Görmenin, Göstermenin ve Gözetlemenin Halleri

okan-banner-ic-fakulteler-insantoplum-sosyoloji2-1-300x119 Görmenin, Göstermenin ve Gözetlemenin Halleri
Göz referanslı modern dünya, görme istencinin dışında öncelikle gözetleme ve denetlemenin hüküm sürdüğü bir evreni işaret etmektedir. Temaşa etme anlamındaki gözün yerini alan gözetim, gizlilik ve güvenlik gibi kavramları yanma alarak modern kenti ve bireyi kontrol etmenin adı olmuştur. Foucault’un Bentham’dan mülhem panoptikon kavramı, modern dünyanın gözetleme tarzına yeni bir yorumdur. Fouca- ult özellikle, total kurumlar aracılığıyla insanların belli bir gözetim altında terbiye edilmeye çalışıldıkları notunu düşerken, bunun sadece terbiye edici kurumlarla sınırlı kalmayıp toplumun geneline yayılacağının işaretini vermekteydi.

Bu dönem, gözetlenenin gözetleyeni göremediği, bilemediği bir dönemdir. Çünkü gözetlenen gözetleyenin orada olup olmadığını ölçecek bir veriye sahip değildir. Kapalı kapılar, aynalı camekânlar ardında binlerinin olup olmadığı bile bir muammadır. Dolayısıyla bu müphemlik gözetlenen için her an tetikte kalmayı gerekli kılmaktadır. Paranoid bir durumu besleyecek böylesi bir gözetlemenin topluma yayılmasının ciddi krizler doğuracağı öngörülmüş ve olası bir paranoyanın önüne geçilmek için gözetleme yahut dikizleme, güvenlik gibi toplumca hayati bir kavramı yardıma çağırmıştır. Güvenlik endişesi söylemiyle finanse edilen ve bu yolla meşrulaştırılan gözetleme, kamuoyunun dikkatini dağıtmayı başarabilmiştir. Söz konusu panoptik süreç uzun bir müddet, özellikle kitle iletişim olanaklarının toplumun geneline yayılmadığı uzunca bir dönem devam etmiştir. Ancak özellikle iletişim kanallarının çeşitlenmesi ve yaygınlaşması, panoptik süreci farklı bir evreye taşımıştır.

Lyon’a göre günümüzde artık Orwellian kontrolün totaliter korkuları, uzun zamandır yerini gözetleme aktivitelerinin, hükümet bürokrasilerinin sınırlarından taşarak, makul sosyal kanallara bırakmaktadır (2006. 69). İnsanlar gün doğumundan batımına kadar olası her yerde bilgisayar destekli ve ağ tabanlı teknolojilerin kuşatması altında yaşamaktadır. Bu kuşatma, yalnızca personelin şifreli bir anahtar ile bir binaya ya da bilgisayar terminaline erişimiyle sınırlı değildir. Çevremiz, insanların nerede olduğunun, ne yaptığının, nereye gittiğinin bilinmesini sağlayan kablolu-kablosuz bağlantılarla kuşatılmıştır (Lyon, 2013: 11). Gözetim toplumu gibi kavramlar, modern dünyada bütün yaşam tarzımızın gözetim ile kaplandığına dikkat çekmektedir. Bu görüşe göre üzerimizdeki göz, her yerdedir, her andadır ve kaçınılmazdır. Her birinde kişi-dışı yapı tarafından ayrı ayrı kişisel kayıtların tutulduğu seçmen kaydı, vergi dosyası, hasta özgeçmişi gibi özel bağlamlarda bir kez kayda geçen veriler gündelik hayatın her alanına yayılmaktadır. Yolculuk ederken, yemek yerken, alışveriş yaparken, telefon görüşmesi yaparken, çalışırken, sokakta yürürken, spor salonunda egzersiz yaparken birtakım denetimler meydana gelmekte, birtakım kayıtlar tutulmakta ve birtakım görüntüler çekilmektedir (Lyon, 2013:45). Demirin (2017: 36-37) de dile getirdiği gibi; dolayısıyla gözetim artık klinik, tımarhane veya cezaevi yoluyla gerçekleşmemektedir. Aksine gözetim, artık sokaklara inmiştir. Gözetleyici olan artık iktidar değil; içinde herkesin birbirini izleyebildiği çoklu bir aynada toplumun bizatihi kendisidir.

Postmodern diye tabir edilen dönem ise bambaşka terkip ve tanımlarla karşılanması gereken bir dönemi imlemektedir. Yukarıda ifade edilen kısmen zoraki panoptik dünyanın yerini bu dönemde artık gönüllü gözetleme ve gözetlenme almıştır. Böylece postmodern dönem, zorunlu gözetimden gönüllü gözetlenmeye, güvenlik endişesi ve savunmadan, beğeni endişesine doğru geçişin yaşandığı bir dönemdir. Özel alanın denetçilerce kontrol edilmesi önceki dönemde mahremiyetin ihlali ve taciz olarak kodlanıp kendisine tepki gösterilirken yeni dönemde görme ve görünme isteğinin yeni iletişim teknolojileri vasıtasıyla teşhirciliğe vardığını söylemek yerinde olacaktır. Kısacası azınlığın çoğunluğu güvenlik endişesi söylemiyle gözetleyip kontrol ettiği dönemden herkesin herkesi gözetlediği bir döneme girilmiştir.

Panoptikon, Sinoptikon ve Omniptikon

Bilgi iletişim teknolojileri ile bilginin; zaman ve mekân sınırı olmaksızın, küresel çapta transferinin kolaylaşması ve internet ile sosyal ağların dünya çapında yaygınlık kazanması, sinoptikon kavramını günümüzdeki gözetim pratiklerini açıklamada yetersiz bırakmış ve karşılıklı gözetimi tanımlamaya yönelik yeni bir kavramın doğuşuna zemin hazırlamıştır. Bu durum, herkesin herkesi, her an ve her yerde gözetlemesi anlamında ilk kez kullanılan omniptikon kavramını ortaya çıkarmıştır. Günümüzde internet, çoğunluğun birbirini izlemesine olanak veren bir iletişim aracıdır ve internet ile birlikte sinoptikon- dan omniptikona geçiş gerçekleşmiştir. Bir kavram olarak omniptikon, Rosen’a (2004) göre; internet çağında herhangi bir zaman diliminde, kimin izleyen ya da izlenen olduğunu bilmeyen bir çoğunluğun, birbirlerini sürekli gözetlemesine olanak vermektedir. Bu niteliği ile omniptikon kavramı, si- ber ortamda herkesin karşılıklı bir şekilde birbirini izlemesini ifade etmekte ve yine gözetim pratiklerinin değişen doğasından hareketle, gönüllü gözetim üzerinden inşa edilen yeni bir toplumsal kültüre gönderme yapmaktadır (Bitirim Okmey- dan, 2017). Panoptikonda, dışarıdan gelen zorlamaya dayalı gözetim; omniptikonda, içten gelen ve görünür olmaktan haz alınan gönüllü gözetime evrilmiştir. Görünür olmayı, eğlence ve haz arayışının odak noktasına yerleştiren postmodernizm ise, gözetim olgusunda yaşanan söz konusu değişimleri kolaylaştırmaktadır (Bitirim Okmeydan, 2017). Mathiessen de içinde yaşanılan izleyici toplumunun yalnızca az insanın çok insanı izlediği bir gözetim toplumu değil, aynı zamanda çok insanın az insanı izlediği bir kitle iletişim toplumu olduğunu öne sürmektedir (Lyon, 2013: 202). Dolayısıyla Bauman ve Lyon’a (2016: 87) göre panoptikonun yerine sinoptikonu yahut omniptokonu geçirerek, mahkûmları içeride tutmak için yüksek duvarlar ve gözetleme kuleleri yapmak ve öngörülen rutinlerine çakılıp kalmalarını sağlamak için de bir sürü gözetmen tutma derdinden kurtulmuş olunmaktadır.

Görme ve görünme isteğinin bu denli hâkim oluşu, güvenlik söyleminin dışında başka bir söyleme yaslanmak gerektiğini telkin etmektedir. Bu doğrultuda Han, günümüzün toplumsal söylemine şeffaflık söyleminin damgasını vurduğunu ifade etmektedir. Her şeyin romantizm üzerinden işlendiği olumluluk toplumunda gizlilik, olumsuzluğa işaret etmesi bakımında istenmeyen bir durumdur. Her şey teşhir edilmeye açık hale gelmiştir. Han’a (2016: 103) göre karmaşıklığı ve derinlemesine etkisi düşünüldüğünde demokrasi, adalet veya doğruluk gibi sorunların çok ötesine geçen kapsamlı bir süreç ve bir paradigma değişimi söz konusudur. Genel şeffaflık mecburiyeti, aşırı ölçüde olumluluğun hüküm sürdüğü ve bu nedenle giderek olumsuzluğu daha çok tüketen bir topluma işaret etmektedir. Eşiklerin, ayrımların ve sınırların aşmdırılması toplumsal döngülerin farklı biçimlerine yol açmaktadır. Bu bakımdan şeffaflığın dikte edilmesi, aşırı komünikasyon, aşırı enformasyon ve aşırı görünürlük gibi olgulardan bağımsız düşünülmemelidir. Böylesi aşırılık toplumunda neşvünema bulan teşhircilik ve röntgencilik kültürü, elektronik panopti- konun da yardımıyla, dijital ağlan ziyadesiyle beslemektedir. Netice itibariyle bu toplumda özne dıştan baskıyla değil, kendi içinde doğan bir ihtiyaçtan ötürü soyunmaktadır. Yani özel ve mahrem alanını kaybetme tehdidi, yerini kendini arsızca sergileme ihtiyacına bıraktığında kemale ermektedir.

İnceleyin:  Küresel Medeniyet:Ortak Kültür,Ortak Üretim,Çokluk

Her detayı görmek, her şeyi tanımak isteyen gözü dizginleyecek perde yahut perdeler bir bir silinip gitmiştir. Dinsel imgelerle bastırılmış ve kapatılması istenen dilin yerini, her şeyi en ince detayına kadar görmek isteyen göz almıştır. İmajlar dünyasına dair merak, modern kent bireyinin hayatı okuma adına geliştirdiği yeni bir tarzın adı olmaktadır. Virilioya (2003: 31) göre merakın taşkınlaşması, gözlerin doyumsuzluğu, bakışın düzensizleşmesi düşünülürse, yirminci yüzyılın iddia edilenin aksine imgenin yüzyılı değil, optiğin, özellikle optik yanılsamanın yüzyılı olduğu ortadadır. Nitekim daha 1914 öncesinde başlayan propagandanın yani reklamcılığın zorunlulukları, daha sonra uzun Soğuk Savaş ve nükleer caydırma dönemindeki güvenlik ve bilgilenme gereklilikleri bizleri endüstriyel optiğin yarattığı dayanılmaz bir afallamanın içine sürüklemiştir. Zizek ise biraz muzip bir terkiple, modern bireyin imajlara düz bakışının aksine, muhatabı yamuk bakmaya (2005) davet etmektedir. Böylece imajların tek boyutlu yapısının aksine farklı açılardaki görüntülerine de ulaşmak mümkün olacaktır. Ancak Zizek’in bu perspektifler çeşitliliğini barındıran davetine icabet etmek ne yazık ki son zamanlarda artık pek mümkün görünmemektedir. Günümüz insanı imajlar bombardımanı karşısında şaşı kalmıştır. Çünkü zamanın ruhu, uyarıcılar dünyasına üstünkörü bakmayı telkin eden bir dile yaslanmaktadır. Görmenin ve fark edilmenin yerini artık görünme isteği almıştır.

Görünme isteğinin toplumun hemen her noktasında kendisini hissettirmesi neticesinde imgeler, nesneler kısaca her şey gösterimlik birer manzaraya dönüşmektedir. Bu seyirlik manzara içerisinde birey kendisini gösterebileceği her şeye, kendisini farklı kılacak kadrajlarla yaklaşmaktadır. Ellul, bir imajlar evrenince kuşatılmış durumda olduğumuzu söylerken yaklaşan teşhir toplumunun anahtar kodlarını veriyordu. El- lul’a (2004) göre alışkanlık icabı her şeyi görselleştirmekteyiz. Manzaraya yönelimli olan toplum her şeyi manzaraya dönüştürerek ve bu yolla her şeyi kaskatı hale getirerek yahut felç ederek kendisine bir anlam vermektedir. Bu tür bir toplum isteksiz ve bilinçsiz aktörü seyirci rolü oynamaya zorlamakta ve teknik olmayan her şeyi görselleştirerek dondurmaktadır. Her şey görselleştirmeye tabi tutulmakta ve onun dışında hiçbir şeyin anlam üretmesine izin verilmemektedir. Bu noktada işitme, sözle mimik ve jest arasındaki hassas denge, işaretler ve görme lehine bozulmuştur. Batılı insanlar artık işitmemek- tedir. Her şey görme tarafından kuşatma altına alınmıştır. İnsanlar artık konuşmaktan ziyade göstermektedirler. (Ellul, 2004: 259). Berger’e (1999: 26) göre de daha önce hiç bu kadar çok şey incelenip seyredilmemişti. Her an, gezegenin ya da ayın öte yüzünde nesnelerin nasıl göründüğüne göz atabilmekteyiz. Görüntüler şimşek hızıyla kaydedilip aktarılmakta. İçi boş elbiseler ve arkası boş maskeler seyirliğinde yaşamaktayız. Gövdeler yok, zorunluluk da yok. Çünkü zorunluluk, var olana özgü bir durumu imlemektedir.

Postmodem bireyin elinde görme sinirlerinden başka bir şey kalmadığını dile getiren Baudrillard (1998: 166-167), toplumun, kendi aşın bakışı altında yok olup anlamını yitirdiğini kaydetmektedir. Böylece sadece görüntülerin teknik detaylarına denk düşen duyarsızlık, zihinsel ekranlarda hüküm sürmeye başlamıştır. Avrupa’nın ikiyüzlülüğüyle Bosna savaşında Saraybosna sokaklarında öldürülen Boşnaklara bakarken, duyarlılık sinirlerinin ahnmışlığıyla beraber yaşanan bir toplumsal menopoza işaret etmektedir. Duyargaları sadece bakıp geçmeye odaklanmış kitlelerin, yaşanan sorunlara dair yapabilecekleri şeyler anlık duygu boşalmasının ötesine geçememektedir. Çünkü Barbarosoğlu’nun (2006: 15) da ifade ettiği üzere postmodern dönemde ilgiyi kendi üzerine çekerek fark edilme isteğinden başka bir anlam taşımayan görünme arzusu ile dolu birey, ancak bunu yapmaktadır. Kitle kültürü içine sıkışmış, kendisine seri üretimin ve seri tüketimin küçük bir parçası olmaktan başka bir değer atfedilmeyen insan için fark edilme imkânı, sanal var olma biçimleri armağan etmektedir. Var olduğunu, başkaları kendisini seyrettiği oranda, yani başkalarının dünyasında yer etmeye başladığında hissedebilen postmo- dem insan, az insana görünerek kendi dünyası içinde yaşama gibi düşünceleri, sağlıksız bir durum olarak algılamaktadır.

Muhafaza etmek, saklamak, sakınmak gibi terimler, günümüz dünyasındaki hayatın olağan akışına olabildiğince uzak düşmektedir. Her şeyi görmek isteyen göze vicdan muhasebesi yaptıracak değerler ya anlamını yitirmekte ya da her gün yeniden bozuma uğratılmaktadır. Gözün iktidarı, gündelik ilişkilerin her noktasında kendisini göstermekte ve en sıradan rutinlerden en kompleks meselelere kadar kendisini dayatmaktadır. Modern dünya bu bakımdan göz iktidarının tarihidir. Zira Batı modernleşmesi, görmenin iktidarı (Sartori, 2004) üzerine varlığını inşa etmiştir. Sadece gördüğüyle amel etmenin adı olan modern dünya, logosentrik anlayışı okü- lersentrizmin altında ezerek adeta yok etmiştir. Sözün bittiği yere gelinmiş, göz her tarafı domine ederek, gücüne güç katmıştır. Gözün zaferi ilan edilince dil lal kesilmiştir. Oysa söz ile toplumsallaşmanın yaygın olarak tesis edildiği kültürel dünyada, göz her şeyi göremez, görmemelidir. Gözün görebilme ve gösterebilme kabiliyeti, dilin kudretine dayanmalıdır. Böylesi bir toplumsallaşmada, toplumsallaştırma aracı olarak sözün referansları, çoğu zaman gözün gördüğü ve gösterdiklerine nazaran daha muteberdir. Ancak günümüzde ilişkiler, muhayyileler, muhakemelerin ölçüsü göz kararıdır. Dolayısıyla günümüz yoğun görsel uyarıcılar dünyasında toplumdaki gündemleri belirleyen şey fotoğraf olmakta, olağan ve olağandışı ne varsa görselleştirilerek gündelik ilişkilere servis edilmektedir. Hatırlamaların, unutmaların, hatırlatma ve unutturmaların ölçütü, bahse konu görselliklerin etkileyicilikleriyle paralel bir şekilde yürümektedir (Ulutaş, 2017: 139).

İnceleyin:  Batı Artık Yeni Asimilasyon Politikaları Arayışına Girmiştir

Görünür Olmanın Dayanılmaz Cazibesi

Hatırlama ve unutmaların baş döndürücü bir hızda olduğu günümüz dünyasında, özellikle sosyal medya tazyiki altında sözün kitsch edilmesiyle beraber, artık nomosun mihengi söz değil gözdür. Yani oyunu kuran da oyunun kurallarını koyan da görsellik olmaktadır. Kimin neyi hatırladığı, neyin kimleri yahut neleri unutturduğu gibi meseleler, bu görsel dünyada anlam bulmaktadır. Modern dünyanın göz merkezci dünyasında söze sarılmak, söz söylemek yani modernite- nin meşruiyetini krize sokmaya azmetmiş düşünce, eylem ve söylemlerde bulunmak, bu düşüncenin hışmına uğramayı göze almayı gerektirmektedir. Kendisine muhalif ne varsa ya kendisine benzetmekte ya da yok etmektedir. Bu kadar çetin bir müsabakayı şüphesiz çoğu birey göze alamamaktadır (Ulutaş, 2017: 140).

Castells (2008:621) bu dönemi enformasyon çağı tabiriyle karşılamaktadır. Bu çağda, baskın olan işlevler, süreçler giderek ağlar etrafında örgütlenmektedir. Ağlar toplumların yeni sosyal morfolojisini oluşturmakta; ağlar oluşturma mantığının yayılması da üretim» deneyim, iktidar ve kültür süreçlerinde işleyişi, sonuçları ciddi biçimde değiştirmektedir. Toplumsal Örgütlenmenin ağ biçiminde olması, başka zamanlarda, başka uzamlarda gerçekleşmiş olsa bile yeni teknolojik paradigma, toplumsal yapının tamamına yayılması için gerekli maddi zemini sağlamaktadır. Böylelikle akışların iktidarı, iktidarın akışlarının önüne geçmektedir. Ağda yer almak yahut almamak, her ağın diğerleri karşısındaki dinamikleri, toplumda baskın olmanın ve değişimin başlıca kaynaklarıdır.

Enformasyonun bilişsel bir obezlik ürettiğini ifade eden Ören’e (2011) göre kaynağı ve niteliği belirsiz, gelişigüzel, paketlenmiş, doğruluğu araştırılmadan, yararlılığı test edilmeden kabul edilen bilgi ve diğer girdiler, sistemi hantallaştırıp kirleterek bedensel ve bilişsel obezliği yaratmaktadır (Ören, 2011). Dolayısıyla yaşadığımız çağ, geçmiş dönemlerden bugüne insanın geçirdiği en büyük mutasyonu sahnelemektedir. Öyle ki görme ile işitmenin, söz ile jest ve mimiklerin arasındaki hassas dengenin, işaretler ve görme lehine değiştiği bir çağa tanıklık edilmektedir. İnsanlar işitme üzerinden hakikati inşa etmek yerine, görme duyusuyla gerçekliğin sırrına nail olma arzusundadır. Hemen her şey görme tarafından kuşatma altına alınmış durumdadır. Zira insanlar artık konuşmuyorlar, sergiliyor, sahneliyor, ifşa ediyor ve gösteriyorlar (Ellul, 2004: 259). İnsanlar içsel değerleri değil, gerektiğinde zorluklarla biçimlendirilen dışsal ölçülerin sunumunu gerçekleştirmektedir. Görünür olanın ve dışsalın mutlaklaştırılması, görünmez ya da sergilen(e)mez olanın herhangi bir ilgi oluşturmamasından kaynaklı olarak yok hükmünde telakki edilmektedir (Han, 2017: 29). Giderek kanıksanan, adeta genel geçer bir sosyal teoriye doğru evrilen bu paradigma, gündelik yaşam pratikleri üzerinde de radikal kültür değişmelerine sahne olmaktadır. Böylece çağımızın insanı; düşünmekten ziyade seyretmeyi, bilmekten ziyade görünmeyi, beyinden ziyade ayn’i (gözü), meslek sahibi olmaktan ziyade şöhret sahibi
olmayı, çalışmaktan ziyade kolay para kazanmayı ve emekten ziyade eğlenmeyi yaşamının temel ilkeleri haline getirmeye başlamıştır (Atay, 2017: 20).

Bugünün toplamlarında gazeteler, dergiler, kitaplar, internet, telefonlar, sosyal medya, bilgisayar oyunları, vitrinler, ca-mekânlar, afişler, duvarlar, zeminler, tablolar, parklar, bahçeler, seyir terasları, seyir tepeleri, fuarlar, müzeler, çevre düzenlemeleri ve daha birçok görsel imaj nesnesi ve mekânı, hayat sahnesinin görmeye ve gösteriye ayarlı gerçekliklerini oluşturmaktadır. Görmek ve göstermek eylemleri üzerine kurgulanan bu sosyal gerçeklikler, görmenin ve göstermenin birbirini beslediği, hatta aynı göbek bağından beslendiği yeni toplum biçimlerini üretmiştir: Tüketim toplumu (Baudrillard), gösteri toplumu (Debord), şeffaflık toplumu (BC, Han), gözetim toplumu (Foucault), ağ toplumu (Castells, Dijk) ve bunlara eklenebilecek yeni bir toplum tasavvuru olarak: teşhir toplumu.

Görme ve gösterme, felsefi düşünce geleneğine telmihle, çağımızın insanını ontolojik olarak tanımlayan temel bir varoluş biçimi haline gelmiştir. Felsefe geleneğinde, düşünen (Descartes), sorgulayan (Sokrates), şüphelenen (Septisizm), eleştiren (Kantk tartışan (Heraklitos), deneyimleyen (Loc- ke), mücadele eden (Marx), başkaldıran (Camus) gibi eylem ve pratikleriyle beraber rasyonel bir varlık olarak temellendirilen insan, aklın başrolde olduğu varoluş biçimleriyle tasvir edilmekteydi. Bugünün gören ve gösteren insanı, duyuların, özellikle gözün iktidarına gönüllü kulluk etmekle meşguldür. Böylece akletmek, idrak etmek, fehmetmek, tahayyül etmek gibi düşünmenin, vâkıf olmanın, hikmete ram olmanın, kemale ermenin emek gerektiren zorlu süreçlerinin yerine gösterinin, gösterişin, imajların, tüketimin, kolaylığın, ışıltılı ve şatafatlı yaşamların hazcı tercihi söz konusudur.

Beklenmedik ölçülerde bir imaj devrimi yaşandığı söylenirken, bunun postmodern döneme tarihsel bir geçişle bağlantılı olduğu ileri sürülmektedir. Ekran kültürünün her yeri bu kadar kuşatması, şimdi yeni bir taklit gerçeklik düzenine girilmekte olduğuna dair çıkarımlara vize vermektedir. Postmo- dem birey, bu arayüzeyin zevklerini ve tekno-toplumsallığın olasılıklarını coşkuyla karşılamaktadır. Gündelik gerçeklikler ve deneyimler, sanal yaşantıların ve siber-kültürün sunduğu kaçış potansiyelini kucaklamaya davet etmektedir (Robins, 2013: 22). Ekran, gösterişçi geçişlerin en işlevsel aracı haline gelmiştir. Ekran artık insanların diğerleriyle iletişime geçtiği ya da etkileşimde bulunduğu bir sosyal var olma biçiminin adıdır. Ne var ki bugün neredeyse herkes en az bir ekrana sahiptir. Televizyonlarla birlikte sahip olunmaya başlayan bu ekranlar, o dönemde genellikle çoğunluğun ekran içerisindeki azınlığı izlediği, gördüğü bir etkileşimi içermekteydi. Çoğunluğun izlediği bir dönemden hızlıca çoğunluğun izlendiği bir döneme geçiş yaşanmış, ekran sayıları artmıştır. Televizyon, telefon, bilgisayar, tablet, fotoğraf makineleri ve sayısı gittikçe artan ekranlara sahip olma şehveti biteviye çoğaldı. Kaldı ki birden fazla ekrana sahip olan birey, görmeyi değil daha çok göstermeyi tercih eder hale geldi. Çünkü yaşanılan şey, bir hayat sahnesi olarak tanzim edilmekteydi. Ekranlar, bazılarının hayatlarını teşhir ettikleri, bazılarının bu hayatları dikizlediği bir gösteri alışverişine dönüştü. Böylece ekran, çarpık bir sosyalleşme aracı olarak kültüre yeni bir boyut kazandırdı.

İslam Can – Teşhir Toplumu,syf:31-41

 

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir