Yakın zamanlara kadar hadislere karşı çıkanların en temel argümanları şunlardı:
1. Hadislerde mitolojik unsurlar barındıran ifadelere rastlıyoruz. Bunları peygamber söylemiş olamaz.
2. Hadislerde yer alan muamelata ilişkin kimi hükümler insaf ve vicdan sınırlarını zorluyor. Bir peygamber böyle şey söylemez.
3. Hadisler, akıl ve bilime aykırı unsurlar barındırıyor. Peygamberimiz böyle şey söylemez.
Bu argümanlara karşı sünnetin hücciyetini savunanlar şunu söylüyordu:
“Siz bir çelişki içindesiniz. Zira sizin eleştirdiğiniz hususları baz alacak olursak o takdirde -hâşâ- bu eleştirilerden Kur’an da nasibini alır. Zira birileri Kur’an’a da bu tarz eleştiriler yöneltiyor. Ateist ya da deist fikirleri savunan kimileri sizin eleştiri olarak zikrettiğiniz hususları aynen Kur’an’a da tatbik ediyorlar.”
O zamanlar, bu görüşte olanlar Kur’an’ı bu eleştirilerden uzak tutuyor, eleştirilerini sadece hadis rivayetleriyle sınırlı tutuyorlardı. Gel gelelim zamanımızda devir değişti!
Şimdilerde “müfrit tarihselci” bir kesim tarafından basbayağı Kur’an’ın ihbarî âyetlerinin mitolojik unsurlar barındırdığı (!) kabul ediliyor. Kur’an’ın inşaî hükümlerinin, özellikle muamelata ilişkin hukukî ahkâmının da yeterince “ahlaklı ve vicdanlı olmadığı” (!) gibi eleştiriler yapılıyor. Bir zamanlar “benim peygamberim böyle şey söylemez” diyenler, şimdilerde “Bizim Rabbimiz maalesef (!) böyle şeyler söylemiş” demeye getiriyorlar.
Şunu net olarak söyleyebilirim:
Eğer, usul-i fıkhı bir meleke haline getirmemişseniz, yahut da meleke haline getiren ulemaya burun kıvırıyorsanız yarın nereye savrulacağınızı (ateizm, deizm vb.) hiç kimse kestiremez. Söylediğimin bir keramet ya da kehânet olmadığını, “Kur’an İslam’ı” söylemini dillendirenlerin âhir ömründe geldikleri nokta gösteriyor.
“Rabbimiz! Bizi doğru yola ilettikten sonra kalplerimizi eğriltme. Bize tarafından rahmet bağışla. Şüphesiz ki Sen, karşılıksız ihsan edensin.” (Âl-i İmran, 8)
(Soner Duman /14.Muharrem.1439/Çarşamba)
0 Yorumlar