Kabir azabını inkar edenler ise şu âyeti delil getirmiştir: “ilk ölümden başka ölüm tatmayacaklar dır”(Duhan,56). Eğer kabirde diriltilselerdi iki ölüm tatmış olacaklardı.
Cevap: Bu, cennet ehlinin vasfıdır ve “orada / lafzındaki zamir cennete gitmektedir. Buna göre âyetin manası şudur: Cennetlikler cennette ölüm tatmayacaklardır. Dolayısıyla onlara verilen nimetler dünyadakilere verilen nimetlerin ölümle kesildiği gibi kesilmeyecektir. Şu halde âyette kabir sorgusundan sonra ve cennete girmeden önce başka bir ölüm olmadığına herhangi bir delalet yoktur.
“İlk ölümden başka” sözüne gelince bu, imkânsıza bağlamak yoluyla onların cennette ölmeyeceklerini teyittir. Sanki şöyle denilmiştir: Eğer onların ilk ölümü tatması mümkün olsaydı cennette ölüm tadarlardı. Fakat bu hiç şüphesiz mümkün değildir. Dolayısıyla onların cennette ölmeleri düşünülemez.
Bazen şöyle denir: “ilk ölümden başka” sözü, “insan hüsrandadır” âyeti gibi her ne kadar tekil sigada ise de tekillik değil cins bildirir. Âyette ölümün birden çok olduğu reddedilmemektedir. Çünkü cins çokluğu da içerir.
Onların zikrettiği bu âyet ve bizim verdiğimiz cevap, bizim delil getirdiğimiz iki âyetin muârazasıdır. Sonra onlar muârazadan sonra şöyle demişlerdir: Sizin tutunduğunuz zahirlerle amel ancak bunlar, makûle aykırı olmadığında olur. Çünkü makûle aykırı olduğu takdirde zâhirlerin tevil edilmesi ve zahirinden sarfedilmesi gerekir. Şu halde sizin bunlarla delil getirmenizin imkânı kalmamıştır.
Bunların makûle aykırı olduğunun delili şudur: Biz çarmıha gerilmiş bir şahıs görürüz ve onun parçaları yok oluncaya dek çarmıhta olarak kalır. Onda ne diriltme ne de sorgulama söz konusudur. Görmediğimiz halde diriltme ve sorgunun olduğunu söylemek açık bir safsatadır.
Bundan daha çarpıcı bir örnek, yırtıcı hayvanların ve kuşların yediği, parçalan bu hayvanlann mide ve kursaklannda dağılan kişidir. Bundan da daha çarpıcı olanı, yanıp dağılan ve dağılmış parçaları şiddetli rüzgarlarda kuzeye güneye doğuya batıya savrulan kişidir. Zira biz bu şahsın diriltilmediğini, sorguya çekilmediğini ve azaba uğramadığını zorunlu olarak biliyoruz.
Ashabımız bu olayların incelenmesinde hayrete düşmüş ve Kâdî Ebû Bekir ve takipçileri çarmıha gerilen kişi hakkında şöyle demiştir: Biz görmediğimiz halde diriltme ve sorgu, olmayacak bir şey değildir. Nitekim felçli kimsede durum böyledir. O canlıdır ama biz onun canlılığını göremeyiz. Yine Hz. Peygamber’in (s.a.) ashabı arasında otururken Cebrail’i (a.s.) görmesi ama Cebrail’in ashaptan gizlenmesi de böyledir. Bazıları demiştir ki hayatın bedenin bir kısım parçalarına indirgenmesi ve biz görmesek bile o parçanın diriltilmesi, sorgulanması ve azaba uğraması mümkündür.
Diğer duruma gelince, -“diğer durum” sözüyle ikinci ve üçüncü vakıaları kuşatan durum kastedilmiştir, çünkü bu ikisi, aynı minvaldedir-. Buna tutunmak, hayat için bünyenin şart olduğu görüşüne dayalıdır. Oysa daha önce geçtiği gibi biz bunu reddediyoruz.Bu bakımdan her ne kadar alıştığımız algılara ters olsa bile hayatın dağılmış parçalara ve parçaların bir kısmına dönmesi olmayacak bir şey değildir. Çünkü olağan dışı durumlar, daha önce de belirtildiği gibi yüce Allah’ın kudreti açısından imkânsız değildir.
Bize göre bütün kafir ve fâsıklar için kabir azabı haktır. Ümmetin selefi bu hususta ihtilaf çıkmadan önce görüş birliğine vardığı gibi ihtilaf çıktıktan sonra da çoğunluk görüş birliği etmiştir. Dırâr b. Amr, Bişr el-Merisî ve Mu‘tezfle’nin müteahhirîni kabir azabını mutlak olarak inkar etmiştir. Ebu Ali el-Cübbâî ve oğlu Ebû Hâşim el-Cübbâî ile Ebû Zeyd el-Belhî iki meleğin münker ve nekir olarak adlandırılmasını inkar etmiş ve şöyle demiştir. Münker, kâfirin sorguya tabi tutulduğundan bocaladığı esnada yaptığı şey iken nekir iki meleğin kâfiri paylamasıdır.
Bize göre hak olan görüşün ispatı hususunda iki delilimiz vardır.
Birincisi: Yüce Allah’ın şu sözüdür: “Onlar sabah akşam ateşe maruz kalıyor lor ve kıyamet günü ‘Ey Firavun ehli girin en şiddetli azaba’ denecektir”(Mümin,46)âyette kıyamet azabı, sabah akşam ateşe maruz kalmaktan ibaret olan azaba atfedilmiştir. Böylece bu azabın kıyamet azabından başka olduğu bilinir. Şüphesiz birinci azap, kabirlerden kalkıştan öncedir. Nitekim âyetin akışı da açıkça buna delalet etmektedir. Bu azap ise görüş birliğiyle kabir azabından başkası değildir. Çünkü âyet ölülerden bahsetmektedir. Dolayısıyla bu azap, o azaptır. Bu âyette söylenenlerden dolayı Ebû Hüzeyl el-Allâf ve Bişr b. Mu‘temir kafirin iki üfleme arasında da azap göreceğini söylemiştir. Azap edileceği sabit olduğuna göre diriltme ve sorgu da sabit olmuştur. Zira kabir azabını kabul eden herkes, bunları da kabul etmektedir.
İbn Cerîr et-Taberi, Mu’tezile’den Sâlihî ve Kerrâmiyye’den bir grubun ölülerin diriltilmeden azap görebileceği görüşüne gelince bu, akla aykırıdır. Çünkü cansızın duyusu yoktur. Onun azap gördüğü nasıl düşünülebilir. Kelâmcılardan birinin “ölülerin hissetmesi söz konusu olmaksızın acılar ölülerin cesetlerinde toplanır ve katmerleşir, haşredildiklerinde bir anda bütün adlan hissederler” görüşü ise haşirden önce azabın inkar edilmesi demektir. Dolayısıyla haşirden önce azabın bulunduğuna dair anlattıklarıyla geçersizleşmiştir.
İkincisi, tasdik etme tarzında aktarımla gelen şu âyettir: “Rabbimiz bizi iki kez öldürdün ve iki kez dirilttin”(Mümin,11) Bu âyette iki kez öldürme ve iki kez diriltmeden kasıt, kabirleri ziyaretten önceki öldürme, sonra kabirdeki diriltme, ardından münker ve nekirin sorusundan sonra kabirdeki öldürme, sonra haşir için diriltmeden ibarettir. Tefsirciler arasında yayın açıklama budur. Müfessirler demiştir ki, iki diriltmenin zikredilmesinin gayesi şudur: Onlar bu iki diriltmede Allah’ın diriltmeye kudretini bildiler ve bundan dolayı “günahlarımızı” yani haşri inkar sebebiyle oluşan günahları “itiraf ettik” dediler. Dünyadaki diriltmeden bahsedilmemiştir, çünkü onlar bu diriltmede günahlarını itiraf etmedirler.
Bazıları şu görüşe varmıştır:İki öldürmeden kasıt, yukarıda zikredilen iken iki diriltmeden kasıt da dünyadaki diriltme ve kabirdeki diriltmedir. Zira onların maksatlar, geçmiş olayları dile getirmektir. Üçüncü hayata yani haşir hayatına gelince onlar bu hayatta olduğundan onun zikredilmesine gerek kalmamıştır. Bu tefsire göre kabirde diriltme olduğu sübut bulmaktadır. Kabirde diriltme olacağını düşünenler kabir sorgusu ve azabını da kabul etmiştir. Böylece hepsinin hak olduğu ortaya çıkmaktadır.
Birinci öldürmenin onların nutfenin aşamalarında ölüler olarak yaratılmalarına, ikinci öldürmenin bilinen ölüme, iki diriltmenin de dünyadaki diriltme ile haşirdeki diriltmeye yorulmasına —ki bu takdirde kabirdeki diriltme âyetle sabit olmamaktadır- gelince bu şöyle cevaplanmıştır: Öldürme ancak hayattan sonra olur. Oysa nutfenin aşamalarında hayat yoktur. Bir diğer cevap da şöyledir: Bu, istisnai müfessirlerin görüşüdür, güvenilir olan, çoğunluğun görüşüdür.
Bu ve kabir azabına delalet eden sahih hadisler, sayılamayacak kadar çoktur, öyle ki her ne kadar her biri tek başına ahad haber kabilinden ise de bunların ortak paydası tevatür oluşturmaktadır. Hadislerde biri şudur: Hz. Peygamber (s.a.) iki kabre uğradı ve “Bu ikisi azap görmektedir, azapları ise büyük günahtan değil, aksine biri idrardan sakınmaması diğeri laf taşıması nedeniyledir” dedi. Bir diğer hadis Hz. Peygamber’in (s.a.) şu sözüdür: “İdrardan sakınınız, çünkü kabir azabının çoğu idrardan kaynaklanır”. Bir diğer hadis Hz. Peygamber’in Sa’d b. Muâz hakkındaki şu sözüdür: “Toprak onu öyle sıkıştırdı ki kemikleri birbirine girdi”. Bir diğer hadis şudur: “Hz. Peygamber kabir azabından çokça Allah’a sığınırdı.” Bunların dışında bir kısmı iki meleğin sorgusunu ve bu meleklerin münker ve nekir olarak adlandırılmasını da içeren ve selefin icmaından alınmış başka hadisler ile Hz. Peygamber’den rivayet edilen haberler vardır.
Seyyid Şerif Cürcani – Mevakıf Şerhi,cilt:3,syf:602-610
Türkiye Yazma Eserler
0 Yorumlar