İnsandaki Erdemlerin Sapması Hakkında
Paylaş:

SerhulAhlak-Taskopru8 İnsandaki Erdemlerin Sapması Hakkında

Hikmet erdeminin nitelik yönünden sapması âlimlere küstahlık yapmak ve beyinsizlerle didişmek için bilgi öğrenen kimsenin durumu gibidir. Hz. Peygamber (a.s.) şöyle buyurmuştur: “Kim ilmi, sırf âlimlerle boy ölçüşmek, cahillerle münakaşa etmek (onları susturup ilmini göstermek) ve insanların teveccühünü kazanmak için öğrenirse, Allah onu cehenneme koyar?(Tirmizi,İlm,6) O yine şöyle buyurmuştur: “Kim, kendisiyle Allahin rızası taleb edilecek bir ilmi, dünyalıklara kavuşmak niyetiyle tahsil ederse, kıyamet günü cennetin kokusunu bile alamaz ”(Ebu Davud,İlm,12)

Bilmelisin ki ilim ve hikmet başka bir erdemle kı­yaslanamayacak erdemler ise de bunlar halisane bir niyet ve gönül temizliği şartına bağlıdır. İlim ve hikmetin en yücesi, bunu mârifetullaha ve O’nun katına yakınlaşmaya vesile kılmadır; en düşüğü ise nefsin onu, marifet ve bilgilerden haz duyduğu için tahsil etmesidir. Bu ikisinin arasında sonuna varılamayacak kadar derece vardır.

Bu zamanın ilim talebelerinin çoğun­da olduğu gibi ilim ve hikmetin şöhret ve gösteriş için ele geçirilmesine gelince; cedel ve münazara ehlinden pek çok kimseyi görmekteyiz ki bunlar, bu ilimlerin meselelerini yakinî bilgiye varmak ve hakikati kavramak için değil, [sırf onları] devşirmek ve taklit etmek için ediniyorlar. Bunlar bu meseleleri araştırıyor ancak faydalanmıyorlar, çünkü o meselelerde yakın üzere değiller, aksine onların tahkik adına yaptıkları tek şey tahmindir.

Sen onlardan birini yoksunu olduğu halde hikmetli nutuklar atar­ken, meclislerde fesahatleriyle insanları hayran bırakmak için yüksek sesle konuşurken ve sırları anladığım küstahça iddia ederken görürsün. Bilgisi kıt bir kimse muhtemelen, onun yaptığı anlatımın güzelliğini, sözünün akıcı­lığını, meseleyi veciz bir şekilde sunuşunu görünce derin bir âlimle karşılaş­tığını zanneder. Hâlbuki o, kalplerinde olmayanı dilleriyle söyleyenler gibi geveze ve zırvalık yapandan başka biri değildir, bunlar kîl-ü kâl ile övünürler, amaçları her hâlükarda hasmı susturmaktır.

Hak libası giymiş şüphelerin, isabetli ve doğru gibi görünen hayallerin vehmini kapladığı, düşüncesin­de bocalayan, işinde şaşkınlığa düşen kimseler de böyledir. Allah onların sayılarını ülkelerde eksik eylesin ve kullarını onlardan kurtarsın. Nitekim Hz. Ali şöyle demiştir: “Nice âlim vardır ki yoldan çıktı ve ilmi de ona bir fayda vermedi.”

İnceleyin:  Düşünme Gücünün İtidal Hali:Hikmet

 Şecaat erdeminin nitelik yönünden sapması, şanının yürümesi ve ganimet elde etmek için şecaat arzedenin yaptığı gibidir. Yani böyle bir kimse akla tâbi olduğu ya da nakilde vadedileni tasdik etmek için de­ğil, bilakis bahadırlığını göstermek veya yağma yapmak için kendini savaş meydanlarına atar, helak edici ve öldürücü işlere girişir. O, bunu yapar­ken salıverilmiş bir yırtıcı hayvan veya kudurmuş bir köpek gibidir, hatta onlardan daha da değersizdir, çünkü temin edeceği kısa vadeli bir itibar, elde edeceği yiyecek ve payına düşen dünyalıklar için muazzez olan canını tehlikeye atar.

Bu, son derece değersiz bir şeydir, en kınanacak iştir, pes­payelik ve bedbahdığın son noktasıdır. Mesela halkın ayaktakımı ve adile­ri arasında namı yürüsün ve ismi diyar diyar yayılsın diye korkunç şeyler yapan ve uzuvlarını kesmek gibi en acı verici şeylere bile katlanan dilenci ve aylaklar da böyledir. Bazen bunlar aşırı derece açlıkla karşılaştığı hal­de yine de yiyeceklerden yüz çevirirler. Neticede bunlar kerih olanı tercih eder, doğru bir düşünce ya da iç huzur saikiyle değil, akranları tarafından övülmek ve methedilmek, yaptıklarıyla gurur duymak için kendilerini tehlikeye atarlar. Bütün bunlar iğrenç istekler olup yiğitlikle aralarında hiç de az olmayan bir mesafe ve hiç de ince denemeyecek bir fark vardır.

 İtibar kaybının küçük düşürücülüğüne, şiddetli sarsıntılar, arka arkaya gelen yıldırımlar, müzmin ve elem verici hastalıklar gibi korkunç afetlere, arkadaş ve dostlarını kaybetmeye ya da denizin tehlikesine aldırış etmeyen bir kimse­nin cesaret içinde olduğunu sakın düşünme; tam tersine bu, cesaretten daha  çok delilik ve arsızlığa yakındır. Bunun gibi yüzme bilmediği halde denize dalmak, yıkılmak üzere olan duvarın altında durmak, tehlikeli bir dağa tır­manmak ya da kudurmuş bir deveyi ürkütmek için olmadık şeyler yapmak gibi bir zorunluluk olmaksızın canını tehlikeye atan kimse de böyledir, onun övülme isteği ve aptallığa nispet edilmesi cesarete nispet edilmesinden daha  evlâdır. Çirkin bir şey ya da fakirlikten dolayı kendini asan, kılıçla ya da zehirle intihar eden, kendisini denize atan veya kuyuya bırakan bir kimseyi cesaretten çok korkuya nispet etmek daha doğrudur.

İnceleyin:  Gelmeyen Gelenek ve Bilmeyen İrfan:Nazari Düşünce Geleneğimizin Bileşenleri

İffet erdeminin ki, yani onun nitelik yönünden sapması [ihtiyaç olan] şehevî lezzeti terkedip de bunun karşılığını âhirette veya dünya  hayatında daha fazlasıyla almayı amaçlayan kimsenin yaptığı gibidir. Sözde iffetli kimselerin bazılarının toplumsal yaşamdan bütünüyle uzak ol­duğunu, kişinin kendisinin ve türünün bekâsını sağlayan dünya malı ve diğer dünyalık şeylerden kendilerini mahrum ettiklerini görürsün, bunu da yüceler yücesi olan Allah’a yakınlaşmak ya da Rablerinin rızasını kazanmak  için değil, aksine âhirette onları misliyle elde etmek için yaparlar. Bunlar gerçekte insanların en hırslısı ve en arzulu olanlarıdır.

İslâm’da ruhbanlık olmadığı halde tamahkârlıkları {eş ‘abiyyetuhum) onları ruhbanlığa sevket-miştir. Yine arzu tembelliğinden, bu gücünün donmasından ve [cismânî] hazzı hissedemediğinden dolayı kendini zühde veren ya da dünyada daha  fazlasına kavuşmak veya övgüyle anılmak için kötü bir vaziyeti tercih eden ve sadece yiyecek ve giysilerle yetinip cinsel ihtiyaçlarını karşılamaktan sa­kınan kimse de böyledir. Hz. Ali’nin (k.v.) “dünyayı dünya için terk etmek” demesi tam da bunun içindir. Bütün bu haller, fazilet görünümündeki rezilederdir.

Esasen iffet, hakkı alma ve hakkı gözetmenin sonuçlarının tezahür etmesi, kişinin aklının hevâsına kul olmasını engellemesi ve aklının hazlara tâbi olmaması için arzu gücünün düşünme gücüne boyun eğmesidir.

 Bu açıklamalardan ortaya çıkmıştır ki, erdemli ve kâmil bir insan bu er­demlerin, kendisinden zorlamayla değil, doğal olarak çıktığı, bunları başka hiçbir şey için değil, özleri gereği iyilik olduğu için yapan, İlâhî fiiller olduğu için ya da onlara götürdüğü için tercih eden kişidir ki bundan amacı nihayetinde Allah’ın ahlâkıyla ahlâklananlardan olabilmektir.

Şerhu-l Ahlak-i Adudiyye – Taşköprülüzade Ahmed Efendi

Müellif:Adudüddin el-Îcî’