Hududullah

iste-gunluk-yapilabilecek-8-faziletli-zikir-h1466127048-c5c9af-300x150 Hududullah

“Hududullah” Allah’ın kanunudur. Kur’ân-ı Kerim’in pek çok âyetinde bu konunun mahiyeti ile ilgili bilgi verilmektedir.

Meselâ Talâk sûresinde şöyle buyruluyor: “Hakikat Allah her şey için bir ölçü takdir etmiştir”.

Ra’d sûresinde bu hüküm tekrarlanıyor: “Her şey Allah katında bir miktar iledir.”

Elmalılı Hamdi Yazır tefsirinde bu âyetler için şu açıklamayı yapıyor: “Cenab-ı Hak her şey için bir sınır ve miktar tahsis etmiştir ki, o şeyi ona göre yürütür. O sınır ve miktardan ileri geçirmez. Bu hüküm öyle bir kanundur ki her şey hakkında geçerlidir”. (Kainatın, hayatın, canlıların, hareketin ve insanın yaratılışı; fani âlemdeki yaşantısı, yaratılmışların birbiri ile münasebeti, bu ilişkinin tabi olduğu ritim ve âhenk vb.). Bu aynı zamanda Cenab-ı Hakk’ın koyduğu “kader”dir. Bu ölçü ve sınırı tanımak, teslim olmak imandandır. A’raf sûresinde “Cenab-ı Hak haddi aşanları sevmez” buyruluyor.

Kâinattaki hiçbir varlık bu kanuna karşı koyamaz. Ona uyar. Galaksiler, yıldızlar, gezegenler, güneş, dünya ve dünyada hayatın oluşu bu kanuna bağlıdır.

Dünyanın güneşe yakınlığı, kendi etrafında ve yörüngesinde şaşmadan dönmesi, gece ve gündüz, ısı ve ışık, toprak-su-hava-ateş; bitkiler ve hayvanlar, tüm ekolojik denge atomlara varıncaya kadar kanuna tabidir.

Biz buna “tabiat kanunu” demişiz. Bilinir. Her varlık buna kayıtsız-şartsız uyar. Tek istisna insandır. İnsan kul da olabilir, asi de. İmtihana tabi olan odur.

Hamdi Yazır devam ediyor: “Her şeyin bir haddi ve hududu vardır. Varlıklar arasında kendine mahsus bir yeri vardır. Kendine mahsus bir ömrü ve durumu bulunmaktadır.

Zincirleme olarak bütün sebepler silsilesi Allah’a dayanır. Onun ilmi ile çerçevelenmiş olmayan hiçbir şey yoktur. (Her varlığın bir kaderi vardır). O’nun bilgisi dışında zaten bir şey olamaz. O gizliyi de gaybı da bilir”.

Hiçbir şey “boşuna” yaratılmamıştır. Yaratıkların her birinin kendine göre bir kabiliyeti, özelliği bulunur, DNA ve genlere kadar. Şu an insanoğlunun bilebildiği her şeye kadar, ki bu “bilme ve seçme” de yine Allah’ın takdiri iledir. Her saniye, her an bu böyledir. Sadece insan ne yaptığını-yapacağını bilir, Cenab-ı Hak ona ruh, nefis, kalp, irade ve akıl vermiştir. O eşref-i mahlukattır. Dünyaya gelişi bir “imtihan” sebebiyledir. Bunun sebebi sorulamaz. Hikmet-i Huda’dır. Cenab-ı Hak atamız Hz. Âdem’e isimleri öğretmiş, onu halife kılmış ve ona hududullahı göstermiştir. “Şu ağaca yaklaşmayın” buyurmuştur. Hz. Âdem ve Havva kıssasında bu sınırı aşmanın insana mahsus olduğu (bir imtihan olduğu) belirtilir. Ceza ve mükâfat haktır. Çünkü peygamberler, kitap ve sünnet haktır. İnsanın aklı, duyuları, yeryüzünde yaşaması için kendisine lutfedilen tüm nimetler ortadadır. Yaratılmış tüm varlıkların kendine mahsus özellikleri olduğunu söyledik. Bunlar ezelden takdir edilmiştir. Varoluşun kademeleri, ömrü, değişimi (evrimi) ilk hareketten bu yana Cenab-ı Hakk’ın elinde, ilmindedir. Bitkilerin ve hayvanların bir yaşantısı vardır. Ancak “hayat” insana mahsustur ve inananlar için sadece bu dünyadan ibaret değildir. Bir de “âhıret” denilen ebedi hayat vardır.

İnceleyin:  Vatan

Bir otun, bir çiçeğin, bir bakterinin her ne var ise âlemde onun gücü, sınırı, kabiliyeti bir ölçü iledir. İnsan dahi yaratılış itibari ile (bedenen) böyledir.

İnsanın boyu ve kilosu sınırlıdır. On metre boyunda, on ton ağırlığında insan yoktur. Görmesi, işitmesi, tatması vb. kendine hastır. Bu duyular hayvanlar âlemine kıyasla sınırlıdır. İnsan bedeninin gücü, hızı, dayanaklılığı sınırlıdır. Yemesi, içmesi, çiftleşmesi sınırlıdır. İnsanoğlu bu beden ile tabiat şartlarına dayanmakta, hayatta kalmakta zorlanır. Akıl devreye girer ve insan aklı ile öteki canlılara üstünlük sağlar. Zaten Cenab-ı Hak tüm yaratılmışlara nimet vererek onları hayatta tutmuş; insanoğluna bütün âlemi musahhar kılmıştır. Ademoğlu’na verilen nimetler sayısızdır.

İnsanoğlu aklı, ruhu, nefsi, bedeni ve tüm kabiliyetleri ile dünya hayatında Cenab-ı Hakk’ın ona tahsis ettiği sınırlar içinde yaşamalıdır. Bu sınırlar (şeriat) Hz. Âdem’den beri gönderilen peygamberler vasıtası ile insanlara tebliğ edilmiştir.

İnsanın yaradılışı, mahiyeti, emanete talip olması, yürüyeceği yol, diğer varlıklara üstünlüğü, halife oluşu, imtihanı vb. gibi hususlar Kur’ân-ı Kerim’de beyan edilmektedir. Yaradılışının esası Cenab-ı Hakk’a kul olmak ve ona ibadet etmektir. İnsan fıtraten buna elverişlidir. Emaneti yüklenmiş olması ona bir mesuliyet (yükümlülük) getirir. Bu görevi sırasında en önemli engel yine kendisidir. Çünkü o, taşıdığı müsbet değerler ve iyilik yanında kötülüğe de meyyaldir. Hazza düşkün oluşu, unutkanlık, nankörlük, sabırsızlık, kibir, acelecilik, inkarcılık vb. öteki özellikleridir.

Haddini aşıp yoldan çıkınca o şerefli makamdan esfel-i safiline düşer. Öyle ki zalim, merhametsiz, katil, utanmaz, alçak bir varlık olur, eline geçen güç ile kibirlenerek kendini hâşâ ilah ilan edebilir. Bütün bunlar bildiğimiz şeylerdir (Haftaya Çarşamba devam edeceğiz).(24 Ekim 2018)

2.

Geçen haftaki yazımızda “Hududullah”ın Allah’ın kanunu olduğunu, bütün evrene, canlı cansız her şeye ve insana şamil olduğunu söyledik. İnsan dışında tüm yaratıklar bu kanuna şartsız itaat eder.

İnsan hem itaat eder hem isyan.

O’nun bir imtihanı vardır.

Bu yoldaki yürüyüşü (ki bu da sınırlıdır ve adına ömür denir) sırasında başta akıl olmak üzere kendine verilen kabiliyetleri kullanarak iyi bir kul olabilir veya haddini aşarak yoldan çıkar. Bütün bunları bildiğimizi de ilave ettik.

Haddi aşmanın çeşitli vecheleri Kur’an-ı Kerim’deki “Peygamber kıssaları” ile her seviyeden insanın anlayacağı şekilde izah edilmiştir. İnsanoğlu varoluşundan bu yana Allah’a, peygamberlere, hududullaha inanır ama şu veya bu sebeple (yine kendinde bulunan menfî tutumla) imtihanı geçemez asi olur.

İnsanoğlu’nun bu dünyadaki macerası hep iniş-çıkışlarla dolu. Bu gün de aynı hikâyeyi yaşıyoruz.

Bu günün şartları, düzenleri, sistemleri insanı yine isyana, hududu aşmaya, kibre götürmüştür.

Misal: İnsan yüz metreyi on saniyede, atletler çalışa çalışa sekiz saniyede koşuyor. Peki bu rekoru beş saniyeye indirmenin, bu yolda çırpınmanın mânası nedir?

İnceleyin:  İradenin mahiyeti nedir?

İnsan kendinde bulunmayan bir şeyi de isteyebilir. Meselâ “kuş olup uçmak”. Bunu yapamadı ama kuştan ilham alarak uçağı yaptı. Peki bir gün olur “uçan insan” icad edilebilir mi?

Hududu ihmal eden insan bu heves peşine düşebilir. Tıpkı 100 metreyi beş saniyede koşmak gibi. Gün gelecek insanoğlu toprağı altın yapacak demişti bir şairimiz. Diğer bir şairimiz ise “Makinalaşmak” istiyordu. “Makina insan”ın yapılacağı günlerin yakın olduğunu söyleyenler var. Robot teknolojisi ve “yapay zeka” bu zaferin (!) ilk işaretleri imiş.

İnsan muhayyilesi hudut tanımaz.

Öyle mi?

Öyle diyorlar.

Peki Cenab-ı Hakk’ı tahayyül edebiliyorlar mı? Deneyen dener. İmkansızı istemek hüner mi?

Değil elbet, haddi aşan kendini ilah dahi ilan eder.

Ucundan-kıyısından zaten var olan bir şeyin keşfi icat sayılıyor. (İcad yoktur keşif vardır). Hududu aşanlar kromozomlarla, genlerle oynuyorlar, erkek veya kız çocuk olsun istiyorlar. Olabilir mi?

Olur elbet, bilemeyiz, ozon tabakasını delenler bunu da yapar. İmanın bir lütuf olduğunu bilen hududu geçmez; inanmayanlar isyanda sınır tanımaz. Yaptıkları yine Cenab-ı Hakk’ın takdiri ve tayin edilmiş kaderledir.

Bakınız bir dönümlük topraktan on teneke buğday elde etmek tohum-emek-coğrafya-su-gübre-güneş vb. şartları içinde olağandır diyelim. Bu kainatın ritmine, ekolojisine uygun bir sonuçtur diyelim. İnsan bu nimete şükretmeli değil midir? Bütün bunlar hududullah sınırları içinde cereyan eder, makbul olan budur.

Ancak hudut tanımayanlar, Allah’a ve âhıret gününe inanmayanlar, insanı ve tabiatı istismar edenler, akıllarının fazla olduğunu iddia ile kibirlenenler, modern teknoloji geliştirerek bu tarladan 100 teneke, 1000 teneke buğday elde ederse şaşmamalı.

Bunlar oluyor, olabilir.

İsyanın sınırı yok. Esfel-i safilinin boyutlarını bilmiyoruz.

İnsanoğlu’nun bu dünyada attığı her adımı hududullah içinde olmak lazım gelir. Her an Cenab-ı Hakk’ın huzurunda bulunan, onun zikri ile meşgul olan, ona tam teslim olan, bize örnek teşkil eder.

Hz. Peygamberdir bu.

O, Allah’ın hem kulu hem resulüdür.

Onun gösterdiği, itaat, ibadet, kanaat, merhamet, firaset, basiret, cesaret, hizmet, hürmet, sabır, şükür, rikkat, şefkat, cömertlik, tevazu, samimiyet vb. ahlakı ve sistemi ile bir hayat tarzı benimsemek tek yoldur.

Her tür güç temerküzü, üretim-tüketim, zehir-panzehir, füze-füze kalkanı, enerji-alternatif enerji, yazılım-karşı yazılım, dost robot-düşman robot, şimdilik tahayyül edilen bilim-kurgu filimlerine konu olan insan ile bilgisayar; insanlar ile uzaylılar karşıtlığı, hakimiyet ütopyaları, modern teknolojinin kılıktan kılığa giren, girebilecek olan tüm buluşları hududullah dışına çıkmanın, âhıreti unutup cenneti dünyada bulmak hevesinin neticesidir.

Bu heves ne zaman zirveye çıktı, çağımızı belirleyen güç temerküzü nasıl oluştu, ne gibi sonuçlar getirdi. (Devamı var).

* Ben bu yazıyı yazarken televizyonda kapitalizmin geleceği, robotlar ve yapay zeka tartılışılıyordu.

İşin uzmanı bir bilim adamı “yapay zeka diyoruz ama henüz ‘zeka’nın ne olduğunu bilmiyoruz” dedi.(7 Kasım 2018)

Yenişafak

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir