Kudret ve irade, Allah’ın zâtına zâid sıfatlardandır. Kudret, âlemin yaratılmanın ve bu yaratıma işinin terk edilmesinin sahih olmasından ibârettir (Allah yaratmaya da yaratmamaya da gücü yetendir). O hâlde yaratmak ve yaratmamaktan hiç birisi Allah’ın zâtı için lâzım değildir. Bütün mezheplerin mensupları bu konuda hemfikirdirler.
Ancak filozoflar diyorlar ki, mevcut nizâm gereğince Allah’ın âlemi yaratması zân için gereklidir. Bu görüşleriyle onlar Allah’ın bu mânâdaki (yaratma ve yaratmamadaki) kudretini inkâr etmişlerdir. Onlar bu mânâdaki kudretin eksiklik olduğunu düşünüyorlar. Yaratmanın gerekli olmasının Allah için kemâl (üstünlük) alâmeti olduğunu düşünerek O’na gereklilik (zorunluluk) nisbet etmişlerdir. “Kudret”in Allah dilerse yapar, dilemezse yapmaz, anlamında olduğunu söylerler.
Bu anlamda Ehl-i islâm (müslümanlar) ile hemfikirdirler. Ancak ilk şartı (“dileme” kısmım) olması gerekli, ikinci şartı (‘dilemezse’ kısmını) ise imkânsız sayarlar. Hak Teâlâ hakkında her iki şartın da doğru olduğuna inanırlar. Ayrıca filozoflar ‘irade’nin ‘ilim’ sıfatına zaid olduğunu kabul etmezler. İrade, en kâmil nizâmda ilmin kendisidir, derler ve ona inâyet adını verirler.
Bazı müteahhirîn (sonraki dönemlerde yaşayan) süfîler “kudret”in mânâsı hakkında filozoflara uymuşlardır. İkinci şartı (“dilemezse yaratmaz” ifâdesini) imkânsız sayarlar. Ancak kendi görüşlerini filozoflardan şöyle ayırırlar: Filozoflar irade sıfatını kabul etmez ve iradenin ilmin (bilmenin) kendisi olduğunu söylerler. Onlar ise zikredilen anlamda kudretin bulunmasıyla birlikte ilme zâid bir iradeyi de kabul ederler ve “Allah mürîddir (irade sahibidir, dileyendir)” derler. “Allah zorunludur” (yaratmaya mecburdur) demezler. Filozoflar ise aksine Allah’ın mecbur olduğunu söylerler ve O’nun irade sıfatını ortadan kaldırırlar.
Bu fakîrin burada (bu süfîlerin görüşüyle ilgili) şüphesi vardır. O şüphe de şudur: İrade, olması veya olmamasına güç yeten iki işten birini tercih etmektir. İkinci şık (“olmaması”) imkânsız olunca birinci şık (“olması, yaratması”) zorunlu olur. O hâlde irade niçin kabul ve ispat ediliyor? Çünkü iradenin ürünü olan tercih (seçme özgürlüğü) iki eşit konuda olmuş oluyor.
Eşitliğin olmadığı yerde tercih de olmaz, irade de. Bu sebeple filozoflar (yaratma ve yaratmama şeklindeki) iki tarafın eşitliğini inkâr edince, iradeyi de kabul etmediler ve iradeyi bir neticesi olmayan hayâl saydılar. Bu söz ve görüşte filozoflar (kendi mezheplerinin kudret konusundaki yapısına göre) haklıdırlar. Alemin var olması ile olmaması arasında bir eşitlik bulunmamasına rağmen söz konusu süfîler Allah’ın irade sıfatını kabul etmişler ve böylece filozoflardan ayrılmışlardır.
Bu fark sâyesinde, Allah için “dileyen” ve “seçme özgürlüğü olan” sıfatlarını kullanırlar. Onların sözünün neticesi bu farkta görülmemektedir. Allah’ın tercih özgürlüğünü (ihtiyâr) yok sayma konusunda bu süfilerin mezhebi (görüşü) aynen filozofların mezhebidir. İradeyi kabul etmeleri ise boş lâftan başka bir şey değildir. Doğruyu doğru olarak gösteren ve doğru yola ileten Cenâb-ı Hak’tır.
Eğer bir kişi şöyle derse: Söz konusu süfiler âlemin var olmasını, Allah’ın zâtının lâzımı (zorunluluğu) olduğunu söylemiyorlar (Allah varsa âlem de mutlaka olacaktır, demiyorlar) ve âlemin Allah’tan sudürunun Allah’ın iradesi ile olduğunu söylüyorlar.
Buna cevaben deriz ki: İkinci şart yani âlemin var olmasını dilememe durumu imkânsız ve âlemin var olmasını dilemek gerekli olunca, iki eşitten birini tercih etmek olan iradenin, âlemin var olmasında hiçbir etkisi olmaz. Sadece onun için irade ismi kullanılır. Bu kadar (lâfta kalan) iradeyi filozoflar da kabul ediyorlar. Öyleyse iradenin bu türünü kabul etmek, Allah’a nisbet edilen mecbüriyet ve zorunluluğu gidermek için yeterli olamaz. Ve âlemin var olması ile olmaması arasında eşitliğin bulunmaması fikrinden, Allah’ın (yaratmaya) mecbur olduğu neticesi çıkar.
Nitekim bu anlatıldı.
İmam Rabbani Risaleleri (Ma’arif-i Leduniyye)
Çev.Prof.Dr. Necdet Tosun
Sayfa.200,202
0 Yorumlar