Kültür Endüstrisinin Tüketim Toplumu İnşa Çabası

dünya-tüketim-630x325 Kültür Endüstrisinin Tüketim Toplumu İnşa Çabası

Aydın Aktay*

Özet

Bu yazıda, kültür endüstrisinin tüketim toplumu oluşturma çabalan ve bu çabalan gerçeğe dönüştürmenin enstrümanlan olarak kullandığı kültür araç gereçlerinden olan müzik, sinema, sanat, spor gibi ideolojik aygıtların etkileri ve işlevleri değerlendirilmektedir. Bu aygıtların popüler kültürü sürekli nasıl üreterek, küresel çapta nasıl yaygınlaştırdıklan, internet ve uydu kanallarındaki dizile­rin analizleriyle gösterilmeye çalışılmaktadır. Bu yapılırken, aynı zamanda, internet ve uydu kanal­ları mecrasında etkili bazı diziler özellikle değerlendirilmeye çalışılmaktadır. Bu yazıda, özellikle Dr. House izisi örneği üzerinden analizler yapılmaktadır.

Anahtar Kelimeler: Tüketim Kültürü, Kitle Kültürü, Popüler Kültür, Kitle Toplumu, Kültür Endüstrisi.

The Effort of the Culture Industry to Build a Consumption Society

Abstrac t: In this article, it is evaluated the effects and functions of ideological devices such as mu- sicldnema, art and sports, vvhich are among the cultural tools of the culture industry. The culture industı uses these devices or instruments to create a consumer society. It is tried to show how these devick constantly produce popular culture and how they spread it globally, with the analysis of the TV ser ;— on the internet and satellite channels. In addition, some effective TV series on the internet and sktellite channels are tried to be analyzed. In this article, espedally analyzed the case of Dr.

House

Keyword< Consumer Culture, Mass Culture, PopularCulture, Mass Society, Culture industry.

Giriş

Kari Marks’m her şeyi metalaştıran bir sistem olarak tanımladığı ve “Özel Meta Üretim Sistemi” adının verildiği Kapitalizm, Sanayi Devriminden bu yana kendisine uygun; alışverişe, üretim-tüketim sarmalına gönüllü bir sosyolojiyi günden güne oluşturmakta ve küresel boyutta yaygınlaştırmaktadır. Bu adlan­dırmanın mahiyetine ilişkin söylenenler şu ifadelerle özetlenebilir:

“Kapitalizm, insanların büyük çoğunluğunu dışarıda bırakacak şekilde, kapita­list bir sınıf tarafından, üretim araçları ya da sermayenin özel mülk edinildiği ve meta üretimi ile tanımlanan bir üretim tarzı anlamında kullanılır.” (Walker ve Gray, 2007:45 aktaran Eren, 2014).

Klasik Marksist jargonun öngörüsüyle kapitalist sistemin, taşıdığı çelişki­lerle kısa sürede çöküş yaşayacağı, akabinde sosyalist/komünıst devrim süreçle­riyle sonunun geleceği düşünülse de yaşadığı her krizi fırsata, her kaosu lehine dönüştürmekle kalmıyor aynı zamanda dünya coğrafyasında küreselleşme ile koşut giden bir yayılmacılığı söz konusudur. Tüketim kültürünü besleyen ens­trümanları ile kapitalist sistem, kültür endüstrisi yoluyla yaygınlık alanını gitgi­de küresel boyutlara taşıyor.

Bu yaygınlaşmayı kolaylaştıran siyasi, ekonomik, kültürel, sosyal yapılan­maları 1948’deki “Bretton Woods” buluşmaları ile kuran kapitalist sistem, bu yapılanmaların sürekliliğini teminat altına alacak ve günden güne etkilerini ar­tıracak stratejiler ve organizasyonlar da oluşturmuştur. İslamcısından solcusu­na; postmarksistinden anarşistine kadar her kesimden düşünce, eylem ve tavır olarak kapitalist sistemin karşısında yer alma; duruş sergileyip, eylem iradesi ve reaksiyonu ortaya konulmasına rağmen bu yaygınlaşma ve nüfuz artışı önlene­miyor, belki de bu aksi duruşlar, karşı koyuşlar bile sistemin daha da güçlenme­sine neden oluyor.

Çünkü bu sistemin hem müstahkem kaleleri var ve bu kaleleri besleyen teo­rik, düşünsel arka planı sağlamlaştıran; paradigmal, söylemsel düzen inşası gibi Önlemeleri var. Söz konusu kaleler, 1948’de kurulan; IMF, WB, WTO, AGÎT gibi siyasi güvenlik kurumlan olduğu gibi çatı organizasyon olarak BM var. Tabi ki bunların dünya çapında örgütlü ve finansal destekli alt birimleri de. Bunların dışında yine küresel çapta etkili STK’lar, hatta yardım kuruluştan, bunlar tara­fından fonlanan sivil toplum inisiyatifleri vs. gibi oluşumlar da var. Açık Toplum Enstitüleri, Soros tarzı vakıflar ve bunların birçok ülke coğrafyalarındaki farklı etkinlikleri hatırlanabilir.

Tüm bu oluşumlar, yapılanmaların tek derdi bu sistemi müstahkem hale ge­tirip yaygınlık ve nüfuz kazanmasını sağlamaktır. Görünen o ki tüm karşı çıkış­lar, muhalif ses, düşünce, eylem ve tavırlara rağmen bu başarılıyor. Bu başarının arka planında, ya da mutfağında postmarksistlerin, nam-ı diğer Frankfurt Okulu düşünürlerinin deşifre ettikleri bir endüstri var: Kültür Endüstrisi…1

Kültür Endüstrisi aracılığıyla sisteme can suyu taşıyan popüler kültür üretimı gcrçekleştirilmektedir. Liberal kapitalist düzenin itikadını oluşturan değerler üretilip bireylere aşılanıyor. Sinema, Müzik, Medya, İnternet, Spor gibi enstrümanlar aracılığıyla üretilen ikonlar, idoller, starlar vs. gibi taşeronlar üzerinden moda ideolojisinin salık verdiği IN ve OUTlar (bir tarz helaller-haramlar) vazedilip bunlara iman eden kitleler yaratılıyor. Bu kitleleri de üretecek bir çok imkan fırsat da başarıyla kullanılmaktadır. Felsefe başta olmak üzere değişik bilim disiplinleri kullanılarak, özellikle sosyoloji ve psikolojinin sunduğu birey-toplum kontrolüne ve yönlendirmesine dair tüm olanaklar seferber edilmektedir.

Küresel kapitalist sistemin bu yaygınlık ve nüfuz artışının arka planında derin, teorik, düşünsel bir zemin vardır ve bu zemini bu sistem, bu disiplinlerin sağladığı imkanlara borçlular. Tüm bireyselleştirici, özgürleştirici vurgu ve vaadi olan felsefeler, psikoloji ekolleri aslında tüketim kültürüne iyi bir müşteri kazandırma işlevi görmektedir. Dünyanın pek çok ülkesinde modernleştirici birçok ideolojik aygıt bu konuda işlev görmektedir. Eğitim kurumlan da bu anlamda bireylerin formatlandığı yerlerdir.

Bireylerin ihtiyaçlarının bile belirlendiği; ilgi, zevk ve tercihlerinin yönlendirildiği hegemonik ve küresel bir oyun stratejisi uygulanıyor. Bireylerin bu sarmal içinde kendilerini gerçekten özgür sanmaları ve bu özgürlükten taviz vermemelerı bile sağlanmakta köleliğe dair müthiş bir müşteri memnuniyeti illüzyonu yaratılmaktadır.

Tüketim toplumu ve kültürü birbirlerine koşut tutunan iki süreç ya da kavram. Bunlara kitle kültürü ve toplumu kavramları ile de anlama denemesi yapılabilir. Pek bir şey fark etmeyecektir. Her halükarda gerek toplumuyla gerekse kültürüyle kitleler, ortak ilgi, zevk ve tercihlere yönlendirilmekte, türlü reklam, pazarlama stratejileri ve türlü illüzyonlarla kontrol edilmektedir. Tüm bu icraatlar da kültür endüstrisi baş aktör olarak ortaya çıkmaktadır.

Kültür Endüstrisinin başat rol oynadığı bu stratejiler yoluyla evlere; özel­likle “teenagger” olarak tabir edilen genç kuşakların odalarına kadar sızan bir küresel kültür seli oluşmaktadır. Söz konusu bireyler, bu sel karşısında çoğu zaman  savunmasız ve çaresiz durumdadır. Oradan edindikleri değerlerle hayata,varlığa,hakikate, siyasete, toplumlarına, tarihlerine bakmakta ve tavır sahibi olmaktadırlar.

Kültür Endüstrisinin Ucuz İşgücü Pazarı: Güney Kore ve Hindistan

Küresel kültür endüstrisi için bu yaygınlık alanını ve tahkimi gerçekleştir­menin maliyeti de epeyce yüksektir aslında. Bir taraftan desteklenen STK’lar, demek ve vakıflar, siyasi oluşumlar öte yandan bu sektöre can suyu taşıyan türlü araç, gereç ve insan kaynağı var. Tüm bunlara yetecek derecede sübvansiyonu sağlamak oldukça maliyetli ve külfetlidir. Bu yüzden kapitalizmin işgücü piya­sasında maliyeti en düşük insan emeğinin peşine düştüğü Uzakdoğu, Asya gibi ülkeler, kültür endüstrisinin de kurtarıcısıdır.

Kapitalist sistemin üretim maliyetlerini düşürmek için tutunduğu vazgeçil­mez dal olan ucuz iş gücü piyasası kültür endüstrisi için de önemli bir çözüm kaynağı olmuştur. Kültür Endüstrisinin popüler kültür üretimi için son zaman­larda yöneldiği ucuz işgücü piyasası Güney Kore’dir. Hindistan’da, Amir Khan gibi yönetmen/oyuncu/yapımcılar üzerinden sinema sektöründe liberal değer­lerle ilgili kültür ve değer üretimini gerçekleştirip yayan bu endüstri, müzik ve dizi/film piyasası için şimdilerde Güney Kore merkezli bir hummalı çalışma per­formansı sergiliyor.

Bu anlamda Güney Kore, popüler kültür üretiminin en düşük maliyetlerle İletildiği bir Pazar oluyor. Dünya çapında şöhret kazanan müzik topluluktan ve üyelerinin yanı sıra, dizileri ve filmleri ile de 12-18 yaş aralığındaki gençler üze­rinde oldukça etkili sonuçlar üretilmektedir. BTS Topluluğu, K-Pop tarzı müzik performansları ve Kore dizileri ile değişik Kore tarzı oyun konseptleri bu anlam­da oldukça revaçta görünüyor. Bu performansların üretiminde kullanılan pop starlar veya görevliler ise tabiri caiz ise karın tokluğuna 7/24 çalıştırılan ucuz iş gücü kıvamındadır. Bu topluluk üyeleri olan bu star(!)ların ne tür iş koşullarında çalıştırıldıklarına ve sonu intiharla sonuçlanan birçok drama konu olduklarına dair haber ve yazılar ortalıkta dolaşıyor. Kısaca ucuz işgücü piyasası, kültür en­düstrisi için de çok önemli ve şimdilerde bu ihtiyaç Kore üzerinden sağlanıyor. Bir zamanlar Hindistan’da Bollywood üzerinden sağlandığı gibi…

İsmail Kılıçaslan (2020) Yenişafak’taki köşesinde bir dönem bu mevzuyu dert ederken şu satırlarla Kore kültür endüstrisini tarif ediyordu:

“Kore popu özelinde konuşmaya çalışırsak, Koreli müzik yapım firmaları (ya da daha doğru tabirle “Koreli kültür endüstrisi mühendisleri”) dönemin ruhu­nu çok iyi kavramış durumdalar bana kalırsa. Şahane müzik gruptan oluşturup şahane pop şarkılarıyla milyarlarca dolarlık bir ekonomik gelir elde etmeyi ba- şarıyorlar. Daha önce birbirlerini tanımayan çocuklan bir araya getirip; onlara 3-4 yıl süren sert eğitimler verip dünya müzik piyasasına kafadan dalmalarını sağlamak az başarı değildir.”

Bu Endüstrinin kurbanı BTS Topluluğunun özelinde sektörün işleyen duru­munu ve gizli amaçlarını açık eden ve bunları tasvir etmek için de Kılıçaslan’ın[(2020a) şu ifadeleri var:

“7 isimden oluşuyor grup. Pop müziğin gerektirdiği bütün şartları haizler. Şar­kıları, küpleri, dansları, söylemleri bütünüyle “iyi pop.” Ve bu iyi pop, dünyada yaşları 10-15 arasında değişen milyonlarca ergene “tutunacak, parçası olunacak bir bağlılık” öneriyor. Yalnız dikkat: İlgiyi, platonik sevgiyi, aşkı aşan bir bağ­lılıktan söz ediyoruz. Neredeyse “iman” düzlemi söz konusu army üyelerinde. Bu yanıyla BTS’yi pekâlâ belirli yaş dilimlerinde mensubu olunacak bir dine, Army’yi de pekâlâ o dinin müminlerine benzetmek mümkün. Grubun üyelerin­den birinin babaannesi öldüğünde topluca yaslar tutuldu diyeyim de anlayın durumu. Ne öneriyor peki BTS bu Z kuşağı ergenlerine? Dış görünüşlerinden başlayalım: Grubun üyelerinin tamamı ağır makyaj yapan, bedenlerinde tek bir tüy barındırmayan, tek bir fazla kiloları olmayan, kıyafetleri ve imajlarıyla “dönem algısına göre mükemmel” erkeklerden oluşuyor. Etek de giyiyorlar, to­puklu kadın ayakkabısı da… Çünkü “neden olmasın ki?” temel mottoları. “Ne­den etek giymeyeyim ki, neden makyaj yapmayayım ki, neden bütün tüylerimi aldırmayayım ki, neden kusursuz ve benzersiz görünmek için aklıma her eseni yapmayayım ki?” şeklinde uzayıp gidiyor liste. Ve hayır, kesinlikle eşcinsellik propagandası yapmıyorlar. Yaptıkları propaganda daha ziyade “cinsiyetsizlik” üzerinden ilerliyor. “Whatever you want” olayı yani. Hatta bir bakıma bütün cinsiyetlere, bütün dinlere, bütün algılara, bütün ideolojilere eşit uzaklıkta yep­yeni bir “yeni nesil dünya vatandaşlığı” önermesi bu…” .

İnceleyin:  Post-Truth ya da Mağaraya Dönüş

Şimdilerde Kültür endüstrisinin giderek etkisini artırma imkanı ve fırsatı bulduğu yeni bir mecra var: İnternet üzerinden yayın. Bunun en güçlü örneği ise Netflix.

Netflix, bir dönem e2, Cine5 gibi şifreli uydu kanallarının yayınlarıyla ken­disine uygun izleyici profili oluşturdukları bir zeminde, internetin hakim olduğu bir ortamda neşvünema bularak ve giderek popülerlik kazanan bir mecradır. Bu kanalda yayınlanan diziler, filmler, genel olarak liberal kapitalist sistemin arzu­ladığı insan tipini oluşturmak, inşa etmek üzere koşullanmış.

E2, cnbc-e ve Cine5 kanallarının “Lost, Breaking Bad, Prison Break, Oz…” nbi dizilerle ve bu dizilerdeki örtük subliminal mesajlarla vermek istedikleri me­sajları Netflix direk, hiçbir subliminal, örtük mesaj verme kaygısı duymaksızın cesurca veriyor. “Anne With an a” dizisi bunların sadece bir örneği. Bu dizi ile İlgili söylem analizi başka bir yazının konusu olacaktır. Bu çalışmada, Dr. House dizisınin belli anekdotları ve söylem analizi çerçevesinde bu bağlamda bir değer- indirilmesi yapılmaktadır. Bu değerlendirme, devamı olacak bir değerlendirme aynı zamanda.

 

Kültür Endüstrisinin Bir Taşeronu Olarak “Dr. House” Dizisi[2]

-Everybody lies”, Yani “-Herkes yalan söyler” mortosuyla hareket eden asosyal, dahi derecede başarılı bir doktordur House. En iyi niyetli, safiyane in­sanı eylemleri bile bu mortosuyla yargılar. Saf iyiliğin olmadığına inanıp bu ey­lemlerin arka planındaki çıkar ve hesapların peşine düşer. Genellikle de haklı çıkar. Bu mortonun, tüketim toplumunun olmazsa olmazı olan birbirlerine karşı güvensizliği pekiştirmesi, kapitalist rekabetçi ve bireyselci (bencil) bir toplumun inşası için gerekli bir harç vazifesi gördüğü de düşünülebilir.

Dizinin bir bölümünde, Afrika’da hasta, fakir insanların sağlığına ve bes­lenmesine kendisini adamış ve binlerce Afrikalıya sağlık hizmeti yapan dünya­ca tanınmış bir yardım gönüllüsü hastasının, hiç kimse tarafından en ufak bir şüphe ile karşılanmayan davranışlarının arka planındaki hesapların ve çıkarların peşine bile düşecek denli, takıntı derecesinde bir paranoyaklık sergiliyordu. Bu bölümdeki, söz konusu yardım gönüllüsüyle derin ahlak felsefesi içerikli tartış­maları ise tam bir ders niteliğindedir.

Dr. House, yerleşik tüm kalıplara karşı sıra dışı bir karşı koyuşu var. Yalandan nefret ediyor ve bunun yaşadıkları ile ilgili birçok psikanalitik nedeni var. Bu yüzden Dr. House, ne görse ne düşünse ne hissetse kime ve nerede ol­duğuna bakmaksızın hesapsızca söylenmesi gerekeni söylüyor. Bizdeki deyimle “Doğrucu Davut” gibi…

Modern zamanların başarı anahtarı olan maskelerden takmıyor, ikiyüzlülük ve riya yok. Kur yapmıyor kimseye, kimseyi mevki makamından dolayı övmüyor, karşılarında eğilip bükülmüyor. Himmete minnetle karşılık vermediği gibi yaptıklarıyla takdir edilmekten de hoşlanmıyor. Çalıştığı hastanenin formel kurallarına karşı iflah olmaz bir itaatsiz, kravat takmıyor, beyaz önlük giymiyor, kirli yüzü, dağınık saç başı ile ve bastonuyla sürüklediği aksayan bacağıyla modern işletmelerin presantable iş gücü talepleriyle dalga geçip yeteneğiyle ayakta durmaya çalışıyor. Bu yönüyle geçimsiz, katlanılması mümkün olmayan ve film­le de sık sık maruz kaldığı bir sıfat olarak katıksız “bir pislik”.

Normalde dervişane özelliklerle mümeyyiz bir kişilik portresi oluşturuyor bu vasıflar, fakat modern dünyada geçer akçesi yok bunların. Nitekim bizim Dr. House, yetenek ve samimiyetine inanan bir kaç eski dostu dışında yalnız. Onların da House’tan çekmedikleri kalmıyor. Hesapsız, karşılıksız gerçek dost­luğun portresi de bu ilişkiler üzerinden başarıyla çiziliyor. Bu portelerin genellikle Yahudi olması ayrıca dikkat çekicidir. Buradaki subliminal mesaj gözden Kaçmayacak derecede açık.

Dr. House’ın müthiş bir tanı koyma, hastalıkları teşhis etme yeteneği var. Modern tıbbın olanca teçhizatına ve görkemine karşın teşhis ve tamda, aciz kaldığı hastalıkları teşhis etmede sıra dışı bir yeteneği var ve bu O’nun ayakta kala­bilmek için tek gücü, tek silahıdır.

Dizi boyunca modern tıp, medikal yöntemlerle tedavi usulleri/ sağlık sistemindeki kapitalist sömürü çarkı, ilaç endüstrisinin kirli yüzü de Dr. House’ın alternatif yöntemleri ve kuraldışı kişiliği üzerinden ince ince eleştirilmektedir.

Bacağındaki dayanılmaz ağrılara Vicodin gibi bir ilaçla karşı koymaya çalışırken bu ilacın bağımlısı bir müptelaya dönüşüyor. Zaten nevi şahsına münhasır iletişim tarzı ile ve katlanılması zor olan kişiliği ile çevresindeki herkesi hatır gönül dinlemeden kırıp geçiren Dr.House, kontrolü zor bir duruma evrilmiştir. Zor zamanlar yaşamış; hayal kırıklıkları ile dolu yaşamına ek olarak, babasından disiplin adına ölçüsüz şiddet görmüş Dr. House için kural dişiliğin Freudyen bir yorumu gayet doğal. Tecavüz mağduru bir kızın kendisine sorduğu “-Ben tecavüze uğradım tamam da senin derdin ne?” sorusuna baba şiddetini adres gösteren cevabı her şeyi anlatıyor.

Dr. House, bununla sınırlı bir kişilik değildir. Yeri geliyor bir ateist, deist olup tanrıyla bilgisi ve kaderi hakkında rekabete giriyor. Yeri geliyor bir misyoner gibi etrafına inanç aşılıyor. “Sonsuzluğa inanmak seni bir hiç, koskoca evrende adeta bir böcek gibi hissettirir…” diyerek ateizmini temellendirmeye çalışıyor. “-Asıl sonluluk inancı, tüm hayatını anlamsızlaştırır, yaptığın her şeyi boşa çıkartır…” şeklinde aldığı cevapla aynı zamanda hemen bir anda durulan bir kasırga gibi olur.

2.Sezon 19.Bölüm’de Dr. House, kötürümleri iyileştiren, kilisedeki şovlarıyla her gün müritlerini artıran, sıradışı geleceği okuma ve nesneleri hareket ettirme gibi yetenekleri olan bir kişi ile diyalogları da ilginç. Neredeyse İsa’nın yeryüzündeki modern hali gibi yetenekleriyle hastane personeline de kendisini |kabul ettirecek seviyeye gelen bu kişiyi, katı pozitivist tavrıyla taviz vermeden hastanede karşılayan tek kişi Dr. House oluyor.

Tanrı’nın kendisiyle konuştuğuna herkesi inandıran bu kişi için Dr. House r-İnsan tanrı ile konuştuğunu iddia ediyorsa dindardır. Tanrının kendisiyle ko­nuştuğunu iddia ediyorsa delidir…” şeklinde cevap verir. Sonraki süreçte Dr. House, bu kişinin, beynindeki bir tümörün, loblarından birini aşırı baskılamasıyla bu yeteneklerinin ortaya çıkmasını sağladığım da ispat eder. Keramet, rüya, ilham ile sıra dışı etkileyici hitabet ve yeteneklerle mürit devşiren bir çok din bezirgan gerçekte bu tarz bir sorunu olabilir mi acaba? Peygamberi rüyasın­da gördüğünü iddia ederek ve türlü yeteneklerle müritlerini bunun üzerinden mankurta dönüştüren birçok şizofren var piyasada.

İki Duvar Aynası: Dr. House and İsmet Özel[3]

İsmet özel, insanların kendileriyle cesur, dürüst, samimi bir iç hesaplaşmadan nasıl kaçtıklarını şu dizeleriyle haykırır ve sorar: “-Söyleyin, aynada iskele- ‘ tini görmeye kadar varan kaç, kaç kişi var şunun şurasında?”[4]Dr. House, bir anlamda bu dizelerdeki gibi, sözünü sakınmayıp, sözleri, esprileri, jest ve mimikle­riyle, insanları; iç hesapları, ikircikli tutum ve tavırlarıyla, samimiyetsizlikleriyle ve yapmacıklıklarıyla karşı karşıya getiren bir boy aynası gibidir.

İlginçtir, takip edenleri çok iyi bilir ki, İsmet Özel’in de ortaya koyduğu ki­şilik profili Dr. House’ın kişiliğine oldukça benzerdir. Yaşadıkları derin hayal kırıklıklarıyla ve belki de aşk yaralarıyla bu benzerlik gitgide derinleşiyor.

İsmet Özel’in işaret ettiği bu boy aynasında herkes kendi iskeletiyle karşı karşıya kalır. İnsanlar, bununla yüzleşmekten kaçtıkları için Dr. House’tan da kaçarlar. Dr. House, bu yüzden yalnızdır. Keza, İsmet Özel de…

Ancak, yalnızlık, Dr. House için bir dram değil aksine hoşuna giden ve Onu mesleğinde ve içsel yolculuklarında verimli kılan bir durumdur. Sanırım, ismet Özel için de böyledir. Nitekim Mataramda Tuzlu Su şiirinde, Özel bu durumu, “-yerlilerin topraklarına karşı suç işledim/ uzun yola çıkmaya hüküm giydim…” dizeleriyle ifade eder.

Yakın insan ilişkilerinde, konferanslarında, İsmet Özel’in de hatır gönül din­lemeden, konjonktür hesap gözetmeden, sözünü sakınmadan söyleyen bir kişi­lik sergilediği bilinir. Bu yönleriyle birçok çevre için İsmet Özel tekinsiz biridir. İsmet Özel’in de Dr. House gibi, yıllarca, sadece belli bir kitle ve okuyucu sayı­cıyla sınırlı kalması, anlaşılmaması, dönem dönem tecrit hayatını seçmesi gibi bir kader benzerliği de vardır.

İnceleyin:  Kültür endüstrisine karşı lümpenizm

Toplumda, asosyal olarak nitelendirilen, toplumun adeta kendilerinden uzak tuttuğu, ortalama, vasat insan niteliklerine uyumsuz, geçimsiz birçok kişi vardır. Bu kişiler arasında Dr. House gibi sözünü sakınmayıp insanları iskeletle­riyle karşı karşıya getirmekten çekinmeyenleri de vardır. Dr. House’ın, hastane bürokrasisi, personeliyle, sahipleriyle, hastalarla ve hasta yakınlarıyla ilişkisi de aynıdır. Hiyerarşiyi önemsemeyen, sadece kendi doğrularıyla, prensipleriyle ha­reket eden bir kişilik. Bu kişilikle kapitalizmin çarklarında kendimize nasıl bir kabul alanı/ fırsatı bulabileceğimiz bellidir. Yani bulamayız… imkansız gibi…

Dr. House’ın bu konuda bir endişesi yok. Özel eğitim ve sağlık sektöründe bu kişilikle temayüz etmeye hiçbir fani cüret edemez. Çünkü doktorlar; hasta yakınlarıyla sağlık endüstrisinin patronları ve kuralları; Öğretmenler de; veli, idareci, patron, öğrenci sarmalının bir oyuncağı olarak çalışmak zorundadır.

İnsanlar arası ilişkilerde; dış görünüm, imaj, PR, beden dili, NLP numaraları ve diksiyon hokkabazlıktan geçerlidir. Dr. House ise bu numaraların hiçbirine I iltifat etmediği gibi hiçbirini yemiyor da. Bu yüzden O’na yalan söyleyemezseniz, kandıramazsınız. İnsanlar böylelerini sevmez ve ondan uzaklaşmayı tercih ederler. Böylesi bir piyasanın içinde hayatta ve ayakta kalmanın türlü bukalemunluklarına karşı Dr. House’in ortaya koyduğu kişilik ve tavır bir tarz dalga geçmektir. Nitekim Dr. House, sivri ve mizahi diliyle bunu en sakınılmaz bir biçimde ortaya koyuyor.

Dr. House’in bunu yaparken güvendiği tek dal vardır yeteneği ve dilinden düşürmediği mottosu: “-Everybody lies…”. Yani, herkesin yalan söylediğidir. İnsan, bu özgüvenle kumdan tüm kaleleri yıkar. Kişilik özellikleri, insanlık ge­nelinin kalitesizliğine, güvenilmezliğine dair inançları ve piyasa kurallarına iflah olmaz itaatsizlikteler!, Dr.House ve İsmet Özel’i ruh ikizleri olarak buluşturuyor sanki. Katlanılması güç bu dünya ve ilişkiler ağında doktorluk yeteneği House için ne ise şiir yeteneği de İsmet Özel’de aynı anlamı ve gücü ifade eder.

ismet Özel, kendisindeki bu gücü :”Hayat saçma sapandır/Üstüme saçmalı tüfeğiyle ateş açtı hayat/Yaylım ateş, bombardıman, güldürücü gaz/ şairsin! ar­kanı dönme! neyin varsa sen de fırlat…” dizeleriyle ifade eder.5

Dr. House and Dr. Foreman: White and Black

Dr. House’in hayatının bir yerinde bulunan, yanı başında onunla temas ku­ranlar arasında 8 sezon boyunca gözlemlenen çok ilginç bir çeşitlilik var. Asyalı, Siyahi, Beyaz, Müslüman, Yahudi, Hintli, rahipliği terk etmiş Protestan bir doktor olan Avustralyalı genç bir beyaz, ateist, Mormon, biseksüel, lezbiyen v.s gibi… Sanki ABD halklarının ve çeşitliliğinin resmi geçidi gibi bir jenerik sunuluyor. Bu aynı zamanda liberal hayat tarzının dizi boyunca öykünülmesi istenen çok kültürlü, çok kimlikli bir durumu. Dr. House, tüm bu tiplemelerle, kimliklerle ve iddialarıyla bir pozitivist deist olarak hesaplaşıyor. Çoğundan da galip çıkıyor. Buradan hareketle verilmek istenen ana mesaj, hedeflenen durum ile ilgili derin bir söylem analizi mümkündür. Misal olarak, şimdilik Dr. Foreman ile iletişimi bunlara bir örnek olarak verilebilir.

Dr. Foreman, “beyazların yöresinden nasiplenmek isteyen” bir siyahi dok­tor, yerlilerin topraklarında kabul görmek için tüm kurallara uyan, hukuksuz iş [yapmayan eski bir sabıkalı… Vaktiyle, yerlilerin topraklarına karşı suç işlemiş, bu i yüzden çile çekmiş, yeniden kabul edilmek, onaylanmak derdinde. Geçmişini, [bir travma olarak geleceğine taşıyor. Dizide, işi gücü kurallara karşı itaatsizlik olan, iflah olmaz deli bir doktor olan Dr. House’u kontrol etmek, adeta O’nun dışarıdaki vicdanı gibi olmak rolünü oynuyor. Bir tür Freudyen tabirle söylene- çekse Alter ego/Süper ego gibi…

Dizide, aslında Cuddy, Wilson gibi tiplemeler de bu rolü oynamaya çalışı­yorlar. Dr. House da çılgınlığının ve kural tanımazlığının yaratabileceği zararlar, tahribatlar için hiç anlaşamasalar da, dünyaya çok zıt pencerelerden baksalar bile Foreman’ı yakınında tutuyor. Dr. House için Dr. Foreman, çoğu zaman bir el freni gibidir. Dr. House’ın kendi tehlike potansiyelinin farkındalığı ayn ama dikkat çekici bir konudur. Çoğu insan çevrelerine verebilecekleri zarar potansi­yelinin farkında bile olmaz.

Dr.House ise Foreman’ın aksine tam bir beyaz Amerikalıdır, WASP (White Anglo-Saxon Protestant) yani. Dr. Foreman’ın kabul görmek, onaylanmak için canım dişine taktığı dünyadan nefret ediyor.

İkisi, aynı yolda birbirlerinin ters istikametinde hareket ederlerken sürek­li kafa kafaya çarpışmak zorunda kalıyorlar. Elit, beyaz, eğitimli bir Amerikan ailesinin çocuğu olarak büyümüş ama bundan nefret edip uzaklaşmak isteyen Dr. House ile Harlem gibi dışlanmış, kapatılmış, sınıf atlama hayalleri bile kuru­lamayan bir mahallede yetişmiş Dr. Foreman arasında zaman zaman dizide yer verilen karşılaşmalar, diyaloglar oldukça ilgi çekici. Gerçek hayatın trajikomik yönlerini gösteriyor. Burada tartışabileceğimiz bolca malzeme de var.[6]

I Sonuç Yerine: Küresel Kültürün Teslisi: Egoizm, Rölativizm ve Deizm

F Dr. House’tâki itaatsiz, uyumsuz kişilik aslında küresel kültürün empoze etmeye çalıştığı; kurallara, hiyerarşilere asi, başına buyruk, kendisini bağlayan hiçbir geleneği, aidiyeti, kökü, tarihi olmayan bir birey yaratma projesinin bir tasarımıdıır. Her ne kadar dervişane özellikler gibi algılanmaya teşne bu tasarım çoğu izleyicide hayranlık uyandırsa da bu tip kişi ve kişiliklerin yaygınlaştığı toplumlarda kimseye hesap vermek zorunda kalmayan, her şeyi kafasına göre Tüketen bireylerin artacağı kaçınılmazdır ve asıl hedeflenen de bu tiplerin bu dizi modeli aracılığıyla çoğaltılmasıdır.

İşte, küresel kültür endüstrisinin, özellikle diziler ve onların kahramanları aracılığıyla bir fazilet abidesi olarak önümüze koydukları ama gerçekte bencil, küstah bir zekaya sahip, madde bağımlısı, psikotik bozukluğu olan, canının is­tediği her şeyi yapan, deneyen, asi (liberal öğreti buna özgürlük de diyor) bir karakter üzerinden planladığı şey budur. Dr. House üzerinden inşa edilmeye çalışılan tip de budur. Bu tipleme üzerinden tarih ile toplumsal değerlerle, aidiyetlerle kimliklerle çok çetin ve onları yıpratan bir mücadele ortaya konulmak­ladır. Dizinin tüm sezonlarını izledikten sonra her şey ve hiçbir şey arasında, iki arada bir derede kalmış bir rölativist olup çıkıyorsunuz. Tabi ki bir deist olarak tıpkı House gibi. Dr. House, teist değil, ateist de değil tam anlamıyla bir deist. Çünkü an itibarıyla müstahkem düzenin kesin inançlılara tahammülü de yoktur, onlara ayırdığı yeri de yoktur. Dizi boyunca kesin inançlıları aptal yerine koyan bir söylem içeriğinin ustaca diyaloglar ve metinler arasına sıkıştırılması bundan olsa gerektir.

Sosyoloji Divanı Dergisi,sayı:Sayı:16,syf:183-193

Dipnotlar:

1.Marksist yönelimli ilk araştırma merkezi olan Frankfurt Okulu ve buradaki sosyal bilimciler ağırlıklı olarak Marx’ın ekonomi politik, meta fetişizmi ve yabancılaşma kavramlarının gündelik hayatta iktidar ve medya tarafından nasıl tekrar tekrar üretildiklerine dikkat çekmektedirler. Eleştirel duramla özdeşleştirilen kültür endüstrisi kavramı ilk kez Theodor Adorno ve Marx Horkheimer’in  ortak kitabı “Aydınlanmanın Diyalektiği” eserinde kullanılmıştır Adorno, Horkheimer ve diğer Frankfurt Okulu düşünürleri 20. yüzyılda tahakkümün kültürel boyutu, gündelik hayatın estetize edilmesi, kültürün ticarileşmesi, standartlaşması ve toplumsal yabancılaşma üzerine çalışmışlardır, Adorno ve Horkheimer’a göre hayatın her alanı, kültür endüstrisi tarafından metalaştırılmakta ve böylelikle hakim ideoloji hem ekonomik hem de ideolojik olarak kitlelerin bilincinde yeniden üretilmektedir. (Adorno, 2003:12).

[2] House (Özgün adı: House M.D.), medikal drama tarzında 16 Kasım 2004 ve 21 Mayıs 2012 tarihleri arasında 8 sezon yayınlanan Amerikan televizyon dizisi. Dizinin ana karakteri olan Dr. House (Hugh Laurie) kurgusal olan New Jersey’deki Princeton-Plainsboro Eğitim Hastanesi’nde teşhis ekibinin başındadır. Dizinin yapımcıları Shore, Attanasio, Attanasio’nun iş ortağı Katie Jacobs’dan oluşmakta ve film yönetmeni Bryan Singer’dır. Dizi büyük oranda Centııry City’de çekilmiştir. Hugh Laurie bu dizideki Dr. Gregory House rolüyle 2006 ve 2007 yılında iki kez Altın Küre ödülü kazanmıştır. httPSî//tr,wikiPedia.org/wiki/House (dizi). Erişim Tarihi:19-10-2020

   [3] Kapitalist Sisteme karşı her zaman muhalif duruşu olan neoliberal yaşama ve onun ürettiği insan tipine karşı ömrü boyunca adeta savaşan İsmet Özel İle Kültür Endüstrisi Üretimi bir dizi fenomeni olan Dr. House arasında benzerlikler olması bu yazının ilginç bölümlerindendir. Aslında temelde ontolojik açıdan farklı dünya ve hayatların insanı olan iki kişiliği karşılaştırmanın zorluğu da cabası.

Ama yine de deniyoruz, son noktayı koymadan ve de devamı için kapıyı aralık bırakarak..

4.Celladıma Gülümserken.,http://cilingirdergisi.com/arşiv/birinci-sayı/yüzleşebiliyor-mu-kendiliğiyle-insan/94 Erişim Tarihi:19-10-2020

5.http://cihanoguz.com/Sayfa/Bir-Yusuf -Masali-Sicrama-Tahtasi_102.aspx, Erişim Tarihi:19-10-2020.

6.Bourdieu’cu eşitsizliğin sürekliliği ve yönetimi kavramsallaştırmasının izahı için bknz:Bakçay Çolak 2015.

Kaynakça

Adorno, Theodor W. (2003), “Kültür Endüstrisini Yeniden Düşünürken” (Çev: Bülent O.Doğan), Cogito Dergisi, İlkbahar-Yaz, Sayı:36.

Bakçay  Çolak, Ezgi (2015) “Sanat Eğitiminde Toplumsal Eşitsizliğin Yeniden Üretimi” Sanat-Tasarım Dergisi, Kasım Sayı: 6, ss. 7-16.

Eren, Ahmet A. (2014) “James Steuart: Kapitalist Üretim Tarzının Eleştirel Tahliline Giriş” | Sakarya İktisat Dergisi, s. 138-164.

Kılıçaraslan, İsmail (2020). https://www.yenisafak.com/yazarlar/ismailkilicarslan/k-pop- bts-army-ve-z-kusaginin-halleri-2049263 (Erişim Tarihi:19-10-2020).

Kılıçaraslan, İsmail (2020a). https://www.yenisafak.com/yazarlar/ismailkilicarslan/k-pop- bts-army-ve-z-kusaginin-halleri-2049263 (Erişim Tarihi:19-10-2020).

Özel, İsmet (2020) “CelladımaGülümserken…” http://cilingirdergisi.com/arsiv/birinci-sa- I yi/yuzlesebiliyor-mu-kendiligiyle-insan/94 (Erişim Tarihi:19-10-2020).

Özel, İsmet (2020) http://www.cihanoguz.com/Sayfa/Bir-Yusuf-Masali-Sicrama-Tahtasi_ I 102.aspx (Erişim Tarihi:19-10-2020).

Kalker, David Martin ve Gray, Danıel (2007), Historical Dictionary of Marxism, Scarecrow I Press: Toronto.

 

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir