Kadın’ın Şahitliği ve Çok Eşlilik Meselesi
Paylaş:
indir-2 Kadın'ın Şahitliği ve Çok Eşlilik Meselesi

 

Modern zamanlarda İslam ahkâmının belki de üze­rinde en fazla spekülasyon yapılan kısmını kadınlarla ilgili hükümlerin oluşturuyor olması elbette tesadüf değildir. Bilhassa şahitlik ve çok eşlilik (taaddüd-i zevcat) meselesi, modernitenin tabularından “eşitlik” ilkesine aykırı görül­düğünden, günümüzde kendisini “Müslüman” olarak ifade eden pek çok yazar-çizer tarafından dahi dinin çerçevesi­nin dışına atılmaya çalışılmaktadır. Sadece Müslüman ka­dınların değil, aynı zamanda Müslüman erkeklerin de aya­ğının kaydığı bu noktaya özel bir önem vermeliyiz. Bu iti­barla yazının bundan sonraki bölümünde kadınla ilgili çağdaş problemlerden ikisine kısaca değineceğim

 

1-Kadının şahitliği meselesi

 

Şurası bir hakikat ki kadın, bu ümmetin geleceğini inşada ikamesiz bir fonksiyona sahiptir. Kadının bu fonk­siyonundan uzaklaştırılması durumunda bu hayatî fonk­siyonu onun yerine ve onun gibi yerine getirecek bir başka unsur mevcut değildir.

 

Böyle olduğu için İslam, kadının yerini “ev içi” olarak tayin etmiştir. İstisnai durumlar olmakla birlikte, evet ka­dının asıl yeri evinin içidir. Bir çocuğa annesinin verebile­ceğini başka hiçbir insan veremediğine göre, kadının esas yerinin ev içi olmasında da şaşılacak bir durum olmamalı­dır.

 

Bu durum, kadının toplumsal hayata katılımını kı­sıtlayan/engelleyen bir husus olarak görülmemelidir. Çünkü ev içi sorumluluklarını hakkıyla yerine getiren bir kadın elbette bu temel fonksiyonunun tabii etki alanı içinde toplumsal ilişkiler de kuracak ve bu çerçeve içinde toplumsal roller de icra edecektir.

 

Ancak geleceğimiz olan çocuklar okul öncesi eğitim­lerini ev ortamında alıyor ve kabul edelim ki eğer 0-6 yaş arası şekillenen duygu ve algı dünyaları anneleri tarafın­dan müsbet istikamette şekillendirilmediği zaman iş bakı­cılara ve kreşlere kalıyor. Yukarıda zikrettiğimiz istatistik­ler olsun, hemen her gün basma yansıyan haberler olsun, suç işleme yaşının ilköğretim çağına kadar düştüğünü açık bir şekilde önümüze koymaktadır.

 

Bütün bunlar yaşadığımız fiili gerçeklikler iken, kadın evin dışına çıkardığınız, yani kendi aslî fonksiyonunu yerine getirme imkânını ortadan kaldırdığınız zaman kadının öncelikli rolü “annelik” olmaktan çıkacak;daha başka roller ön plana geçececektir.

 

Kur’an, 2 kadının şahitliğini 1 erkeğin şahitlik denk tutarken kadının “aklı kıt olduğunu söylemek istemiyor elbette. Kadının aklı kıt olduğu gerekçesiyle şahitlik yapamayacağı söylendiğinde, aynı durum “annelik” içinde -hatta öncelikli olarak- söz konusu olacaktır. Aklı kıt olan bir insan nasıl annelik yapabilir?

 

Kur’an’ın burada bize -dolaylı bir delaletle- verdiği mesaj şudur: Kadını sokağa çıkararak, evinden ve aslî fonksiyonundan uzaklaştırarak tabii seyrinde sizin ara­nızda cereyan etmesi gereken meselelerle meşgul etmeyin. Ticari münasebetleriniz çerçevesinde yaptığınız işlemlerde size şahitlik edecek güvenilir iki erkek bulamazsanız, istis­nai bir durum olarak bir erkekle beraber iki kadını şahit tutun. Kadınların asıl işi sizin aranızda geçen ticari işler olmadığından, onların aklı evin idaresi ve çocukların eği­timi, terbiyesi, şekillendirilmesiyle meşguldür. Şahitlik meselesinden sonra onlar, tabii olarak kendi dünyalarına, meşguliyet ve sorumluluk alanlarına geri dönecek, 0 alanda yoğunlaşarak misyonlarını yerine getirmeye devam edeceklerdir. Dolayısıyla özellikle aradan uzun bir zaman geçtiğinde şahitlik konusu olan hususu detaylarıyla hatır­layamayabilirler. Böyle bir durumda birisi unuttuğunda diğeri ona hatırlatsın ve iş sağlam olsun diye iki kadını şa­hit tutun.

İnceleyin:  Müslüman Kadın Kimliği

 

Kur’an’ın söylediği budur. Kadın, anne olmak vas­fıyla bizim geleceğimizi inşa eden biricik insandır. Belki de bunun için cennet -“kadınların” değil de “annelerin” aya­ğının altındadır!- Bu itibarla şahitlik meselesini kadının “aklının kıtlığı” gibi bir zeminde ele almak ve takdim etmek hiçbir şekilde doğru değildir.

 

“Bedevinin şehirli aleyhine şahitliği caiz değildir” (Ebû Dâvud, “Akdıye”, 17..) hadisi de benzeri bir noktaya delalet etmektedir. Ulemanın beyan ettiği üzere (Bkz. el-Hattâbî, Me’âlimu ’s-Sünen, IV, 170; el-Münâvî, Feydul- Kadır, VI, 391.)bu hükmün hikmeti, adeten bedevile­rin, şehirliler arasında cereyan eden muameleleri gereği gibi bilememeleridir. Onların dünyaları, gündemleri ve iş­tigal sahaları farklı olduğu için bu durum ne kadar nor­malse, bütün enerjisini ve mesaisini gelecek nesli yetiştir­meye teksif etmiş bulunan kadınların da erkekler arasında cerevan etmesi gereken işlen onlar kadar bilmemeleri ve akılda tutamamaları da o kadar normaldir.

 

Çok eşlilik

Kadın-erkek eşitliğine aykırı olduğu için modern İslam algısını rahatsız eden hükümlerden birisi de taaddüd-i zevcatla ilgili olandır. Bu mesele o kadar çarpık düşüncelere zemin ittihaz edilmiştir ki, bu vesileyle modern algı, İcadını erkeğe eşitleyeyim derken vahy-i ilahiyi itham al­tında bırakma derekesine yuvarlanmıştır.

 

4/en-Nisâ, 3. ayetinde şöyle buyurulur: “Eğer yetim­lerin haklarını gözetemeyeceğinizden korkarsanız, size he­lal olan kadınlardan ikişer, üçer, dörder nikâh edin. Eğer bu surette adaletli davranamayacağınızdan korkarsanız, o za­man bir tane (ile) veya sahip milkiniz olan cariye ile yetinin. Bu, adaletten sapmamanıza daha uygundur.”

 

Aynı surenin 129. ayetinde de şöyle buyurulmaktadır: “Ne kadar uğraşırsanız uğraşın, kadınlar arasında adaleti yerine getiremezsiniz. Bari birine büsbütün meyle­dip de ötekini askıda kalmış gibi bırakmayın…”

 

Kadınlar arasında adaletli davranma konusuyla ilgili olarak bu iki ayette görünüşte bir tearuz vardır. Birinci ayet kadınlar arasında adalete riayet edemeyeceğinden en­dişe eden erkeklere tek eşle yetinme yolunu gösterirken, ikinci ayet “ne kadar uğraşırsanız uğraşın kadınlar ara­sında adaleti yerine getiremezsiniz” diyor. Birden fazla ka­dınla evlilik için ilk ayetin öngördüğü adalet şartı, ikinci ayet tarafından “yerine getirilmesi mümkün olmayan bir durum” olarak ifade edildiğine göre birden fazla kadınla evliliğin kapısı fiilen kapatılmış demektir.

 

Peki, acaba Kur’an, mü’minlerle -haşa- dalga geçer­cesine böyle bir abese yer veren bir kitap olabilir mi? Ta- addüd-i zevcat kapısını kapatmak isteyenler, kendisine önünden veya arkasından hiçbir batılın yaklaşamayacağı Kur’an-ı Azimüşşan’a böyle bir nakisayı nasıl yakıştırabiliyor?

İnceleyin:  Cennete Kimler Gidecek?

 

O halde, taaddüd-i zevcat gerçekten tahakkuku imkânsız bir şarta bağlanmışsa;

 

1-Kur’an’da abesle iştigal var demektir, adalet şartı­nın yerine getirilemeyeceği bizzat Kur’an tarafından bildi­rilmişse, şartın ortadan kalkmasıyla meşrut da ortadan kalkmış olacağından, Kur’an kendi açtığı kapıyı yine bizzat kendisi kapatmış dernektir. Allah’ın dini, muhal bir şeyi şart olarak koşma çelişkisine düşmekten münezzehtir. Bu meselede Kur an’ın muhali şart koştuğunu söylemekle elde edilecek sonuç taaddüd kapısının kapatılmış olması değildir ,bilakis bu kendimizde bulunmasına bile rıza gösteremeyeceğimiz bir çelişki ve noksanlığın Allah kelamına izafe edilmesidir!

 

2.Taaddüdü ifade eden ayette dörde kadar kadını evlilik için herhangi bir şart zikredilmemişken, adalete riayetsizlikten korkulması durumu tek eşle evlilik için bir şart olarak zikredilmiştir. Hiç kimse çok eşliliğe fiilen adım atmadan adalete riayet edip edemeyeceğini bilemez. Dola­yısıyla şart-meşrut ilişkisinin burada ters biçimde kurul­duğunu söylemek durumundayız.

 

3-Kaldı ki, 129. ayetin, yerine getirilmesinin müm­kün olmadığını haber verdiği “adaletlin, sevgi ve ilgide ada­let olduğu rivayet tefsirlerinin açıkça ifade ettiği bir husus­tur. (et-Taberî, Câmi’u’l-Beyân, IV, 312 vd.;) Kaldı ki, ayetin devamında da buradaki adaletin ih­lalinin, çok eşliliğe mani teşkil eden bir durum olmadığı belirtilmektedir. Yani kadınlar arasına sevgi ve ilgi nokta­sında adaleti ideal anlamda yerine getiremeyeceğiniz açık. Zira kalbiniz birine diğerlerinden fazla meyleder ve siz bunu engelleyemezsiniz. Bari sevgi ve ilginizi bütünüyle bi­rine doğru yönlendirip, diğer(ler)ini büsbütün askıda bı­rakmayın. İlgi ve sevginizi on(lar)dan da esirgemeyin. Nite­kim Efendimiz (s.a.v) dahi “Allahım! Bu benim elimden ge­len taksimimdir. Senin kudretinin dâhilinde olan, ancak be­nim güç yetiremediğim hususlarda beni muaheze etme” (Ebû Dâvud, “Nikâh”, 39) buyurmak suretiyle sevgi ve ilgide eşleri arasında tam bir eşitlik sağlamaya muktedir olamadığını belirtmiştir.

 

4-Kur’an’ın, eşler arasında adaletin sağlanamayaca­ğını ifade buyurması, taaddüd-i zevcat uygulamasının fii­len mümkün olmadığının delili olsaydı, Kur’an’ın kapattığı bir kapının Sahabe döneminden itibaren bu ümmet tara­fından fiilen kırılmış ve bu Kur’anî hükmün ümmet tara­fından fiilen çiğnenmiş bulunduğunu söylememiz gereke­cekti. Sahabe-i Kiram’ın (Allah hepsinden razı olsun) çok eşle evlilik uygulamasını Efendimiz (s.a.v)’in bilgisi dahi­linde gerçekleştirdiğinde şüphe bulunmadığına göre, Efen­dimiz (s.a.v)’in dahi Kur’an’ın kapattığı bir kapının kırıla­rak açılmasını onayladığını söylememiz gerekecektir.

 

Bütün bunları söylemeyi göze alabilen ve isbat ede­ceğine dair kendine güvenen varsa işte meydan!..«

 

Ebubekir Sifil-İhya ve İnşa