber-i Ekber’den ﷺ varit olmuştur.
Taberî, Mescidlerde Allah’ın adını anmaya mani olan ve onların harab olması için çalışanların akıbetlerini bildiren, “Onlar için dünyada rezillik, Ahiret’te de büyük bir azab vardır.”28 ayetini tefsir ederken, dünyadaki rezilliği Mehdî’nin zuhurû olarak te’vîl etmiştir.29
Niçin Buharî, Mehdî’den Bahsetmez?
Mehdî’nin zuhûrunu inkâr edenlerin istinat noktalarından biri de, Buharî’de mevzuyla alakalı bir rivayetin olmamasıdır.
Buharî’yi itibarsızlaştırmak için yoğun bir faaliyet içinde olanların bu çıkışının pek manidar olduğunu bir tarafa bırakarak şunu söyleyelim: Bununla oluşturulmak istenen algı şudur: en sahîh iki hadis mecmuası Buharî ve Müslüm’in müellifleri Mehdî hadislerini eserlerine almadıklarına göre hadisler uydurmadır. Şu bilinmelidir ki, Buharî, ezberinde 300 bin hadis olduğunu; bunlardan 100 binin sahih, 200 binin de sahih olmadığını söyler. 30 Buharî’de ise tekrarlarla birlikte 7275 hadis vardır. Görüldüğü gibi Buharî sahih hadislerin rakamını 100 bin olarak verirken kitabına aldığı hadis sayısı oldukça azdır.
Buharî ve Müslim mühim pek çok meselede hadis rivayet etmemesine rağmen ulema, diğer hadis mecmualarındaki rivayetler sahîh ise onlarla fetva vermiş ve de amel etmiştir. On sahabinin Cennetlik olduğunu bildiren hadisler Buharî ve Müslim’in dışındaki eserlerde yer almasına rağmen Ümmet onlarla amel etmiş, akaid kitaplarında Aşer-i Mübeşşere zikredilmiştir.
Öncelikle bilinmelidir ki Mehdî mevzuu, Buhârî’de mücmel, diğer hadis mecmualarında ise mufassal olarak vardır. Nitekim Buhârî ve Müslim’in rivayet ettiği hadisi şerifte Allah Rasûlü ﷺ, “Meryem oğlu İsa aranıza indiğinde ve imamınız da sizden olduğu halde haliniz nasıl olur?” buyurmaktadır.
İbn Mâce Hadisi
İbn Mâce’nin rivayet ettiği, “Meryem oğlu İsa’dan başka Mehdî yoktur.”31 hadisi de Mehdî’nin zuhûruyla alakalı rivayetlerle teâruz etmez. Her şeyden önce teâruz aynı seviyedeki rivayetler arasında olur. Bir tarafta Mehdi’nin zuhûruyla alakalı mütevatir hadisler, diğer tarafta ise İbn Mace’nin Kütüb-ü Sitte müellifleri arasında rivayetinde tek kaldığı hadis. Hâkim de Müstedrek’te söz konusu rivayeti naklettikten sonra, “Bu Hadisi Müstedrek’te, onunla istidlal etmek için değil, hayretimi bildirmek için zikrettim.”32 der. Muhal farz… Bu hadis sahîh kabul edilse, bu durumda mana kemale hamledilir. “Fatihasız namaz olmaz.” ya da “Mescide komşu olanın namazı ancak mescitte olur.” hadisleri, “Namaz Fatihasız kâmil olmaz.” ya da “mescide komşu olanın namazı ancak mescitte kâmil olur” diye anlaşıldığı gibi, “Kamil anlamda Mehdi”33 deyince de akla İsa b. Meryem gelir, diyor.
Şia ve Ehl-i Sünnet’te Mehdî
Ehl-i Sünnet ve Şia kaynaklarında geçen Mehdîlik sadece “Mehdî” adını kullanmada müştereklik arz eder. Nitekim İsnâaşeriyye Şia’sına ait kaynaklarda yer alan 200’ün üzerindeki rivayette Mehdî’nin on ikinci İmam Muhammed b. Hasen olduğu iddia edilir. Ona Mehdî el-Muntazar da denir.34
Şia’nın Mehdi’si olan on ikinci imam Muhammed b. Hasen, babasının vefatından sonra insanlardan gizlendi ve bir daha onlara hiç görünmedi(!). Şia’ya göre, Deccal’in ortaya çıkmasından sonra Mekke’de zuhûr edip iktidarı ele geçirecek, zalimleri cezalandırıp adaleti hakim kılacaktır. Diğer imamlar gibi on ikinci imam da masumdur. Şiiler imamların doğumlarından ölümlerine kadar hata, yanılgı ve unutmadan masum olduklarına inanırlar.35 Nitekim Humeynî de mevzuyla alakalı şunları söylemektedir: “İmamlarımızın ne mukarreb meleklerin, ne de nebilerin ulaşamayacağı bir makama sahip olduklarına inanmak, mezhebimizin inanç esaslarındandır.”36
Ehl-i Sünnet kaynaklarına göre ise Mehdî, Allah Rasûlü’nün ﷺ soyundan, Fâtıma’nın neslinden gelecek, Onunla her şeyde bereket olacaktır. İsa b. Meryem arkasında namaz kılacak; Deccal’a karşı çıkacak; lakin onu Hz. İsa öldürecektir. Alnı açık, burnu kemerli olacak. Yeryüzünü adaletle dolduracak. Adı Muhammed b. Abdullah olacak.
Hadis mecmualarındaki Mehdî rivayetleri raviler vasıtasıyla bizzat Allah Rasûlü’ne ﷺ, Şia kitaplarındaki nakiller ise Şiilerin masum olduklarına inandıkları on iki imama dayanır. Onlar da rivayetleri raviler olmaksızın doğrudan Allah Rasûlü’ne ﷺ isnat ederler.
Hakk’ın Şahitleri
Mehdilik mevzuunda Şia bir vadide, Ehl-i Sünnet başka bir vadidedir. Biri hakkın şahidi, diğeri ise uydurma rivayetlerin müdafiidir. Başka dinlerde ya da Şia’da mehdilik var diye, Mehdî’nin zuhûrunu inkâr etmek, “batıl” var diye “hak”kı reddetmek ya da yalancı peygamberlerin faaliyetleri var diye Allah Rasûlü’nün ﷺ risaletini inkâr etmek gibidir. Aynı mantık örgüsünün umûma teşmil edilmesi durumunda ortada ne din ne diyanet kalır. Zira Şia’nın hurafelerini gerekçe gösterip, mütevatir hadislerle sabit olan bir hakikati yok saymak, Allah Teâla’nın sıfatlarını anlama noktasında insanların bir kısmı ifrat ve tefrite gidip teşbîh ve tecsîmi savundu, dolayısıyla Allah’ın yanlış anlamalara sebep olan sıfatları da inkâr edilmeli gibi müminlerin akidelerini sarsacak tehlikeli sonuçlara kapı açar.
Sahabeye söven, takiyyeyi dinin esası kabul eden, Hz. Ali dışındaki bütün Raşid halifeleri reddeden muharref bir anlayışı esas alıp, “onda da Mehdilik var, Ehl-i Sünnet’te de”, diyerek bir reddedişe ulaşmak, İslam’ın farklı inanç sistemleriyle benzeştiği bütün noktaları iptale kadar gider.
Akıl Tutulmaları ve Fâsit Örgüler
Mehdî’nin zuhûrunu akla aykırı bulanlar da, Şia kaynaklı olduğunu iddia edenler gibi aynı mantık örgüsünden hareketle hüküm verdiklerinden hata ediyorlar. Mehdiliğe Şia nazarından bakınca hem Şeriat’a hem de akla aykırı pek çok mevzunun olduğu doğrudur. Lakin Ehl-i Sünnet’e göre ise Mehdi, adil her devlet adamın yaptığını yapacak, zulme son verip adaleti hakim kılacak. Bu, bütün nebilerin ve onların yolunda yürüyenlerin vazifesidir. Bunun neresi akla ve Şeriat’a aykırıdır?
“Tarihte pek çok hareket Mehdîlik iddiasıyla ortaya çıkıp masum insanların kanının heder edilmesine vesile olmuştur. Bu yüzden inkârı, ikrarından evladır.” denirse; bu durumda biri de kalkıp “Yalancı Peygamber iddiasıyla ortaya çıkıp büyük fitnelere sebep olan insanlar var, bu yüzden Peygamberlik müessesini toptan inkâr edelim.” diyebilir. Bu mantık gün gelir, “tarih yazan” İslam’ı, “tarih” yapar. Ümmet’i bu fitnelerden kurtarmanın yolu, Allah Rasûlü’nün ﷺ zuhûr edeceğini haber verdiği Mehdî’yi inkâr ederek değil, İslâm’ı bütün şubeleriyle hayata tatbik etmekle mümkündür.
Fatih de Mehdî’ye İnanıyordu
Mehdi anlayışının, Müslümanların bütün işlerini O’na havale edip kenara çekilmelerine yol açacağı iddiası da, tarihi gerçeklerle çelişmektedir. Zira İslâm tarihindeki bütün Büyük Devlet adamları, Mehdi’nin zuhûr edeceğine inanıyordu; fakat hiçbiri cihad meydanlarını, “Mehdî’yi bekleyelim!” diyerek terk etmedi. Bağdat’ı Büveyhoğullarından kurtaran Tuğrul Bey de, Romen Diogenes’i Malazgirt’te durduran Alparslan da Mehdî’nin geleceğine inanıyordu. 87 yıl işgal altında kalan Kudüs’ün fethi için Salahaddîn Eyyubî de oturup Mehdî beklemedi. Sultan Fatih ve Yavuz da Mehdî’ye inanmıştı fakat İslam âlemi onların zamanında en muhteşem dönemlerini yaşadı.
Yahudi ve Hristiyan Kaynaklarında Mehdî
Oryantalizm; Ehl-i Sünnet’in ilzam edip arşive kaldırdığı mezhepleri ya da onların görüşlerini yeniden gün yüzüne çıkarma ya da tasavvuf, Nuzûl-u İsa, Mehdilik gibi pek çok mevzuyu başka inanç ya da düşünce sistemlerine isnat etme noktasında nisbî başarılar elde etmiş ve pek çok zihni karıştırmıştır. Onlardan biri de Mehdilikle alakalı rivayetlerin Ka’bu’l-Ahbâr vasıtasıyla İsrailiyyât’a dayandığı iddiasıdır. Ne var ki, Mehdi ile alakalı rivayetlerin hiçbirinde Ka’bu’l-Ahbâr yoktur. Ona isnad edilen rivayetlerin hiçbirinin senedi de ona ulaşmamaktadır. Vehb b. Münebbih tarikiyle ise tek bir hadis rivayet edilmektedir.37 Vehb b. Münebbih her ne kadar Tevrat ve önceki kitaplar hakkında derin bilgiye sahip olsa da “sika/güvenilir” bir râvi kabul edilmiştir.38
Sonuç
Hala etkisi devam eden bu büyük istismar hadisesi karşısında ilim sahiplerinin yapması gereken, hakikati batıla kurban etmek değil, hakikat müdafaası yapmak ve istismar kapılarını kapatmaktır. Tarihte insanları ilimle ifsad eden, tahrikle karşı karşıya getiren hareketlerin varlığı, ulemayı nasıl zan altında bırakmaz ve medreselerin kapatılmasını gerektirmezse aynı şekilde sahte mehdilerle oluşturulan ifsad dalgası da, Mehdilik inkârına vasıta yapılamaz.
Mehdîlikle alakalı rivayetler Tevrat’a, Mecusiliğe ya da Şia’ya değil, bizzat Allah Rasûlü’ne ﷺ dayanmaktadır. 30’dan fazla sahabi tarafından nakledilmiş ve manen tevatür derecesine ulaşmışlardır.
Mehdi’nin zuhûrunun Kur’an’da sarâhaten zikredilmemesi inkârına delil olmaz. Çünkü Kur’an-ı Kerîm39 Allah Rasûlü’nden ﷺ gelen her şeyi almayı ve ona itaat etmeyi emretmektedir. Mehdilikle alakalı rivayetler de Kur’an’ın kendisine ittibayı emrettiği Peygamber-i Ekber’e ﷺ dayanmaktadır.
Ehl-i Sünnet’in Mehdî anlayışıyla, Şia’nın Masum Mehdi tasavvuru arasında ise geceyle gündüz kadar fark vardır. Birinde rivayetler Allah Rasûlü’ne ﷺ, Şia’da ise Masum imamlara dayanır
Dipnotlar
1.⇑E. Ruhi Fığlalı, “Mesih ve Mehdi İnancı Üzerine”, A.Ü.İ.F.D., XXV, 214.
2.⇑Goldziher, el-Akîde ve’ş-Şerîa’ fi’l-İslam, Kahire, 1946, 193-5.
3.⇑Cemil Hakyemez, Mehdî Düşüncesinin İtikadileşmesi Üzerine, G.Ü.İ.F.D., 2004/1, III, sy: 5, s. 130.
4.⇑Bkz. Duha’l-İslam, III, 173.
5.⇑Ahmet Serdaroğlu, “Mehdî Hakkında”, Mayıs-Haziran, 1968, sy. 72-3, s. 127.
6.⇑Serdaroğlu, a.g.mkl., s. 18.
7.⇑DİA, Mehdî, XXVIII, 373.
8.⇑Ahmed, Müsned, H. No: 817.
9.⇑Tirmizî, H. No: 3842.
10.⇑Suyûtî, el-Hâvî, II, 213.
11.⇑Azim Âbâdî, Avnu’l-Ma’bûd, XI, 282.
12.⇑Ebû Davûd: H. No: 4276.
13.⇑Ahmed, Müsned, H. No: 11331, Şuayb Arnavut bu hadisin isnadının Buharî ve Müslim’in şartlarına göre sahih olduğunu söylemektedir.
14.⇑İbn Mâce, Fiten 34,
15.⇑Ebû Dâvud, H. No: 4279.
16.⇑Tirmizî, H. No: 2230.
17.⇑Muhammed İsmaîl el-Mukaddem, el-Mehdî, s. 67-71.
18.⇑İbn Hacer, Tehzîbu’t-Tehzîb, IX, 126.
19.⇑Şerhu’s-Sünne, 73; Muhammed İsmail, a.g.e., 81.
20, 21.⇑Bakara: 144.
22.⇑Haşr: 5.
23.⇑A’râf: 157.
24.⇑Âl-i İmrân: 132.
25.⇑Nisâ: 80.
26.⇑Nisâ: 59.
27, 39.⇑Haşr: 7.
28.⇑Bakara: 114.
29.⇑Taberî, Camiu’l-Beyân fî Tefsîri’l-Kur’an, I, 548.
30.⇑İbn Hacer, Hedyu’s-Sârî, Mukaddimet-u Fethi’l-Bârî, s. 512.
31.⇑İbn Mâce, H. No: 4039, Hadisin isnadında aşırı derecede zayıflık vardır. Zehebî münker olduğunu söyler, Mîzanu’l-İ’tidal, III, 535.
32.⇑Hâkim, el-Müstedrek, s. 488.
33.⇑Kurtubî, et-Tezkire fî Ahvali’l-Mevtâ, 723.
34.⇑Necmuddîn el-Askerî, el-Mehdî, I, 14-34.
35.⇑Muhammed, a.g.e., s. 179.
36.⇑Humeynî, el-Hukûmetu’l-İslamiyye, s. 52.
37.⇑Abdulazîm el-Bestevî, el-Mehdiyyu’l-Muntezar, 379-80.
38.⇑İbn Hacer, Takrîbu’t-Tezhîb, 1045.
ihsansenocak.com
0 Yorumlar