Hadislerin Toplanması İçin Resul-i Ekrem Zamanında Düşü­nülmüş Tedbirler

images2 Hadislerin Toplanması İçin Resul-i Ekrem Zamanında Düşü­nülmüş Tedbirler

Resul-i Ekrem (s.a.v.)’in, dudaklarının arasından çıkan sözlerden, Kur’an’dan olmayandan başkasının yazılmasını ashabına yasak ettiğine dair hadisler eksik değildir. Bu­nunla beraber öyle sözler vardır ki, o sözleriyle ashabına hadislerin yalnız yazılmasına müsaade etmekle kalmamış, yazılmasını hatta emretmiştir.

Görünüşte böyle birbirine zıt olan emirler ashabın zihin­lerinde asla hayret uyandırmamıştır. Çünkü onlar söyleni­len her sözle ne kasdedildiğini pek iyi biliyorlardı. Sonra­dan gelen bazı hadisçiler için bu sözler biraz şaşkınlığa se­bep olmuş, bununla beraber herbiri kendisine kadar gelen bu sözlerin metinlerini biraraya toplamıştır. Daha sonrala­rı lehte ve aleyhte birbirleriyle ilgisi olan bilgiler bir araya toplandığı zaman, zeki ve anlayışlı beyinler, Resul-i Ek­rem’in gerçek maksadını keşfetmekte güçlük çekmemişler­dir. Mesela; altı çizilmeye değer bir durumdur ki, büyük uzman Buhari, Sahih’inde “ilmin (yani Peygamber bilgisi­nin) yazılması” başlığı altında bir bölüm koymuştur. Bu bölüm, hadislerin yazımı esnasında uyulması istenen ku­rallardan bahseder.(1) Bununla beraber hadislerin yazılma­sının hoş görülmediğini ifade eden, yahut yazılmaması için verilen emirlerden bahseden bir bölüm yoktur.

Peygamber (s.a.v.) efendimizin, hadis yazmanın yasak oluşuna dair söylediği rivayet edilen sözlerini ele almadan önce, mevcut tartışmaya devam edip hadislerin yazılması­na müsaade eden rivayetleri ve bu müsaadeden faydalanı­lan durumlarda elde edilen sonuçları zikretmek daha uy­gun görünmektedir.

i)Ensar’dan bir zat: Tirmizi(2)bir gün Ensar’dan bir saha­benin Resul-i Ekrem’in huzuruna gelip hafızasının zayıf oluşundan şikayet ettiğini nakleder. Bu zat, Aleyhissalat vesselam efendimizin her gün vaaz, nasihat veya uyarı yo­luyla söylediklerini işitince kendisinin aydınlatıldığını ve ruhunun yükseldiğini hissettiğini, fakat hafızasının zayıf

oluşundan ötürü hepsini aklında tutamadığını ilave ede Resul-i Ekrem şöyle cevap verir: “Sağ elinden yardım al” (yani onları yaz). Kaynak, Ensar’dan olan zatın kim olduğunu yazmıyor; fakat bu tavsiyeden hakkiyle istifade edecek (yazacak kabiliyette) bir kimse olduğu tahmin ediliyor.

ii)Abdullah îbn Amr ibn el-As: Buna benzer bir hadise Mekkeli Abdullah ibn Amr ibn el-As tarafından tespit edilmiştir.(3)Bu zat, peygamber efendimizin sözlerini unutma­mak için O’nun bilgi ve izni dahilinde not ederdi. İnsanlar ondan böyle yapmamasını talebettiler ve dediler ki: “Peygamber ne de olsa bir insandır, neşeli veya öfkeli olduğu za­manlar olur ve bu durumlarda hiç ayrım gözetmeksizin söy­lediği bütün sözlerin yazılması doğru olmaz.” Teklif, hassas bir konuya temas ediyordu. Abdullah, Resulullah (s.a.v.)e gitti ve sordu: “Sizden her işittiğimi yazabilir miyim?” Efen­dimiz cevap verdi: “Evet.” Bir ihtiyat tedbiri olmak üzere Abdullah tekrar sordu: “Keyifli veya öfkeli olduğunuz za­manlarda da mı?” Resul-i Ekrem (s.a.v.) ağzını işaret ederek şöyle dedi: “Vallahi buradan ne çıkarsa o mutlaka doğrudur ve hakikattir.” Buhari şöyle rivayet eder(4) Vehb ibn Münebbih, kardeşi Hemmam ibn Münebbih’e -aşağıda gelecek olan metnin ravisine- dayanarak şöyle rivayet eder:

“Ebu Hureyre’nin şöyle dediğini işittim: Resulullahın as­habı arasında benden daha fazla sayıda hadis rivayet eden yoktur Abdullah ibn Amr hariç. O, işittiğini anında yazar­dı, beri bunu yapamazdım.”

Abdullah, derlediği hadis kolleksiyonuna, doğru kitap ve­ya belge anlamına gelen Es-Sahife es-Sadıka adını verdi.(5) Abdullah’ın “Resulullah’tan (s.a.v.) bin mesel hatırlanın” dediği söylenir.(6) Şüphesiz ki burada mesel kelimesi, atalarsözü değil, beyan-demeç mânâsında kullanılmıştır. Bu ifade ile adı geçen eseri kastetmiş olması mümkündür. Ne şekilde olursa olsun Sahife es-Sadıka onun ailesinde uzun bir müddet muhafaza edilerek kaldı. Torunu Amr ibn Şuayb onu elinde tutar, yüzünden okur ve okuduklarını yaz­dırırdı.(7) İbn Hanbel’e, ileride ele alacağımız Hemmam’ın Sahifesi hakkında olduğu gibi, o paha biçilmez muazzam Müsned’ine, Abdullah ibn Amr ibn el-As bahsinde onun eserindekilerin hepsini dahil ettiğinden ve aslının kaybın­dan doğan zararı hafiflettiğinden dolayı ne kadar minnet­tar olsak azdır, ibn Hanbel ve diğerleri,(8) Abdullah’ın bu eserinden bahsederler ve başka ayrıntılar da verirler:

“Ebu Kabil tarafından nakledilmiştir. Bir gün Abdullah ibn Amr’la beraberdik, ona sordular: Hangi şehir önce fet­hedilecektir, Konstantiniye (İstanbul) mi yoksa Rumiye (Roma) mı? Bunun üzerine eski bir sandığa doğru gitti, oradan bir kitap çıkardı, ona baktı ve şöyle dedi: Bir gün Hz. Peygamber’in yanındaydık ve ne söylüyorsa onu yazı­yorduk; bir ara Efendimizden sordular: Hangi şehir evve­la fetholunacak, Konstantiniye mi, yoksa Rumiye mi? Re- sulullah (s.a.v.): Herakliyus’un torunlarının şehri (yani Istanbul) önce fetholunacak buyurdular.”

Bu ayrıntılar gösteriyor ki, sahabelerden Peygamber sözlerini yazan yalnız Abdullah ibn Amr değil, belki bir gruptu ve yazılanlar da Efendimizin huzurunda yazılıyordu. Rivayette adı geçen “eski sandık”ta herhalde birden fazla kitap bulunuyordu. Abdullah ibn Amr ibn el-As genç olmasına rağmen son derece takva sahibi bir kimse idi. İslam’a Bedir savaşından önce girmişti. Öğrenmeye olan merak ve arzusundan Süryani dilini de öğrenmişti,(9) Kitab-ı Mukaddes’i düzenli olarak okumak adeti idi ve bu­nu Peygamber’in izniyle yapardı.(10) Daha sonra eline bir deve yükü Hıristiyan ve Musevi din kitapları geçti, onları okuyup kavradı,(11) buradan yola çıkarak bir kitap yazdı ve adına (ihtimal ki bu kitaplann ganimet olarak elde edildi­ği yerin hatırasına)(12) Sahifetü’l-Yermukiye dedi. Hicret’in 65 (M. 684). senesinde yetmiş iki yaşında öldü.(13)

iii) Ebu Rafi’: Hz. Peygamber’in azatlı kölesi Ebu Rafi’ İs­lam’a girmiş bir Kıbti (Mısırlı hıristiyan) idi. O da Pey- gamber’den hadis yazmaya izin istedi ve izin verildi.(14) Ha­yatı garip vakalarla doludur, fakat topladığı hadislere dair ayrıntılı bilgi yoktur.

iv) Enes bin Malik’in (r.a.) derlemesi ve Peygamber (s.a.s) tarafından tashihi: En fazla önemi haiz olan durum Enes bin Malik’inkidir. Peygamber efendimiz Medine’ye hicret ettikleri zaman Enes henüz on yaşlarında bir çocuktu. Bu­nunla beraber okumayı yazmayı öğrenmişti. Ebeveyni son derece dindar olduklarından onu Peygamber efendimizin hizmetine verdiler. Enes, gece gündüz Efendimizin yanın­da kaldı ve on sene sonra Resul-i Ekrem’in vefatında O’nun evinden ayrıldı. Enes, Hicri 91 (Miladi 709) yılma kadar yaşadı. Kolayca anlaşılır ki, Enes, Peygamber (s.a.s) in sözlerini işitmek, eylem ve davranışlarını kaydetmek hususunda başka hiç kimsenin elinde bulunmayan geniş imkanlara sahipti. Ed-Darimi nakleder ki,(15)Enes, hayatı­nın son devirlerinde çocuklarına şöyle nasihat ederdi: “Ey benim çocuklarım! Bu ilmi (yani hadisi) yazın.” Ed-Darimi, ravinin bu vesileyle şöyle söylediğini rivayet eder “Ben (bir gün) Eban’ı gördüm; Enes’le oturmuş hadis yazıyordu.” Enes’in, hadisleri biraraya toplamakla herhangi bir kimseden daha çok meşgul olduğunu gören öğrencile­ri kadar oğullarının ve torunlarının da hadis derlemeye koyulmuş olmaları gayet tabiidir. Bütün bir hadis alimleri grubu(16)-bazıları Said ibn Hilal, diğerleri Cubeyre ibn Ab-durrahman’a dayanarak- aşağıdaki olayı naklederler:

Çok ısrar ettiğimiz zaman (ekserne) -diğer bir rivayette: kalabalık olduğumuz zaman (kesürne)- Enes, not ettiği defterleri (mecel yahut sikek) çıkarır ve bunlar Peygam­berden işittiğim ve kendisine okuduğum hadislerdir, derdi. Kayda değerdir ki, Enes, Peygamber’den gördüklerini ve işit­tiklerini sadece yazmakla kalmaz, onları doğrulamak ve ge­rekli tashihlerde bulunmak için Peygamber’e de arz ederdi.

Bunlar, Resul-i Ekrem’in zamanında hadislerin nasıl top­landığını göstermek için seçilmiş birkaç misaldir. Pey­gamber’in vefatından sonra, hadislerin yazılması işi, çeşit­li sebeplerle ashap tarafından daima artan bir ilgi ile hız­landırılmış ve genişletilmiştir. Meselenin bu yönü ile ilgi­li bazı vakıalara aşağıda değinilmiştir.

Amr ibn Hazm’ın Devlet Belgeleri Kolleksiyonu

Amr ibn Hazm, Resul-i Ekrem’in Yemen’e tayin ettiği meş­hur bir validir. Onun yüksek zeka ve ferasetine birçok şeyler borçluyuz. Onun yüksek zevkinin eseri, birçok nesiller boyunca ailesinde muhafaza edilmiştir (Aşağıda gö­receğimiz gibi, onun torunlarından biri, Ömer ibn Abdü- laziz’in hilafeti zamanında Medine’ye vali olmuş ve halife tarafından o tarihe kadar Medine’de nakledilegelen hadis­lerin toplanıp yazdırılmasıyla görevlendirilmişti.)

Diğer valiler gibi Amr ibn Hazm da Peygamber (s.a.s) den, takibedilecek yönetim politikası hakkında talimat(17) alırdı. Fakat onun akli yeteneği ile bu ilme faydası dokundu. Zi­ra o, bu kıymetli belgeleri muhafaza etmekle kalmadı, Peygamber’in diğer 21 resmi belgesini biraraya getirdi. Bunlar Yahudi Beni Adiye kabilesine (Taima’da), Beni Ureyd Te­mim ed-Dari, Cuheyne, Cuzum, Tay, Sakif … kabilelerine hitaben yazılmışlardı; onları bir kitap haline getirdi. Bu ki­tap Peygamber döneminin belgelerinin ya da resmi yazış­malarının toplandığı bir çalışma olarak görülebilir. Amr ibn Hazm, idari bir memuriyette olduğu için bu belgeleri yalnız elinde bulundurmak kolaylığına değil, onların kıy­metlerini hakkıyla takdir etmek imkanına da sahip bulu­nuyordu. Engin zekası dolayısıyla eserinin de kendisi ile beraber kaybolmaması için lazım gelen tedbiri aldı ve bir araya topladığını gelecek nesillere intikal ettirdi. Hicret’in üçüncü asrında Daybul’un (Pakistan’da şimdi Thatta deni­len şehir) ünlü hadisçisi Ebu Cafer ed-Daybulî tarafın­dan(18) metni muhafaza edildi ve bize kadar geldi. Gerçek­te bu, îbn Tülün adında Suriyeli meşhur bir alimin l’lâm es-Sailin an Kütüb Seyyid el-Mürselin başlığıyla kendi eliy­le kopya ettiği bir elyazmasıdır ve Şam’da el-Mecma el-Il- mi denilen Arap Akademisinde saklanmaktadır.

a) Müslim’in Sahih’indeki(19)bir hadis, Cabir ibn Abdullah’ın hac üzerine küçük bir kitap yazdığını nakleder. Bu yazarın o kitabına Resul-i Ekrem’in Veda Haccı boyunca eylem ve davranışları kadar, bu vesile ile verdiği hutbeyi de yazmış olması pekala mümkündür. Kaynaklarımız,(20)Cabir’in Medine’de bir ders halkası kurduğunu ve orada öğrencile­re hadis okuttuğunu kaydeder. Öğrencilerinden ünlü ta­rihçi Vehb ibn Münebbih (bu eserde Sahifesi takdim edi­len Hemmam’m kardeşi) idi ve Cabir ona hadis yazdırır­dı.(21) Buhari’ye göre(22) onun başka bir öğrencisi, meşhur hadisçi Katade, “Ben Cabir’in Sahifesini Bakara suresin­den de daha iyi bilirim” derdi. Bir başka öğrencisi Süley­man ibn Kays el-Yeşkeri de Cabir tarafından nakledilen hadisleri yazdığını söylerdi.[1] Bunlara ilaveten Cabir’den ders alanlar ve onun Sahifesi’ne başvuranlar pekçoktu.(23)

b) Ümmül Müminin Ayşe (radiyallahü anha):

Hz. Peygamber’in eşlerinden Ayşe validemiz, yalnız oku­mayı bilirdi. Bunun için hadis yazmadı. Rivayete göre, Ur- ve ibn ez-Zübeyr -ashaptan bazılarının yaptığı gibi- onun naklettiği hadisleri yazardı. Yazdığı hadisler Harra savaşı esnasında kayboldu. Urve bu hadiseden o kadar üzüntü duymuştu ki, sonraları “bu kitapları kaybedeceğime bü­tün ailemi ve malımı kaybetseydim.” derdi.(24) Ayşe validemizin başka öğrencileri de vardı. Birisi küçüklüğünden beri alıp büyüttüğü ve yetiştirdiği Abdurrahman’m kızı Umre idi. Seyyide Umre’nin birşey yazıp yazmadığı bilin­miyor; fakat halife Ömer ibn Abdülaziz, Medine valisine, yani seyyide Umre’nin kardeşinin çocuğu olan Ebu Bekir ibn Muhammed ibn Amr ibn Hazm’e, Seyyide Umre binti Abdurrahman’m sahip olduğu ilmi (yani hadisi) ve Kasım ibn Muhammed(25)’in ilmini (yanındaki hadisleri) yazma­sı için emir verdi. Kasım ibn Muhammed, Ayşe validemizin yeğeni (erkek kardeşinin oğlu) idi ve küçük yaşta yetim kaldığından halası tarafından büyütülmüştü. Büyüdü ğünde büyük bir alim oldu. İbn Uyeyne nakleder ki, “Um. re ve Kasım ibn Muhammed, Ayşe validemizin ilmini her keşten fazla bilenlerdendiler.”(26) Ayşe (r.a.)’nin ilminin övgüye ihtiyacı yoktur. Hakikatte o, hadiste, fıkıhta, şür. de ve nesep ilminde, Arabistan tarihinde ve tıpta bir uz­mandı, ilmin bu konularında engin bilgi sahibi idi; hatta ashabın büyükleri onun malumatını ve hukuki meseleler­deki çabuk kavrayışını teslim ederler ve her zaman ona danışırlardı.

c) Halife Ebu Bekir’in Topladıkları:

Halife Hz. Ebu Bekir (r.a.)in kitap halinde Peygamber (s.a.s)in hadislerini topladığı rivayet edilir. Topladığı ki­tapta 500 hadis vardı. Fakat düşündükten sonra, toplaya­nın hafızasındaki bir noksanlıktan dolayı Peygamber (s.a.s)e yanlış bir kelime veya ifade atfetmiş olmamak için onu imha etti. Ez-Zehebi(27) biyografi eserinde Kasım ibn Muhammed’e atfen Hz. Ayşe’nin şöyle söylediğini nakle­der: “Pederim, Peygamber (s.a.s)in hadislerini topladı, sa­yısı beşyüz oldu. Fakat bir gece uykusu kaçtı, yatağında dönüp durdu. Bir zaman bir tarafına bir zaman öteki tara-fına yattı. Bu bana büyük üzüntü oldu, sordum: Rahatsız olduğun için mi böyle yapıyorsun, yoksa sana bir haber geldi de onun için mi yapıyorsun? Ertesi sabah bana şöy­le dedi: “Ey benim kızım, yanında olan hadis kitabını al,bana getir.” Alıp getirdim, onu ateşe attı ve yaktı; sordum: “Onu niçin yaktın?” Şöyle cevap verdi: “Bu kitabı arkam­da bırakarak öldüğüm zaman ve onun içindekiler doğru ve güvene layık bir kimse tarafından nakledilmiş olduğu halde, benim onları, onun naklettiği şekilde yazmamış ol­mamdan ve günün birinde onun doğru olmadığının orta­ya çıkmasından korktum. Allah herşeyi daha iyi bilir.”

d) Halife Ömer’in Topladıkları:

Halife Hz. Ömer (r.a.), Peygamber (s.a.s)in hadislerini bi- raraya toplamak için resmi hazırlıklar düşündü. Ashapla istişare etti. Hepsi, hadislerin derlenmesinin gerekli oldu­ğu kanaatinde olduklarını söylediler. Fakat sonraları Hz. Ömer fikrini değiştirdi. Hadisçi Ma’mer ibn Raşid (vefatı:    153 H./770 M.) şöyle nakleder: Ez-Zuhrî (v. 125 H.) Urve’ye dayanarak nakleder ki, Ömer, hadisleri bir kitap ha­linde yazdırmayı düşünürdü. Konuyu Peygamber’in asha­bına danıştı. Onlar, hadislerin yazılması görüşünde olduk­larını söylediler.(28) Ömer, bütün bir ay istihare etti.

Bir sabah kalktı, o zamana kadar Cenabı Hak ona kararını verdirmişti, şöyle dedi: “Hadisleri yazdırmayı düşünü­yordum; fakat sonra sizden evvel yaşamış olan kavimleri düşündüm. Onlar da kitap yazmış ve o kitapları öy­lesine çoğaltmışlardı ki, sonunda Allah’ın kitabını ihmal ve terkettiler. Allah hakkı için ben, kendi hesabıma Al­lah’ın kitabına bir şey ilave etmeyeceğim.”(29)

İnceleyin:  Resul ve Nebi Farkı… Resul’e itaat Nedir?

e) Hz. Ali’nin Tomarı:

Hz. Ali (r.a.)nin de yazılı bazı belgeleri olduğuna dair çe­şitli haberler vardır. Onları bir tomar halinde sarar, kılıcı­na bağlı olarak yanında tutardı. Buhari(30) nakleder: “Ebu Cuhayfe rivayet etti: Ali ibn Ebu Talib’e sordum; senin ya­nında hiç kitab var mı? Şöyle cevap verdi: Hayır, Allah’ın kitabından bir Müslümanm anladıklarıyla bu Sahife’de olanlardan başka kitap yok.” Ebu Cuhayfe ilave eder: Bu Sahife’de neler var? diye sordum, “fidye hakkmdaki hü­kümler; savaş esirlerinin serbest bırakılması ve bir de hiç­bir Müslümanm bir kafir uğruna idam edilemeyeceği hak­kında hükümler yar,” dedi. Diğer bir yerde Buhari tarafın­dan nakledilen bir rivayette daha açık bir anlatım var­dır.(31) Buhari şöyle naklediyor: Ali, bize bir hutbe okudu ve şöyle dedi: “Bizim yanımızda Allah’ın kitabından başka okuyacağımız kitap yoktur ve bir de bu Sahife’de olanlar vardır. Ve ilave etti: “Bunlarda insanlara yapılan haksızlık­lar için verilecek tazminat ve bir de (zekatı verilmek için) devenin yaşı hakkında hükümler vardır.” Bu Sahife bun­dan başka “Medine’nin Ayr tepesinden filan ve filan tepe­cilere kadar Harem sınırını da içermektedir. Kim ki, bu sı­nır içinde bir katil fiili işlerse yahut katile aman verirse (katili saklar ve korursa) Allah’ın, meleklerin ve insanla­rın laneti (kıyamet gününde) onun üzerine olacaktır; on­dan ne fidye ne de tazminat kabul edilecektir.” Birinin mevlası (anlaşmalı kardeşi) birincisine haber vermeden birbaşkası ile de anlaşmalı kardeş olacak olursa, o da aynı cezaya uğrayacaktır. Bundan başka sorumluluk kim oldu­ğuna bakmaksızın bütün Müslümanlara ait olacaktır. Bir Müslüman ile olan anlaşmasını bozan kimse de, bu lane­te duçar olur.” Buhari’nin diğer bir hadisi daha ayrıntılı­dır(32) ve ortasındaki cümle şöyledir: “Sorumluluk hangi Müslüman olduğu bahis konusu olmadan aynıdır: Onlara kim daha yakın olursa, onu yerine getirmek için gayret edecektir ve kim ki bir Müslüman ile olan antlaşmasını bozarsa, lanet onun üzerine olacaktır…”

Yine Buhari’nin diğer bir cümlesi bizi, Hz. Ali’nin bu Sahi- fesinin çok uzun olduğuna ve hiç değilse zekat listesi, Me­dine’nin Harem ilan edilişi ve şehir-devlet oluşu, Peygam- ber’in hac konuşması (veda hutbesi) gibi, en azından dört resmi belgenin bir kolleksiyonu olduğuna inandırıyor. Öyle görünüyor ki, bu belgeler, aslında Hz. Peygamber (s.a.s)e ait bulunuyordu ve vefatından sonra Hz. Ali’ye geçti (zira onun bir kısmı, biraz evvel bahsettiğimiz Medi­ne şehir-devletinin anayasasına kadar uzanıyor. Bu anaya­sa Peygamber (s.a.s) efendimizin evinde kılıcına asılmış halde duruyordu;(33) vefatından sonra Hz. Ali’ye geçti.(34) Diğer vesikalar da Peygamber (s.a.s) tarafından tomar ha­linde kılıcına bağlanmış olabilir. Bundan başka yukarıda Peygamber (s.a.s) efendimizin zekat vergisi için bir çizel­ge hazırladığını ve vilayetlere göndermeden vefat ettiğini zikretmiştik. Bunların hepsi bizim varsayımımızı destekli­yor. Biraz evvel Hz. Ali’nin rivayetlerinin veda haccı hut­besinden geldiğini söylemiştik; aynı sözlerin Mekke’nin fethinde Resul-i Ekrem’in söylediği hutbenin bir kısmını teşkil etmiş olması da mümkündür.

Daha önce işaret etti­ğimiz gibi bu hutbe, Ebu Şah isminde biri için yazılmış ve ona verilmişti. Hangisi olursa olsun Buhari’nin söz konu­su hadisi şöyledir(35) “Bize söz söylemek üzere Ali (r.a.) tuğladan yapılmış minbere çıktı. Üzerinde bir kılıç asılı idi, kılıçtan da bir Sahife sarkıyordu. Dedi ki: Allah hakkı için, bizim yanımızda Allah’ın kitabından (Kur’an’dan) ve bu Sahife’de bulunandan başka okunacak bir şey yoktur. Ondan sonra Sahife’yi açtı, orada zekat için, develerin ya­şı vardı. Bir de orada yazılı idi ki, Ayr tepesinden şu ve şu mevkilere kadar Harem’dir; kim onun içinde bir katil fiili işlerse Allah’ın, meleklerin ve insanların laneti onun üze­rine olsun. Bir de şu yazılı idi ki, Müslümanların sorum­luluğu hem bir kişi hem de bütün topluluk için aynıdır (bunun yerine getirilmesi için) kim ona daha yakın ise, o gayret sarfedecektir. Herhangi bir Müslüman tarafından yapılan bir anlaşmayı bozan kimsenin üzerine Allah’ın, meleklerin ve insanların laneti olsun. Allah böyle bir kim­seden bir tevbe veya şefaat kabul etmez. Bunun gibi, onun içinde yazılı idi ki, bir kimse mevlasının (anlaşmalı karde­şinin) izni olmadan diğer bir kimse ile anlaşmaya dayalı kardeşlik tesis ederse Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onun üzerine olacaktır. Allah böyle bir kimse­den ne tevbe ne de şefaat kabul edecektir.”

Aynı hadisenin, Abdürrezzak’m Musannef’inde(36) Cafe- rü’s-Sadık tarafından rivayet edilen metni şöyledir: “Cafer ibn Muhammed babasının rivayetine dayanarak, o da (ba­bası da) kendi babasının rivayetine dayanarak nakleder ki, o Peygamber’in kılıcının kabzasına bağlı bir Sahife buldu; orada şunlar yazılı idi: Allah, en fazla gazabı, kendisini öl­dürmeyen adamı öldürene, kendisine vurmayan adamı vurana, katile aman verene (saklayıp muhafaza edene) eder. Kıyamet günü Allah ondan ne fidye ne de şefaat ka­bul eder.”

Sünen-i Ebi Davud’da(37) üçüncü bir rivayet metni vardır; ki şöyledir: “Ali (r.a.) tarafından nakledilmiştir: Biz Pey- gamber’den; Kur’an’dan ve bir de bu Sahife’de olandan başkasını yazmadık ve devam etti: Peygamber ilan etti: Medine, Ayr tepesinden Sevr tepesine kadar(38) bir Ha- rem’dir. Kim orada katil fiilini işlerse yahut katile aman verirse Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onun üzerine olsun. (Kıyamet gününde) ondan ne fidye ne de şefaat kabul edilir. Kim bir Müslüman ile anlaşma­sını bozarsa, Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların la­neti onun üzerine olsun. Kim olursa olsun, anlaşmalı bir kardeş, ilk anlaşmalı kardeşin izni olmadan bir başkası ile anlaşmalı kardeşliğe girerse, Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onun üzerine olsun; ondan ne fidye ne de şefaat kabul edilir. İbn el-Musanna bu vesileyle şunu nakleder: Ali, Peygamber’den yazdığım şöyle nakleder: “Ne Medine hareminin otu kesilir, ne de orada av kaldırılır. Ne de bir kimse tarafından düşürülen şey alınır, meğer ki ara­ma sırasında mal sahipleri olan insanlar haberdar edilsin. Bunun gibi orada (Medine hareminde) dövüşmek amacıyla kimsenin silah taşıması caiz olmadığı gibi devesini (yapraklarıyla) doyurmak maksadı hariç, ağaç dalı kesme­ye de izin yoktur.”

Bütün bu pasajlar biraz önce izah ettiğimiz gibi ya Medi­ne Anayasasından veya diğer devlet belgelerinden harfi harfine alıntılanmış parçalar ya da onların yönetmelik maddeleridir.

Kendi derlemesi olduğuna dair rivayetler de vardır. Bu çerçevede İbn Sa’d(39) şöyle bir haber nakleder: “Bir gün Ali, hutbesinde sordu: Kim bir dirheme (gümüş sikke) ilim satın almak ister? El-Haris el-A’ver bir dirhemlik ka­ğıt satın aldı ve onu Ali’ye götürdü. Ali ona çok ilim (il­men kesiren) yazdı. Bir defasında biri, Hucr ibn Adiyy’e bir soru sordu; o da: “Pencerenin içindeki Sahife’yi al, ba­na getir” dedi, sonra onu okudu: Bismillâhirrahmanirra- him. Bu, benim Ali ibn Ebi Talib’den işittiklerimdir ki, o, şöyle… dedi.”(40)

f) Abdullah ibn Ebi Avfa’nın Mektup Yoluyla Hadis Öğretme­si:

Buhari tarafından nakledilen bir kısım rivayetlerden açık­ça anlaşıldığına göre, bir başka sahabe, Abdullah ibn Ebi

Avfa, mektup yazmak suretiyle hadis öğretmiştir. Rivayet şöyledir: Ömer ibn Abdullah’ın azatlı kölesi ve katibi riva­yet eder: Abdullah ibn Ebi Avfa, bir mektup yazdı ve ben onu okudum. Aynı rivayetin bir başka metninde ifade tar­zı şöyledir: Harurilere (Haricilere) karşı savaşmaya gittiği zaman Abdullah ibn Ebi Avfa, ona (Salim’e) bir mektup yazdı. (Salim devam ediyor:) Ben onu okudum; meali şöy­le idi: Seferlerinin birinde Peygamber (s.a.v.) efendimiz düşmanla karşı karşıya geldi ve güneş en yüksek noktası­nı aşıncaya kadar bekledi; sonra kalktı ve insanlara şöyle hitap etti: Ey nas (insanlar)! Düşmanla karşılaşmayı arzu etmeyin. Allah’tan kurtuluş ve emniyet isteyin. Fakat düş­manla karşı karşıya geldiğiniz zaman, sabır ve sebat edin; sonra biliniz ki Cennet, kılıçların gölgesi altındadır. Sonra Peygamber efendimiz dua etti: “Ey kitabı gönderen, bulut­ları dolduran, birleşen orduları tarumar eden Allah! Onla­rı mağlup eyle ve bize onlar karşısında zafer bağışla.”(41)

g) Samûre ibn Cündüb’ün Derlemesi:

Bir başka sahabe, Samûre ibn Cündüb de hadis topladı. Kitabı, oğlu Süleyman ibn Samûre’ye miras kaldı, ibn Ha- cer(42) şöyle yazar: “Babasının rivayetine dayanarak Süley­man ibn Samûre, büyük hacimde bir kitap bıraktı (nüsha kebire) ve İbn Şîrîn der ki: Samûre tarafından yazılan bü­yük kitap, oğlunun çok ilim (ilm-i kesir)(43) sahibi olma­sı için yazıldı.”

h) Sa’d ibn Ubade’nin Derlemesi:

Ensar’dan ve Hazrec kabilesinden olan Sa’d ibn Ubade, okuma yazma bilmesi ve başka vasıflarıyla İslam’dan evvel de “mükemmel adam”(44) olarak bilinirdi. Onun da elinde bir Sahife vardı; içinde Peygamber (s.a.v.) den işitip topla­dığı hadisler vardı. Kitap(ın içeriği) daha sonra oğlu tara­fından başkalarına aktarıldı.(45)

i) Abdullah ibn Ömer’in Hadis Yazdırması:

Abdullah ibn Ömer (İbn el-Hattab)m bizzat hadis yazdığı bilinmiyor. Fakat İbn Sa’d’ın Tabakat’mda, Selman ibn Musa tarafından anlatılan bir rivayette, Abdullah ibn Ömer’in yazı işiyle çok meşgul olan azatlı kölesi Nâfi’ye yazı yazdırdığını gördüğü mealinde bir nakil vardır.(46) Nafi’ çok bilgili bir insandı ve Abdullah ibn Ömer’in en yetenekli öğrencilerindendi. Ömrünün otuz yılını hocası­nın yanında geçirmiş ve ondan ne öğrenmek mümkün ise onu öğrenmişti. Abdullah ibn Ömer’in iftiharla şunu söy­lemek adeti idi: “Aramızda Nafi’nin varlığı Allah’ın bize büyük bir lûtfudur.”(47)

j) Abdurrahman ibn Abbas’ın eserleri:

Abdullah ibn Abbas’ın ilmi hayatı, üzerinde durmaya ge­rek kalmayacak kadar bilinen bir şeydir. Sahih rivayetler,

öldüğü zaman, bir deve yükü teşkil edebilecek kadar eseri olduğunu teyid eder. Büyük tarihçi Musa bin Ukbe şöy­le der: “Kureyb ibn Müslim, Ibn Abbas’m kitaplarından bir deve yükü bize emanet bıraktı” (himl batr yahut idl batr); ve onun oğlu Ali ibn Abdullah, İbn Abbas’m bir ki­taba ihtiyacı olduğu zaman Kureyb’e, bana şu ve şu eseri (sahifeyi) gönder diye bir not yazardı. Kureyb onları bir kağıda yazar ve iki nüshadan birini (ya aslını veya kopya­sını) ona gönderirdi.(48) Gençliğinde ashabın yaşlılarının yanma gider ve onlardan Peygamber (s.a.v.) hakkında bil­gi toplardı. Peygamber’in hizmetçilerinden Selma bu çer­çevede şöyle der: “Abdullah ibn Abbas’ın, odundan yapıl­mış levhalarla (kocam) Ebu Rafi’nin yanma geldiğini ve Peygamber’in sünnetine ilişkin bazı şeyler yazdığını gör­düm.”(49) Daha sonra İbn Abbas’m kendi öğrencileri oldu. Bunlardan İkrime’ye göre “Taif’den bazı kimseler, onun kitaplarıyla ona geldiler. Onlara bu kitapları okumaya başladı (izah ve gerekirse tashih için).”(50)

Diğer bir öğ­rencisi Said ibn Cübeyr şöyle nakleder: “Abdullah ibn Ab- bas’a giderdim, öyle zamanlar olur ki bütün kağıtlarım (yazmaktan) tükenirdi, o zaman sandalıma (çarığıma) ya­zardım, o bile dolardı, o zaman avucuma yazardım.”(51) Şüphe yok ki evine döndükten sonra bunları kağıt üzeri­ne çekerdi. Atâ, Abdullah ibn Abbas’m çok yönlü ilmi fa­aliyetini şu sözleriyle izah eder: “Bazı kimseler Abdullah ibn Abbas’a şiir, bazıları nesep, bazıları da Arapların İs­lam’dan önceki tarihlerini öğrenmek için gelirlerdi.” Hiç­bir uzman zümre yoktu ki ona gelmiş olmasın… Gerçekten onun haftada bir gününü fıkha, bir gününü tefsire, bu­gününü Peygamber’in savaşlarına, bir gününü şiire ve bu­gününü de Arapların İslam’dan önceki tarihine ayırması adetiydi.”(52)

Devamlı olarak hadis toplama gayretine ilaveten Abdullah ibn Abbas’m mektup yoluyla hadis öğretmesi de adeti idi. Bu münasebetle İbn ebi Müleyka şöyle nakleder: “Abdul­lah ibn Abbas, Peygamber (s.a.v.)’in, ‘ben dava edilenin sa- vunucusuyum’, mealindeki hadisini yazıp bana gönder­mişti.”(53)

k) El-Mugaira ibn Şu’be’nin Hadis konusundaki yazışması:

Halife Muaviye’nin soruşturması üzerine Sakif kabilesin­den el-Mugire ibn Şu’be, Resul-i Ekrem’in bazı hadislerini yazdırmış ve halifeye göndermişti.(54)Bu olay kendi tü­ründe tek değildi.

l)Ebu Bekre’nin Hadis konusundaki yazışması:

Pek çok kaynak, Resul-i Ekrem’e hizmet edenlerden biri olan Ebu Bekre’nin mektup ile Hadis öğrettiğini naklet­mektedir. Buna örnek olmak üzere Sicistan valisi Abdur- rahman: “Babam Ebu Bekre, Hz. Peygamber’in, hiçbir ha­kim hiddetli iken iki kişi arasındaki davaya karar verme­sin, mealindeki hadisini bana yazıp gönderdi, der.(55)

m) Abdullah ibn Mes’ud’un Bir Derlemesi:

Ashap arasında en bilgili, akıllı ve zeki bir zat olan Abdul­lah ibn Mes’ud da Resul-i Ekrem’in hadislerini toplamış ve

eseri sonraları oğluna intikal etmiştir.(56)

n) Büyük Hadisçi Ebu Hureyre’nin Eserleri:

Ebu Hureyre Yemen’de Devs kabilesine mensuptu. Medi­ne’ye, Hicret’in yedinci (M. 628) yılında geldi ve İslam’ı kabul etti. Bununla beraber kendisinden çok önce İslam’ı kabul edenlerden daha fazla hadis öğrendi. Bizzat kendisi bunun sebebini şöyle izah eder:

“Ebu Hureyre dedi: İnsanlar (bana kusur bulmak kasdıy- la) derler ki, Ebu Hureyre çok (hadis) rivayet ediyor. Eğer Allah’ın kitabında şu iki ayet olmasaydı bir tek hadis bile rivayet etmezdim. -Bunun üzerine Bakara suresinin 159 ve 160. ayetlerini okudu ki meali şöyledir: ‘Hakikat, indir­diğimiz o açık açık ayetlerimizi ve doğruyu -Biz Kitap’ta insanlara onu pek aşikar bir surette indirdikten sonra- gizleyenler (yok mu?) işte onların hali: Onlara hem Allah lanet eder, hem lanet etmek şanından olanlar lanet eder. Ancak tevbe edenler (hareketlerini) düzeltenler ve (haki­kati gizlemeyip) iyice açıklayanlar başka. Ben artık onla­rın günahlarından geçerim. Ben en çok tevbeyi kabul ede­nim, en çok esirgeyenim.’ Mekkeli (muhacir) kardeşleri­miz çarşıda alışverişle ve (Medineli) ensar kardeşlerimiz ziraat ve bahçıvanlıkla meşguller iken, Ebu Hureyre kar­nının (açlıktan) kazınmasını düşünmeden, Allah’ın Resu- lü’nün yanından ayrılmadı. Başkaları (kendi işleriyle) meşgul iken o onunla beraberdi ve bilmediği şeyleri öğre­niyordu.”(57)

İnceleyin:  İş Döndü Dolaştı Kur'an'a Geldi

Ebu Hureyre yalnız okuma yazma bilmekle kalmıyordu -ki, o zamanlarda nadir bir şeydi- belki büyük bir edebi kabiliyete de sahipti; Farsça(58) ve muhtemelen HabeŞçe de(59) öğrenmişti. Kitab-ı Mukaddes’in(60) içeriğim iyi bildiği söylenirdi. Resul-i Ekrem de, Arabistan’ın başka böl­gelerine nazaran, Yemen’in ilmi sahadaki ilerlemesinden çok etkilenmişti. Bir defasında, İslam’ı kabul etmek üzere Yemen’den bir heyet geldiği zaman şöyle buyurdular: “İman Yemen’dendir, fıkıh Yemen’dendir, hikmet Ye- men’dendir.”(61) Roma’nm hatta Atina’nın kuruluşundan yüzlerce sene önce Seba ve Main’de kültür ve medeniye­tin, şöhretin en yüksek noktasına vardığı hatırlanacak olursa, bunda şaşılacak bir yan görülmez. Yazılarının keş­finin aydınlığa çıkardığı gibi orada, ilim ve edebiyatın şöhreti ve gelişmesi (Zû Nüvas’ın) Yahudi ve (Habeşlile- rin) Hıristiyan hanedanı yönetiminde de devam etti. Ha- beşliler kendilerinden daha az medeni olmayan yeni işgalçilere, İranlılara yerlerini bıraktılar. Ebu Hureyre’nin İs­lam’ı kabulü sıralarında Iranlılar Yemen’de hala hüküm­randılar.

Öyle görünüyor ki, Ebu Hureyre İslam’ı kabul ettiği za­man dini şevk ve gayreti ile yalnız Kur’an’ı değil, Resul-i Ekrem’in sözlerini ve yaptıklarım da yazı ile tespit etmeye başlamıştı. Hadis ve Kur’an’m birbirlerine karışmaması için Peygamber (s.a.v.) ona Kur’an’dan başka bir şey yaz­masını yasak etti. Bunun üzerine deve ve koyunların omuz kemiklerine yazılanlar yakıldı.(62) Anlaşıldığı kada­rıyla bu, İslam’a girişinin ilk günlerinde Kur’an’ı çok bil­mediği ve hadisten ayrılmadığı bir zamanda idi. Sonraları Ebu Hureyre Kur’an’ı iyi öğrendiği zaman yasağın kalkmış olması muhtemeldir (Bu meseleye tekrar geleceğiz). Şu da kaydedilmelidir ki, Ebu Hureyre Yemen’den gelmişti. Ora­da Arapça değil Müsned denilen bir yazı kullanılırdı. Ebu Hureyre’nin Arap yazısını – başlangıçtaki bütün kusurla­rıyla beraber -ancak İslam’a girişinden sonra öğrenmiş ol­ması da ihtimal dahilindedir.

Peygamber (s.a.v.)in hayatı boyunca Ebu Hureyre (r.a.)nin okumak, yazmak ve öğrenmek hususlarındaki zaptolunamaz istek ve arzusu, daha sonraki senelerde ilmi başkala­rına öğretmek yönündeki gayreti hiçbir şekilde eksilmedi. Bunun için Buhari’ye atfen ibn Hacer şöyle yazarL63) He­men hemen Peygamber (s.a.v.)in ashabının sekizyüzü, belki daha fazlası, onlardan sonra gelenler ve diğer ilim adamları, Ebu Hureyre’den hadis rivayet ettiler.

Ebu Hureyre, daha sonra anlatılacağı gibi, kuvvetli bir ha­fızaya sahipti. Çok samimi ve açık sözlü idi. Doğru telak-ki ettiği şeyi, söylediği kişi büyük olsun küçük olsun kim­seden çekinmeden söylerdi. Aynı zamanda o, kendini ha­kikate vakfetmiş bir kimse idi; hatasını anladığı zaman ses çıkarmadan tereddütsüz hakikati kabul ve teslim ederdi. Ona karşı ne denirse densin niyette samimiyeti ve dürüst­lüğü her türlü şaibeden kesinlikle uzaktı. Hulefa-i Raşidin devrinde bazı vesilelerle eleştiriye uğramıştı; fakat bu, yal­nız onun hukuki konularda hüküm çıkarma veya tefsir kabiliyetinden ileri gelmişti. Şu hadise, bu durumu güzel­ce izah eder: Bir defa Resul-i Ekrem (s.a.v.)in yemek ye­dikten sonra abdest aldığını ve namaz kıldığını gördüğü­nü söyledi ve buradan pişmiş yemek yedikten sonra ab- destin tazelenmesi icap ettiği neticesini çıkardı. Halbuki Peygamber efendimizin, yemeğe oturduğu zaman abdestli olup olmadığını araştırmayı ve açıklığa kavuşturmayı ihmal etti. Kendi fikrini söyleyince genç dostu Abdullah ibn Abbas, (mesela kış mevsiminde) ısıtılmış su ile abdest almak caizdir, değil mi? diye sordu (çünkü ısıtılmış su da pişirilmiş yemek sınıfına girmektedir). Bunun üzerine Ebu Hureyre hatasını anladı ve sustu.

Bir fıkıhçı olarak Ebu Hureyre, gerek Hulefa-i Raşidin gerekse, Abdullah ibn Mes’ud veya Ayşe validemiz yahut Abdullah ibn Ömer ve diğerlerinin (r.a.hüm) işgal ettikle­ri yüksek mevkileri tutamaz. Şahsi değerlendirmeleri bir tarafa bırakılacak olursa, gördüklerinin ve işittiklerinin önemi bakımından şüphe yoktur ki, O, Resul-i Ekrem’in hadisleri konusunda çok değerli ve güvenilir bir kaynaktır.

Bizzat Ebu Hureyre, hafızasının kuvvetini, Peygamber (s.a.v.) efendimizin kendisi için ettiği duaya hamleder. Hafızasının kuvvetini işiten Medine valisi Mervan ibn ek Hakem, bir vesileyle onun kabiliyetini denedi. Onu getirtti ve Peygamber’in hadislerini sordu. Bir perde arkasına bir katip oturmuş, Ebu Hureyre’nin her söylediği sözü ya­zıyordu. Ebu Hureyre’nin de bu tertipten hiç haberi yok­tu. Katip bu hadiseyi şöyle anlatır: “Mervan sormaya de­vam etti, ben yazmaya devam ettim ve hadislerin sayısı önemli ölçüde büyüdü. Bir sene geçtikten sonra Mervan, Ebu Hureyre’yi tekrar çağırdı. Aynı hadisler üzerine soru­lar sormaya başladı; ben de yine perde arkasına oturmuş­tum, söylediklerini bir sene önce söyledikleriyle mukaye­se ediyordum. Ne bir kelime fazla ne bir kelime eksik söy­ledi.”(64) Bu, Ebu Hureyre’nin yalnız hafıza kuvvetini gös­termekle kalmaz, bir de Mervan’m emriyle Ebu Hureyre tarafından rivayet edilen hadislerin yazılmak suretiyle tes­pit edildiğini ve tabir caiz ise, orijinali ile karşılaştırıldığı­nı gösterir.

Yukarıda anlatılan hadis yazdırmadan başka Ebu Hurey­re’nin bilip naklettiklerinden hazırlanmış başka hadis kol­eksiyonları da vardır. lbn Sa’d’dan öğrendiğimize göre,(65) ikinci kolleksiyonu halife Ömer ibn Abdülaziz’in elinde bulunuyormuş. lbn Sa’d şöyle yazıyor: “Ömer ibn Abdü- laziz, Kesir ibn Murra el-Hadremi’ye yazdı: Bu zat, Eme- sa’da Resul-i Ekrem’in ashabından birçoklarıyla karşılaştı. İçlerinden yetmiş kadarı Hicret’in ikinci senesinde vuku bulan Bedir savaşma katılmışlardı. Ondan, Resulullah (s.a.v.)m ashabından -Ebu Hureyre’ninki hariç- işittiği ha­disleri yazmasını talep etti. Çünkü Ebu Hureyre’nin hadis­leri elimizde bulunuyordu.”

Ebu Hureyre’nin üçüncü bir derlemesi, talebesi Beşir ibn Nuheyk tarafından kopya edilmiş ve tabir caiz ise yayın lanmıştı. Bir yerinde şöyle yazar: “Ebu Hureyre’den her işittiğimi yazardım, ayrılacağım sıra ona onları okurdum ve ‘bunlar benim sizden işittiklerimdir’ derdim. O da ‘evet’ derdi.”

Ebu Hureyre’nin kendi kütüphanesindeki çeşitli eserlerle ilgili dördüncü bir rivayet, onun hafızasının zayıfladığı, yaşının ilerlediği bir devreye ait gibi görünüyor. El-Hasan ibn Ömer ibn Ümeyye ed-Damri şöyle söylüyor: “Ebu Hu- reyre’ye hadis tekrar ettim, onu bilmediğini söyledi. Şöyle dedim: Ben bunu senden işittim. Şöyle cevap verdi. Eğer onu benden işittin ise, benim yazdıklarım arasında olma­sı lazımdır. Sonra beni kolumdan tuttu, evine götürdü. Orada bana çok sayıda hadis kitabı gösterdi (kütüben kesiren) ve söz konusu hadisin yazılısını buldu ve bana, eğer bu hadisi ben rivayet ettiysem mutlaka benim yazdıklarım arasında bulunması lazımdır, demedim mi? dedi.”

 

Dipnotlar:

(1)-Buhari, 3:49 (K. ilm, bab kitabeti’l-ilm).

(2)- 12:1 (K.ilm, B. ma cae fir’ruhsat fihi, No.l)

(3)-Et-Tirmizi, 39:12: 3 (K. ilm, B. ma cae fir’ruhsat fitıi, No.3); Hbu- Davud. 24:3 ilm. B. kitab el-ilm);

(4)-Buhari,3:49,no:3 (Kitab-ul İlm)

(5)-İbn Sa’d, Tabakat, IV/II, s. 8-9.

(6)-ibn Abd el-Berr, Istiab, No. 1584; İbn el-Esir, Usd el-Gabe, III, 233.

(7)-İbn Hacer, Tehzib et-Tehzib et-tehzib, VIII, s. 48-55, No.80.

(8)- Ed-Darimi, Sünen, 43. Bölüm (men rahhasa fi kitabel el-ilm); ibn Manzur, Lisan el-Arab, zı-he-mim md.; ibn Hanbel, No.6645 (6623. md. de bkz.); İbn Abd el-Hakem, Futuh-ı Mısr, s. 256-7; Mecma’ ez-Zevaid, VI, 219 (ibn Hanbel’in yeni baskısında 6645 No. da zikredilmiş).

(9)-ibn Sa’d, Tabakat, IV/II, s. 11.

(10)-ibn Hanbel, II, 222 (No.7067); Ebu Nuaym, Hilyat el-avliye’, I, 286.

(11)- ibn Hacer, Feth el-Basri, I, 167.

(12)-Menazır Ahsen Geylani’nin Tedvin-i Hadis’inde kaynak gösterme­den zikredilir.

(13)-ibn Sa’d, Tabakat, IV/II, s. 13.

(14)-Zübeyr Sıddıkî’nin “Hadisler Hz.Muhammed’in hayatında yazılmış­tı” başlıklı yazısından (İdare-i Maarif-i Islamiyenin birinci oturu­munun tutanakları). Lahor, s. 63-71.

(15)-Darimi’nin Sünen’i, bölüm 43 (men rahhasa fi kitabel el-ilm).

(16)-Er-Ram Hurmuzi, el-Muhaddis el-Fasıl (elyazması, Köprülü, İstan­bul), el-Kitab X. bölümü; Hatib el-Bağdadî, Takyid el-îlm, s. 95-6, el-Hâkim, El-Müstedrik, Menazır Ahsen Geylani, Tedvin-i Ha- dis’inde zikreder, s. 67-68.

(17)-Metin için el-Vesaik es-Siyasiye adlı eserime bkz., No. 105; orada kaynakların da isimleri verilmiştir.

(18)-Biyografisi için Yakut’un Mu’cem el-Büldan’ına bakınız. Daybul md., Ensâb es-Semâni.

(19)-Menazır Ahsen Geylani’nin Tedvin-i Hadis adlı kitabında bahsi ge­çer, s. 68.

(20)-İbn Hacer, Isabe, I, 434, No.1021.

(21)-Menazır Ahsen Geylani, İbn Hacer’in Tehzib et-Tehzib adlı eserini göstererek zikreder, s. 68.

(22)-Buhari, et-Tarih el-Kebir, IV/II, s. 186, No.828. Cabir’in bu Sahi- fe’sini Abdürrezzak Musannef’inde zikreder (ez-Zünub bahsi).

(23)-İbn Hacer, Tehzib et-Tehzib, IV, 215, No.369.

(24)-Agy.

(25)-Buhari, Sahih, 3:34 (K.ilm, B. keyfe yukbed el-ilm);

(26)-ibn Hacer, Tehzib et-Tehzib, VII, 182, No.351.

(27)-Tezkiret el-Huffaz, 1,5.

(28)-Bu, açık olarak şunu ifade eder ki, ashabın bilgisine ve kanaatine göre Peygamber (s.a.v.) hadislerin yazılmasını yasak etmemişti. Bu konuya ayrı bir bölümde tekrar değineceğiz.

(29)-El-Cami’, Kitab el-ilm bahsi (Ankara ve İstanbul, elyazması). Ab- dürrezzak’ın Musannefinde de yazılıdır, Kitab el-ilm bahsi; Hatib el-Bağdadi’nin Takyıd el-ilm, s. 49.

(30) -Buhari, Sahih, 3:49 (K. ilm, B. Kitabet el-ilm, No.l).

(31)-Adı geçen eser, 58:10 (K. Cihad, B. zimmet el-müslimin).

(32)-Age, 58:17, (k. Cihad, B. ism men ahed sümme gadar).

(33)-El-Makrizi, İmta’ el-Esma, I, 107. Bu hadiseye dair aşağıda gelecek olan Abdürrezzak’ın da metnine bkz.

(34)-El-Belâzuri, Ensab el-Eşraf (Kahire baskısı, 1959), 1.525.

(35)-Sahih, 96: (K. 91 – l’tisam bi’l-kitab, B. ma yukreh min et – taam* muk) No.2.

(36)-İstanbul elyazması, ikinci cilt, “an – nuhba ve men âvâ muhdisen” konusu.

(37)-Sünen, 11:99 (K. Menasik,B. Tahrim el – Medine); Hatib el-Bağda- di’nin Takyid el-Ilm’ine bakınız, s. 88-89.

(38)-Ayr tepesi, Medine’nin güney, Sevr tepesi kuzey sınırını oluşturur. Her ikisi bugün de bilinmektedir. Sevr, Uhud dağının batısındadır (Bu kelime, yani Sevr adı, Hz. Peygamber’in Mekke’den Medine’ye hicret ederken sığındığı Sevr mağarasıyla karıştırılmamalıdır).

(39)- Tabakat,Vı,116

(40)- Age,VI,154

(41)-Buhari, Sahih, 56:32, III, 154 (K.Cihad, Bab es-Sabır ind’el kati,

Bab iza lem yukâtil evvel en-nehar ve Bab la temennev lika el- aduv).

(42)-Tehzib et-Tehzib, IV, 198.

(43)-Agy., IV, 236, No.401.

(44)-ibn Sa’d, Tabakat, III/II, s. 142. Okur yazarlık, nişancılık ve yüzü­cülük bir arada “mükemmel adam”ın vasıflarını teşkil ediyordu, ibn Hacer’in Tehzib et-Tehzib’ine de bkz, III, 475, No.883; El-Belâzuri, Fütuh el-Büldan, s. 474, yazmanın başlaması bahsi; bu so­nuncu yazara göre İslam’dan evvel Medine’de “mükemmel adam” olarak Sa’d ibn Ubade, Useyd ibn Hudayr, Abdullah ibn Ubey ve Evs ibn Havâli vardı.

(45)-Et-Tirmizi, 13:13 (K. Ahkam, b. ma cae fi’l -yemin. Orada şunu okuyoruz: “Sa’d ibn Ubade’nin bir oğlu bana dedi ki Sa’d’ın kita­bında şunları… buldular.”

(46)-Menâzır Ahsan Gîlanî tarafından zikredilmiştir, Tedvin-e-Hadis, s. 71; keza bkz. Ed-Dârimî, Sünen, Mukaddime, b. 43 (men rahha- sa), No.25.

(47)-İbn Hacer, Tehzibu’t-tehzib, X. 413, No.742.

(48)-İbn Sa’d, Tabakat, V 216.

(49) -Aynı eser, 11/2, s. 123.

(50)-Menâzır Ahsen Geylani Tedvin-i Hadis’inde Tirmizi’ye atfen zikre­der, s. 70.

(51) Ibn Sa’d, Tabakat, VI, 179.

(52)-Age, II/II, s. 121-2.

(53)-Ebu Davud, Sünen, 23:23, (K. Akdiye, B. el-yemin alâ müdda aleyh).

(54)-Buhari, Sahih, 10:52. (K. Ezan, B; ez-Zikr bades-salat No.4).

(55)-Age. 93:13 (K. Ahkam. B. hel yakdi ei-hakim ve hüve gadban); et’ Tirmizi, 13:7 (K. Ahkam. B. ma cae la yakdi el-kadı ve hüve gad’ ban).

(56)-Abdüs Samed Sarım, Ard’el-Kur’an el-maruf bi-tarih’il Kur’an (Delhi baskısı 1359 H.) s. 173 f. Doğrulamak için başka ayrıntı vermeksizin yalnız Cami es-Sagiri gösterir.

(57) -Buhari, Sahih, 3:42 (K. İlm, B. hıfz el-îlm).

(58)-Beyhâki’nin Sünen’ine bakınız. (Haydarabad baskısı, 1354 H.), VII, 3: “Ebu Hureyre’nin yanında otururken, oğlu ile birlikte bir Iranlı hanım geldi. Kadın da, onu boşayan kocası da oğullannın vesayetini almak istiyorlardı. Farsça konuşarak kadın şöyle dedi: Ey Ebu Hureyre, benim eski kocam oğlumu benden almak istiyor. Ebu Hureyre de aynı dilde cevap verdi: Oğlan için kura çekin… Peygamber (s.a.v.) zamanında bile meşhur Selman-ı Farisi’den başka da Medine’de hanlılara rastlanırdı. Kökenleri meçhuldür; muhtemelen Iran – Bizans savaşları zamanında iltica etmiş olan­lar, veya esir düşüp köle edilmiş olanlardır. Bunlardan Arapça bi­le bilmeyen biri için, lbn Hanbel’e bkz, III.273. Görünüşte bu, Hicret’in ilk senelerine rastlıyor. Bundan başka yukarıda 25. pa­ragrafta Zeyd’in Farsça öğrenmesine de bkz.

(59)-Cem’el-Fevâid’e istinaden Menâzır Ahsen Geylani tarafından Ttd- vin-i Hadis, s. 439’da zikredilmiştir.

(60)-Ez-Zehebi, Tezkiret’ül – Huffaz, I, 34.: “Kâab (İslam’ı kabul etmiş olan alim Yahudi hahamı) şöyle dedi: Tevrat’ı okumayanlar arasın­da, onun içeriğini Ebu Hureyre’den daha iyi bileni asla görme­dim.”

(61)-Müslim, Sahih, (K. İman, B. tefadül ehli iman); lbn Hanbel’iü Müsned’inde 7496’ya da bakınız.

(62)-İbn Hanbel, Müsned, III, 12-13.

(63)-Tehzib et-Tehzib, XII, 265, No. 1216.

(64)-Buhari, Kitab el-Kûna (künye’nin cem’i), s.33, No.289, Mervan’m katibi Ebu’z-Za’ za’a maddesi.

(65)-lbn Sa’d, Tabakat. VII/II, s. 157.

 

Kaynak:Muhammed Hamidullah-Muhtasar Hadis Tarihi

 

 

 

 

 

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir