Hadîs literatürü…aynı zamanda Kur’an’ın bir yorumu ve öğretilerinin bir tamamlayıcısı olan hikmetin abidevî bir hâzinesidir. Nebevî sözler saf metafizikten sofra adabına kadar her alanı ilgilendirir.
Onlar arasında, Hz. Peygamberin sıkıntılı zamanlarda, bir elçi kabulünde, bir tutsağı karşılamasında, ailesiyle münasebetinde ve insanın ailevi, sosyal ekonomik ve siyasal hayatıyla ilgili hemen hemen diğer bütün durumlarda söylediği sözler bulunur. İlave olarak, bu literatürde birçok metafizik, kozmoloji, ahiret ve manevi hayatla ilgili meseleler de ele alınmıştır. Kendi bütünlükleri içinde Hadis ve nebevi Sünnet, sıkıca bağıntılı bulunduktan kurandan sonra İslâm toplumunun sahip olduğu en değerli kılavuzluk kaynağını ve Kur’anla birlikte tüm Islami hayat ve düşüncenin menbaını oluşturur.
Tüm Islâmî yapının bu temel yönüne karşı, Batılı müsteşriklerrin etkin bîr ekolu tarafından yakın yıllarda sert bir saldırıda bulunuldu. İslâm’a karşı hiçbir saldın, bizzat Islâm esaslanın baltalayan ve etkileri maddî alandaki bir tecavüzün yapacağından daha tehlikeli olan bir saldırıdan daha Hain ve sinsi olamaz. Hadîs eleştiricileri, bilimsel olma iddiasıyla ve bütün dini gerçekleri tarihî olaylara indirgeyen meşhur -rezil demek gerekecekti— tarihî metodu uygulayarak bu literatürün Hz. Peygamberden gelmeyip daha sonraki nesiller tarafından ‘”uydurulduğu” sonucuna varmaktadırlar.Bu saldırıların çoğunda sunulan bilimsel görünüşün ardında yatan şey, Islâm’ın Îlâhî bir vahiy olmadığı şeklindeki a priori iddiaadır.
Eğer Islâm İlâhî bir vahiy değilse, VII asr. Arap toplumunda mevcut faktörler arasında can» varlığına bir izah aramak gerekir. Mademki Bedevi bir toplum herhangi bir metafizik bilgiye sahip olamaz, İlahi söz veya Logos üzerine varlığın en yüce mevkii ve Evrenin yapısı üzerine bilgi sahibi olması mümkün değildir,o halde hadis litaretüründe bu meselelerle ilgili her şey,sonuç olarak sonradan eklenmiş olmalıdır.Eğer hadis eleşticileri sadece Hz Peygamberin bir peygamber olduğunu kabul etmiş olsalardı artık hadislerin ana kitlesine karşı bilimsel geçerliliği olan herhangi bir delil kalmayacaktı.Fakat onların,hadis literatüründe diğer dinlerin doktrinlerine benzeyen veya Batıni meselelerle ılgiii her şeyi sonradan uydurulmuş mülahaza etmek zorunda kalmalarına yol açan şey,kesinlikle,kabul etmediklerin bir husustur.
Şüpheli birçok Hadîsin bulundugunda elbet kuşku yoktur.. Fakat bizzat Islâm hadîs bilginleri, hadis metinlerini (iu mul-cerh) ve içinde hadîslerin söylendiği şartlar ile peygamber sözlerinin nakil zincirlerinin geçerliliğini (ilmü’d-dirâye) kontrol için dakik bir ilim geliştirdiler. Onlar, hiçbir modern âlimin üstesinden gelmeyi umamayacağı bir tarzda sözleri elekten geçirdiler ve söz konusu faktörlerin detaylı bilgisiyle karşılaştırdılar. Bu yolla bazı sözler kabul edilmiş, diğer bazıları da şüpheli kaynaktan geldiklerinden veya tamamen gay- rı mevsuk olduklarından reddedilmiştir.
Hadîs toplayanlar gerçekten insanların en müttakî ve en inançlılarıydılar ve hadîs bulmak için çoğu zaman Orta Asya’dan Medine’ye, Irak veya Suriye’ye seyahat ederlerdi. Tüm Islâm tarihi boyunca, din âlimlerinin en dindar ve zâhidleri Hadîs bilginleri (mu- haddisûrı) olmuştur ve bir şahsın bu alanda otorite olarak tanınması için toplumun güveni ile takva derecesinin gerekli oluşu nedeniyle, din âlimlerinin tüm farklı sınıflan arasında bu bilginler daima bir azınlık teşkil etmişlerdir.
Gerçekte, modern Hadîs eleştiricilerinin kendi sözde tarihî metodlarını uygularken kavramadıkları şey, bugün birçok bilimsel ortamda hüküm süren bilinemezci (agnostik) zihniyet tarzını geleneksel Islâm hadîs bilgininin zihniyetinde tasavvur etmiş olmalarıdır. Onlar sanıyorlar ki, dinî meseleleri, Hz. Peygamber’in sözlerini “uydurmaya” veya büyük bir itina göstermeden onları hadîsler bütününe katmaya imkân verecek böyle “kayıtsız” bir tarzda ele almak, o hadîs bilgini için de mümkündür. Onlar, geçmiş çağların insanları ve özellikle din bilginleri için,
Cehennem ateşinin soyut bir düşünce değil somut bir gerçek olduğunu kavrayamıyorlar. O bilginler, günümüz insanlarının çoğunun güçlükle tasavvur edebilecekleri bir tarzda Allah’dan korkuyorlardı ve Cennet ve Cehennem alternatifini her şeyin en gerçeği kabul eden bir anlayışla onların Peygamber sözlerini uydurmanın affedilmez günahını işleyebileceklerini düşünmek psikolojik olarak saçmadır. Tarih içinde bir sapaklık (anomali) olan modern man- taliteyi, insanın dinî bir dünya içinde yaşadığı ve düşündüğü, hayatı dinî değerlerin belirlediği ve insanların evvelâ ve herşeyden önce kendilerine düşen en önemli görevi ifaya, yani ruhlarını kurtarmaya çalıştıkları bir döneme yansıtmaktan daha az bilimsel bir şey olamaz.
Uydurulmuş sözlerin ikinci asırda ortaya çıktığını ve üçüncü asırda hadîs toplayanların bunları iyi niyetle Peygamber sözleri olarak kabul ettiklerini iddia eden Hadîs eleştiricilerine de aynı cevap verilebilir. Hz. Peygamber’in Sünneti ve sözleri ilk nesil ile hemen onu takibeden nesil üzerinde öyle derin bir iz bırakmıştı ki, yeni sözler ve esasen önceden konmuş kuralların düzenlediği dinî konularda yeni usul ve hareket tarzı uydurmak hemen toplumun muhalefetiyle karşılaşacaktı. Bu, tüm dinî hayatın devamlılığı ve İslâm strüktüründe gerçekte hiç farkedilmeyen bir kopuş anlamına gelmiş olacaktı. Üstelik, Şiîlik’de sözleri Hadîs koleksiyonunda yer alan ve bizzat kendileri Peygamber sözlerinin en güvenilir nakil zincirleri olan İmamlar, III. İslâm asrından sonra, yani meşhur Hadîs mecmualarının toplandığı dönemden sonra yaşadılar.
Öyle ki, modern münekkidlerin Hadîs “uydurmacılığı” dönemi olarak gösterdikleri döneme köprü oklular. İmamların bizzat varlığı, gerçekte, Hadîs literatürünün mev- sukiyetine karşı ileri sürülen ve yalnız şüpheli ve sahte sözleri değil, İslâm toplumunun başlangıçtan beri üzerinde biçimlendiği ve yaşadığı Hadîs külliyatını da hedef alan delillerin yanlışlığına fazladan bir kanıttır.
Bu Hadîs eleştirisindeki köklü tehlike, böylesi delillerin etkisi altında Hadîs külliyâtının Hz. Peygamber7in sözü olmadığı ve dolayısıyla Onun otoritesini taşımadıkları yolundaki Öldürücü çapta tehlikeli sonucu kabul eden müslümanların gözünde hadîslerin değerini düşürmede yatmaktadır. Bu yolla, İlâhî Yasa’nın temellerinden biri ve manevî hayat kılavuzluğunun hayatî bir kaynağı yıkılmış olur. Bu, İslâm yapısının dayandığı temelin çökmesi gibi bir şeydir.
Bu durumda artık Hz. Peygamberin yardımı olmadan anlaşılması ve yorumlanması çok ileri bir seviye arzeden Kurban yalnız kalmaktadır. Kendi hallerine kalınca insanlar çoğu durumlarda Kutsal Kitap’ı kendi sınırlı kabiliyetleri çerçevesinde anlayacaklarından, İslam toplumunun tüm mütecanisimi ve Kur’an ile İslâm’ın öngördüğü dinî yaşayış arasındaki ahenk bozulacaktır. Pek az problem, şimdi müslümanlar arasında bazı çömezleri de bulunan modern Batılı eleştiricilerin Hadîs literatürüne karşı ileri sürdükleri ithamlara karşı ehliyetli müslü- man âlimler tarafından bilimsel —fakat muhakkak “bilimci” değil— bir tarzda kaleme alınmış bir cevaba ve İslâm toplu- munu kaçınılmaz bir aksiyona çağırmaktadır.
Dinî bakış açısını terkeden ve eleştiricilerin görünüşde bilimsel fakat gerçekte hiçbir müslümanm kabul edemeyeceği a priori bir varsayımı, yani Hz. Peygamber’in peygamberlik fonksiyon ve yetkisinin mevsukiyeti ile Kur’anî vahyin semavî menşeini reddeden bir varsayımı gizleyen metodlarına hayran birtakım müslüman çömezler de bu eleştirilere katılmaktadırlar.
Seyyid Hüseyin Nasr,İdealler ve Gerçekler
0 Yorumlar